AİLE İÇİ ŞİDDET
NASIL ÖNLENİR?
Gülşah AKÇAY CİVRİZ
Uzman Klinik Psikolog
Aile içi şiddet, aile bireylerinden birinin diğerine hükmetme ve zarar verme amaçlı olarak uyguladığı fiziksel, psikolojik, cinsel, ekonomik istismar veya ihmal içeren davranışlardır. Aile içi şiddet, birey ve toplum üzerinde derin yaralar açan, nesiller boyunca devam eden bir sorundur. Hem Batı’da hem Doğu’da birçok ülke bu sorunu ortadan kaldırmakta yetersiz kalmaktadır. Aile içi şiddetin kökeni farklı nedenlere dayanabilir ancak şiddet failleri ve mağdurları genellikle benzer psikolojik ve sosyokültürel özellikler gösterir. Aile içi şiddetin psikolojik dinamiklerini anlamak koruyucu ve önleyici çözümlerin etkinliğini artırarak şiddet döngüsünü kırabilir.
Şiddet türlerini tanımak ve anlamak, şiddet döngüsünün kırılması için hem birey hem de toplum bazında ilk adımdır. “Annenin vurduğu yerde gül biter”; “Anne-baba hem döver hem sever!” ifadeleriyle şiddeti aile içinde meşrulaştıran yaklaşımlar öncelikle yanlış bilinenlerin yerine doğruların ikame edilmesi ile mümkündür.
Fiziksel şiddet, toplumda en kolay şekilde algılanan şiddet biçimidir. Ancak psikolojik, ekonomik, cinsel, sosyal ve manevi şiddet türleri çoğu zaman göz ardı edilir. Psikolojik şiddet, kişinin zihinsel ve duygusal bütünlüğüne zarar veren, benlik saygısını sarsan bir süreçtir. Hakaret, aşağılama, şantaj gibi davranışlarla psikolojik olarak örselenen mağdur, zamanla yaşadığı durumun farkında olsa bile bunu kabullenme eğiliminde olabilir.
Ekonomik şiddet, kişinin mali kaynaklara erişiminin engellenmesi ya da ihtiyaçlarını karşılamasını engelleyecek şekilde maddi kaynaklardan mahrum bırakılması şeklinde ortaya çıkar. Cinsel şiddet, kişinin rızası dışında, tehdit veya baskı altına alınarak birliktelik yaşamaya zorlanmasıdır. Sosyal şiddet, kişinin sosyal çevresinden koparılması, arkadaşları veya ailesiyle görüşmesinin yasaklanması; manevi şiddet ise kişinin inanç ve değerlerine baskı uygulanarak iradesi dışında seçimler yapmaya zorlanmasıdır.
Şiddetin Kuşaklararası Aktarımı
Aile içi şiddetin önlenmesinin güçlüğü onun izini sürmenin neredeyse imkânsızlığı ile paraleldir. Aile içi şiddet bir kere ortaya çıktığında sadece bir nesilde kalmaz, kuşaklar boyunca farklı türlerde aktarılır.
Çocukluk döneminde şiddete maruz kalan ya da şahit olan bireyler, yetişkinliklerinde benzeri ilişkilerin içinde bulunma eğilimindedir. 2010 yılında ABD’de yapılan bir araştırma, çocukken aile içi şiddete tanık olan kadınların, yetişkinlikte eşleri tarafından şiddete uğrama olasılığının daha fazla olduğunu göstermiştir. Bu durum, psikoloji literatüründe “Şiddetin Kuşaklararası Aktarımı Teorisi” ile açıklanır. Çocuklukta maruz kalınan şiddet, yetişkin bireyin ilişkilerinde sürekli kendisini kovalayan bir hayalet gibidir. Aile içi şiddet dinamiklerine maruz kalan çocuklar, büyüdüklerinde aynı şiddet sarmalını tekrar ederler. Örneğin, babasının annesine uyguladığı psikolojik veya fiziksel şiddeti izleyen bir erkek çocuk, evlendiğinde eşine ya da kız çocuğuna aynı şekilde davranabilir. Benzer şekilde, annesinin şiddete sessiz kaldığını görerek büyüyen bir kız çocuğu, yetişkinlikte şiddete maruz kaldığında bunun kaçınılmaz olduğuna inanarak “kurban üçgeni” olarak da anılan sistemin içinde sıkışıp kalır.
Aile İçi Şiddetin Döngüsünü Kurban Üçgeni Modeli ile Anlamak
Aile içi şiddet, genellikle eşler arası bir problem olarak görülse de aslında bir kurban-zorba dinamiği söz konusudur. “Kurban Üçgeni”, aile içi şiddeti anlamada etkili bir modeldir. Bu modele göre, şiddetin de dâhil olduğu disfonksiyonel aile sistemlerinde anne-baba-evlat rolleri yerine kurban, zorba ve kurtarıcı rolleri görülür.
Bireyleşme sürecini tamamlamamış iki kişinin kurduğu ve işlevlerini gösteremediği için “disfonksiyonel” olarak tanımlanan ailelerde, eşler arası krizlerin aşılması için üçüncü kişinin “sacayağı” rolüne ihtiyaç duyulur. Sistemde çocuklar olmadığında karı kocanın kök ailesinden bireyler de bu sisteme dâhil olurlar.
Modelin, aile içi şiddeti anlamamıza yardımcı olması için rolleri kısaca tanımlamak istiyorum. Disfonksiyonel ailede “kurban”; sınırları ihlal edilen, içinde bulunduğu durumda kendini güçsüz ve çaresiz hisseden kişidir. Söz konusu aile içi şiddet olduğunda kurban şiddete maruz kalır ancak çözüm üretmez; suçlar ve şikâyet eder. Sürekli acı çeken, kendisine acınmasını bekleyen bir duruş sergiler. Bir şeylerin değişmesi için birinin desteğini zorunlu görür ve “Benim elimden bir şey gelmez” diyerek durumu kabullenir. Zorba; karşısındakinin sınırlarını ihlal eden, şiddet veya baskı yoluyla kontrol kuran kişidir. Fiziksel şiddetin her türüne başvurabildiği gibi “küsme” gibi daha pasif agresif teknikleri de aynı amaçla kullanır. Zorbanın kurban üzerindeki etki gücü, onda suçluluk ve utanç uyandırması ile sağlanır. Çoğu zaman aile içi şiddet mağduru olan birey, kök aileden “utanç” ve “suçluluk” duygularıyla yüklenmiş olarak evlilik yapar. Bu yükler, onu çekirdek ailede zorbaya karşı savunmasızlaştırır ve aile içi şiddeti mümkün kılar. Dolayısıyla Zimberoff’un da dediği gibi zorba, gücünü kurbanın sınırlarındaki zayıflıktan alır. Ancak şunu eklemeden geçmemek gerekir: Her zorbanın geçmişinde de bir kurban rolü vardır. Geçmişte sınırları ihlal edilmiş bireyler kendilerini bundan korumak için “sınır ihlal eden” olmaya yönelirken sağlıksız bir savunma gerçekleştirmiş olurlar.
Kurban ve zorba arasında olup bitenlerin ürettiği “kaygı” sistemden boşaltılmaya çalışılırken devreye “kurtarıcı” girer. Kurbanın ihtiyaçlarını karşılamayı vazife edinerek kendini zorbaya set yapan kurtarıcı, bu sağlıksız sistemin çarklarının dönmesine katkıda bulunur. Kurban, seçimlerinin sonuçlarını görmez ve değişim fırsatını “kurtarıcının” geçici çözümlerinin minnettarlığı içinde kaybeder. Kurtarıcı da şahit olduğu dramanın getirdiği acıdan kurbanı rahatlatarak kurtulur. Aslında kurtarıcı da bir zamanlar kurban rolünü deneyimlemiştir. O nedenle empati duygusu güçlüdür ve elini taşın altına koymakta hiç tereddüt etmez. Buradaki sorun, kurtarıcının balık tutmayı öğretmek yerine kurbana sürekli hazır balık yedirmesidir. Kurban bu süreçte kurtarıcıya bağımlı hale gelir. Sonuç olarak sistemin çarkları daha hızlı döner.
Bu üç rol, bir aile ya da ilişki sistemi içinde sürekli değişebilir. Örneğin, eşinden şiddet gören bir kadın (kurban), çocuklarına şiddet uygulayarak (zorba) roller arası geçiş yapabilir. Aynı zamanda, iş yerinde eşi tarafından terk edilen arkadaşına sahip çıkarak “kurtarıcı” rolünü oynarken kendi evinde babalarına karşı tavır alan ve okuyup annelerini kurtarmak için her gün içsel olarak güdülenen çocukları tarafında kurtarıcılık görür.
Aile İçi Şiddeti Nasıl Önleyebiliriz?
Kurban üçgenini şiddetin ailede nasıl ve neden başladığı ve neden sürdüğü konusunda bize ışık tutacak bir model olarak görürsek şu hakikat çok net ortaya çıkar: aile içi şiddetin önlenmesi için mağduru yasalarla korumak yeterli değildir. Asıl çözüm, bireylerin sağlıklı sınırlar oluşturmasını sağlamak ve şiddetin devamını engelleyecek psikolojik dönüşümü desteklemektir. Sağlıklı sınırlar belirlenmediği sürece, kurban ve zorba rolleri sürekli tekrarlanacaktır.
Şiddet döngüsünü kırmanın en önemli yollarından biri, bireylerin psikolojik farkındalık kazanmasıdır. Özellikle çocukluk döneminde şiddete maruz kalan bireylerin, yetişkinliklerinde benzer ilişkiler kurmamaları için psikolojik destek alması gereklidir.
Şiddete maruz kalan bireylerin en büyük problemlerinden biri, kişisel sınırlarının hasarlanmış olmasıdır. Şiddet mağduru olan kişi, kendi etki alanının nerde başladığını ve bittiğini bilmez. Bunun sonucunda, mağdurlar kendilerini ifade etmek yerine boyun eğmeyi tercih ederler. Ancak birey, sağlıklı sınırlar belirleyip kendini ifade ettiğinde, seçimlerini fark ettiğinde zorbaya verdiği gücünü de geri alır ve bu durumda geçmişin kurban rolünden zorbaya dönüşmüş kişi de sağlıklı bir bireye dönüşebilir. Zorba rolünün sağlıksız bir başa çıkma olduğu anlaşıldığında, şiddete başvuran kişinin sadece durdurulması değil ihtiyaçlarını sağlıklı sınırlar içinde karşılamayı öğrenmesi sağlanabilir. Elbette bu çözüm ancak ve ancak bireyin içgörü kazanması ve değişimi istemesi ile mümkündür.
Aile içi şiddetle mücadelede, toplumun bu konuya bakış açısını değiştirmek büyük önem taşır. “Kadının yeri kocasının yanıdır.” veya “Evlilikte her şey olur.” gibi söylemler, şiddeti meşrulaştırmaktadır. Bu algıyı değiştirmek için eğitim programları ve toplumsal farkındalık kampanyaları düzenlenmelidir.
Şiddete uğrayan bireylerin korunması için hukuki desteğin kolay ulaşılabilir olması, mağdurun “seçeneklerinin” farkında olması açısından önemlidir. Ayrıca, hukuk sisteminin aile içi şiddeti önlemede sadece cezalandırma mekanizması olarak değil aynı zamanda mağdurların rehabilitasyonu için psikolojik destek sistemlerinin işletilmesinde de etkin rol oynaması gereklidir.
Şiddetin kuşaklar arası aktarımını engellemek için çocuklara eğitim ve psikososyal destek sağlanmalıdır. Okulda akran zorbalığına dair farkındalık ve başa çıkma sağlayan çalışmalar aile içi şiddetle mücadele konusunda çocuklara kaynak sağlaması ve çocukların aile içi şiddeti ifade edebilmeleri açısından önemlidir.
Şiddet ortamında büyüyen çocukların komşu, akraba ve sosyal çevre tarafından sağlıklı ilişki modelleri ile desteklenmesi “psikolojik dayanıklılık” unsuru olarak gelecek nesillere şiddetin taşınma olasılığını azaltacak bir etkide bulunabilir.
Aile içi şiddet, bireyin psikolojisini olduğu kadar toplumsal yapıyı da bozan bir olgudur. Şiddet döngüsünün devam etmesini engellemek için bireylerin farkındalık kazanması, sağlıklı sınırlar belirlemeyi öğrenmesi ve toplumsal zihniyetin değişmesi gereklidir. Kurban üçgeni modeli, şiddet dinamiklerini anlamada bize rehberlik edebilir. Önemli olan, bireylerin kurban psikolojisinden çıkıp sorumluluk alarak kendi hayatları üzerinde kontrol sağlamasıdır. Şiddetin olmadığı sağlıklı aile yapıları, ancak bu şekilde inşa edilebilir.