Makale

ROL MODEL AİLE

ROL MODEL
AİLE
İhsan ÜNLÜ
DİB Başkanlık Müşaviri

Günümüz hız ve haz çağında, egoizmin ve kapital değerlerin alabildiğine arttığı bir dönemde insanlar hızla yalnızlaşmakta ve aile mefhumu giderek yıkılmaya yüz tutmaktadır. Gün geçmiyor ki aile içi şiddet olaylarını yansıtan haberlerle sarsılmayalım. Yıkılan yuvalar, sönen ocaklar, mağdur olan yavrular, ellerimizin arasından farklı yerlere kayıp giden evlatlar… Aile, içeriden ve dışarıdan kuşatmalar ve tehlikeler altında âdeta alarm veriyor. Böylesi netameli bir süreçte örnek şahsiyetlere ve rol model ailelere şiddetle ihtiyacımız olduğu aşikârdır. İşte bu noktada bize yol ve yöntem gösterecek ailelerin başında Ehl-i Beyt gelmektedir. “Ev halkı” anlamına gelen Ehl-i Beyt, Kur’an’da âlemlere rahmet olarak gönderilen Hz. Peygamber’in (s.a.s.) gözdeleri ve ümmete emaneti olan, kendilerinden övgüyle bahsedilen mübarek bir ailedir. Huzur ve saadet kaynağı olan Ehl-i Beyt yuvası, sonraki nesillere ve insanlığa verdiği örneklik ve erdemli davranışlarıyla rol model olmuştur. Zira bu yuvada, bugün insanlığın mumla aradığı hayâ, iman, ahlak, insanlık, fazilet, erdem, fedakârlık, yiğitlik, yardımseverlik, hoşgörü, empati, sevgi, saygı, ahde vefa gibi olmazsa olmaz yüce değerler vardır.

Günümüzde en büyük sorunların ve aileyi parçalayan unsurların başında değer erozyonunun geldiği görülmektedir. Bu bağlamda, aileyi ayakta tutan yüksek değerlerin Ehl-i Beyt’te yaşandığını görüyoruz. Hz. Peygamber’in (s.a.s.) en sıkıntılı zamanlarında yanında olan ilk eşi Hz. Hatice validemizin şahsında vefanın ve sadakatin ne kadar önem arz ettiğine tanık oluyoruz. Yirmi beş yıl süren hayat arkadaşlığında maddi ve manevi desteğini hiç esirgemeyen Hz. Hatice’den günümüz hanımlarının alacağı çok önemli dersler vardır. Mekke eşrafından olan bu saygın hanımefendinin sadakatine kayıtsız kalmayan Hz. Peygamber (s.a.s.) de ona olan sevgisini ve hayranlığını her zaman dile getirmiş, vefatından sonra da her fırsatta onu anmayı ihmal etmemiştir.

Ahzab suresinin 33. ayetinde Allah Teâlâ, Efendimizin eşlerine, “Evlerinizde oturun, eski cahiliyede olduğu gibi açılıp saçılmayın, namazı kılın, zekâtı verin, Allah’a ve peygamberine itaat edin. Ey Ehl-i beyt, şüphesiz Allah sizden her türlü kusuru giderip sizi tertemiz yapmak ister.” şeklinde hitap eder. Bu ve benzeri ayetlerde (Ahzab, 33/28-34) Ehl-i Beyt’e, dolayısıyla ümmetin mümine kadınlarına yönelik ikazları görüyoruz. Bu ayetlerde, onların sorumluluk sahibi kadınlar olduklarına vurgu yapılarak daha dikkatli ve titiz davranmaları istenmektedir. Söz ve davranışlarında, sosyal ilişkilerinde, ibadet ve taatlerinde kendilerine yüklenen sorumluluğun farkına varmalarına işaret edilmektedir.

Evliliğin, aile olmanın temel taşlarından birisi de eşler arasındaki sadakat durumudur. Allah Resulü (s.a.s.) ile hanımları arasındaki sadakatin önemli bir örneğini de Hz. Peygamber’in (s.a.s.) kendisinden dünyalık şeyler isteyen eşlerini vahyin emriyle Allah ve Resulü ile dünya nimetlerini arzu etme noktasında muhayyer bırakmasında, onların da Allah’ı, Resulünü ve ahiret yurdunu tercih etmelerinde görüyoruz. Bu teklife ilk cevap veren Hz. Aişe (r.a.), kendisine anne ve babasıyla istişare etmesini söyleyen Hz. Peygamber’e (s.a.s.), “Ben bunun için mi anne ve babamla istişare edeceğim? Ben Allah’ı, Resulünü ve ahiret yurdunu istiyorum.” diye seslenmiştir. Hz. Aişe (r.a.) daha sonra Resulullah’ın (s.a.s.) diğer eşlerine de bunu söylediği ve onların da Allah’ı, Resulünü ve ahiret yurdunu tercih ettiklerini bildirmiştir. (Buhari, Tefsir, 242)

Evlilik, her hâlükârda karı kocanın birbirlerine iyi günde, kötü günde destek olacaklarını beyan ettikleri akdin adıdır. Bir ömür boyu sürecek bu yolculukta mutlu günler olacağı gibi zorlu günler de olacaktır. “İnsanlar, ‘inandık’ demekle imtihan edilmeden bırakılacaklarını mı zannederler.” (Ankebut, 29/2) ayet-i kerimesini çok iyi anlayan Ehl-i Beyt, bunun gereği olarak birliğe, dirliğe ve salih amellerde bulunmaya çok dikkat etmişlerdir. Ailede ve toplumda güzel hasletlerin neşvünema bulması için kendileri başta olmak üzere güzel aile yuvalarının kurulmasına önayak olmuşlardır. Ehl-i Beyt yuvasının en büyük destekçisi ise şüphesiz Hz. Peygamber (s.a.s.) olmuştur. Bu mutlu yuvanın kurucusu olan Allah Resulü (s.a.s.), yuvanın yıkılmaması ve üsve-i hasene (güzel örnek) olarak en güzel bir şekilde yürümesi adına büyük emek sarf etmiştir. Bulduğu her fırsatta bu mübarek yuvayı ziyaret etmiş, ev halkını ibadetlere ve faziletli amellere özendirmiştir. Hz. Peygamber (s.a.s.) bu güzel hasletleri Ehl-i Beyt’inde gördükçe sevinir, kızı Fatıma’yı çok sever, onu yanaklarından öperek iltifatta bulunurdu. Hz. Peygamber (s.a.s.), vefatından önce ev halkını topladı ve onlara şöyle seslendi: “Bakın! Benim işlediklerim bana, sizin işledikleriniz size aittir. Bakın! Ben sizin için Allah’a karşı hiçbir şey yapamam. Bakın! Sizden benim dostlarım ancak muttaki olanlarınızdır.” diyerek istikamet yolunda takvanın önemine dikkat çekmiştir.

Aileyi ayakta tutan direklerden biri de sorumluluk duygusudur. Ailede sorumluluğun başta erkeğe ait olmak üzere ve karşılıklı olduğunu Kur’an’ın pratik hayata yansıması olan Ehl-i Beyt’te görüyoruz. Bu manada Hz. Peygamber’in (s.a.s.), “Sizin en hayırlınız, ehline karşı en hayırlı olanınızdır. Ben, eşlerine karşı en hayırlı olanınızım. Sizlerden hanımlarına iyilikle muamele edeniniz en iyiniz, onlara kötü muamele edeniniz ise en kötünüzdür.” (Tirmizi, Rada, 11) sözü, aile hayatındaki huzurun kaynağına işaret ederken İslam’ın kadına bakış açısını da ortaya koymaktadır. Bu manada Hz. Ali (r.a.) de tıpkı sevgili kayınpederi (s.a.s.) gibi ev işlerinde eşine yardım etmiş; eve su taşımak, pazar alışverişini yapmak, ağır yükleri kaldırmak gibi görevleri yüksünmeden yerine getirmiştir. Ailede görev paylaşımıyla birlikte eşlerin birbirine yük olması değil yük alması huzuru getirecek ve mutluluğu artıracaktır.

Ebeveynlere düşen önemli görevlerden biri de evlatları arasında ayrım yapmadan hepsini şefkatle yetiştirip büyütmektir. Cahiliye çağının cahil ve günahkâr insanlarının, utancından kız çocuklarını diri diri toprağa gömdükleri bir devirde, Allah Resulü’nün (s.a.s.) kızı Fatıma’ya (r.a.) verdiği değer, müşriklerin bu çirkinliklerini tarihin çöplüğüne gömdüğü bir devrimdir. Hz. Muhammed (s.a.s.), her türlü iyiliği, fazileti, değer ve erdemi bizzat kendi eliyle kızına vermiş; onu mükemmel bir anne ve eş adayı olarak yetiştirmiştir. Akabinde, kızının da onayını alarak çok sevdiği ve titizlikle yetiştirdiği yeğeni Hz. Ali (r.a.) ile yuvalarını kurdurmuştur. Bütün bunların neticesinde hane-i saadetlerine huzur ve sekinet gelmiş, Ehl-i Beyt haznesinden çıkan bu ışıkla Orta Asya ve Anadolu’da nice mutlu yuvalar kurularak gözler ve gönüller sürura ermiştir.

Yeni nesillerin aile büyüklerine vefa borcu olarak saygı, sevgi ve hizmette kusur etmemeleri noktasında da Ehl-i Beyt’te güzel örnekler vardır. Hz. Fatıma (r.a.), en zor dönemlerinde mübarek babasına kol kanat germiş, biricik annesi Hz. Hatice vefat ettiğinde ona âdeta annelik yapmıştır. Bunun sonucunda, haklı olarak “babasının annesi” ünvanını bizzat Allah Resulü’nün (s.a.s.) ağzından alan Hz. Fatıma, ona olan sevgisini ve özlemini ölene dek sürdürmüştür. Allah Resulü (s.a.s.), en sıkıntılı zamanlarında biricik kızının yanına gitmiş, teselliyi onunla bulmuş, ona sevgide ve hürmette oldukça cömert davranmıştır. Belki de ümmetinin en büyük felaketinin aile yuvası üzerinden olacağını fark eden Hz. Peygamber (s.a.s.), kızı Fatıma, damadı Ali, torunları Hasan ve Hüseyin efendilerimiz üzerinden asırlara ufuk açacak çok yerinde ve harika bir mesaj vermek istemiştir.

Her ailede olduğu gibi ümmete örneklik teşkil eden bu ailede de zaman zaman sıkıntılar olduğu görülmektedir. Ehl-i Beyt mensupları, Hz. Peygamber’in (s.a.s.) neslinden gelme şerefine nail olmakla birlikte hiçbir zaman hata ve günah işlemekten korunmuş değildirler. Çünkü ismet sıfatı yalnızca peygamberlere mahsustur. (Mustafa Öz, “Ehl-i Beyt”, TDV İslam Ansiklopedisi, 10/498-501) Bu hususa örnek sadedinde bir anekdot paylaşmak yerinde olacaktır: Rivayet edildiğine göre Hz. Ali ile Hz. Fatıma arasında bir tatsızlık yaşanır. Bunun üzerine Hz. Ali, tatsızlığın daha fazla büyümemesi için evden ayrılır. Akabinde Hz. Peygamber (s.a.s.), öğle vakti kızının yanına gittiğinde Hz. Ali’yi evde göremez. Sahabilerden biri, onun Mescid-i Nebevi’de uyumakta olduğunu haber verince Resul-i Ekrem (s.a.s.) oraya gider. Uyumakta olan Hz. Ali’nin üzerindeki hırkanın sıyrıldığını, vücudunun toprağa bulandığını görünce elbisesindeki toprağı eliyle silkelerken, “Kalk Ebu Türab, kalk!” diye seslenir. O günden sonra “Ebu Türab” diye de çağrılan Hz. Ali, kendisine böyle hitap edilmesine çok sevinir. (M. Yaşar Kandemir, “Ebu Türab”, TDV İslam Ansiklopedisi, 10/243) Buradan, ailede problemler yaşanmasının gayet doğal olduğu ancak küçük kıvılcımların büyük yangınlara dönüşmemesi adına ebeveynlere sorumluluk düştüğü dersini çıkarmak mümkündür. Çok önemli ailevi problemlerin çözümünde ise hakemlik rolü üstlenecek tecrübe sahibi, adil ve şefkatli bireylere ihtiyaç duyulacağı ise muhakkaktır.

Aile açısından düşünüldüğünde günümüzün önemli sorunlarından biri de evlilik maliyetlerinin çok yüksek olmasıdır. Evliliklerin gittikçe külfete dönüşerek zorlaştırıldığı şu dönemde Ehl-i Beyt, gayet sade ve mütevazı bir evlilik örneği ve hayat modeli sunması bakımından özel bir konumdadır. Yine kendisi, her konuda kadınlara örnek bir hayat süren Fatıma (r.a.) validemizin, ümmete rol model olma noktasında çok önemli şahsiyetler olan Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’i nasıl yetiştirdiği de gözlerden uzak tutulmamalıdır. Hz. Hüseyin’in ağabeyi Hz. Hasan’la birlikte, yıllarca Medine sokaklarında dolaşarak ihtiyacı olanlara erzak dağıttığı hepimizce malumdur. Hz. Hüseyin, Kerbela’da en zor şartlarda bile ibadetini aksatmamış, kendisini kuşatanlara taviz vermeden hak bildiği yolda istikamet üzere gitmeye devam etmiştir.

Allah Resulü’nün (s.a.s.) “Allahım! Ben onları seviyorum. Sen de onları sev. Onları sevenleri de sev.” buyurduğu gibi onları sevenlerden olmak ve izlerinden gidebilmek niyazıyla.