BİREYSEL DAVRANIŞLARIN KOLEKTİF ETKİSİ
Betül KARAPINAR
Psikolog
Öfke patlamaları, şiddet, tahammülsüzlük, empati yoksunluğu, kişisel sınır ihlalleri ve ben merkeziyetçi tavrın zaman zaman ön plana çıktığını görüyoruz. Bu bazen trafikte bazen aile içinde, mahallede, lokantada çıkan şiddetli kavgalarda bazen de sosyal medya üzerinden kutuplaşmalarda kendini göstermekte. Herkes kendi haklılığının peşinde, karşı tarafı dinleme tahammülü ve öfkenin kontrolü maalesef gitgide kaybolmakta. Otokontrol mekanizmasını kaybetmiş ya da hiç kuramamış bireylerin bu denli görünür olması bizlerin bu şiddet sarmalının nedenlerine ilişkin kafa yormamızı gerektiriyor.
Otokontrol dediğimiz özdenetim mekanizması hayatımızın ilk yıllarında kazanmamız gereken bir mekanizmadır ve en basit tanımıyla kendini kontrol etmek demektir. Aynı zamanda kendine söz geçirebilme ve arzularını dizginleyebilme gücüdür. Kendi kendini kontrol, öğrenilen bir şey olmakla birlikte aynı zamanda beynimizin de bir fonksiyonudur. Yani eğer bilinen biyolojik bir dürtü kontrol problemi yoksa doğal olarak gelişmesi beklenir. Çocukken kurallarını bilmediğimiz bir dünyaya doğar ve bu dünyanın merkezinde olduğumuzu düşünürüz. İstek, ihtiyaç ve taleplerimiz o nedenle sınırsızdır ve bunların karşılanmasını bekleyecek tahammülümüz yoktur. Oysa uyum sağlamamız gereken toplumsal yaşamda sınırlara, başka insanların isteklerine saygı duymaya ve kabul görmeye ihtiyacımız vardır. Bu dönemlerden başlayarak çizilen sınırlar, bize ihtiyaç duyduğumuz güç ve kontrol imkânını sağlar. Sınırlarımızın genel hatlarını ebeveynlerimiz belirlemekle birlikte doğuştan getirdiğimiz kişilik özelliklerimiz de sınırların şekillendirilmesinde önemli bir etkendir. Ayrıca ebeveynlerimizin aldığımız her yaş için yeniden ayarlamalar yapması da gelişim dönemlerinde karşılaşacağımız zorluklarda bizlere kılavuz olacaktır. Bize öğretilen ve uyulması istenilen kurallar silsilesi aslında çocuk dünyamızda kendimizi güvende hissetmemizi sağlar, yeter ki bize bu sınırlar gerekçeli anlatılsın, dengeli olsun ve kararlılıkla uygulansın. Bireyselleşme sürecimizde öz bakım, çevreyle iletişim, ev içi sorumlulukların gelişmesi için anne babalarımızın bize fırsat vermesi, uygun zamanlarda uygun ve dengeli ufak ödüller, sözlü takdir cümleleri ile bizleri yüreklendirmesi, kuralları, sınırları bu şekilde öğretmesi kendimizi kontrol becerisi kazandırır. Davranışlarımız nedeniyle olabilecek olumsuzlukların sonuçlarını yaşamamıza izin verilmesi yanlış yapabilme, kaybedebilme toleransı da gelişimimizde önemlidir. Dikkat arttırıcı ve öz güvenini geliştirici sosyal ve sportif faaliyetlere yönlendirme, planlı yaşama da etkili yöntemlerdendir. Duygu okuryazarlığı dediğimiz duygularımızı tanımamızda bize eşlik ederek mutluluk, öfke, üzüntü, korku gibi temel duygularımızı davranışa nasıl dökebileceğimiz noktasında ailemizin bize doğru rehberlik yapabilmesi de özdenetim kazanmamızda hayati önem taşır. Erken yaştan itibaren sistemli bir şekilde kazanacağımız bu alışkanlıklarımız okul yıllarında çok fazla sorun yaşamamızı önleyeceği gibi sorun çıksa bile ufak müdahalelerle çözülebilmesine yardımcı olacaktır.
Yetişkinliğimizde ise içinde yetiştiğimiz ortamın tüm standartlarını içselleştiririz. Bergson’a göre din, zekânın dağınıklığı ve bazen çaresizliği karşısında koruyucudur. Edward Sapir’e göreyse din, günlük hayatın anlaşılmaz ve tehlikeli ortamı içinde huzura götürecek bir yoldur. Dinin kendi içinde ibadet ve uyulması gereken kuralları, içsel kontrolü geliştirme, hazları erteleme, öfkeyi sabra dönüştürme gibi duyguları kontrol edici yaptırımları gerektirir. Din insanı olgunlaştırır, eskilerin deyişiyle kemale erdirir. Toplumsal kontrol de bu kemale erişmede önemli faktörlerdendir. Bu doğrultuda ailemizin, eğitimimizin, geleneklerimizin, kamuoyunun, ait olduğumuz meslek kuruluşlarının, komşuluklarımızın ve arkadaş gruplarımızın tümü bizlere belli bir miktarda sosyal kontrol uygular. Sosyal reddedilme ya da izolasyon korkusu nedeniyle sosyal beklentileri karşılamak için çaba harcarız.
Günümüzde benmerkezci bir dünyanın yaygınlaşması, bireysel, hızlı ve hareketli yaşam koşulları ve bunun sosyal medya aracılığıyla özendirilmesi ister istemez bize sınırlarımızı bilme noktasında yardımcı olacak sosyal bağların zayıflamasını da beraberinde getirmekte. İletişimin azalması sonucu geleneklerin ve dinî değerlerin işlevselliğini yitirmeye başladığı, buna karşın modern olanın da sağlıklı yerleşemediği iki arada kalmış bir toplumsal yapının sancıları görülmekte. Ailede çözülmelerin ve boşanmaların artması, madde, kumar, alışveriş vs. bağımlılıkları, medya aracılığıyla her türlü şiddetin, ahlaki çöküşlerin bu denli görünür olması toplumsal olaylara duyarsızlaşmamıza da yol açmakta. Öz denetimini sağlayamayanlarla iletişimi de ona göre ayarlamak gerekebilir. Öfke kontrolünü başaramayan biriyle tartışmaya girmek her zaman risk taşır. “Her insan kişilik mertebesine göre davranılmayı hak eder.” der Erol Göka, Geçimsizler kitabında.
Bu şartlarda otokontrole sahip olmayanların davranış özelliklerini bilmemiz, kendimizi koruma ve ilişkileri sağlıklı yürütebilme noktasında bize yardımcı olacaktır.
Kendini kontrol yetisinden yoksun insanlar, içsel ve dışsal uyaranların etkisinde çabuk kalan, sorumluluklarını aksatan, inisiyatif almayan, hızlı sonuç ve tatmin sağlayıcıları tercih eden ve bu nedenle bağımlılık riski yüksek, hayal kırıklıklarına karşın dayanıksız ve öfke nöbetleriyle baş edemeyen kimselerdir. Duyarsızlığı ve empati yoksunluğu onları kişisel ve sosyal ilişkilerde başarısız kılar.
Buna karşın otokontrolü yüksek bireyler, içsel ve dışsal etkenleri kontrol edebilir, kendi kurallarını belirleyerek herhangi bir uyarıya gerek kalmadan harekete geçebilirler. Görev ve sorumluluklarının bilincinde olup bunları zamanında yerine getirebilirler. Duygu durumlarını düzenler ve yönlendirirler. Yaptıkları davranışların sonucunu rahatlıkla kabul edebilirler. Otokontrolün yüksekliği sonucunda bu kişilerin akademik açıdan daha başarılı oldukları, alkol, madde vs. gibi bağımlılık risklerinin daha az olduğu, duygusal ve sosyal ilişkilerinde daha başarılı oldukları gözlemlenmiştir. Umalım etrafımızda her daim öz denetimi yüksek insanlar olsun.