EBU’D-DERDA EL-HAZRECİ ŞAM’IN KUR’AN HOCASI
Enbiya YILDIRIM
Resulullah’ın ashabından bir kısmı onun özel iltifatına mazhar olmuştur. Her sözünde hikmetler bulunan Son Elçi’nin (s.a.s.) ashabına böylesi övgülerinin nedenini anlamaya çalıştığımızda onların İslam’a çok önemli hizmetler sunduklarını görürüz. İşte Ebu’d-Derda da onlardan birisiydi.
Adı Amir, lakabı Uveymir idi. Pek çok sahabi gibi o da künyesi Ebu’d-Derda ile meşhur olmuştur. Medineli olup Hazrec kabilesindendir. Eşi Ümmü’d-Derda da meşhur kadın sahabilerdendir.
İslam’la şereflenmesi
Bedir Gazvesi sırasında ensardan en son kişi olarak İslam’ı kabul etmiştir. Arkadaşı Abdullah b. Revaha buna vesile olmuş, sonrasında da Müslümanlığının şekillenmesine katkı sağlamıştır. Hak dini kucaklaması şöyle olmuştur: Evinde üzerini örtüyle kapattığı bir putu vardı. Kendisini sürekli İslam’a davet eden Abdullah, bir gün evde yokken onu ziyarete gelir. Eşine nerede olduğunu sorar. O da az önce çıktığını söyler. Bunun üzerine izin almaksızın doğruca putun olduğu odaya girer ve onu yere atarak eline geçirdiği baltayla paramparça edip çıkar gider. Olan biten karşısında şok olan eşi kocasına ne diyeceği hususunda büyük endişeye kapılır. Kocası nihayetinde eve gelince ondaki telaşlı hâli görüp ne olduğunu sorar. O da bir çırpıda olan biteni anlatır ve kendisinin de buna engel olamadığını söyleyerek üzgün olduğunu dile getirir. Zemine dağılmış put parçalarına şöyle bir bakan Ebu’d-Derda ilk önce çok kızar. Lakin bir süre sonra sakinleşip kendisine gelince şöyle der: “Eğer bu putta bir hüner olsaydı kendini korurdu.” Ardından Abdullah’ın yanına gider ve Müslüman olmak istediğini söyler. Abdullah nihayet amacına ulaşmış olduğu için çok mutlu olur ve birlikte Peygamberimize giderler. Allah Resulü onu çok güzel bir şekilde karşılar. Şehadet getirmesinin ardından onun iyi bir mücahit olacağına işaretle şöyle buyurur: “Uveymir ne güzel bir süvaridir.” (Müstedrek, 5449.)
Ardından Hz. Peygamber, Medine’ye göçmen olarak gelen ve himayeye muhtaç muhacirlerden Selman-ı Farisi veya Avf b. Malik ile onun arasında kardeşlik bağı (muâhât) kurar. Böylece dışarıdan gelenlerle şehrin yerlileri arasında inşa ettiği sosyal dayanışmaya ve kaynaşmaya bir halka daha ekler.
Kendini ilme ve ibadete adaması
Ebu’d-Derda Müslüman olmadan önce ticaretle meşgul oluyordu. İslam’la şereflenmesinin ardından hayatını din hizmetine adamaya karar verdi ve ticareti bıraktı. O derece azmetti ki Kur’an’ın tamamını ezberleyip bizzat Resulullah’a okudu. Bu arada kendisini çok iyi yetiştirdi ve tefsir, fıkıh, hadis, kıraat alanlarında ashabın önde gelenlerinden biri oldu. Ondaki bu gelişmeyi gören Hz. Peygamber, “Her ümmetin bir hakîmi vardır. Bu ümmetin hakîmi de Ebu’d-Derda’dır.” (Târîhu Dimeşk, XLVII/113.) iltifatlarıyla onu bir kez daha övdü. O ise Resulullah’ın ilk methine de layık olduğunu gösterip pek çok gazveye katılarak Allah yolunda cihad etti. Hz. Osman zamanında da Kıbrıs’ı fetheden gaziler arasında yer aldı.
Bilgeliği devrede
Bilginliği yanında bilgece kararlar vermesiyle dikkat çeken Ebu’d-Derda’yı yakından tanıyan halifeler onu değerlendirdiler. Nitekim Yermük Savaşı’nda yeni bir uygulama başlatan Hz. Ebubekir onu ordu kadısı olarak atadı. Hz. Ömer dönemi de dâhil olmak üzere sonrasındaki bazı gazvelerde de bu görevi üstlenmeye devam etti. Bunun yanında yine Hz. Ömer zamanında başka sahabilerle birlikte Medine’de kadı olarak görev yaptı.
İrşad için yola çıkışı
Suriye Hz. Ömer zamanında fethedilince oraya göç etmek için halifeden izin istedi. Amacı İslam’la yeni tanışan bu geniş coğrafyada halka İslam’ı tebliğ ve irşad etmekti. Ona her açıdan çok güvenen Hz. Ömer ise “Madem gitmek istiyorsun seni orada vergi memuru yapalım.” teklifinde bulundu. O ise orada dini öğretmeye, Hz. Peygamber’in sünnetini yaymaya ve özellikle de namaz kıldırmaya, böylece söz konusu ibadeti yerleştirmeye çalışacağını söyleyerek bu görevden affını istedi. Hz. Ömer bu güzel niyeti karşısında onu takdir etti ve ısrarcı olmadı. Lakin tam da bu sıralar Muaviye’nin abisi olan Suriye valisi Yezid b. Ebi Süfyan’dan bir mektup aldı. Mektupta İslam’ı, Kur’an’ı ve fıkhı öğretmek üzere kendilerine hocalar göndermesini Hz. Ömer’den istiyordu. Bunun üzerine Hz. Ömer, onunla birlikte Ubade bin Samit ve Muaz b. Cebel’den oluşan üç kişilik bir heyet oluşturarak Suriye bölgesine gönderdi. O da kendi görev alanında çalışmak üzere yola çıktı ve ilk olarak güzergâhı üzerindeki Humus’a uğradı. Burada bir müddet hizmet ettikten sonra da Şam’a geçti. Muaviye’nin vali olmasının ardından da Hz. Ömer’in emriyle Şam kadılığına tayin edildi ve böylece şehrin ilk kadısı oldu. Liyakati nedeniyle resmî görev peşini bırakmıyordu.
Şam günleri
Kadılık görevini icra ederken bilgi ve birikimi yanında hikmetli kararlar vermesinden dolayı kısa sürede “Şam fakihi” diye anılmaya başladı. Onun kadılık tarzına baktığımızda çok farklı bir görev anlayışı olduğunu anlıyoruz. Nitekim bazı davalarda karar verdikten sonra tarafları çağırıp tekrar dinlemesi bundandı. Hiç şüphe yok ki böyle davranmasının nedeni ahiret endişesiydi.
Eğitime önem vermesi
Ebu’d-Derda kadılık görevi yanında kendisini esas arzuladığı işe yani insan yetiştirmeye adadı. Bu çerçevede hem Hz. Ömer hem de Hz. Osman zamanlarında Şam ile çevresindeki insanlara din eğitimi vermeye, onlara Kur’an’ı, hadisleri ve ibadetleri öğretmeye velhasıl fethedilen coğrafyadakilerin dinimizi bir an önce öğrenmelerine eğildi. Bunu yaparken de ilme teşvik için, “Sabah akşam ilim peşine gitmenin cihad olmadığını sanan kimsenin aklı ve düşüncesi eksiktir.” diyerek insanları cihad yanında ilme de yönlendirdi. Böylece pek çok kişi ondan kıraat ve hadis dersi aldı. Yaptığı hizmet nedeniyle Şam ve civarında Kur’an ve hadis bilgisinin yerleşmesinde onun çok büyük emeği olduğunu söylemek durumundayız.
Müminlere Kur’an ve tefsir müderrisliği yaptığından ve Kûfe ile başka yerlerden insanlar ondan istifade etmeye geldiklerinden dolayı “Şam’ın Kur’an hocası”, “Şam okulunun kurucusu”, “Kur’an ilimleri otoritesi” diye anılır oldu. Öğrencilerinin sayısı fazlalaşınca katılımcıları camide bir araya getirmeye mecbur kaldı. Bazen derse gelenlerin sayısı o kadar artardı ki bu sayının bin altı yüz kişiye kadar ulaştığı olurdu. Dersi şu şekilde yapardı: Sabah namazından sonra başlar, öğrencileri onarlı gruplara ayırır ve her grubun başına bir öğrenciyi tayin ederdi. Kendisi de mihrapta oturarak ve halkaları gezerek dersleri takip eder, bu arada belli kıvama gelmiş olanları bizzat dinlerdi. Bu şekilde öğrenci yetiştirme yöntemini ilk olarak onun başlattığı belirtilmektedir. Onun bu dersleri vesilesiyle yüzlerce insan hafız olmuş, Şam ve civarında Kur’an’ın gönüllere yerleşmesine aracılık etmiştir.
Allah Resulü’nün buyruklarını ve uygulamalarını aktarma hususunda da son derece titiz davranmıştır. Bu nedenle bir hadisi rivayet ettikten sonra hata ihtimaline karşı, “Hadis bunun gibidir veya buna benzer şekildedir.” derdi. Böylece hem uhrevi sorumluluktan kurtulmak ister hem de öğrencilerini aynı hadisi başkalarından da işitmeye teşvik etmiş olurdu. Nitekim onun ve diğer sahabilerin bu ifadelerle hadis nakletme geleneği zamanımıza kadar gelmiş ve günümüzde de devam etmektedir. Ondan bize gelen hadislerin sayısı, yüz yetmiş dokuzdur. Aktardığı hadisleri bizlere ulaştıranların bir kısmı sahabi, bir kısmı da tabiindir.
Dünyaya önem vermemesi
Hayatının merkezine Allah korkusunu, kulluğu, “Bir saatlik düşünce ve tefekkür bir gece sabaha kadar ibadet etmekten iyidir.” diyerek tefekkürü, her zaman doğru konuşmayı ve insanlara hizmeti koyan Ebu’d-Derda son derece mütevazı ve istikamet üzere bir hayat yaşadı. İnsanları Allah’ı zikretmeye, hayır yapmaya, ahireti her daim hatırlamaya, yetimleri gözetmeye, köle azat etmeye, dünyaya hırslı olmamaya ve zulümden kaçınmaya, bildikleriyle amel etmeye teşvik edip durdu. Hatta Şam’da onu evinde ziyaret eden Hz. Ömer zahidâne yaşantısından, evinin ve giyiminin sadeliğinden çok etkilendi. Esasında onun bu hâli İslam’ı kabul etmesinden hemen sonra başlamıştı. Nitekim ailesini ihmal edercesine ibadete düşkünlük gösterdiğini gören Selman-ı Farisi onu uyarmış ve aşırılığa kaçmasını engellemişti.
Şu veciz sözü onun hayata bakışını özetlemektedir: “Şam Emevi Camii’nin basamaklarında, her gün elli dinar kazanıp Allah yolunda tasadduk edeceğim, cemaatle namazı kaçırmayacağım, Allah’ın helal kıldığını haram kılmayacağım, bir dükkânım olmasından ziyade Allah Teâlâ’nın, haklarında, “O kimseler ki ne bir ticaret ne de bir alışveriş onları Allah’ı zikretmekten alıkoymaz.” (Nur, 24/37.) övgüsüne mazhar olan kimselerden olamamaktan korkarım.” Hakikaten öyleydi. Nitekim son anlarında döşekte uzanmış ölümü beklerken arkadaşları ziyaretine gelir. Ona “Ebu’d-Derda! Nerenden şikayetçisin?” diye sorarlar. O da “Günahlarımdan!” diye cevap verir. “Canın bir şey istemiyor mu?” diye sorduklarında da “Cenneti arzuluyorum.” der. Bu sefer de “Sana bakması için bir hekim çağıralım mı?” diye teklif ederler. O da vadesinin dolduğunu, son anlarında olduğunu hissederek şöyle der: “Esasında beni yatağa düşüren de odur.”
Vefatı
Hicri 32 (652) veya 31 (651) yılında Şam’da vefat etti ve eşi Ümmü’d-Derda’nın yanına defnedildi. Radıyallahu anh…
Rivayet ettiği hadislerden
1.“Kim, ilim öğrenmek için bir yola girerse Allah onu cennet yollarından birine koyar. Melekler ilim peşinde koşandan hoşnut oldukları için kanatlarını ayaklarının altına sererler. Göklerdekiler, yerdekiler ve derin sulardaki balıklar âlim için istiğfar ederler…” (Müsned, 21715.)
2.“Kıyamet günü insanın mizanında en ağır basan şey güzel ahlaktır.” (Müsned, 27496.)
3.Hz. Peygamber ashabına “Size oruçtan, namazdan ve sadakadan daha faziletli bir ameli haber vereyim mi?” diye sordu. Onlar da “Elbette ya Resulullah” dediler. Hz. Peygamber de şöyle buyurdu: “İki kişinin arasını düzeltmektir. İki kimsenin arasını bozmak ise ilişkileri kökünden yok etmektir.” (Ebu Davud, 4919.)