Makale

MEDİNE GÜNLERİ

MEDİNE GÜNLERİ

Seher CAN
Balıkesir Edremit Vaizi

Sabah namazı yaklaşıyor, insanlar akın akın Mescid-i Nebevi’ye gidiyor. Kimi yürüyor kimi koşuyor. Namaza daha vakit var, deyip biraz yavaşlatıyorum adımlarımı. Etrafımdan, yanımdan yüzlerce insan geçiyor; yüzleri farklı, giyimleri farklı, dilleri farklı ama gayeleri aynı: Peygamber mescidinde huzura varmak. Bir çift yaklaşıyor yanıma, giyimlerinden fakir bir ülkeden geldikleri besbelli; bir şey soruyor, önce anlamıyorum sonra “Mescit mescit” diyor erkek telaşla, gülümsüyorum istemsizce ve “Hadi beraber gidelim.” diyorum. Konuşmadan yürüyoruz, arada hanımefendi ile bakışıp gülümsüyoruz. Biraz gidince Mescid-i Nebevi’nin ışıkları görünüyor, yanımdaki çift heyecanla adımlarını hızlandırıyor. Benim geride kaldığımı fark edince kadın dönüp bir şeyler söylüyor, ne dediğini anlamıyorum ama hareketlerinden teşekkür ettiği belli, “Allah kabul etsin.” deyip ayrılıyoruz kendi dilimizde.
Serin olur Medine sabahları ama öyle üşüten bir soğuk değil bu, tatlı bir serinlik. Hafif üşüseniz bile yükselen ezan sesiyle gönlünüzden bedeninize bir sıcaklık yayılır. Ezan başlayınca insanlar adımlarını hızlandırır ve mescide doğru bir insan seli akar, hiç kimse yanındakinin kimliğiyle, kıyafetiyle, diliyle ilgilenmez. Peygamber sevgisi o kadar sarmıştır ki gönülleri, mahşerî kalabalığa rağmen taşkınlık, kavga gürültü yok denecek kadar azdır Medine’de. Kardeşin kardeşi hor görüp ezdiği bu dünyada bu kadar farklı ırkın bir arada durup kimsenin birbirini kırmadığı, herkesin birbirine sevgiyle baktığı, birbirine saygı duyduğu başka bir yer var mı acaba? Peygamber’in yurdunda, Peygamber’in huzurunda olmanın bilinciyle atılır adımlar, o bilinçle şekillenir davranışlar. Ayakkabısını çıkarıp yürüyen insanlar görürsünüz mescidin bahçesinde, yürürken Peygamber’i incitmekten korkan, konuşurken sesini kısan, âdeta konuşmaktan hayâ eden insanlar. Bu düşüncelerle yürürken bir ayet çınlıyor kulaklarımda ve dilime dökülüyo. “Ey iman edenler! Seslerinizi, Peygamber’in sesinin üstüne yükseltmeyin. Birbirinize bağırdığınız gibi, Peygamber’e yüksek sesle bağırmayın, yoksa siz farkına varmadan işledikleriniz boşa gider.” (Hucurat, 49/2) Bu ayetin hayata geçirildiği yaşandığı yerdir Medine.
Namazdan sonra hanımların randevusu var, Ravza-i Mutahhara’ya girilecek. Namazın bitmesiyle birlikte randevusu olan Allah Resulü’nün nazlı misafirleri 359 no’lu kapıya akın ederler. Hepsinin gözleri yaşlı, heyecanla gözlerimizin içine bakarlar. Yüzlerde tebessüm, gözlerde yaş, dillerde salavatlar ile içeri girilir. Bu randevu için her biri yıllarca beklemiş nazlı misafirler büyük bir heyecanla ve şaşkınlıkla görevlilerin yönlendirmeleri ile Ravza-i Mutahhara’ya varırlar. Orada insanların hakiki imanına ve Peygamber sevgisine şahitlik edersiniz, secdede gözyaşları sel olur. Kimi secdeye kapanır kalkmaz kimi kitlenir kabr-i şerife, uzun uzun selamlama yapar kimi namazını kılıp bir sütuna yaslanır, boynu bükük duaya açar ellerini. O an hiç bitmesin istersiniz, Rabb’e arz edilen duaların âdeta kabulüne şahitlik edersiniz. Ayrılırken insanların ayakları geri geri gider, bu ayrılık hiçbir ayrılığa benzemez; sanki yüreğini Ravza’da bırakır hacılar, tekrar tekrar bakar Efendisine “Bırakma beni” dercesine. Dışarı çıktıklarında hepsinin yüzünde hüzünlü bir tebessüm vardır. Peygamber’i ziyaret etmiş olmanın mutluluğu ve huzurdan ayrılmış olmanın hüznü, iki duyguyu aynı anda müşahede edersiniz yüzlerde ve tabii Efendimiz’in (s.a.s) cennet bahçelerinden bir bahçe diye müjdelediği Ravza-i Mutahhara’da secdeye varmış olmanın verdiği tarif edilemez bir mutluluk.
Medine’de görülmesi gereken bir mescit daha var; Kuba Mescidi. Yüce Allah’ın “…Daha ilk günden takva temeli üzerine kurulan mescit ise namaz kılman için elbette daha uygundur; burada gerçekten arınmak isteyen adamlar vardır. Allah da arınmaya çalışanları sever.” (Tevbe, 9/108) diyerek işaret ettiği, Efendimiz’in (s.a.s) Medine’ye hicret ederken on dört gün kaldığı Kuba’da sınırlarını kendisinin çizerek inşa ettiği mescit. “Kim evinde güzelce temizlenip abdest aldıktan sonra başka maksatla değil, sadece namaz kılmak için Kuba Mescidi’ne giderse bir umre yapmış gibi sevap kazanır.”(Tirmizi, Salat, 242) diye müjde vermişti rahmet Peygamberi. İşte Yüce Allah’ın bahsettiği temizlenmeyi seven Müslümanlar, bu mübarek mekânda hem Hz. Peygamber’in umre müjdesine mazhar olmayı hem de takva azıklarını almayı umarak huzura varırlar. Daha mescide varır varmaz içinizi bir huzur kaplar; âdeta asırlar öncesine gider ve namazı Efendimiz’in imametinde sahabe efendilerimiz ile birlikte kılacakmış gibi hissedersiniz. O duygularla huzura varırsınız. Ve bir gün tekrar gelmeyi umarak ayrılırsınız.
Medine’ye gidip de Uhud’a uğramamak olmaz. Uhud bir dağ olmaktan öte Peygamber’i koynunda saklayan, koruyan heybetli bir yuva hissi verir insana. Şehitliğe doğru yürürken bastığı toprağın Hz. Hamza, Abdullah b. Cahş, Mus’ab b. Ümeyr (r.a) ve daha nice şehitlerin kanlarıyla yıkanmış olduğunu düşünüp daha bir huşu ve edeple atılır adımlar. Edeple duaya durulur şehitliğin önünde; din-i mübin-i İslam’ın yayılması için, İslam Peygamberi’ni korumak için canlarından geçen aziz şehitlere Fatihalar dökülür dillerden, sessizce ve gözyaşları eşliğinde. Sonra yine edeple ayrılıp Okçular Tepesi’ne çıkılır. Okçular Tepesi, Uhud Savaşı’nın gidişatının değiştiği yerdir. Uhud’a her gelen bu tepeye çıkar ve onun manevi atmosferinde biraz zaman geçirir. Uhud’dan alınacak dersler vardır; sabrın önemi gibi, dünya malının değersizliği gibi ve belki de en önemlisi mümin kardeşini hatalarından dolayı yermemek, hatalarını yüzüne vurmamak gibi. Okçular Tepesi’ni terk edenlerin isimleri hiçbir zaman anılmamış, kendileri bu hatalarından dolayı hiçbir zaman yerilmemiştir.
Sahabe Efendilerimiz (r.a.) bize çok büyük bir kardeşlik dersi vermişlerdir. Bu kutsal beldenin her bir köşesi tarihî anlara şahitlik etmiş, dolaşırken âdeta Asr-ı Saadet’te yaşıyormuş hissi uyanır gönlünüzde. Sizi o anlara götüren mekânlardan biri de hiç şüphesiz Mescid-i Kıbleteyn’dir; Hz. Peygamber’in gönlündeki Kâbe sevgisine şahitlik etmiş olan bu mübarek mescit, bünyesinde iki mihrap barındırır. İslam’ın ilk zamanlarında Hz. Peygamber namaz kılarken Mescid-i Aksa’ya yönelirdi. Aslında gönlünden kıblenin Hz. İbrahim’in kıblesi olan Kâbe’ye çevrilmesini geçiriyor ve bu doğrultuda bir vahiy bekliyordu. Öyle ki Mekke’de iken Kâbe’de namaz kıldığında Rükn-i Yemânî ile Hacer-i Esved arasından Kâbe’yi önüne almak suretiyle hem Kâbe’ye hem de Kudüs’e yönelmekteydi. Hicretten bir buçuk yıl sonra bir gün bu mescitte namaz kılarken yıllardır beklediği o kutlu haber geldi. “... Seni elbette, razı olacağın kıbleye döndüreceğiz. O hâlde hemen Mescid-i Haram’a (Kâbe’ye) doğru dön. (Ey müminler) siz de nerede olursanız olun, (namazda) oraya doğru dönün.” (Bakara, 2/144) Burada namaz kılarken ruhen Asr-ı Saadet’e gider, Yüce Allah’ın Resulü’nü sevindirdiği o anlara şahitlik edersiniz. Allah Resulü ve ashabının yaşadığı o bayram sevincini iliklerinize kadar hissedersiniz. Burada eller huzura açıldığında dualarda mutlaka Mescid-i Aksa ve Filistin anılır, gözyaşları içinde. Bir de Türkiye’den giden hacıların mutlaka gidip gördüğü ecdadı rahmetle yâd ettiği Hicaz Demiryolu ve Amberiye Mescidi var. Ecdadımızın Medine’deki onlarca eserlerinden sadece biri olan bu mescit, Allah ve Resulünü ne kadar seven bir millet olduğumuzu tekrar hatırlatır bize.
Medine’de geçirilen kısıtlı zaman, kutsal mekânları ziyaret ve mümkün olduğunca vakit namazlarını Mescid-i Nebevi’de kılmak, olabildiğince mescitte fazla zaman geçirmekle tamamlanır. O birkaç gün Mescid-i Nebevi insanların evi gibi olmuştur; kimi termosta çayını yapıp bahçesinde çay eşliğinde sohbet eder kimi bir şemsiyenin gölgesinde uyur kimi gününü oruçlu geçirip iftarını mütevazı bir sofrada, mescidin bahçesinde, Peygamber’in yanı başında açar.
Hiç bitmesini istemediğiniz bu güzel anların sonuna gelindiğinde tarifsiz bir hüzün sarar ruhunuzu. Vedalar hep zor olmuştur ama bu başka bir zorluk; tarifi imkânsız bir sızı yerleşir kalbinize, son kez Yeşil Kubbe’nin karşısına geçtiğinizde kalbiniz yerinden fırlayacakmış gibi hissedersiniz. Söylenecek çok şey vardır ama lâl olur diller; En Sevgili’nin ebedî istirahatgâhı uzun uzun seyredilir ve tekrar görüşmek dileğiyle gözyaşları içinde veda edilir Sevgili’ye.