AHLAKIN ÖZÜ
İFFET
Dr. Kübra ÇİÇEKLİ
DİB Başkanlık Vaizi
İslam’ın üzerine ikame edildiği üç sacayağı iman, ibadet ve ahlaktır. İman ve ibadet Müslüman olarak tanımlanmada ne kadar önemli ise toplum içinde Müslümanca yaşamanın ayrılmaz parçası olan ve imanı kâmil hâle getiren (Müslim, Müsafirin, 201) ahlak da eş değer öneme sahiptir. Allah Resulü “İslam güzel ahlaktır.” buyurmak suretiyle güzel ahlakın, dinin tamamlayıcısı ve bir anlamda uygulanışı olduğunu göstermiş (İbn Hanbel, II, 381; Muvatta, Hüsnü’l-hulk), pek çok farklı kavramın bütünleşmesi ile oluşan bu insani duruşu ümmetine öğretmiştir. Hz. Peygamber’in ısrarla üstünde durduğu güzel ahlak, kişinin dinini kuvvetlendiren (Ebu Davud, Sünnet, 15), kişiyi ahirette öne çıkaran (Tirmizi, Birr, 62), cehennemden koruyan önemli bir vasıftır.
Şemsiye bir kavram olan ahlak İslam düşünürlerine göre dört ana unsurdan oluşur: Hikmet, şecaat, iffet ve adalet. Bu unsurlar, nefsî zaafların kontrol altına alınabilmesi için insanda bulunan kuvvelerdir. İç içe geçmiş bu kuvveler yekdiğerinin bazen sebebiyken bazen de sonucudur. Gazzali, birbiriyle ilintili olan bu erdemleri şöyle açıklamaktadır: Ona göre kişi, hikmet erdemi ile hayatında yapmayı tercih ettiği bütün fiillerde doğruyu yanlıştan ayırt eder. Şecaat erdemi ise şehvetin verdiği sahip olma arzusu ile cesaretin verdiği harekete geçme enerjisinin akılla harmanlanmasıdır. İnsanın kendine, nefsine karşı adaleti gözetmesiyle elde ettiği itidal, fıtratındaki kuvveyi fazilete dönüştürür. Böylece itidal kontrollü serbestliği beraberinde getirmektedir. Kişinin, hikmetin yönlendirdiği akılla yoğurduğu nefsini, hangi durumlarda kontrol etmesi, hangi durumlarda serbest bırakması gerektiğini öğrenmesi ve nefsin arzularına karşı dengede kalması ise iffettir. (Gazali, İhyâu Ulûmi’d din, 3/120)
İyi ve mükemmel ahlakın esası ve faziletin kaynağı sayılan iffet, haramdan uzak durmak, helal olmayan söz ve fiillerden kaçınmak manasında ahlaki bir terimdir. (Mustafa Çağrıcı, “İffet”, DİA, 21/506) Ancak Gazzali’ye göre iffet hayâ, hoşgörü, arzuları dizginlemek, sabır, kanaat, vakar, nezaket, alicenaplık, bağışlama cömertlik gibi pek çok erdemi içerisinde barındıran daha üst bir kavramdır. Dolayısıyla günümüzde iffet denince akla ilk gelen, namusu korumak ve cinsel konularda ahlak kurallarına bağlılık olsa da aslında iffet için “sınırları korumak” anlamı daha incelikli ve kapsayıcı bir tanımlamadır. Çünkü Kur’an’da iffet, manası Cenab-ı Hak tarafından koruma anlamına gelen “hıfz” kelimesi ile anlatılmıştır. Bununla birlikte Kur’an’da iffetin anlam alanına dâhil edilen kavramlardan biri de “tehassun”dur. Kişinin kendisine bir kaleyi barınak edinmesi anlamında kullanılmaktadır ki bu, korunma ve saygınlık manalarını beraberinde getirir. Dolayısıyla kişi, iffetini muhafaza ederek saygınlığını korumakta ve ahlaklı bir duruş sergilemektedir. Allah’ın yarattığı en değerli, mükerrem varlık insanın haysiyet, şeref ve itibarını koruması herkes için geçerlidir. Dolayısıyla sınırları koruma eylemi kendisi için olduğu kadar başkası için de caridir. Kişinin kendi saygınlığını, namusunu, malını koruması ne kadar iffetli bir tavırsa başkasının namusuna göz dikmemesi, haklarını, insan olmasından mütevellit görmeyi hak ettiği muameleyi ihlal etmemesi; nazik, hoşgörülü ve alicenap davranması da bir o kadar afifliğinin göstergesidir. Bu anlamda, Hz. Peygamber’in fakir olduğu hâlde kimseden bir şey istemediği için zengin zannedilerek haysiyetini koruyan kişiyi iffetli olarak tanımlaması (Buhari, Zekât, 53), bunun yanı sıra istenildiği hâlde verecek bir şeyi olmayan kimsenin bu durumdan dolayı mahcup edilmemesini de iffetin bir göstergesi kabul etmesi (Müslim, Zekât, 102) meselenin karşılıklı olduğunu anlatmaktadır. İnsan olmanın saygınlığını üzerinde taşıyan kişinin, bütün ihtiyacına rağmen hayâ ederek başkalarına el açmayıp kanaatkâr davranmasını Allah Teâlâ “ta’ffuf” kavramı ile ifade etmektedir. (Bakara, 2/273) Bu kavram, insanın yoksunluklarına ve ihtiyaç duyduğu şeylere rağmen nefsine ve karşısındakine karşı onurlu ve vakur bir duruş sergilemesi olarak açıklanmaktadır. (Fahreddin Razi, Tefsir-i Kebir, 5/542) Bununla birlikte kişinin tavır ve davranışlarında dengeli olması da iffetinin gereğidir. Hz. Peygamber’in “Herhangi bir konuda hakkını talep eden kişi bunu tam olarak alsa da alamasa da iffetli bir şekilde istesin.” telkini karşısında Übey b. Ka’b’ın kafası karıştı. Peygamber Efendimize gelerek “İffet nedir?” diye sordu. Bunun üzerine Allah Resulü “Kardeşine hakaret etmeden, onu zorlamadan, ona çirkin söz söylemeden ve ona eziyet etmeden istemektir.” (Beyhaki, Sünenü’l-kübra, VI, 83) buyurdu. Hz. Peygamber’in verdiği cevap iffetin hayatın her alanında kişinin kontrolü kaybetmeden ölçülü davranması ve sınırları koruması demek olduğunu, sadece kalıplaşmış isteklere karşı nefse hâkim olmaktan ibaret olmadığını anlatan önemli bir göstergedir. İffetli bir yaşam insanın hem Rabb’ine hem kendisine hem de başkalarına saygısının gereğidir.
Arzu ve istek olarak da tanımlanan şehvetin yanında nefsin kabarması, hayvani istekler ve içinde ihtirasın olduğu her şey, hayatın hangi alanında olursa olsun iffet kavramıyla bağlantılıdır. Gazzali, şehvetin membaını yemeğe olan istek olarak görür. Ona göre yemek yemekteki aşırılık cinsî isteği doğurur. Bu şehevi hâl insanda galebe çalınca da mal ve servet sevgisi ortaya çıkar. Dolayısıyla şehvetin fizyolojik ihtiyaçlardan sosyal ihtiyaçlara doğru yayılması, derecelenmesi hiyerarşik bir sıralamayı da beraberinde getirmektedir. Alt kademedeki ihtiyaçların tatmini üstteki ihtiyaçları doğurmaktadır. Ancak bu durumun aşırı ve helal olmayan yollardan tatmini kişinin ahlakında bozulmalara sebep olmaktadır. Bu nedenle Allah’ın insana hayatta kalabilmesi için verdiği kuvvet olan şehvet, kontrolden çıktığında insanı ele geçiren, onu esfeli safiline indiren bir maraz olur. Cinsel dürtülerin kontrol altına alınması Müslüman kimliğinin önemli unsurlarındandır. Kur’an, cinsel eğilimin ahlaki kontrolü anlamında “isti’faf” kavramını kullanmaktadır. İffet kelimesinden elde edilen bu kavram “iffetli olmayı istemek” manasındadır. Kur’an-ı Kerim’de “Evlenme imkânı bulamayanlar, Allah’ın lütfundan ihtiyaçlarını giderinceye kadar iffetlerini korusunlar…” (Nur, 24/33) ayetinde Cenab-ı Hakk’ın yer verdiği bu kavram kişinin iffetli olmayı isteyerek nefsî arzuların anlık bastırılmasından ziyade bu erdemin kalıcı hâle getirebileceğini de göstermektedir. Bu anlamda, kişi disiplinli davranarak iradesini güçlendirmesiyle geliştirdiği bu erdemi ruhunda kalıcı hâle getirebilir. Ancak bunu yapabilmek için terk etme eyleminin bir engelden, korkaklıktan, bilgisizlikten, acizlikten dolayı değil bizzat kendi isteğiyle yapılması gerekir. Böylelikle kişi iffetli olmaktan daha değerli olan iffetli kalma hâline erişebilir.
Kur’an’ı Kerim’de cinsel dürtülerin kontrolünde iffet, kadın ve erkek için ayrı ayrı ele alınmaktadır. “Mümin erkeklere söyle gözlerini haramdan sakınsınlar ve iffetlerini korusunlar...” ve “Mümin kadınlara söyle gözlerini haramdan sakınsınlar ve iffetlerini korusunlar…” (Nur, 24/30-31) ayetleri ile Cenab-ı Hak her iki cinsi de eşit derecede sorumlu tutmuştur. Dolayısıyla namusun korunması örfün aksine kadınlar kadar erkeklerin de yükümlülükleri arasındadır. Allah’ın kullarından uymasını istediği emir ve yasakları her bir cinsiyete atfederek tek tek sıraladığı bir başka ayette “Müslüman erkekler Müslüman kadınlar, mümin erkekler mümin kadınlar [...] iffetlerini koruyan erkekler iffetlerini koruyan kadınlar, Allah’ı çokça anan erkekler çokça anan kadınlar; işte bunlar için Allah büyük bir ödül hazırlamıştır.” (Ahzab, 33/35) buyurması iffetin Allah’ın rızasını kazanma ve kurtuluşa nail olmadaki önemini göstermektedir. Hz. Peygamber ise “Cennete girecek ilk üç kişiden biri iffetli olan ve iffetini koruyandır.” (Tirmizî, Fedâilü’l-cihâd, 13) buyurarak iffetin dindeki önemini ortaya koymuştur. Cenab-ı Hak Kur’an-ı Kerim’de iffet örneklerine de yer vermektedir. Hz. Yusuf’un, Züleyha’nın harama çağıran daveti karşısında iffetiyle dik duruşunu, afifliğinden zindanın ona daha sevimli geldiğini Yusuf suresinde “Ben onunla birlikte olmak istedim. Fakat o iffetini korudu. Andolsun, eğer kendisinden istediğimi yapmazsa, mutlaka zindana atılacak ve elbette sürünenlerden olacaktır!” (Yusuf, 12/32-33) ayetiyle hadiseyi ondan sonra gelen erkekler için ibret olsun diye özetlemiştir. Bunun yanı sıra “İmrân kızı Meryem’i de (misal vermiştir): O, iffetini çok iyi korumuştu, biz de ona ruhumuzdan üfledik; o, Rabb’inin sözlerini ve kitaplarını hep tasdik etti ve o içtenlikle itaat edenlerdendi.” (Tahrim, 66/12) ayetiyle afif oluşu bizzat Cenab-ı Hak tarafından onaylanan Hz. Meryem, kadınlar için Kur’an-ı Kerim’de değinilen önemli bir örnektir. Meryem suresinde, yanına gelen insan suretindeki meleğe, “Beni senden koruması için çok esirgeyici olan Allah’a sığınıyorum! Eğer Allah’tan sakınan bir kimse isen (bana dokunma).” (Meryem, 19/18) diyerek namus ve iffetin timsali olduğunu göstermiştir.
Nefsinin kontrolünü sağlayan, sınırları koruyan iffetli kişi bu dünyada ahlak elbisesini giymiş demektir. Hz. Peygamber “Her dinin bir ahlakı vardır; İslam’ın ahlakı ise hayâdır.” (İbn Mace, Zühd, 17) buyurarak iffetin özünden bir parça olan hayâyı ahlak olarak tanımlamaktadır. Her insanda fıtri bir duygu olarak var olan hayâ, iffetin içinde barındırdığı en önemli ve özel nüvesidir. Bu bakımdan hayâ, iffetin kalpte ve ruhta yerleşmesi kalıcı bir erdem olabilmesinde yeri olan önemli bir kavramdır. Hz. Peygamber’in “Hayâ imandandır.” (Buhari, İman, 16) ya da “Utanmıyorsan dilediğini yap.” (Buhari, Edeb, 78) buyrukları hayânın, nefsin kişiyi yoldan çıkaran istekleri karşısında kullanacağı bir silah olduğunu göstermektedir. Her ne kadar iffetli olmak iradeyi terbiye ederek güçlendirmekten geçse de bu yolda insanın yardımcısı içinde taşıdığı hayâ duygusudur. İffetli olmak kalpte başlar ve bedenî hazlara ve nefsani aşırılıklara ilgi duymaktan kurtarılmış bir ruhi yapıya sahip olmakla devam eder. Bu ise ancak düşünceyi ona nüfuz eden arzular ve şehevatın esaretinden kurtararak gerçekleşir. Bunun için insan düşüncesinin ilim, hikmet, tefekkür meşguliyeti zihinlerin ve gönüllerin özgürlüğünü sağlamaktadır.
Özgürlüğü elinden alınmış, heva, heves ve şehvetinin esiri olan kimseyi Allah Kur’an’da “Ey Muhammed, hevasını tanrı edinen, bilgisi olduğu hâlde Allah’ın şaşırttığı, kulağını ve kalbini mühürlediği, gözünü perdelediği kimseyi gördün mü?” (Casiye, 45/23) diyerek tanımlamaktadır. Bu ayetten hareketle İslami literatürde bir kimsenin putperest olması açık şirk, nefsinin arzu ve isteklerini putlaştırarak şehvet ve ihtirasların esiri olması ise gizli şirk şeklinde nitelendirilmektedir. Çünkü nefsine köle oldukça esirleşen kişiyi ancak iffetli olmak özgürleştirir. Nefsinin esiri olmaktan kurtarır. İffetli insan özgür insandır. Çünkü kişi Allah’a kul oldukça özgürleşir. Çünkü Yaradan’a yapılan kulluk onun dışındaki her türlü esaretten sıyrılmayı beraberinde getirir.