ANLAM ARAYIŞINDA BİR FİGÜR KAPI
Eda KÖKSAL
İnsanlık tarihi boyunca devam eden barınma serüveninde her barınağın iç dünya ile dış dünyayı ayıran bir kapısı vardır. Kültür ve coğrafyalardan izler taşıyan kapılar sadece barınakların değil şehirlerin de muhafızıdır. Görsel ve dijital medya, mimari, edebiyat, din-tasavvuf, gelenekler ve efsanelerde kültür sanat varlığı olarak kapılar hem fiziksel hem de metaforik olarak varlığını sürdürmüştür.
Anlamlandırma gayesi insanlığın tarihi ile başlar. Nesnelerle temasın duygulara yansımasıyla zihindeki anlam dünyasına göre sözel kalıplara bürünür.
“Bitişmek, yan yana gelmek” anlamındaki “kap” sözcüğü kapı kelimesinin köküdür. İnsan, doğumuyla beraber onu içinde taşıyanla yan yana kapının ardında gelir. Büyürken tırmandığımız, büyüdükçe dışında kaldığımız, açılmasını beklediğimizdir kapı. Açılan, kapatılan kapılar kararlarımızın özetidir. Sırlar, günahlar, hatalar da yine onunla örtülür. Mahrem ile namahremi ayıran çizgidir. Akşam eve gelen babayı karşılayan aile, evi saran yemek kokuları yine o kapının ardındadır. Açılan kapı, hanemize gelen için ilk izlenimdir.
Çeşitli kültür ve coğrafyalarda işlemelerle, motiflerle bezenen; kimi zaman çelik, kimi zaman ahşap kapılara bakıldığında bir uygarlığın din, kültür, dil ve söz varlığına dair çıkarımda bulunulabilir.
Köylerde, akşama kadar açık kalan, ezanla birlikte kapanan, bahçeden gelen gıcırtısıyla ev halkına uyarı veren, haneye ve bahçeye sahip çıkan kapı sosyalleşmenin de merkezidir.
Bir mekândan diğerine geçiştir. Hatta bazen niye girdiğimizi unuttuğumuz olur o kapıdan, psikoloji ona bir ad bile vermiştir: “Kapı Eşiği Etkisi” ya da “Kapı Sendromu”. İnsana hafıza sağlığını sorgulatan bu durum, beyin için olağandır. Çünkü onun da ruh gibi yeni bir çevreye adapte olmak için zamana ihtiyacı vardır.
Dünden bugüne Türkçede ve Türk geleneklerinde kapı
“Kapığ” (Orhun Yazıtları, 735), “kapuğ” (Dîvânu Lugâti’t Türk, 1070) “kapu” ve son olarak “kapı” hâlini alan kavram, TDK’da “Bir yere girip çıkarken geçilen ve açılıp kapanma düzeni olan duvar veya bölme açıklığı …” başta olmak üzere 9 farklı anlamda karşımıza çıkar.
Eski Oğuz Türkçesinde gerçek anlamının yanı sıra mecazi olarak da kullanıldığı görülmüştür.
Dede Korkut, “Bu dünyayı iki kapılı bir kervansarayı andıran bir ev gibi gördüm. Ben Dede Korkut, bu kapıdan girildiğini, diğer kapıdan çıkıldığını gördüm.” deyişini, Yusuf Has Hacib şöyle devam ettirmiştir:
“Tüzü tın tokırka ölüm bir kapug/ kirür bu kapugka yorıglı kamug.”
(Bütün canlılar için ölüm bir kapıdır; yürüyenlerin hepsi bu kapıdan geçer. Kutadgu Bilig 1134)
O kapı bazen ölümdür, bazen sevgiliye kavuşma vesilesidir.
Türk kültüründe Orhun Yazıtları’ndan Osmanlı Türkçesine uzanan yolculukta kapı, çeşitli anlamların yüklendiği zengin bir figürdür.
Türk aile yapısının İslamiyet’in de etkisiyle mahremiyet kavramını benimsemesi, onu ağyardan gizlemesi, bilinmesi icap etmeyeni bilmesi ve bildirmekten uzak durması, toplumun nazarına sunmanın ölçütlerinin olması kapıya yüklediği anlamlardan bazılarıdır. Selçuklu ve Osmanlı mimarisine bakıldığında siyasi stratejiyle yapılan kapıların heybetli olduğu görülür.
Sembolik bir işaret olarak camilerin cümle kapısına enaniyet zincirleri asılmış, kapıdan girecek olanların eğilerek girmeleri sağlanmıştır. Bugün olduğu gibi o gün de egonun kapının dışında bırakılması, nefsin terbiye edilmesi ibadetin asli unsurudur.
Yine Osmanlı’da kapı tokmakları ev sahibi ile misafir arasında iletişim aracı iken mahremiyetin konfor içinde yaşanabilmesi, ziyaretin incelikli yönüydü. Gelen kişi cinsiyetine göre tok veya tiz sesli tokmağı kullanarak hane sahibine ipucu verirdi. Kadınlara ait tokmakta yüzük olması ev sakininin medeni hâlini gösterir, kapı halkalarının birbirine iple bağlanması evde kimsenin bulunmadığına işaret ederdi.
Adab-ı muaşerette de çalınan kapının karşısında değil yanlarında, yani hanenin içini görmeyecek şekilde beklemek münasip görülürdü.
Sinemada aranan-aralanan kapı
Filmlerde tasvir unsuru olarak kapılar, karakterin iç dünyasına dönüşünü, köklü kararlar almadan önceki ruhsal gidiş gelişlerini, belirsizliğe duyulan korku ve aynı anda çarpan cesaret duygusu arasındaki karmaşıklıktan kendi yolunu buluşunu vurgular. İzleyicide de paralel hisleri yakalamaya çalışırken aslında hep başka bir ihtimalin bir kapının ardında var olduğu gösterilir. Bazı filmlerde kapı bir anlamda gerçeklikten uzak görünen ama belki de gelecekte neden olmasın dedirtecek türden ütopik ve distopik bir âleme açılabilir, insanlığın ulaşacağı bir sonraki nokta bununla gösterilebilir.
Kapı arkası bile gurbet: Kapılar ve mültecilik
Toprakta sahiplik ilkesinin varlığından beri şehirlerin, ülkelerin sınırları ve sonrasında kapıları stratejik bir öneme kavuştu. Savaşmak için her zaman kendilerince bir bahane bulanlar, sivillerin insani haklarıyla ilgilenmediler. Kimse yırtık bir bota gece yarısı çocuklarını koyup göç etmeyi vatanından daha güvenli bulmazdı. Peki, kendi topraklarından edilen bu insanlara kapılar neden kapatıldı? Çünkü türlü bahanelerle türlü korkular üretenler, dünyayı paylaşılmaz hâle getirdiler.
Eğrinin giremediği kapı: Tasavvuf
En büyük kapı rıza kapısıdır. Bu kapı kimlere açıktır?
Yunus Emre Divanı’na göre müminin rıza kapısına olgunlukla varabilmesi için 4 kapı (şeriat, tarikat, hakikat, marifet) ve 40 makama ermiş olması gerekir.
Bu yolculukta zahitlerin, sufilerin nefis terbiyesinde bulunmak, seyrusülûklarında mesafe almak maksadıyla kullandıkları yerler olan çilehaneler, genelde dış dünyayla irtibatı azaltılmış mekânlardır. Dönemsel Türk İslam eserlerinde olduğu gibi çilehanenin de “illa edeb” düsturuyla rükû eder gibi eğilerek girilen kapıları vardır.
Yunus Emre’nin Taptuk Emre Dergâhı’na 40 yıl düz odun taşıması, “bu kapıdan eğri odun dahi giremez” anlamındaki hizmeti maddeden manaya geçişte, kâmil olmak için zorluk, sabır ve teslimiyetle hakikat yoluna adanmışlığını gösterir.
Kur’an–ı Kerim ve hadis-i şeriflerde kapı
Müminlerin ebedî mükâfata kavuşma ve Allah’ın rızasını kazanma gayretinde Kur’an-ı Kerim ve Hz. Peygamber’in (s.a.s.) sünnetleri birer kılavuzdur. Sosyal hayatın incelik ve gereklilikleri de yine aynı ışıktan iman edenlere sunulmuştur.
Efendimiz (s.a.s.), “İzin istemek üç defadır. İzin verilirse girersin, verilmezse dönersin.” (Buhari, İsti’zân, 13.) buyurmuştur.
“…Evlere kapılarından girin...” (Bakara, 2/189.) ayet-i kerimesi Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için uyarıcıdır.
“…elbette onların üstüne gökten ve yerden nice bereketler (in kapılarını) açardık…” (Araf, 7/96.) ayet-i kerimesi Allah’a karşı durmaktan sakınmayanların neler yitirdiğini, akıbetlerini açıklar.
“…Kentin kapısından eğilerek tevazu ile girin ki biz de sizin hatalarınızı bağışlayalım…” (Araf, 7/161.) ayetinde ise Hz. Musa’nın uyarılarına uymayan, kendilerine verilen nimetlere rağmen sözlerinden dönen Yahudilerin nihayetinde ağır cezalarla karşılaşmaları vurgulanmıştır.
“Onun yedi kapısı vardır ve her kapıya onlardan bir grup ayrılmıştır.” (Hicr, 15/44.) Cehennemin kapılarından girecek olanlar İblis’in kötülükleri güzel göstereceği, ihlasa ermemiş kullardır.
Hz. Yakup’un, “… Ey oğullarım! Bir kapıdan girmeyin, ayrı ayrı kapılardan girin…” (Yusuf, 12/67.) diyerek evlatlarına tavsiye vermesi, hüküm değişmese de tedbirden sorumlu olduğumuzu bize gösterir.
Hz. Yusuf’un kuyu ve zindanda başına gelenler, Mısır’da onu bekleyen makamın görünmez kapılarıdır.
Şeyh Galip, “Her zilletin içinde elbet bir izzet bulunur. Kenan kuyusunu seyret, içinde ne büyük devlet vardır.” diyerek bu hadiseye işaret etmiştir.
Secdede, seherde, üç aylarda, ramazanda, Kadir Gecesi’nde huzura kabul istediğimiz, aralamaya çalıştığımız nurdan kapılar, aslında bizi her gün bekler, kendisini aşındıralım ister. Şair, “Açılır kapılar, eğer elimiz açılırsa.” derken anahtarın da yerini gösterir.
Çokça ayette bahsi geçen cehennem kapıları ve hadislerle desteklenen cennetin kapıları vardır. Salih kullar, salim bir yola girerken bazı kapılar sonsuza kadar yüzüne kapananlar vardır ki onlar için artık çok geçtir.
Çağlar aşılır, zaman değişir, olgular ve kavramlar yenilenir. Fakat değişmeyen gerçek tektir; asli vatana dönene kadar bu kapının berisindeki herkes gurbetçidir.