Makale

GÖRÜNÜRLÜK HAZZINDA KAYBOLAN DEĞER MAHREMİYET

GÖRÜNÜRLÜK HAZZINDA KAYBOLAN DEĞER MAHREMİYET


M. Cüneyd ÇİĞDEMLİ
DİB Başkanlık Müşaviri


Sabah evimizden çıkıp iş yerimize veya gitmek istediğimiz herhangi bir mekâna ulaşıncaya kadar kaç kameranın kadrajına girdiğimizi bilmiyoruz. Attığımız her adım kayıt altına alınıyor ve hayatımız, iletişim teknolojilerinin kuşatması altında. Hepimiz bu durumun farkındayız ve güvenlik adına buna rıza gösteriyoruz.
Fiziksel dünyada olduğu gibi dijital dünyada da benzer bir durumla karşı karşıyayız. Sosyal medya platformlarının sunduğu imkânlar, bizleri günbegün büyülü bir dünyanın içine çekiyor. Olan bitenden haberdar olma çabamız, kendimizi ifade etmek için ürettiğimiz içerikler, arkadaşlarımızla yaptığımız sohbetler, durumlar, hikâyeler, gönderiler derken sonu gelmez bir akışın içinde buluyoruz kendimizi. Aldığımız beğenilerin ve izlenme verilerinin yaşattığı haz, aslında dijital dünyanın gelişmiş gözetim sisteminin içine hapsolduğumuzu perdeliyor. İşte dijital dünyanın çelişkisi de burada kendini gösteriyor. Görece bir özgürlük hissi yaşarken farkında olmadan gözetim altına giriyor ve mahremiyet algımızı kaybediyoruz.
Bu durum yalnızca dijital mecraların teknik altyapısıyla ilgili değil, aynı zamanda insanların görünür olma ve başkalarını izleme arzularıyla da yakından ilişkilidir. Günlük hayatımızın pek çok anını dijital bir veriye dönüştürüp ekranlara taşıyoruz. Sahip olduklarımızı övünerek sergilemekten büyük bir haz duyuyor, bazen sırf paylaşım yapmak için bir şeyler alıyor ya da bir yerlere gidiyoruz. Evimizde yaşadığımız güzel anlar, sevdiklerimize aldığımız veya onların bize verdiği hediyeler, sevinçlerimiz ve üzüntülerimiz neredeyse herkesin erişimine açık hâle geliyor. Hatıralarımızı bir ürün gibi paketleyerek başkalarının beğenisine sunuyoruz. Beğeni ve onay arayışı, farkında olmadan mahremiyet sınırlarımızın dışına çıkmamıza neden oluyor. Özel olanla kamusal olan arasındaki sınır giderek belirsizleşirken kendi özelimiz bir nevi dikizleme ve ifşa kültürüne teslim oluyor.
Mahremiyet… Söylenişinde bile bir sınırın, bir gizliliğin ve bir derinliğin yankısını duyuyoruz. Bu kavram, bireyin fiziksel, duygusal ve sosyal sınırlarını koruma hakkını ifade eder. Hem bireysel hem de toplumsal huzurun temel taşlarından biri olarak kabul edilen mahremiyet, kişinin özel hayatına müdahale edilmemesini, kusurlarının araştırılmamasını ve ifşa edilmemesini, kişisel verilerinin korunmasını ve özel bilgilerinin izinsiz paylaşılmamasını kapsayan bir kavramdır. Ve bu, ahlaki ve hukuki bir gereklilik olarak vurgulanır. Mahremiyet, bireye güven hissi verir ve kimlik inşasında önemli bir rol oynar. Bireysel özgürlükleri güvence altına aldığı gibi toplumsal güveni de pekiştirir. Dolayısıyla insan onuru açısından korunması gereken en temel değerlerden biridir. Bu değerin kaybedilmesi, bireyin iç dünyasında derin yaralar açabilir. Özel olanın kamusal alana taşınması, mahremiyetin yitirilmesine sebep olacağından bireyi savunmasız hâle getirecek ve zamanla huzurun ve mutluluğun azalmasına neden olacaktır. Bütün sınırları ortadan kaldıran iletişim teknolojilerinin, kişisel bilgileri sosyal medya şirketlerinin ve algoritmaların kontrolüne soktuğu bu dünyada mahremiyet, bir değer olmaktan çıkıp âdeta bir eksiklik gibi algılanmaya başlamıştır. Bu algı bile başlı başına bir huzursuzluk sebebidir.
Mahremiyet bu denli önemli olduğu hâlde neden insan mahremini ifşa etme ihtiyacı hisseder? Modern çağın bireysel ve toplumsal dinamikleri bu konuda etkili midir? Bu sorulara birkaç açıdan cevap vermek mümkündür. Sosyal bir varlık olan insan, toplum tarafından tanınmak ve kabul görmek ister. Dijital platformlar, bireylere bu ihtiyaçlarını karşılayabilecek bir ortam sunar. Paylaşılan içeriklere gelen beğeniler ve yorumlar, kişiye kabul gördüğünü, onaylandığını hissettiren bir ödül mekanizması oluşturur. Bu, mahremiyetin ifşasını cazip hâle getiren önemli bir etkendir. Bunun yanı sıra, dijital mecralarda bu tür paylaşımlar kullanıcılar arasında bir yarışa da dönüşebilmektedir. “En mutlu, en başarılı, en çalışkan, en güzel, en yakışıklı” görünme çabası, bireyleri kontrolsüz bir rekabete sürükleyerek önce mahremiyet sınırlarını bulanıklaştırmakta; zamanla bu kültür, kişisel hayatın detaylarının ifşa edilmesini normalleştiren bir yapıya bürünmektedir.
Diğer taraftan, gittikçe yalnızlaşan bireyler, kendilerini ifade etme ve başkalarıyla bağ kurma arayışı içinde mahremiyetlerini ifşa etmeye daha yatkın hâle gelebilmektedir. Bununla birlikte, modern birey yalnızca fiziksel dünyada değil, dijital dünyada da bir kimlik inşa etme çabası içindedir. Bu kimliği oluşturmak için kişisel detaylarını paylaşma, kendi hikâyesini yazma ve dijital platformlarda var olma ihtiyacı hisseder. Tüm bunlara bir de sosyal medya platformlarının, kullanıcıları daha fazla paylaşım yapmaya yönlendirecek şekilde tasarlanması eklenince, öne çıkmak, daha fazla takipçi kazanmak veya dikkat çekmek isteyen bireyler, mahremiyetlerinden ödün vermeyi göze alabilmektedir. Dolayısıyla mahremiyet algısı zamanla değişmekte ve evrensel bir değer olmaktan çıkıp kişisel bir tercih meselesine dönüşmektedir.
Dijital dünyada tüm bu ayartıcı unsurlar karşısında mahremiyet bilincinin korunması hiçbir kimsenin göz ardı edemeyeceği önemli bir sorumluluktur. Bu bilinç, hem bireysel huzurun hem de toplumsal güvenin korunmasına katkı sağlar. Sosyal medya kullanıcıları, millî ve manevi değerlerine dair farkındalığını artırmalı ve bu değerler doğrultusunda sınırlarını belirlemelidirler. Dijital ayak izlerini takip etmeli ve sosyal medyada bıraktıkları izlerin kalıcı olduğunu bilmelidirler. Sosyal medya kullanımı konusunda daha bilinçli bir yaklaşım benimsemeli, paylaşımlarının uzun vadeli etkilerini dikkatlice değerlendirmelidirler. Görünür olma arzusuna karşı bilinçli bir duruş sergilemeli, sosyal medyada var olma isteğinin mahremiyet sınırlarını ihlal etmesine müsaade etmemelidir. Daha da önemlisi, Allah’ın (c.c.) her an gördüğünü ve bildiğini unutmadan hareket etmelidirler.