Makale

DİJİTAL BİLGİ ÇAĞINDA KASITLI CEHALET

DİJİTAL BİLGİ ÇAĞINDA KASITLI CEHALET


Doç. Dr. Hüseyin MARAZ
Eskişehir Osmangazi Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

Cehalet, lügatlerde “ilim” ve “hilm” kavramlarının karşıtı olarak kullanılır. İlim, bireyin bilinçli ve sağduyulu olmasını gerektirirken; hilm, aşırılıktan uzak, öngörülü, sabırlı, makul, ölçülü davranma ve duyguları yönetebilme yetisidir. Bu iki hâlin birlikteliği bireyin hem kendisini tanımasını hem de ölçülü ve sağduyu üzere davranmasını sağlayan en temel faktördür. Bu iki hâlin yokluğu ise bireyin kendisini, dolayısıyla zamanı ve mekânı doğru bir şekilde idrak edememesi demektir. (İzutsu, Toshihiko. Kur’an’da Allah ve İnsan. çev. Süleyman Ateş. Ankara: Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları, 1975, s.193-207.) Sorun da bilginin yokluğunda devam eden cehaletin, bilginin varlığı hâlinde de devam edip etmediğidir. Son yıllarda doğal durum anlamındaki bu cehalet, savaşılması ve üstesinden gelinmesi gereken bir sorun gibi durmaktadır. Esasında bilginin absürt batıl inançlara galip gelmesiyle cehaletin ortadan kalkması hedeflenen şeydir. Bilgiyi üretirken ya da bilgiye erişirken her bireyin geride bırakmak istediği tek şey de bilgisizliktir. Johannes Kepler, on altıncı yüzyılda bunu ifade etmenin en etkili yolunu cehalet, bilimin doğması için ölmesi gereken annedir, diyerek bulmuştu. Ancak bilgi öncesi hâl olarak cehalet ille de kötü değildir, belki masum da olabilir. Öyle ki bazen bilginin kendisi sorun teşkil edebilir. Dijital bilgi çağında cehalet oluşturulabilir veya yok edilebilir ve teknolojideki gelişmeler her iki süreçte de suç ortağı olabilir. (Proctor, Robert N. “Agnotology: A Missing Term to Describe the Cultural Production of Ignorance (and Its Study)”. Agnotology ed. Robert N. Proctor. California: Stanford University Press, 2008, s.11.)
Kuşkusuz internet, insanlık tarihinin şahit olduğu en hızlı teknolojik devrimlerinden biridir. Fakat bu hızlı devrim ve artan sekülerleşmeyle beraber bir tür tercihli cehalet de iyice hissedilir olmuştur. Öyleyse Kepler’e sözü tekrar verelim ve bugün nasıl bir tespit yapabileceğini tahmin edelim. Bugün cehalet, dijital bilgi çağının doğurduğu bir çocuktur. Bu çocuk her şeyi bilir, fakat hiçbir şeyin farkında değildir. Onun aradığı bilgi ya da değer değil, daha fazla haz ve tatmindir. Yeni cehalette birey, artık sabırsızdır yani hilm’den yoksundur. O, keşfetme merakı içerisinde değildir. Yüzeysel, ilgi çekici verilerin peşindedir. Bilinçli değildir. Sadece kendi sesini arar, dinlemez, umursamaz, duymaz, haklı olmayı arzular ve en asil fikirlere kapalıdır. Dolayısıyla bugün dijital dünya kendine özgü cehaleti üretmekte, bireyler de kendileri adına uygun gördüğü bilgisizliği seçebilmektedir.
Bilgiye kolayca erişilebilen bilişim çağında cahil birey hakikatin peşinde değildir. Her tür bilgiye erişebilir fakat onu işleyemez, anlamak istemez ve ölçemez. En fazla formuyla (tıklanan, izlenen, paylaşılan vs.) sunulan bir bilgi, haber ya da ileti gerçek ile özdeş hâle gelebilir. Bilgiye erişim hızı arttıkça insanın bir bilgiyi değerlendirme yetisi o oranda azalmaktadır. Üstelik geçmişe nazaran internet ortamında vakit geçirmek için pek çok olasılık vardır. İnsanlar saçma sapan bilgiler, kesitler, içerikler, uydurmalara daha sık maruz kalmakta ve bunları paylaşımlarla hızlıca sirayet ettirebilmektedir. Bunları bir insan okuduğunda ya da izlediğinde akla ilk gelebilecek sorular şunlar olmalıdır: Modern birey, bunlar üzerinde düşünüp taşınıp ona göre bir tutum alabiliyor mu? İnsanlar yanlış bilgilendirildiklerinin ne kadar farkındalar? İnternet, doğru ile yalanın karıştığı bir labirent ise makul adımlar atmak son derece önemlidir. Dahası internet her şeye cevap verebilir, fakat neyin doğru olduğunu her hâlükârda açıklamaz. Bir bilginin doğru olduğuna dair nedenleri insan oluşturur. Açıkçası modern birey, yanlış bilgilendirildiğini fark edemiyor ya da bilgi parçacıklarına aldatıcı bir güven besliyor ise cehalet derinleşme eğilimindedir. Nitekim günümüzde sosyal medya sadece bilgiyi değil cehaleti de yayma aracına dönüşmüştür. Çevrim içi ortam, çevrim dışı ortamın gerçek temsilinden kolaylıkla ayrışabilmektedir. Herkes kendisini bilgili ya da uzman görme eğiliminde olduğu için bildiğini düşünen bir nesil yetişmektedir. Oysa atomik bilgi, bireyleri bilge kılmamakta hatta daha derin bir bilgisizliğin içine çekerken düşünme yeteneği günbegün zayıflamaktadır. İnsanlar kendi cehaletlerini, ilgi ve görünürlüğe odaklanan sosyal medya paylaşımlarında yayabilmekte ve bu durum yarardan daha fazla zarar getirmektedir. Sosyal medyada kendilerini daha fazla bilgili ve uzman gördüklerinden gerçek ile kurguyu ayırabilecek yetiden giderek mahrum kalmaktadırlar. Gerçekler daha sıkıcı görülürken yalanlar ve aldatmalar daha cazip hâle gelebilmektedir. Özellikle fenomenlerin paylaşım ve kanıtlarını, onlara güvenen insanlar daha kolay kabul edebilmekte ve sözlerini rahatlıkla onaylayabilmektedir. Ne yazık ki bu olgu, kontrolsüz bir şekilde cehaletin yayılımını hızlandıran tehditkâr bir sorundur. Çünkü gerçek bilgiden yoksunlaşma arttıkça birey zihnen daha güçsüz hâle gelmekte, yayılan bu cehalete karşı koyamamaktadır. En nihayetinde doğru, işe yarar ve faydalı olan bilgiye önem vermemek bireyin bir tercihine dönüşmektedir.
Modern bireyin internet öncesi döneme kıyasla bilgi edinmek için sayısız fırsatlara sahip olması aynı zamanda dezavantajlar da barındırmaktadır. Bunun en önemli çıktısı cehaletin sıradanlaşması ve kitlelerin buna alışmasıdır. Cehalet normalleşip prestij kazanırsa bilgi itibarsızlaşır. Elbette cehalet ile bilgi arasında mantıksal bir ilişki her zaman olmalıdır. Peki nasıl? Rayner’e göre cehalet, bilgideki her ilerlemenin doğal bir ürünüdür. Cehalet, esasında bilgi için önemlidir ve bu nedenle bilgiden sonra gelir. Ne kadar çok bilirsek o kadar cehaletimiz ortaya çıkar. Bilgi sınır tanımadığı gibi cehalet de sınır tanımaz. Dolayısıyla cehalet, bilgi eksikliği olarak görülmez. Çünkü cehaletin alanı, bilginin kendisi kadar geniş, karmaşık ve çok yönlüdür. Cehalete yol açabilen bilgi, bilginin sınırlarını olabildiğince genişletir. Açıkçası bilgi, ‘kısayol’dan ulaşılabilen bir hakikat değildir. Bir bilginin üzerinde akli bir işlem yapılamıyorsa yalanlar kolaylıkla yayılabilir, gerçek ile kurguyu ayırt etmek zorlaşır. Modern dünyada sanal etkileşim kişiye bilmediğini öğretmekten öte bildiğine dair yüksek bir güven oluşturmaktadır. Birey, bilgisizliği içtenlikle tercih edebilmekte bilgi yığını içerisinde bir tür kasıtlı/tercihli cehaleti sürdürebilmektedir. Bu çağda bilgisizlik, artık dışarıdan bir müdahaleyle gerçekleşen değil bireyin kendi iradesinden kaynaklanan bir tercihe dönüşmüştür. Günümüzde daha doğru, yararlı ve gerekli olan bilgiyi istemeyiş, sanal âlemin dayattığı bir bilgisizlik türüdür. Makul bir anlayış ağı içerisinde sınanmış, düşünülmüş, öğrenilmiş, zihnen emek sarf edilmiş bilgiyi (bilinçli) bir reddediş hâlidir. Doğrulanmamış ve sınanmamış verilerin yayılması ise aynı zamanda sığ anlayışların oluşması demektir. Şu hâlde ağ toplumunda pek çok bilgi arasında bilgisizliği sürdürebilmek yeni bir cehalet olgusudur. Bu, bilgiyle ne yapabileceğini bilememe, veriyi yönetememe ve üretememe hâlidir. J. Naisbitt bu durumu, “yanlış, eksik, hatalı ve gereksiz çok sayıda bilgiye maruz kalan bireyin enformasyon içerisinde yüzerken kontrolsüz bilgi kirlenmesi nedeniyle bilgi açlığından ölmesi” olarak ifade etmektedir. (Ekinci, Fatma. “Sanallaş(tırıl)ma Sürecinde Dini Bilginin Hakikat Problemi”. -Medya ve Din Tartışmaları-Sempozyum Bildirileri-. İstanbul: İstanbul Ticaret Üniversitesi, 2016, s. 291.)
Doğal olarak bu realite, bilginin öğrenilip üretildiği epistemolojik bir çağı değil, daha çok malumat sahibi bireylerin üretildiği bir zaman dilimini var etmektedir. Gerçekte bilgi, malumatın akıl süzgecinden geçirilip kişisel deneyimler, algılar, seziler, duygular yoluyla karar verme, planlama, karşılaştırma, analiz etme ve üretme süreçlerinden geçirilip kullanılmasıdır. Bilgi ile malumat arasında en keskin ayrım ise bağlam ilkesinde ortaya çıkmaktadır. Bilgi edinmek; bir bağlama oturtup yorumlama, anlamaya çalışma, analiz edip ilişkilendirme ve kavramlaştırma faaliyetidir. (Ekinci, Fatma. “Sanallaş(tırıl)ma Sürecinde Dini Bilginin Hakikat Problemi”. -Medya ve Din Tartışmaları-Sempozyum Bildirileri-. İstanbul: İstanbul Ticaret Üniversitesi, 2016, s. 291.)
Ancak bireylerin kendi görüşlerini gerçekler olarak gösterebildiği ve hızlıca paylaşabildiği sosyal medya, geçerli/tutarlı bilgi anlayışını sunmaktan giderek uzaklaşmaktadır. Ne yazık ki toplumun büyük bir kısmı, dinî bilgileri/verileri de asli kaynaklarından veya bilgi değerini test ederek edinmemekte daha çok dijital enformasyona yönelmektedir. Bilgi asli kaynağından koparılıp sanal alana taşındığında doğruluk ve tutarlılığını sınamak her zaman mümkün olmamaktadır. Bir bakıma yanlış da olsa bir bilgi, sanal dünyada kanıksanır ve hatta öğretilir hâle gelmektedir. Tabiri caizse sanal bir kutsallık alanı oluşturulmaktadır. Dinin sanal kutsallık mottosuyla ifade edilmeye başlaması ise popüler kültürün bir parçası hâline gelmesidir. Böylece dinin dokunulmaz değerleri, medya mantığı içerisinde sıradanlaşarak tüketim malzemesine kolaylıkla dönüşebilmektedir. Zira medya, herhangi bir ürünü olduğu gibi gösteren nesnel bir mekanizma değildir. Bu nedenle dini de metalaştırarak âdeta yeniden üreterek sunmaktadır. Negatif yönüyle internete erişim, bilginin bir ürün olarak kullanılan, üretilen ve yönetilen meta hâline gelmesine yol açmıştır. Bu sebeple bir şey hakkında bilgi, her zaman makul bir şekilde (gerekçelendirerek) bildiğimiz ve öğrendiğimiz anlamına gelmemektedir.
Dijital teknolojideki gelişmeler neticesinde bilginin ortaklaşa kullanılan bir metaya dönüşmesi, bilgi toplumunda bilgiyi bir sermaye ve kümülatif olarak yenilenen bir kaynak hâline getirmiştir. Bilginin satılmak için üretilen bir araca dönüşmesi, gerçek değeri üzerinde bir kafa karışıklığına sebep olmuştur. Her tür bilgiye ulaşma imkânı sağlayan ve insanı hipnotize eden internette, görüntüye indirgenen bilgi değersizleşmekte ve kullanıcıların eyleme geçmesini engelleyerek anı (şimdiyi) mutlaklaştırmaktadır. Anın mutlaklaştırılması ise tarih bilincinin ve gelecek tasavvurunun ortadan kalkmasına sebep olmakta, bireyleri zamansız ve mekânsız bir dünyaya hapsetmektedir. Üstelik web’de bir bilginin düzenlenmesinde en etkin aracın en fazla formuyla (tıklanan, izlenen, takipçisi olan) tavsiye edilmesi yani popülerlik mottosunun varlığı, ayrıca bilgiye ve habere ulaşımda kitlelerin yönlendirici ve belirleyici rolü, bilgiyi malumata dönüştürürken niteliğinin de kaybolmasına neden olmaktadır. (Ekinci, Fatma. “Sanallaş(tırıl)ma Sürecinde Dini Bilginin Hakikat Problemi”. -Medya ve Din Tartışmaları-Sempozyum Bildirileri-. İstanbul: İstanbul Ticaret Üniversitesi, 2016, s. 292-293.) Bunun yanında din gibi kitleleri yönlendirmede etkin bir gücün medyatik etkiyle bir metaya dönüştürülmesi toplum adına bir tehdit olarak durmaktadır. Daha doğrusu araç yani sanal olan, hedeflenen amacın önüne geçerek imaj, anlamın önemini yok etmekte böylece de dinî konular tüketilebilmektedir. (Arslan, Mustafa. “Kitle İletişim Araçları Medya ve Din İlişkisi Üzerine”. Birey ve Toplum Dergisi 6/11, (2006) s.12-13.)
Bu açıdan gelenekten kopuk olan ve geleceğe uzanamayan bir bilgi, enformatik bir süzgeçten geçmediği için değer ve pratik üretme içeriğinden uzaklaşmaktadır. Sanal ortamda bilginin sıradan bir malumata dönüşmesi hipnotik an/şimdi algısı içerisinde bilgiyi değersizleştirmekte böylece tutarlı bir fikir ve nesnel bir değer üretememektedir.
Bilginin nasıl elde edildiği, yorumlandığı ve analiz edildiği hususunda titiz bir kritik gelişemezse bireyler zamanla hesap verebilir olma kaygısı taşımazlar. Cehaletin sınır tanımazlığı da ispat gibi bir nedene ihtiyaç bırakmaz. Bunun din üzerinde ciddi etkisinin olacağını tahmin etmek hiç de zor değildir. Zira sanal alanlarda dinî bilgiler bir endişe taşımaksızın yeniden üretilip dağıtılmakta, manipüle edilmekte ve özden kopuk bir gerçeklik algısı var edilebilmektedir. Duyguların bulaşıcı olması da zihin ve davranışların manipüle edilmesine yol açarken ‘cehalete ikna’ önlenemez olmaktadır. Esasında sorun, gerçek bilginin tehdit altında oluşudur. Bu durum cehaletin yönetilmesini ve gerekli önlemlerin alınmasını ciddiyetle gerekli kılmaktadır. Çünkü insanlar dinî bir konuşmayı izlediklerinde, birini sürekli takip ettiklerinde veya okuduklarında kendilerini bilgin ve uzman sanabilmektedir. Aynı şekilde çok izlenen ve takipçisi olan biri de kendisini bilgin görmeye başlayarak aklileştirilmiş bir cehalet içerisine hapsolabilmektedir. Burada görülen bilginin kendisi değildir, sadece gölgesidir.
Netice itibarıyla günümüz insanını çevreleyen sayısız dijital bilgiyle etkili bir şekilde başa çıkmak için dikkatli ve doğru bir eleştirel düşünceye ihtiyaç vardır. Zira internet ortamı gerçekler ile yalanların iç içe geçtiği bir alandır. Bu da modern bireyin daha makul, doğru ve dikkatli bir düşünce içerisinde bu tür bilgilerle etkileşime girmesini kaçınılmaz kılmaktadır.