Makale

"Ev" İnsanın Kendi kalbidir

İbrahim Arpacı

“Ev”İnsanın
Kendi Kalbidir

Ev, İslam medeniyetinde aşkın bir öge… Öze dönüş yolculuğunda varılması istenen mekân ve sığınanın kendini güvende hissettiği yerdir. Diğer bir deyişle, endişenin sona erdiği, teslimiyetin başladığı saha; kozmik, bilişsel ve hissi olan bir mefhumdur.
Ev çatıdır, yurttur; girildiğinde selamette olunan, insanın kendini güvende hissettiği ilk sığınak, kadim ev, baba ve oğlun inşa ettiği yapının adıdır. İnsan dünyanın bütün doğal deviniminden buraya sığınır. Bu yüzden ev, âdemoğlunun dünyevi çatısıdır. İnsan onunla sıcaktan, soğuktan, korunur, hayatını idame ettirir ve böylelikle kendine yaşam alanı sağlar.
Ev, insanın kendi kalbidir. Kendi kalbi insanın evidir. İnsan bu yüzden kendinden kaçıp yine kendine sığınandır. Günahlarından utanıp, kendi kalp evine kapanan ve aradığını yine kapandığı o kalp evinde bulandır.
Ev, “geceleyin istirahat edilen yer” anlamına gelir. İnsan akşam olunca yorulduğu bir dünyadan istirahatgâhına yani evine döner. Hem ev, İslam toplumunda kimsenin açıkta kalmadığı, aile bireylerini bir yapı altında toplayan bir kurumdur. Öyle ki, ev olgusu, Müslüman ferdi yalnızlık gibi bir duygudan müstağni kılar.
Varlığımızın başlangıcı ilk evimizdir. Tüm insanlık kendi hayat serüveni boyunca “ilk evini,” öze dönüş yolculuğunu arzular. Dünyadaki tüm semiyotik evler de o ilk eve dönüşü sembolize eder. Kişinin kendi vatanından ayrılması, aklını ve kalbini yaratıcının emretmediği şeylerle meşgul etmesi, evden uzağa bir göçtür. Öyle ki, hakikat rotasından çıkıp nedensiz yere fırtınalı suların yönüne kürek çekmektir.
Yazılan hep eve dönüş hikâyeleridir. Mecnun’un yıllarca çöllerde gezme hikâyesi aslında kalp bağlaması gereken Allah’a bir yolculuktur. Allah’a yapılan tüm yolculuklar, kulun ilk yaratılışa attığı kulaçtır. Çünkü kâinattaki tek gerçek, faili hakiki olan Allah’tır. Diğer tüm evler geçici, suni ve aldatıcıdır.
“Sür çıkar ağyarı kalpten, ta tecelli ide Hak
Padişah konmaz saraya hane mamur olmadan” diyen Niyazi Mısri, Hak’tan başka ne var ise gönülden silip atmalı ki, o kalp hakkın tecelligâhına uygun hâle gelsin. “Nasıl bir padişah kötü bir saraya gelmez ise, Allah da temizlenmeyen o kalp evine uğramaz.” diyerek, insan bedeninde en latif tecelligâh yeri olan kalbin bir hane, bir ev olduğunu bu veciz mısra ile dile getiriyor. Bu yüzden ev, aynı zamanda müminin gönlüdür.
Dünyayı baki sanıp ona bel bağlamak, Allah’tan başka evler aramaktır. Biz işte bu yüzden bir sembol olarak, bizi yaratan sonsuz kudret sahibinin Kâbe’sine gideriz. “Rızaullah” olan gerçek evin yerine, sembolik evini ziyaret ederiz. Böylelikle iyi niyet mektubunu Yaratıcı’ya sunmuş oluruz. Bundandır ki, madden gittiğimiz bir “beyt” iken, hâl dili ile o evin Rabbine şöyle deriz: “Biz özümüze dönmek istiyoruz. Bu dünya evimizin dışı ve biz hakiki evimizi arzuluyoruz.”
Mademki bir yolcuyuz; gurbette ölmek istemeyiz. Muradımız, Allahın rızasından uzağa düşüp sonsuz bir sıla içinde olmak değildir. İnsan, hakiki fail olan Allah’ın öz yurduna dönmek için sürekli evine doğru sefer eder. Hakiki failden uzağa sonsuz gurbete düşmek istemez. Tüm çabası bunun içindir.
İnancımızı rahat bir şekilde yaşadığımız beldelerimiz, mescitlerimiz, temiz tutmakla mükellef kılındığımız kalplerimiz, ahlaki değerlerimiz; tüm bunlar kendi evimiz. Kâbe ki, Allah’ın rıza kapısını sembolleyen bir başka evimiz. Nihayetsiz ahiret yurdu bizim evimiz. Bu yüzden her daraldığımızda zor durumda kaldığımızda bu evlerden birine sığınırız. Ya içinde yaşadığımız eve, ya ibadet ettiğimiz eve, ya da kalp evimize… Öldüğümüzde ise kabir evine götürülürüz.
Dünyada başımızı sokacağımız bir evimizin olmaması, insanlar tarafından terk edildiğimizi gösterir. Bu katlanılabilir olandır. Fakat biz ahiret yurdunu, dar-ı bekayı isteriz; ille de isteyenlerdeniz. Ta ki, ebedî evimize razı olunmuş şekilde dönmek uğruna dünyada derme çatma bir eve “eyvallah” deriz. Tüm hayatımız gerçek evimizin duvarlarına bir güzel taş daha koyabilmek mülahazası ve çabası ile geçer. Şairin dediği gibi, “belki de şu gök kubbede bir hoş seda” bırakarak ahiret yurdumuzu ışıklandırmaktır gaye.
Gör ki, Kur’an bizlere açıkta kalan evlerden bahsediyor. Dolayısı ile ev bir manada vefanın, ahdin, sadakatin, merhametin, gerçek kardeşler olabilmenin, özverinin, özümsemenin, sabrın ve kolektif bir şekilde hareket etmenin bildirgesini yapmış oluyor.
Ev, yaşadığımız dünyanın her alanıdır. Yaşadığımız ev de böyle muhakkak. Bir evde birey olmak aynı zamanda ahlaki birikimleri de kendinde barındırmaktır. Çünkü ev bir ailenin ikamet ettiği aynı değerler paydasında hareket ettiği yapıdır. Bu yüzden ev, ahlaki değerlerin yaşatıldığı yerdir.
Ev içinde yaşatılan değerlerle vardır. Evin içinden insanı ya da insani değerleri aldığınızda geriye beton, ahşap ve taştan başka bir şey kalmayacaktır. Nitekim kutsiyet atfedilen Kâbe’de taştan yapılmış değil midir?
İnsan eğer değer yargılarını kaybederse evini kaybeder. Kalp evi kendisinden çok uzağa düşer. O vakit tehlikelere açık hâle gelir. Muarız fikir ve gayriahlaki düşünce onun tüm benliğini ele geçirir.
Zihin evimiz, ahlak evimiz, kalp evimiz, dünya evimiz, mukaddes evimiz ve baki âlem olan evimiz. Şimdi sormak gerekir: Bizim kaç evimiz var? Daha önemlisi, gaye evlerimizi temiz tutmak iken hangi evimizin bir diğerinden ayrı olduğunu söyleyebiliriz ki?