Makale

SAKIN İNCİTME BİR CÂNI

SAKIN İNCİTME BİR CÂNI…

Dr. Halil KILIÇ
DİB Din İşleri Yüksek Kurulu Uzmanı

قَالَ رَسُولُ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ): لاَ ضَرَرَ وَلاَ ضِرَارَ

“İslam’da zarar vermek de zarara zararla karşılık vermek de yoktur.”
(Muvatta, Akdiye, 31; İbn Mace, Ahkam, 17.)

İslam, insanı merkeze alan bir din olup insanın insanla, diğer canlılarla ve çevresiyle ilişkilerini düzenleyen pek çok hüküm koymuştur. Bu hükümlerin temelinde yer alan ilkelerden biri de hiç şüphesiz zarar vermeme prensibidir. Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye’deki külli kaidelerden birinin (Mecelle, md. 19.) membaı olan yukarıdaki hadis bu prensibi çok açık ve net bir şekilde ortaya koyması bakımından ayrı bir önemi haizdir. Nitekim Ebu Davud (ö. 275), İslam fıkhının pek çok alanıyla alakalı olduğundan dolayı bu hadisi İslam fıkhının merkezinde yer alan ve fıkhın etrafında dönüp durduğu beş hadisten biri olarak nitelemiştir. (İbn Recep el-Hanbeli, Camiu’l-ilim ve’l-hikem, 1/59.)
Hadiste zarar vermekle alakalı iki temel kurala dikkat çekilmiştir: Birincisi, hiçbir surette zarar vermemek gerektiğidir. İkincisi de maruz kalınan bir zarardan dolayı zarar vererek hak almanın yasaklanmasıdır. Şimdi bu iki hususu biraz daha detaylı bir şekilde ele alalım.
İslam’da zarar vermek yoktur
Kolaylık sağlamayı genel bir prensip olarak kabul eden İslam dini, zarar verecek her türlü davranışı yasaklamıştır. Bu noktada zarurat-ı hamse olarak bilinen canın, dinin, malın, neslin ve aklın korunması genel ilkesinin temelinde yine zarar vermeme prensibi vardır. Bu genel prensip doğrultusunda kişi kendisine zarar verecek hiçbir tasarrufta bulunamaz. Örneğin cana zarar verdiği için intihar etmek; fıtratına zarar verdiği için dövme yaptırmak; aklına ve sağlığına zarar verdiği için uyuşturucu, alkol, sigara gibi ürünleri kullanmak yasaklanmıştır.
Zarar vermeme prensibi doğrultusunda, başka insanlara zarar verici her türlü tutum ve davranış da yasaklanmıştır. Adam öldürme, yaralama, gasp, hırsızlık gibi günahların yanı sıra kişilerin onuruna ve haysiyetine gölge düşüren iftira; adalet ve liyakati ortadan kaldıran rüşvet; sermayenin piyasadan çekilmesine sebep olan ve ticareti akamete uğratan faiz; emeksiz ve haksız kazanca sebep olan kumar ve şans oyunları; nesilleri bozan ve ailelerin yıkılmasına zemin hazırlayan zina vb. toplumu helake sürükleyen günahlar da bir yönüyle zarar vermeme ilkesi kapsamındadır.
Beşerî münasebetlerimiz ile toplumsal ilişkilerimizin temelinde de zarar vermeme prensibi öne çıkmaktadır. Nitekim Hz. Peygamber’den (s.a.s.) bu doğrultuda pek çok hadis nakledilmiştir. “Allah’a ve ahiret gününe iman eden kimse komşusuna rahatsızlık vermesin.” (Buhari, Nikâh, 80.); “Müslüman, diğer Müslümanların elinden ve dilinden güvende olduğu (zarar görmediği) kimsedir. Mümin de halkın canları ve malları konusunda kendisinden emin olduğu kimsedir.” (Tirmizi, İman, 12.) gibi hadisleri bu hususta örnek olarak zikretmek mümkündür.
İnsanın, insanlar haricindeki canlı cansız bütün varlıklarla olan ilişkisinin merkezinde de zarar vermeme prensibi vardır. Bu kapsamda çöp ve atıkları gelişigüzel atarak akarsu, göl ve denizler başta olmak üzere doğayı kirletmek; sigara izmariti atmak, yaktığı ateşi söndürmeden ayrılmak ve izin verilmeyen alanlarda mangal yakmak suretiyle orman yangınlarına sebep olmak; hayvanların neslinin tükenmesine sebep olacak şekilde bilinçsiz ve kural dışı avlanmak gibi tutum ve davranışlar söz konusu prensip gereğince dinen caiz görülemez.
Özetle bedenimiz, ihya ve imarla mükellef olduğumuz çevremiz ile canlı cansız bütün varlıklar bizim için birer emanettir. Bu emanetlere gereken hassasiyeti göstermemek, haddi aşmak ve zarar verici tasarruflarda bulunmak yukarıdaki hadis kapsamında yasaklanmıştır.
İslam’da zarara zararla karşılık vermek de yoktur
İntikam duygusu, insanoğlunun sahip olduğu dürtülerden biridir. Bu dürtünün bir yansıması olarak bazı insanlar, genellikle maruz kaldığı bir zarar karşısında eş değer hatta daha fazla bir zararla karşılık verme isteği duyarlar. Oysaki yukarıda ifade edildiği üzere zarar vermemek nasıl genel bir kural ise verilen zarara, zararla mukabelede bulunmamak da bir başka genel kuraldır.
Buradan kişinin kendisine yapılan bir saldırıya karşı koymasının yasak olması gibi bir sonuç çıkarılmamalıdır. Elbette ki böyle bir durumda kişinin kendisini meşru çerçevede savunma hakkı vardır. Bu hadisten kastedilen, maruz kalınan bir zararı tazmin etmek için İslam’ın onaylamadığı yöntemlere başvurularak zarar verilmesidir. Örneğin bir kimse aracına zarar veren kişiden tazmin talebinde bulunabilir ama bu zararını onun aracına zarar vererek telafi edemez.
Bu doğrultuda öldürülen yakınının intikamını almak için kan davası adı altında suçlu olsun veya olmasın bir başkasını öldürmek, hak ettiği ücreti tam alamamasına karşılık iş yerinden gizlice para veya mal almak/çalmak gibi bazı yanlış ve yasak uygulamalar, bu genel kuralın ihlal edilmesinin birer neticesidir. Dolayısıyla maddi veya manevi bir zarara maruz kalan kişinin karşı tarafa zarar vermek suretiyle bir hak arayışına girmesi caiz değildir. Böyle bir durumda yapılması gereken; bilirkişiler, arabulucular veya yetkili merciler vasıtasıyla maruz kaldığı zararın tazminini talep etmektir.
Her türlü meşru yönteme başvurup elinden geleni yapmasına rağmen hakkını alamayan veya uğradığı zararı tazmin edemeyen kişi, hukuk dışı yollara başvurarak kendince bir hak arayışına giremez. Böyle bir kişiye düşen sabır ve teenni ile hareket etmek ve bu dünyada alamadığı hakkını ahirete havale etmektir. Unutulmamalıdır ki her şeyin hesabının sorulacağı ve hiçbir zulmün karşılıksız kalmayacağı bir ahiret hayatı var ve elhamdülillah ki biz de bu ahiret hayatına inananlardanız.
Öyleyse haklı olalım ya da olmayalım, zarara uğrayalım ya da uğramayalım, başkalarına zarar vermemek noktasında azami gayret göstermek ve “Sakın incitme bir cânı, yıkarsın arş-ı Rahman’ı” hassasiyetiyle hareket etmek müminlerin şiârı olmalıdır.