Makale

İSLAM BELDELERİNİN SEMBOLLERİ OLARAK ŞİÂRLAR: CAMİ, MİNARE, EZAN, MUSHAF

İSLAM BELDELERİNİN SEMBOLLERİ OLARAK ŞİÂRLAR:
CAMİ, MİNARE, EZAN, MUSHAF

Prof. Dr. Özcan HIDIR
İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi


“Ayırıcı özellik, bir şeyi başka bir şeyden ayıran, onu diğerlerinden farklı kılan, onun tanınmasına sebep özellik, nişan, alamet” anlamında “şiâr” Allah Teâlâ tarafından ortaya konan, O’na ubudiyete vesile olan, tazim gösterilip korunması gereken ibadet ve sembollere denir. Kur’an’da şiâr kelimesi yer almasa da “dinin gerçekleştirilmesini emrettiği hususlar” anlamındaki çoğul olarak “şeâir” farklı ayetlerde yer alır. Sünnetin yön verdiği şiârlar da söz konusudur.
Şiârlar, geniş bir anlam haritasını, derin manaları, manevi arka planı insanın şuuruna getiren sembollerdir. Bu yönüyle şiâr, şuur ve hatta şuurumuzu sembollerle ifade eden sözler olarak şiir de aynı köktendir. Bu itibarla aslında şiârlar şuurlandırmak için olup dış görünüşlerin çok ötesinde değer ifade eder. Milletler, medeniyetler, kültürler hatta ideolojiler sembolleriyle tanınıp bilinir. Bununla beraber şiârlar birer aracıdır. Kendileri bizatihi değerli olmakla birlikte esas değeri onlara yüklenen, içine yerleştirilen manalar ve öz barındırır. Mesela bir şehri şehir yapan şehirde yaşayanların idrak edebileceği sembol ve şiârların bütünsel bir ahenk içerisinde olması durumunda ortaya çıkar. Bu durumda şehir idrak edilip ruhu hissedilir ve şehre/beldeye aidiyet artar. Bu meyanda cami, minare, ezan gibi sembol ve şiârlar şehre mana katan ve aidiyeti muhafaza eden önemli unsurlardır. Dolayısıyla şiârlar zarf yani içerdikleri anlamın ön yüzleri olup onu değerli kılan içindeki mektup/mazruftur. Bu doğrultuda şiârlar, İslam’ın topluma ve sosyal hayata bakan yönleri olarak Allah’ı, Kur’an’ı, Hz. Peygamber’i, İslam’ı, Müslümanları hatırlatan semboller ve alametlerdir.
Şiâr ve şeâirin neler olduğu yönünde âlimler arasında muhtelif görüşler vardır. Bazı âlimler bunun muhtevasını genişletirken bazıları daha dar çerçevede ele almışlardır. Buna göre en büyük dört şiâr olarak Kur’an, Kâbe, Peygamber ve namaz kabul edilmiş; buna ilave olarak da Allah’ın kendine has kıldığı ve manen O’na yaklaşma vesilesi yaptığı, duyularla algılanabilen dinî sembolleri de bu terim içinde kabul etmiş; bunlara saygı göstermeyi Allah’a saygı göstermek, saygısızlığı ise O’na saygısızlık yapmak olarak anlamışlardır. Zira şiârlar Müslümanlar için bilinen
anlamları ötesinde bambaşka sembolik anlamlar taşır. Mesela ezan, fıkıhtaki yerinin ötesine geçen karizmatik bir sembol olarak Müslüman’ın olmazsa olmazlarından olan bir şiârdır. Bu açıdan sadece namaza çağrı, namaz vakitlerinin tespiti değil, şehirlerin, ülkelerin ve yeryüzünün kimliği olarak öne çıkmıştır. Minareler, İslam beldesi olmasının göstergesi olduğuna işaret etmesi bakımından önemli sembolik anlamlar içerir. Kur’an’ın kitap hâline getirilmiş şekli “Mushaf” ise “Mushaf-ı şerîf” nitelemesiyle Müslümanların tazim ettiği bir semboldür. Bu şiârlar bir Müslüman için âdeta bilişsel ve ruhi terapi mesabesindedir.
Biz de bu yazımızda dinî şuurumuzu inşa eden şiârlardan “cami”, “minare”, “ezan” ve “Mushaf”ı birer şiâr olarak ayrı ayrı ele alacağız.
Camiler
Bilindiği üzere her inanca göre ibadetlerin yapıldığı yerlere farklı isimler verilmiştir. Müslümanlar mabetlerine “mescit-cami” ismini vermişlerdir. Camiler, Allah’ın adının anıldığı ve kendisine kulluk görevinin yerine getirildiği yerler ve Allah’a en sevimli mekânlar olarak minber, mihrap, kürsü gibi içindeki unsurları ile farklı sembolik çağrışımlara sahip olup bir bütün olarak İslam’ın önemli şiârlarındandır. Müslümanların ibadet için toplandıkları büyük mekâna cami, küçüğüne mescit, binası olmayıp üstü açık olanlara da namazgâh/musalla denir. Zira bütün camiler bu önemini, şiârların en önemlilerinden olup yeryüzündeki ilk cami olan “Beytullah-Mescid-i Haram”dan alır. Hz. Peygamber (s.a.s.), hicret sırasında Medine’ye girmeden bir süre kaldığı Kuba’da, daha sonra “Takva Mescidi” adıyla da anılan ilk mescidi kurdurmuştur.
Bu doğrultuda Resul-i Ekrem’in özel bir değer atfettiği ve ibadet maksadıyla yolculuk yapılacak camiler olarak gösterdiği Mescid-i Haram, Mescid-i Nebevi ve Mescid-i Aksa, birer şiâr olarak sembolik anlamları en yüksek camilerdir. Aynı zamanda ilim ve eğitim öğretim merkezleri de olan camiler, ulu camiler veya Osmanlı’daki “selatin” camileri olarak İslam şehirlerinin de merkezinde yer almış; ona ruh veren en sembolik yapıları olmuştur. İslam şehirleri şiârlar olarak bu ulu camiler etrafında inşa edilip gelişmiştir. Bugün Mekke denildiğinde Mescid-i Haram, Medine denildiğinde Mescid-i Nebevi, Kudüs denildiğinde Mescid-i Aksa, Şam denildiğinde Emevi, Edirne denildiğinde Selimiye, İstanbul denildiğinde Sultanahmet, Süleymaniye, Fatih gibi sembol camiler akla gelir. Bu yönüyle camiler, bulundukları beldenin Müslüman beldesi olduğunun simgeleridir. Bir beldeye gidildiğinde, mabetlerinden o belde halkının hangi dine mensup oldukları anlaşılır. Bu manada, gökyüzüne uzanan minareleriyle camiler, İslam’ın o beldedeki simgesi ve ülkenin tapusudur.
Kelime anlamından da hareketle toplayan, bir şeyin bir kısmını diğer kısmına katan, uzlaştıran ve barıştıran anlamlarına gelen cami, dinin en temel kurumsal yapısı olarak toplumda ortak bir şuurun, birlik, beraberlik ve eşitlik duygusunun oluşmasına önemli katkılar sağlayan bir şiârdır. Cami, toplumun her kesiminden insanın herhangi bir ayrıma gitmeden bir araya geldikleri, kaynaştıkları, aynı heyecanları yaşadıkları, kardeşlik, birlik ve beraberlik duygularının doruk noktasına ulaştığı kutsal mekândır. Bu yüzden İslam’da cami, özel bir konuma sahiptir. Dolayısıyla camiler toplumsal hayatın merkezine yerleşmiştir. Kur’an-ı Kerim’de, camiler “Allah’ın adının anıldığı, sabah akşam tesbih edilip namazların kılındığı evler” (Nur, 24/36.) olarak tanımlanır. Bu, camilerin ferdî ve toplumsal anlamda mabet olma işlevini ortaya koymaktadır. Bu açıdan camiler, toplumsal kimliğin oluşumuna katkı sağlamış ve İslami değer eğitiminin ayrılmaz parçası olmuştur. Camiler, değerlerin toplumdaki bireylere kazandırılması, nesilden nesle aktarılarak muhafazası, toplumun kendine has kimliğinin oluşmasında yaygın din eğitimi kurumu olarak oldukça önemlidir. Bu yönüyle camiler sığınma, korunma duygusunun ve toplumsal istikrarın da adresleridir.
Minare
“Işık veya ateş çıkan, görünen yer” gibi manalara sahip “minare”, cami ile bütünleşerek İslam’ın önemli şiâr/sembollerinden biri olmuştur. Hatta minare sembolik önemiyle camilerin en karakteristik unsurunu teşkil eder. Minarelerin en göz alıcı ve sembolik yeri, tepesinde yer alan külah ve alemleridir. Minarenin saçtığı ışık, müezzinin davudi sesi olup alfabesi de kula kulluktan Allah’a kulluğa çağıran ezan-ı Muhammedî’dir.
Bir şiâr olarak minarenin verdiği belki de en önemli mesaj, İslam medeniyetinin statik değil dinamik bir seyir çizdiğinin sembolü olmasıdır. Minarenin bulunduğu her toprak parçası, bulunduğu yerin İslam oluşunun, en yüce olanın İslam olduğunun habercisidir. Gayrimüslim beldede dahi ezan okunmasa bile minare gören bir Müslüman’ın kalbindeki mutluluğa paha biçilemez. Bu bile başlı başına minarelerin medeniyetimiz açısından ne denli mühim bir şiâr olduğunu gösterse gerektir. Tarihte muhtelif zaman ve coğrafyalarda inşa edilen İslam şehirlerinin ufki düzeni içerisinde minare, İslam şehir silüetinin özgünlük kazanmasını sağlamıştır. Dolayısıyla camilerin bir nişanesi olarak minareler, bütün bileşenleriyle İslam şehirlerinin önemli sembolü olmuştur. Minarelerin uç kısmındaki alem, Allah’a yapılan duaların en yoğun hâle dönüştüğü ve yücelere/göklere en yakın olduğu noktayı sembolize eder. Bu itibarla minare, âdeta camilerin imzası/mührü ve en kıymetli süslemesi gibi olup camiler yapısal bir fonksiyon icra yerleriyken minareler bir temsil ve görünürlük şiârıdır.
Ezan
Cami ve minare ile bütünleşmiş İslam’ın en önemli şiârlarından biri de ezandır. Ezan aracılığıyla halka namaz vaktinin girdiği ve Allah’ın büyüklüğü, Hz. Peygamber’in Allah’ın kulu/elçisi olduğu ve namazın kurtuluş olduğu bildirilir. Millî Şairimiz Mehmet Akif’in İstiklal Marşı’ndaki şu dizeleri ne anlamlıdır:
“Ruhumun senden ilahî şudur ancak emeli,
Değmesin mabedimin göğsüne namahrem eli,
Bu ezanlar ki, şehadetleri dinin temeli,
Ebedî yurdumun üstünde benim inlemeli.”
İslam’ın şiârı ve Müslüman varlığının sembolü olarak kabul edilen ezan sadece namaza çağrı değil, Müslümanların hayatının her anına yer etmiş ibadet ve şiârdır. Yeni doğan bebeğin sağ kulağına ezan, sol kulağına kamet okunur, işitildiğinde tekrar edilir, dinlendikten sonra dua okunur. Doğduğumuzda kulağımıza okunan ezan, ömür boyu kulağımızda çınlayacak; günde beş defa minarelerden tekrarlanan ezanlar ise, gök kubbe altında daima yankı yapacaktır.
Diğer yandan ezan, İslam dünyasında fetihlerin vazgeçilmez bir unsurudur. Mekke’nin fethinden beri, ele geçirilen her beldede yapılan ilk uygulamalardan biri ezan okumak olmuştur. İslam’ın akustik bir şiârı olan ezan henüz Müslüman olmayan kulaklar için de oldukça önemi haizdir. Kâbe’de, Medine’de, İstanbul’da, Kahire’de güzel sesli müezzinlerin “deruni-davudi” ses ve tarzda okuduğu ezanlar -ve tabiatıyla Kur’an tilavetleri- hemen her milletten insanın İslam’a girişinin kapısını açmaktadır.
Mushaf (Mushaf-ı şerif)
Hz. Ebu Bekir döneminde iki kapak arasında cem edilen, Hz. Osman döneminde çoğaltılan Kur’an nüshaları için kullanılmış özel bir isim olan “Mushaf”, İslam’ın en temel şiârlarından biridir. Mushaf, Allah’ın kelamı, Kur’an’ın sahifelere dökülmüş hâli, görünür kılan şiârıdır. Mushaf denildiğinde zihnimizde Kur’an canlanır. Bu yönüyle Mushaf, en önemli şiârlardan olarak tazimde bulunulması gereken Kitap’tır.
Nitekim medeniyetimizde, gerek Hz. Osman’ın bazı bölgelere gönderdiği Mushaflar gerekse onlardan istinsah edilen Mushaf nüshaları birer şiâr olarak özenle korunmuş; bunların bulunması o ülke/belde için şeref vesilesi kabul edilmiştir. Yine medeniyetimizde, “Mushaf-ı şerif” diye nitelenerek camiler, evler ve benzeri mekânlarda tazimle okunup en güzel yerlere konmuş, konmaktadır.
İslami şiârlar neden İslamofobik saldırıların hedefi oluyor?
İslam’ın görünen yüzleri olan şiârlar hemen her devirde hedef olmuştur. Bu sebeple cami, minare, ezan ve Kur’an-Mushaf gibi şiârların Müslüman hafızasındaki ve İslami kimliğin oluşum ve muhafazasındaki önemini iyi bilen politik oryantalistik arka plana yaslanan İslamofobikler, özellikle 11 Eylül sonrasında Batı’da -ve Hindistan’da- onları hedef seçmişlerdir. Bu bağlamda cami saldırıları, minare yapımının ve ezanın açıktan okunmasının yasaklanması, cami, minare, ezan ve Mushaf gibi şiârların sembolize ettiği İslami kimlik ve değerlere yönelik kültürel ırkçı tutumların göstergesidir.
Son yıllarda Yeni Zelanda, Kanada, İngiltere, Almanya gibi pek çok Batı ülkesinde büyük çapta cami saldırıları, camilerin yakılması, cami bahçelerine domuz başları atılıp duvarlarına ırkçı sloganlar yazılması hadiseleri malumdur. Yine bu bağlamda son yıllarda alabildiğine yüksel(til)en aşırı sağcı-solcu İslamofobikler tarafından ABD, İsveç, Danimarka, Hollanda, Finlandiya ve Norveç gibi ülkelerde Kur’an-Mushaf yakma/yırtma olaylarını da biliyoruz. Bu bağlamda şunu vurgulayalım ki Mushaf, Hz. Peygamber ve camiler son yıllarda İslam karşıtlarının en çok hedefe koyduğu İslami şiârlar olmuştur ki onlar, söz konusu şiârların İslam’daki yerini, Müslümanların hafızasındaki değerini çok iyi bilmektedir.
Ancak şurası bir gerçektir ki ruhumuzu, belleğimizi ve şiârlarımızı hedef seçenler tarihte kazanamamış, kazanamayacaktır. Nasıl ki annelerimizin dualarını kulağımızdan çekip almaya kimsenin gücü yetmezse, maddenin içinden manayı, zamanın içinden maziyi, kimliğimizden de şiârlarımızı koparmaya da kimsenin gücü yetmeyecektir. Bunun en önemli şartı şiârlarımızı “mukaddes emanetler” olarak şuurla, hürmet ve itina ile muhafaza etme gayretimizdir. Zira şiârlar kolektif belleklerimiz olarak İslam kimliğini inşa edip diri tutmada oldukça önemli olmuş, olmaya da devam edecektir.
Dolayısıyla şiârlarımıza sahip çıkmak, kendimize, kimliğimize, dinimize, maneviyatımıza, coğrafyamıza sahip çıkmaktır.