Makale

MUHAMMED SAİD RAMAZAN EL-BÛTÎ MODERN ÇAĞIN ÇOK YÖNLÜ BİLGİNİ

MUHAMMED SAİD RAMAZAN EL-BÛTÎ
MODERN ÇAĞIN ÇOK YÖNLÜ BİLGİNİ


Enbiya YILDIRIM


Son yüzyıllık süreçte, İslam dünyasını kitapları ve konuşmalarıyla etkileyen bilginlere baktığımızda, büyük bir birikime sahip olduklarını ve bilgiyi çok güzel bir şekilde işleyerek zamanımız insanına sunduklarını, başka bir ifadeyle mütefekkir olduklarını görmekteyiz. Kitapları farklı dillere çevrilen bu bilginler İslam’ın güzelliklerini yeni bir üslup ile zamanın insanına sunduklarından ve karşılaşılan sorunlara çözüm ürettiklerinden dolayı çok önemli bir hizmet gerçekleştirmişlerdir. Onlar dinimizin çağlar üstü oluşunun canlı şahidi olmuşlardır, olmaktadırlar. Ramazan el-Bûtî de onlardan biridir.
1929 yılında Cizre’de doğdu. Bu bölge Botan içinde yer aldığından ailesi Bûtî nispetiyle tanınmıştır. Babası Molla Ramazan, âlim kimliği yanında şeyh olan bir insandı. Babasının kararıyla ailece 1934 yılında Şam’a göç ettiler. Babasının tek oğlu olan küçük Muhammed o sıralar dört yaşındaydı. Şehirde özel bir okulda eğitime başladı. O dönemin meşhur hocalarından dersler alarak kendisini yetiştirdi. Ancak kendi ifadesine göre yetişmesinde en büyük pay, ona çeşitli dersler okutan babasına aittir. Her zaman halkın arasında olacak olan Muhammed Hoca, eğitimine devam ederken on yedi yaşından itibaren vaaz vermeye de başladı.
Üniversite öncesi öğrenimini Hasan Habenneke riyasetinde İslami Rehberlik Enstitüsünde tamamladıktan sonra 1953 yılında Ezher Üniversitesi Şeriat Fakültesine kaydoldu. Arap Dili Fakültesinden de 1956 yılında pedagojik formasyon aldı. Memleketine döndükten sonra 1958-1960 yıllarında Humus’ta öğretmenlik yaptı. Birikimi sayesinde Şam Üniversitesi Şeriat Fakültesine asistan oldu. Buradayken Ezher’e gönderildi ve “İslam Şeriatında Maslahatın Kuralları” teziyle doktorasını tamamladı. Döndükten sonra fakültesinde görevine devam etti ve sırasıyla doçentlik ve profesörlük ünvanlarını aldı.
Üniversite hocalığı yanında Şam Emevi Camii ile diğer mescitlerde dersler, vaazlar ve hutbeler veren Bûtî, 1993’te emekli olduktan sonra da üniversitedeki ve camilerdeki derslerini sürdürdü. Dünyadaki pek çok kuruluşta yer aldı ve uluslararası toplantılara katıldı. Bunun yanında çalışmaları nedeniyle ödüller kazandı. 2013 yılında Şam’daki İman Camii’nde ders verdiği sırada patlatılan bomba ve ardından açılan ateşle hayatını kaybetti. Önünde açık olan Mushaf, kanına bulandı. Cenazesi Selahaddin Eyyubi’nin türbesinin yanına defnedildi.
On üç yaşında annesini kaybetmesinin ardından babasının evlendiği Türk hanımefendi nedeniyle Kürtçeye ilave olarak Türkçe de öğrenen Bûtî, on sekiz yaşında evlendi ve altısı erkek biri kız, yedi çocuk sahibi oldu. Kendisi babasının tek oğluydu.
İlmî çizgisi
Ramazan el-Bûtî’nin gerek konuşmalarına ve gerekse kitaplarına bakıldığı zaman şöyle bir tavır takındığı görülür: İslam medeniyetini bir ağaca benzetecek olursak bu ağacın korunması ve bakımının yapılması, bu arada kesilmesi gereken kurumuş dallar varsa bunların da budanması... Dolayısıyla o, ümmetin bu çağa taşımış olduğu değerlerin korunmasını isterdi. Bu yüzden ümmete mal olmuş şahsiyetlerden ve tarihsel mirasımızdan fedakârlık yapmazdı. Velhasıl kuşatıcı bir yaklaşımı vardı. Bunu yaparken de eleştirdiği kişi ve fikirlere karşı dışlamayan bir dil kullanır, İslam coğrafyasının daha iyi bir hâle gelmesi için çabaladığını karşıdakine hissettirirdi.
Bir örnek verecek olursak: Belli kesimlerde İbn Teymiyye düşmanlığı yapılmasına rağmen o, zaman zaman ilim dairesinde eleştirdiği bilgini asla bir hasım konumuna indirgememiştir. Tam tersine ehl-i sünnetin bir değeri olarak kabul etmiştir. Onun bu kucaklayıcı tutumu geniş birikiminden ve İslam dünyasının sorunlarını çok yakından bilmesinden kaynaklanmaktaydı. Ümmete yeni dert üretmek değil tam tersine problemleri çözmenin peşindeydi.
Çağı ihmal etmeden geleneği korumak
Ramazan el-Bûtî, İslam toplumlarındaki çağdaş problemleri yakından takip eden biri olarak meseleleri yoğun bir şekilde ele almıştır. Bunu yaparken geleneği her zaman öne çıkarmış, gelenekselin korunması hususunda hassasiyetle durmuştur. İslam ümmetinin genel yapısını temsil eden ehl-i sünnet yoluna tabi olduğundan Batılı çağdaş felsefeciler, müsteşrikler, İslam dünyasında onlardan etkilenenler, Müslüman ıslahatçılar, Selefiler ve radikal dinî gruplar her zaman onun eleştiri oklarını üzerlerine çekmiştir.
Özellikle çağdaş Selefiliğe cephe alan ve Selefilik Değerli Bir Merhaledir Ancak İslam Mezhebi Değildir adlı kitabı yazan Bûtî, bu hareket karşısına alternatif olarak fıkıh usulünü koymuş ve içtihat kapısının açık olduğunu bu nedenle günümüzde farklı fetva veren uzmanların Selefin yolundan çıkmış olarak nitelenemeyeceğini belirtmiştir. Ayrıca günümüzde kendilerini Selefi olarak görenlerin, Selef olarak tanımlanan geçmiş ulemanın her konuda aynı şekilde düşünmediklerini bilmeleri gerektiğini söyleyerek ümmetin hareket alanının daraltılmasına karşı çıkmıştır. Keza yine o, aynı zamanda Selefiliğe de bir cevap olan Mezhepsizlik İslam Şeriatını Tehdit Eden En Büyük Tehlikedir adıyla kaleme aldığı kitabında, içtihat yapamayacak durumda olanların dinî zorunluluk olmasa bile bir mezhebe bağlı kalmalarının gerekli olduğu üzerinde durmuştur. Bununla birlikte herhangi bir tikel meselede içtihat edecek düzeyde birikime sahip olan ve farklı bir sonuca ulaşan kimsenin mezhep imamını taklit etmesinin zorunlu olmayacağı söylemiştir. İçtihat hususundaki meramını şöyle özetlemiştir: “Bizim zamanımıza has olan şartları ve problemleri çalışmak mutlak olarak zorunludur. Bizim ciddi ve samimi olarak eskiden olduğundan daha farklı hâle gelmiş değer ve âdetleri incelememiz gerekir. Bunun Allah’ın bize yüklediği temel vazifelerden biri olduğunda şüphe yoktur.”
Mezhebe uymanın önemi bağlamında, “İnsanlar, imamlarına uymayı bırakırlarsa ne olur?” sorusuna şu mantıklı cevabı vermiştir: “Bu, insanların evlerini inşa ederken mühendislerin bilgisini, hastalarını tedavi ederken doktorların bilgisini, fabrikalarını işletirken uzmanların bilgisini yok saymaları gibi bir şeydir. Bunun sonunun nereye varacağında bir şüphe yoktur: Tehlikeli bir kaos! İnsanlar kendi evlerini yıkacaklar, sağlıklarını kaybedecekler ve fakirliğe maruz kalacaklar. Bütün bunlar insanların içtihadı gerçek yerinden indirip hiçbir kurala uymaksızın onu kullanmalarından ve toplu iş birliği, yardımlaşma, öğretim ve farklı insan gruplarına danışmaktan oluşan fıkhi uygulamaları yok saymalarından kaynaklanır.”
Tasavvuf
Sufi bir ailede yetişen ve İbn Ataullah İskenderi’nin Hikem’ini harika bir şekilde şerh eden Bûtî, tasavvufu İslam’ın özünün hayata yansıması olarak görmüş, insanı imanında kemalata ulaştıracak olanın tasavvuf olduğunu ifade etmiştir. Bununla birlikte tasavvuf adına ortaya konan her şeyin Kur’an ile sünnete dayanması gerektiğini belirtmiştir. Bu nedenle ölçüye uymayan tüm anlayışları ve bidatleri şiddetle eleştirmiştir. Son dönemlerdeki yapılanmalarda var olan bidatler hususuna dikkat çekmiş ve uygulanan hâliyle rabıtanın yanlış olduğunu ifade etmiştir. Bu yaklaşımı büyük tepki toplasa da düşüncesinden geri adım atmamış ve yardımına koşan babası da oğlunun haklı olduğunu söylemiştir. Keza o, tasavvufun bencil menfaatlere alet edilmesi hususunda insanları uyarmış, para, siyasi etkinlik ve manevi lider olarak güç kazanmak isteyenlere dikkat çekmiştir.
Eserleri
Geride İslami ilimler, edebiyat, tasavvuf, felsefe, sosyoloji ile medeniyet sorunlarını kapsayan çok geniş yelpazede altmıştan fazla çalışma bırakan ve bunların bir kısmı üniversitelerde ders kitabı olarak okutulan, bir âlim olarak yazdıkları mutlaka dikkate alınan, vaaz ve hutbeleri kasetlerle çoğaltılarak binlerce insana ulaşan Bûtî’nin kitaplarından birkaçı şunlardır:
1. İslam’da Cihad: Nasıl Anlamalıyız ve Nasıl Tatbik Etmeliyiz? Cihad konusuna nasıl baktığını ele almaktadır. Cihadın savaş dışında da çeşitleri olduğunu belirtmektedir. Ayrıca cihadın gerekçesinin Müslümanlara yönelik iç ve dış tehditlere önlem almak ve İslam’ı yaymak amacıyla konulduğunu söylemektedir.
2. Fıkhu’s-Sireti’n-Nebeviyye. Hz. Peygamber’in İslam’ı nasıl uyguladığını ele aldığı bir eserdir. Oryantalistler ile onların etkisinde kalanları yeri geldikçe eleştirmektedir.
3. Müminlerin Annesi Aişe. Müminlerin annesinin hayatını edebî bir dille anlatmaktadır.
4. İslam’a Dönüş Yolunda. İnsanları dinimize davet etmenin yöntemini ele almaktadır.
5. Batı Sisteminin Zorbalığı ile İlahi Yasanın İncelikleri Arasındaki Kadın. İslam ile Batının kadına yaklaşımını karşılaştırmaktadır.
Rejimle ilişkileri:
Tedbirli ve diplomatik
Arap milliyetçisi Baas Partisi 1963’teki darbeyle Suriye’de iktidara geldi. 1966’da yönetim büyük oranda Nusayrilerin eline geçti. 1971’de de Hafız Esed cumhurbaşkanı oldu. Bu süreç yaşanırken gençlik döneminde İhvan-ı Müslimin hareketine sempati duyan, etkinliklerine katılan Bûtî, babasının da yönlendirmesiyle olabildiğince siyasetten uzak kalmaya gayret etti.
Rejim, dindarlara ve İslami faaliyetlere karşı baskı ve şiddet uygulamaya başladı. 1976’da rejim muhalifi Mervan Hadid’in hapishanede işkenceyle öldürülmesiyle olaylar çığırından çıktı. Çeşitli kurumlara silahlı saldırılar düzenlenmeye ve ölümler olmaya başladı. 1979’da Halep Topçu Okulunda seksen üç Nusayri asker bu saldırılardan birinde öldürüldü. Bûtî, kendisini siyasetin dışında tutmaya çalışsa da bu hengâmede yönetimden yana tavır almaya başladı ve söz konusu eylemlerin meşru olmadığını söyledi.
1980’li yıllardan itibaren muhalifler ülkeyi terk etmeye başlamışken o iktidarla ilişkilerini daha da güçlendirme yoluna gitti. Hatta 1982’deki Hama katliamı da dâhil olmak üzere yönetimin gerçekleştirdiği tüm silahlı-silahsız eylemlere sessiz kaldı. Bunun yanında zaten idare tarafından konulmuş olan Müslümanlara yönelik kamu kuruluşlarındaki başörtüsü yasağı ile sıkı sansür ve benzeri bazı kısıtlamaların kaldırılması nedeniyle de Hafız Esed’e teşekkür etti. 2000’de her zaman hayırla yâd ettiği Hafız Esed’in cenaze namazını kıldırmasından sonra da -Suriye müftüsü Ahmed Hassun ile birlikte- oğlu Beşşar’ın yanında yer almayı sürdürdü. Hatta 2011’de Tunus’ta başlayıp Suriye’ye de sıçrayan Arap Baharı eylemleri döneminde eli tutan herkesin silahla Suriye ordusuna katılması ve muhaliflerle çatışması fetvasını verdi. Onun yukarıda tanıttığımız Cihad kitabını burada yazdıklarımızla birlikte değerlendirmekte fayda vardır.
Rejim muhalefeti tarafından hiç sevilmeyen, halkın zulümle mücadelesini engelleyerek sistemi meşrulaştıran kimse olarak görülen Bûtî’nin öldürülmesindeki sis perdesi bugüne kadar aralanamamıştır.
Sonuç olarak Bûtî, içeriden yenilenme ve değişim taraftarı biriydi. Çatışmaların ülkeyi felakete sürükleyeceğini ve bir sonuç getirmeyeceğini, İslam’ın öğrenilmesinde bir engel bulunmadığını, dış güçler tarafından memlekette bir oyun sergilendiğini, bu nedenle eylemlerin anlamsız olduğunu kabul ediyordu. Zaman, kimin haklı olduğunu elbette gösterecektir ancak onun şu sözünü bu bağlamda mutlaka zikretmemiz gerekmektedir: “Benim devamlı yazmamı sağlayan nedir, diye kendime soruyorum. Şöhretimle ilgili olarak diyebilirim ki umduğumdan daha çoğunu elde ettim. Mülk ve zenginliğimle ilgili diyebilirim ki Allah bana ihtiyaç duyduğumdan çok fazlasını ihsan etti. İnsanların saygısı hususunda da layık olduğumdan ötesini elde ettim. Bütün bunların sonunda fark ettim ki meçhul Müslüman kardeşlerimin benim için yaptıkları ferdî dualar dışındaki her şey faydasız ve zevksiz.”