SAHABE-İ KİRAMIN İSLAMİYET’İ YAYMA AZİM VE GAYRETİ
Prof. Dr. Eyüp BAŞ
Kopenhag Din Hizmetleri Müşaviri
Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed’in (s.a.s.) örnekliği Müslümanlar için her zaman çok değerli oldu. Özellikle onun İslamiyet’i her insana ulaştırma sorumluluğuna bağlı olan gayreti daha Mekke’deki zor zamanlarda örnek alındı. İnanç olarak İslamiyet’i seçen her Müslüman, Hz. Peygamber’den öğrendiklerini etrafındakilerle paylaşıp onların da hidayete ermeleri için özel çaba gösterdi. Hicret sonrası Medine hayatında ise bu konuda oldukça fazla imkân ve fırsat bulundu. Hemen her konuda olduğu gibi İslam öğretisini yayma konusunda da Hz. Peygamber’e son derece bağlı olan ashab-ı kiram, öğrenilen doğru ve güzel şeylerin başkalarına öğretilmesi gerektiğini onun pek çok hadisinden öğrendi. Bunun belki de en etkili olanı İslam’ın kıyamete kadar bütün insanlığa hidayet kaynağı olacak Cenab-ı Hakk’ın buyruklarını içeren Kur’an-ı Kerim’in öğrenilmesi ve öğretilmesi ile ilgili hadisiydi: “Sizin en hayırlınız, Kur’an’ı öğreneniniz ve öğreteninizdir.” (Tirmizi, Fedâilü’l-Kur’ân, 15.)
Hz. Peygamber’in 632 yılında ahirete irtihalinden sonra artık Müslümanlar kendilerine emanet edilen İslam öğretisini yaşatmak durumundaydılar. Başta Allah Resulü’nün hicret arkadaşı ve ilk halifesi Hz. Ebubekir olmak üzere, daha sonra Müslümanların yöneticiliğini yapacak olan Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali, bu uğurda çok gayret gösterdiler. Ashab-ı kiramın önde gelen isimleri de onlara her zaman yardımcı oldular. Hz. Peygamber aracılığıyla tüm insanlığa son bir uyarıda bulunmuş ve bu uyarının bütün ayrıntıları Kur’an-ı Kerim’de toplanmıştı. İşte sahabe nesli, gerek Hz. Peygamber’e gösterdiği bağlılık ve teslimiyet gerekse yüce Kur’an’ın mezkûr özelliğini çok iyi anladıkları için İslam’ın yayılması ve doğru anlaşılmasında önemli bir yere sahip oldu.
İslam’a girmeye zorlanmadıkları hâlde büyük bir kısmı ömrünü Resulüllah’ın yanında geçirmiş, onunla İslam’ın yayılması için gayret göstermiş olan sahabe nesli, ilk halife Hz. Ebubekir’den itibaren aynı uğurda Müslüman idarecilerin yanında yer aldı.
Hz. Peygamber vefat etmeden önce Arap Yarımadası’nın tamamında sağlanan İslam hâkimiyetinin karşısında dönemin iki büyük devleti Bizans ve Sasaniler vardı. Artık sınır komşusu olunan bu siyasi otoritelerle, eskisinden daha fazla karşı karşıya gelmek mecburiyetinde kalınmıştı. Böyle bir durumda kimi zaman gerginlikler yaşanıyor, Müslümanların bölgede kısa sürede elde ettikleri başarılar Bizans ve Sasani yönetimlerinde kaygı oluşturuyordu. Bu nedenle iki imparatorluk hem sınır bölgelerinde yaşayan halklarına baskı uyguluyorlar hem de askerî anlamda tedbirler alıyorlardı.
Dolayısıyla Hz. Ebubekir döneminde Bizanslılarla yapılan ilk savaşların hedefi bölgenin güvenliğini sağlamak, orada yaşayanların uğradığı zulüm ve haksızlığa son vermek olmuştu. Hz. Ebubekir, bu amaçla 633 yılı sonbaharında her biri 3000 kişiden oluşan üç ayrı birliği Suriye’nin güney ve güneydoğu sınırlarına göndermeyi kararlaştırdı. Ashap içerisinde askerî maharetleriyle bilinen Yezid b. Ebu Süfyan ile Şürahbil b. Hasene’yi Tebük-Maan istikametinde; Amr b. As’ı Eyle üzerinden sahil istikametinde yola çıkardı. Kısa bir müddet sonra orduların mevcudu 7500’e ulaştı. Başkumandanlığa önce Amr b. As, daha sonra ise Ebu Ubeyde b. Cerrah getirildi. Vadilarabe, Filistin’deki Kaysariye ve Gazze şehirleri fethedildi. Bu sırada Halife’den emir alan Halid b. Velid, Dımaşk şehri yakınlarına ulaşıp Mercirahit karargâhındaki Bizans askerlerini mağlup etti. Daha sonra Dımaşk’ın güneyine doğru ilerleyerek diğer kumandanlarla birleşti ve Busra şehrini fethetti. Bizans’a karşı 634 yılında Suriye’de yapılan Ecnadeyn Savaşı sonunda Filistin’in kapıları Müslümanlara açılmış oldu.
İkinci halife Hz. Ömer de Bizans İmparatorluğu’na karşı Suriye cephesindeki savaşlara ara verilmeden devam edilmesini tercih etti. Suriye bölgesine gönderilen orduların başında ise Ebu Ubeyde b. Cerrah yer aldı. Onun sayesinde Dımaşk, Humus, Hama, Lazkiye, Halep, Antakya ve Kudüs başta olmak üzere Suriye bölgesindeki birçok şehrin fethi gerçekleştirildi. Gönderdiği birlikler Urfa ve Maraş’a kadar ilerlediler. Ebu Ubeyde fethedilen yerleri Hz. Ömer’in valisi olarak hayatının sonuna kadar da idare etti. Sasaniler’e karşı oluşan Irak cephesinde ise sahabe-i kiramdan Ebu Ubeyd es-Sekafi ile başlayıp Sa‘d b. Ebu Vakkas ile devam eden fetihler gerçekleşti. Ashap arasında seçkin bir yere sahip olan Sa‘d b. Ebu Vakkas, sağlığında Resul-i Ekrem tarafından cennetle müjdelenen on sahabiden biriydi. Güçlü bir vücut yapısına sahip olduğu rivayet edilen Sa‘d haksızlıklara sert bir şekilde karşı koyardı. Gözleri son derece keskindi ve Arapların usta binicilerindendi. 636 yılında Kadisiye Savaşı’nı kazanan Sa‘d, Sasani ordusunu takip ederek 637 yılında da Medain’i ele geçirdi. Fetihlerin bu aşamasında Hz. Ömer, Sa‘d b. Ebu Vakkas’a Hîre yakınlarında Kûfe’yi, Utbe b. Gazvan’a da Basra’yı ordugâh şehir olarak kurmalarını emretti. 641 yılındaki Tüster fethinin ardından ise Celûlâ, Hulvan, Sûs, Huzistan ve Musul’u ele geçiren Müslümanlar 642 yılındaki Nihavend zaferiyle Irak’ın fethini tamamladı. Irak cephesi başkumandanı olan Sa‘d b. Ebu Vakkas sayesinde Sasani İmparatorluğu’ndan gelecek tehlikeler ortadan kaldırılmış oldu.
Dönemin Kuzey Afrika bölgesindeki fetih hareketlerinde ise Amr b. As öne çıkmıştı. Hz. Ömer’e Mısır fethinin stratejik açıdan zaruri olduğunu, Filistin ve Suriye bölgesinde mağlup olan Bizans kumandan ve askerlerinden bir kısmının Mısır’a kaçtıklarını ve her an Mısır tarafından bir tehlike gelebileceğini söyleyerek onu bu ülkenin fethine ikna eden de kendisi idi. O, 640 yılında 4000 kişilik bir süvari birliğiyle sınır kasabası Ferema’yı aldıktan sonra Zübeyr b. Avvam kumandasındaki 5000 kişilik takviye kuvvetlerinin de yardımıyla Aynişems’te güçlü bir Bizans ordusunu imha etti. Buradan Babilon Kalesi üzerine yürüdü ve yedi aylık bir kuşatmadan sonra bu müstahkem kaleyi fethetti. Daha sonra 642 yılında da İskenderiye’yi teslim alarak Mısır’a hâkim oldu. Üstün başarılarından dolayı “Mısır fatihi” ünvanını aldı ve bu yeni eyalete Hz. Ömer tarafından vali tayin edildi.
Üçüncü halife Hz. Osman zamanındaki fetih hareketlerinde de ashab-ı kiramdan pek çok isim farklı bölgelerde görev aldı ve bu görevlerini büyük bir gayretle yerine getirdi. İran bölgesinde Horasan, Toharistan, Belh, Herat ve daha iç kesimlere doğru gerçekleşen fetihler eş zamanlı olarak Kuzey Afrika bölgesinde devam etti. Oradaki fetih hareketlerinde ise ashaptan Abdullah b. Sa‘d b. Ebu Serh öne çıktı. O, Sübeytıla’da Gregorios karşısında büyük bir zafer kazanarak Kartaca bölgesini fethetmiş, Kayrevan şehrinin kurulduğu yere kadar ulaşmıştı. Abdullah b. Zübeyr, Abdullah b. Ömer ve Abdullah b. Amr’ın da büyük kahramanlıklar gösterdiği bu savaş “Abdullahlar Savaşı” (Harbü’l-Abadile) adıyla meşhur olmuştu. Abdullah b. Sa‘d’ın fetih hareketlerindeki üstün başarıları daha sonraları Muaviye’nin Kıbrıs üzerine gönderdiği orduda; 652 yılında Nube’nin ele geçirilmesinde ve Bizans donanmasına karşı Finike açıklarında kazandığı deniz savaşında da görülecekti. Nitekim o, Bizans İmparatoru II. Konstans’ın, Mısır’ın elden çıkmasından sonra Kuzey Afrika’daki İslam hâkimiyetine son vermek üzere 652 yılında büyük bir donanma hazırlayarak gemilerin direkleri uzaktan âdeta bir orman gibi göründüğü için Zâtüssavârî adıyla anılan savaşta, ordusuyla Bizans donanmasını tamamen imha etmiş ve böylece Bizans’ın Doğu Akdeniz’deki hâkimiyetine son vermişti.
Hz. Ali’nin hilafeti döneminde (656-661) ise yaşanan bazı iç sorunlar nedeniyle hemen hemen hiçbir fetih hareketine teşebbüs edilmemişti. Ondan sonra 661 yılında hilafet görevine gelen Muaviye b. Ebu Süfyan, Hz. Osman hilafetinin son yıllarında başlayan iç karışıklıklar dolayısıyla yaklaşık on yıldan beri durmuş olan fetih hareketlerini üç ayrı cephede yeniden başlattı. Muaviye, Mekke’nin fethi sırasında Müslüman olmuş, sonrasında Hz. Peygamber’e kâtiplik ve onun vefatının ardından Suriye üzerine gönderilen dört ordudan birinde kumandan yardımcılığı yapmış; Hz. Ömer zamanında Dımaşk valiliğine tayin edilmiş ve onun emriyle Filistin’in sahil şehirlerinden Kaysariye, Askalan ve Trablusşam’ı fethetmiş; Hz. Osman döneminde ise Filistin, el-Cezire, Humus ve Kınnesrîn’in de uhdesine verilmesiyle Suriye genel valiliğine getirilmiş bir sahabi idi. O, valiliği döneminde kendisine çok bağlı, disiplinli bir ordu kurmanın yanında başarılı yönetimiyle bölge halkının gönlünü kazanmış, 648 yılında Kıbrıs’a bir donanma gönderilmesi hususunda Hz. Osman’ı ikna ederek yolladığı 1700 parçalık filo ile adayı kan dökmeden İslam hâkimiyetine bağlamıştı. Milletimizce Hala Sultan ismiyle maruf Ümmü Haram bint Milhan (r.a.) da bu Kıbrıs seferine katılmış ve şehit düşerek oraya defnedilmiştir.
Muaviye kendi halifeliği döneminde ise Hz. Ali ile mücadelesi sırasında vergi vermek zorunda kaldığı Bizans üzerine 662 yılından itibaren yeniden seferler düzenledi. Onun döneminde 669 yılında karadan ve denizden İslami dönemdeki ilk İstanbul kuşatması gerçekleştirildi. Hz. Peygamber’in Hendek Savaşı’nda Kureyşliler, Hayber yahudileri, Gatafanlılar, Fezareliler, Esedoğulları ve Süleymoğulları gibi birçok grubun Medine’ye saldırdığı ve Kur’an’da, “Hani onlar (düşmanlarınız) yukarınızdan ve sizden aşağıda bulunan bölgeden üzerinize gelmişlerdi; korkudan gözler kaymış, yürekler ağızlara gelmişti. Bu esnada Allah hakkında olmadık zanlara kapılmakta idiniz.” (Ahzab, 33/10.) şeklinde anlatılan zor bir ortamda ashabını sevindirmek, yaşanan sıkıntıların geçici olduğunu hissettirmek ve bunlara karşı sabırlı olunması gerektiğini öğütlemek maksadıyla söylediği rivayet edilen, “Kostantiniyye elbet bir gün fethedilecektir. Onu fetheden emir ne güzel emir, ordusu da ne güzel bir ordudur.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 335.) şeklinde müjde içeren hadisinin bu kuşatmanın başlatılmasında çok etkili olduğu yüzyıllarca yazılı ve sözlü anlatılarda yer aldı. Hz. Peygamber’in mezkûr hadisini bilen ashabın ileri gelenlerinden bazılarının bulunduğu bu kuşatmaya katılanlardan biri de hicret sırasında Hz. Peygamber’i Medine’de evine misafir eden ve Türkiye’de “Eyüp Sultan” ünvanıyla anılan sahabi Ebu Eyyüb el-Ensari idi. Sağlıklı olan herkesin Allah yolunda savaşa katılması gerektiğine inanan Ebu Eyyub el-Ensari, “Kendi elinizle kendinizi tehlikeye atmayınız.” (Bakara, 2/195.) mealindeki ayette sözü edilen tehlikeyi savaşa gitmeyip işiyle gücüyle meşgul olmak şeklinde açıklardı. Bu sebeple ihtiyarlık döneminde bile her yıl bir savaşta bulunmaya gayret etmiş, katıldığı seferlerin sonuncusu da Müslümanların bu ilk İstanbul kuşatması olmuştu. Nitekim o, 674-678 yılları arasında dört yıl kadar süren muhasarada hastalanarak orada vefat etmişti.
Muaviye döneminde ikinci cephe olan Basra’ya bağlı Horasan ve Sind bölgelerinde de hâkimiyetten çıkan bazı merkezlerin itaat altına alınmasından sonra yeni fetihler gerçekleştirildi. Sicistan’daki merkezlerin ardından Kâbil (664), Toharistan, Kuhistan, Buhara (674) ve Semerkant (676) alınarak bazı Doğu hükümdarları vergiye bağlandı. Üçüncü cephe olan İfrîkıye’de ashab-ı kiramdan Muaviye b. Hudeyc 665 yılında bölgeyi yeniden hâkimiyet altına aldı; onun halefi Ukbe b. Nafi‘ de Mağrib fetihleri için üs olarak kullanmak amacıyla Kayrevan karargâh şehrini kurdu ve harekâtını Atlas Okyanusu’na doğru genişletirken başarılı politikasıyla bölge halkı Berberîler’in İslam’a girmesini hızlandırdı.
Halifeler devrinde artan fetih hareketlerinde, sahabeden oluşan veya sahabilerin öncülük ettiği ordularla Irak, Suriye ve Filistin, İslam topraklarına katılmış oldu. 642 yılında Mısır, ardından Kuzey Afrika fethedildi ve böylece İslam toprakları batıda Atlas Okyanusu’na, doğuda Hindistan’a dayandı. Kısa sürede gerçekleşen bu fetihler sırasında Allah Resulü’nün yanında İslamiyet’i her yönüyle öğrenip hayata geçiren ashab-ı kiramın önde gelenleri, önce cihad ederek, ardından ilim öğreterek İslam’ı yaymak için çeşitli yerlere gitmiş ve o dönem için İslam dünyasında en önemli merkezler olan Medine ve Mekke dışında Kûfe, Basra, Kahire, Dımaşk, Humus ve el-Cezire gibi şehirlere yerleşmişlerdi. Onların İslam’ı yayma gayretlerinde örnek aldıkları yegâne kişi hiç şüphesiz âlemlere rahmet Hz. Muhammed (s.a.s.) idi.