Makale

ÇEVRE SORUNLARINDA İHMAL EDİLEN METAFİZİK BOYUT

ÇEVRE SORUNLARINDA İHMAL EDİLEN
METAFİZİK BOYUT


Doç. Dr. Murat AKIN
Zonguldak Bülent Ecevit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi


İslam’da yeryüzü ve gökyüzüne dair verilen mesajlar, bu dinin insan dışındaki varlıklara yüklediği anlam bakımından son derece önemlidir. Çünkü bu anlam, Allah’ın varlığına dair delillerin sunulduğu alan olmaktadır. Yani insanın duyularına konu olan fiziki âlem, onun yaratıcısının ispatı açısından önemlidir. Bundan dolayı âlemde görülen düzenin arka planında görülmeyen bir Yaradan’ın müdahalesi açıktır. Bu düzenin gerçekleşmesine sebep olan Allah Teâlâ’dır. İnsandan beklenen ise bu düzenin arkasındaki anlamı bulmaktır. İşte tabiatın, bu anlamın bulunmasında temel alan olması son derece önemlidir. Bunun içindir kelâm ilminde âlem -ki kendi başına bir gerçekliği yoktur- bir yaratıcıya muhtaç olması yönüyle incelenmektedir. Hatta bu yönüyle incelenmesi ve üzerinde düşünülmesi Kur’an’da inananların özelliği olarak zikredilmektedir. (Âl-i İmran, 3/191.) Üzerinde yaşadığımız bu dünyanın ve çeşitli nimetlerden istifade etmemize vesile olan tabiatın, insanlık için yaratan ve onun hizmetine veren Yaradan ile irtibatı bulunmaktadır. Dolayısıyla âlem, sadece kendisinden istifade edilen ve müşahede edilen bir alan değil aynı zamanda onu müşahede edeni metafizik bir boyuta taşımaktadır. Evrendeki galaksilerin, yıldızların, gezegenlerin velhasıl bütün varlıkların düzenli bir sistem içerisinde meydana gelmeleri ve ahenkle devam etmeleri, Allah’ın varlıkla arasına koyduğu mükemmel bir dengeye delalet etmektedir. Çevre ile ilişki de bu kudretin müdahalesi düşünülerek kurulmalıdır.
Çevre sorunlarıyla ilgili öncelikle şunu belirtmek gerekir ki Batı’da Aydınlanma hareketiyle başlayan, tabiat üzerinde güç kullanımına izin veren bilim anlayışı, madde ile ruhu tamamen birbirinden ayıran kartezyen düalizmi ve mekanik âlem anlayışı, birçok din ve düşünce insanının ortak kanaatine göre ekolojik bunalımın en önemli sebebi olarak gösterilmektedir. Şöyle ki sanayileşme ve aşırı nüfus artışı ile beraber insanın tabiata bakışında köklü değişimler yaşanmış, insanoğlu kendisine sınır tanımayan boyutta dev hedefler belirlemiştir. Kapitalist sistemin taleplerine uygun şekilde dizayn edilen ve zamanla küreselleşen bu yaşam tarzı, tabiatı yaratıcının varlığına işaret eden bir ayet olmaktan ziyade tüketilmesi gereken bir hammadde yığını olarak görmüştür. Kanaatimizce bunda iki husus etkileyici olmuştur. Birincisi çevreye sadece bir nesne olarak bakmak, ikincisi ise insanın menfaati için her şeyi mubah görmektir. Bu bağlamda insanın ve tabiatın sadece maddi açıdan ele alınması gereken varlıklar olarak düşünülmesi, modern dünyamızda en büyük yanılgı olarak ifade edilebilir.
Modernleşme ve özellikle pozitivist bilim anlayışının hâkim olması ile beraber tabiatın metafizik bir boyutunun olduğu ihmal edilmiş ve insanın ondan istifade etmesinde ona sınırsız bir yetki verilmiştir. Bu da insanın sadece maddi anlamdaki ihtiyacının karşılanmasına, manevi yönünün ise ihmal edilmesine sebep olmuştur. Oysa insanın mahiyeti üzerine yapılan tartışmalara bakıldığında birçok kelam âlimi, insanın görünen ve görünmeyen yönüyle bir bütün oluşturduğunu, onun sadece bir boyutunun öne çıkarılmasının yanlış olduğunu savunmuşlardır. Bu bağlamda insanın vücudu, ruhu, nefsi ve kalbiyle ele alınması gerektiği vurgulanmıştır. Nasıl ki bir bütün olarak insan tüm yönleriyle ele alınmalıyken aynı şekilde insanla tabiatın da bir bütün olarak değerlendirilmesi gerekmektedir. Tabiatı sadece kullanan ve ondaki nimetleri tüketen anlayış yerine, tabiatla iç içe ve kendisinin de ondan bir parça olduğunu, nihayetinde her ikisinin de bir metafizik yönünün bulunduğunu hisseden anlayış daha anlamlı ve daha derinliklidir.
Aslında canlı veya cansız fark etmeksizin tüm varlıklar arasında yaratılıştan gelen bir bağ bulunmaktadır. Çünkü toprak, deniz, güneş, ay, yıldızlar, ormanlar, hayvanlar ve elbette insanlar tamamen Allah’ın yarattığı varlıklardır. (Zümer, 39/62.) İbn Haldun’un (ö. 808/1406) insanın topraktan yaratılmasından hareketle iklim ve coğrafi koşulların insanların yaşamlarına etki edebileceğini ifade etmesi de insanla çevre arasındaki bağa işaret bakımından değerlidir. Dolayısıyla insan nasıl ki Allah’ın bir kulu ise toprak, deniz, güneş, ay, yıldızlar, ormanlar ve hayvanlar da Allah’ın birer mahlûkudur. İnsanın Rabbine ve kendisine karşı nasıl sorumlulukları varsa canlı-cansız diğer varlıklara karşı da sorumluluğu bulunmaktadır. Bir açıdan mümin; etrafında gördüğü her nesneyi, onu ve kendisini yaratan ile irtibatlandıran, dolayısıyla metafizik bir bağ kuran kişi olmaktadır.
Modern dünyanın ürettiği ve her alanda sınırsız yetki verdiği “modern bilim”, insanla tabiat arasında olması gereken irtibatı/bağı ihmal ettiğinden çevre problemleri de tek taraflı ele alınmaktadır. İnsanın sadece bir yönünün öne çıkarılıp diğer yönünün ihmal edilmesi nasıl ki indirgemeci ve parçacı bir yaklaşım oluyorsa aynı şekilde insanla tabiat arasındaki ilişki de sadece maddiyat üzerine kurulunca o da aynı şekilde indirgemeci ve parçacı bir yaklaşım olmaktadır. Bundan dolayı da günümüzde tabiatla sadece maddiyat üzerinden ilişki kuran “modern insanın” meseleye parçacı yaklaştığı ve çözüm üretmekte yetersiz kaldığı görülmektedir.
Din, insanın diğer varlıklardan üstün olmasını, onun fiziki yaratılışından ziyade ahlaki boyutuna bağlarken; materyalist anlayış insanın sadece düşünme ve fiziki yönüne vurgu yapmaktadır. Dolayısıyla dinde insanların en üstünü takva sahibi olanlar kabul edilirken (Hucurat, 49/13.), materyalist anlayışta “bilim insanları” kabul edilebilmektedir. Tabii burada nasıl ki din, insanlardan takvalı olmasını istiyor da insanlardan bazıları buna rağmen yanlış yaptıklarında dinin değil kişilerin yanlış yaptıkları söylenmeliyse aynı şekilde bilime yüklenen bu anlamda da bilim değil ona bu anlamı yükleyen zihniyet sorumlu tutulmalıdır. Neticede metafizik boyutu devre dışı bırakarak tamamen zekâsına güvenen ve akıldan müteşekkil olduğunu kabul eden, “makine medeniyeti ve fabrika gürültüsü içinde şaşkına dönüşen” (Başgil, Din ve Laiklik) “modern insan”, aslında farkında olmadan çevre sorunlarının da doğrudan müsebbibi olmaktadır. İnsanoğlu sadece tüketme içgüdüsüyle hareket ettiğinden farkında olmadan kendisinin sebep olduğu yıkımlara, kıtlıklara, yıkıcı doğa olaylarına ve çevre felaketlerine maruz kalmaktadır.
Günümüzde çevre sorunlarına bağlı bazı afetlerin yaşanması bir açıdan insanla tabiat arasında olması gereken metafiziksel bağın kopmasından veya tek taraflı bir hâle dönüşmesinden kaynaklanmaktadır. İşte tam da burada işin çözüm noktasında olan din; dünya ile ahiret, yaratan ile yaratılan arasındaki bağı koruduğu gibi insanla tabiat arasındaki bağı da koruyan en temel kutsaldır. Bu bağı kuran müessese devreden çıkarılırsa o zaman parçalanmalar (fesat) meydana gelir. Bir açıdan insanla tabiat arasındaki bağın kopmasının asıl sebebinin insanla Allah arasındaki bağın kopmasından kaynaklandığı söylenebilir. Bu bağlamda dile getirilen şu ifade aslında meseleyi özetlemektedir: “İnsanla tabiat arasındaki dengenin bozulduğunu pek çok kimse kabul etmektedir. Ama bu dengesizliğin insanla Tanrı arasındaki uyumun bozulmasından kaynaklandığını herkes fark etmiş değildir.” (Nasr, İnsan ve Tabiat, 18.) Dolayısıyla çevre sorunlarına çözüm olarak; İslam’ın insanla Allah arasında olmasını istediği ilişkinin yeniden kurulması, devamında insanla çevre arasındaki metafiziksel bağla ilgili İslami öğretileri insanın bilincine ve inanç dünyasına taşıyarak sorumluluk oluşturup bunu uygulayacak alanları genişletmek gerekmektedir. Zira modern düşüncenin geleneksel düşüncelere yönelik tahakkümü karşısında alternatif bir düşünce ile çevre problemlerine çözüm ancak hikmete dayanan İslam dininin esaslarıyla olabilecektir.
Bugün insanlığı tehdit eden çevre sorunlarına, dizginlenemeyen ihtiraslara ve doyumsuzluklara, insanı doğadan koparan ve onu sömüren anlayışlara karşı; İslam’ın kanaat ehli olmak, israftan kaçınmak, temizliğe dikkat etmek, canlı ve cansız tüm varlıkların haklarına riayet etmek, adaletli ve sorumluluk sahibi olmak gibi öğretileri bu kargaşa ortamından kurtulmak ve sağlıklı bir yaşamı tesis açısından evrensel birer ahlak ilkeleri olarak sunulmalıdır. Zira Kur’an’da, “Göğü yükseltti ve ölçüyü koydu. Ölçüde haddi aşmayın.” (Rahman, 55/7-8.) buyrularak tabiatın insanın imtihan alanı olduğu belirtilmektedir. Allah’ın evrene yerleştirdiği düzene insanların şahitlik etmesi, burada gördüğü ahenk ile yaratıcıya ulaşması ve bu ahengi/dengeyi koruması istenmektedir. Bu da ilahi olanla beşer olanın ve beşerle tabiat arasında metafizik bir bağın olduğunu göstermektedir. Metafizik bağ, duyguları harekete geçirme ve insanı eyleme yöneltmede birlikte hareket etmeye teşvik ve toplumsal bir bilinç oluşturmada son derece etkin olacaktır.
Diğer taraftan beşerin gerek tabiatla gerekse yaratıcıyla bir bağının olduğu veya olması gerektiği düşüncesi, farklı İslam düşünürleri tarafından da yıllar önce dile getirilmiştir. Bunlardan biri olan Farabi (ö. 339/950), erdemli şehrin oluşmasında dinin, erdemli idarecinin ve Allah’tan gelen vahyin önemine dikkat çekmesi, meselenin ilahi boyutunun gerekliliğine işaret etmektedir.
Nihayetinde çevre sorunlarına sadece modern bilimin parametreleri üzerinden yaklaşmak eksik olacaktır. Birçok yönüyle mesele bilimin konusu olmakla beraber teolojik ve metafizik yönüyle de ele alınmalıdır.