Makale

VAHYİN KORUNMASINDA SAHABENİN ROLÜ VE KADİM MUSHAFLAR

VAHYİN KORUNMASINDA SAHABENİN ROLÜ VE
KADİM MUSHAFLAR

Dr. Hafiz Osman ŞAHİN
DİB Mushafları İnceleme ve Kıraat Kurulu Başkanı

Kur’an-ı Kerim, Allah (c.c.) tarafından Hz. Peygamber’e (s.a.s.) Cebrail (a.s.) vasıtasıyla 23 yılda indirilmiştir. Müslümanlar için bir hayat rehberi, şifa kaynağı ve insanlık için bir rahmet vesilesidir. İlahi kitaplar arasında Kur’an’dan başka, nazil olduğu gibi muhafaza edilen hiçbir kitap yoktur. Nazil olduğu andan itibaren sahabe tarafından hem ezberlenen hem de yazıya geçirilen tek kitap Kur’an-ı Kerim’dir. Tahrife uğramadan hem sadırlarda hem satırlarda asr-ı saadetten günümüze kadar gelmiş ve kıyamete kadar da böylece korunacaktır. Vahiy yoluyla nazil olan Kur’an ayetlerinin, günümüze ulaşmasında elbette ki başta sahabe-i kiramın katkıları çok büyüktür. Onlar, Hz. Peygamber’in (s.a.s.) etrafında pervane gibi döner ve sürekli ondan bir şeyler öğrenmeye çalışırlardı. Onu dinlerken sanki başlarında birer kuş varmış da hareket edince uçup kaçacakmış gibi pür dikkat kesilirlerdi.
Kur’an-ı Kerim’in gerçek koruyucusu Allah’tır. Zira Hicr suresinin 9. ayetinde, “Kesin olarak bilesiniz ki bu kitabı kuşkusuz biz indirdik ve onu mutlaka koruyan da yine biziz.” buyrulmaktadır. Bu ayet, Kur’an’ın korunmasının Allah’ın garantisi altında olduğunu göstermektedir. Yüce Yaradan’ımız Kur’an’ı koruma görevini dünyada hafız kulları vasıtasıyla gerçekleştirmekte ve aynı zamanda hafız kullarını Kur’an ile şereflendirmektedir. “Ümmetin şereflileri hamele-i Kur’an’dır.” (Taberani, el-Mu‘cemu’l-Kebir, 12/125.) hadis-i şerifinde bu husus vurgulanmaktadır. Hz. Peygamber, Kur’an ayetlerinin ezberlenmesine büyük önem verirdi. Bu minvalde Cebrail’in vahiy yoluyla kendisine getirdiği ayetleri bizzat kendisi de ezberler ve o ayetleri namazda tilavet ederdi. Namazlardaki kıraatini uzun tutar, özellikle teheccüd ve sabah namazlarında 60-100 ayet arası tilavette bulunurdu. (Buhari, Salat, 104.) Her ramazanda, o zamana kadar inen ayetleri Cebrail ile birlikte karşılıklı mukabele ederlerdi. İrtihal ettiği yıl ise bu karşılıklı okuma işlemi iki defa yapılmıştır. Kur’an tarihinde buna arz, son yapılan arza da arza-i ahîre denilmiştir. Kur’an okuma kültürümüzde bu usul, mukabele okuma geleneği olarak yerini almıştır. Ashabını da Kur’an ezberlemeye teşvik eden Hz. Peygamber Kuran’dan hiçbir şey ezberlemeyenleri uyarmış ve “Kalbinde Kur’an’dan herhangi bir şey olmayan kimse harap bir eve benzer.” (Tirmizi, Fezailü’l-Kur’an, 18.) buyurmuş, “Kur’an’ı ezberleyenlerin ve onun hakkını vererek okuyanların çok değerli meleklerle beraber olacağını” (Müslim, Müsafirin, 244; Buhari, Tefsir (Abese), 1.) haber vermiştir. Kur’an-ı Kerim’i çok miktarda ezberleyenleri başta imamet görevi olmak üzere birçok görevde önceleyerek ashabı Kur’an ezberlemeye teşvik etmiştir. (Buhari, Megazi, 53.) Uhud Savaşı’nda şehit düşen sahabileri, ikili üçlü defnederken en çok Kur’an bilenleri kabirde en öne koydurtmuştur. Hz. Peygamber, şehitlerin şefaat hakkı olduğu gibi hafızların da şefaat hakkı olacağını bildirmiş ve “Kim Kur’an’ı okur ve ezberlerse Allah onu cennete koyar ve ailesinden 10 kişi için o hafıza şefaat hakkı verir.” (Tirmizi, Fezaili’l Kuran, 3/2905.) buyurmuştur. Ayrıca Hz. Peygamber’in, “Sizin en hayırlınız Kur’an’ı öğrenen ve öğretendir.” (Buhari, Fezailü’l Kur’an, 21.); “Kur’an’ı zorlanarak okuyan kimseye iki kat ecir vardır. Kur’an okumakta mahir hafız, vahiy getiren şerefli meleklerle beraberdir.” (Müslim, Müsafirin, 243; Buhari, Tevhid, 52.) gibi hadis-i şerifleri asr-ı saadetten beri milyonlarca Müslümanın Kur’an’ı ezberlemede en önemli ilham kaynağı ve motivasyon unsuru olmuştur. Allah Resulü döneminde bütün sahabiler farklı derecelerde Kur’an’ı ezberleme gayreti içinde olmuşlardır. Sahabiler, Kur’an’ı genellikle onar ayetlik bölümler hâlinde ezberler ve ezberledikleri ayetlerin anlamını ve o ayetlerdeki emir ve yasakları öğrenmeden diğer ayetlere geçmezlerdi.
Kur’an’ın nazil olduğu dönemde, Araplar yazıdan çok ezbere değer verirlerdi. Sözlü kültür daha hâkimdi. Buna rağmen Kur’an-ı Kerim; nazil olduğu andan itibaren hem ashab-ı kiram tarafından ezberlendi hem de vahiy kâtipleri tarafından yazıya geçirildi. Önceki kitapların tahrife uğrayış sebeplerinden biri de nazil olduğu anda ezberlenmeyip şifahi aktarımlarla sonradan yazıya geçirilmesidir. Nüzulünden itibaren aynı anda hem ezberlenmek hem de vahiy kâtipleri tarafından yazıya geçirilmek sadece Kur’an-ı Kerim’e nasip olmuştur. Hz. Peygamber (s.a.s.) kendisine vahyedilen ayetleri Cebrail’in okuması ardından ezberlemek için üstün gayret sarf ediyor hatta okurken iyice zapt etmek ve unutmamak için acele edince Allah Teâlâ Kıyamet suresindeki “Onu zihnine bir an önce kaydetmek için okumada acele etme. Onu zihninde toplayıp okumanı sağlama işi bize aittir.” (Kıyamet, 75/16-17.) ayeti ile ayetleri muhafaza etmek için aceleci davranmamasını tembihliyor ve Kur’an’ı Hz. Peygamberin kalbinde cem etme, ezberleme ve okumasını bizzat kendisi tekeffül ediyordu.
Hz. Peygamber hayatta iken Kur’an’ın tamamı hem ezberlendi hem de yazıya geçirildi. Vahiy kâtipleri, inen ayetleri o günün şartlarında parşömenler, tabaklanmış deri, ince beyaz taşlar, hurma yaprakları, kürek kemikleri ve tahta parçaları gibi bulabildikleri malzeme üzerine yazıyorlardı. Bu yazılı malzeme, Hz. Peygamber’in vefatından sonra Hz. Ebubekir döneminde Zeyd b. Sabit başkanlığında kurulan bir heyet marifetiyle iki kapak arasına toplandı. Fetihlerin artması, İslam coğrafyasının genişlemesi ve dilleri farklı toplumların İslam’la buluşması Kur’an’ın kıraati ile ilgili ihtilafları da ortaya çıkarmış oldu. Özellikle Azerbaycan-Ermenistan seferi esnasında Iraklılarla Şamlılar arasında bazı ayetlerin okunuşu ile ilgili ihtilaflar büyüyünce Mushaf’ın çoğaltılmasına ihtiyaç duyuldu. Hz. Ebubekir döneminde iki kapak arasında cem edilmiş olan ve Hz. Ömer’in kızı Hz. Hafsa’nın elinde bulunan Mushaf’tan çoğaltma yapıldı. Halife Hz. Osman’ın talimatıyla Zeyd b. Sabit başkanlığında kurulan ve Zeyd b. Sabit, Abdullah b. Zübeyr, Said b. el-As ve Abdurrahman b. el-Haris b. Hişam’dan oluşan heyet bu çoğaltmayı gerçekleştirdi. Hz Osman’ın yaptırmış olduğu bu çoğaltma faaliyeti, Kur’an tarihi ve Müslümanların vahdeti açısından büyük önem arz etmektedir. Hz. Osman döneminde çoğaltılan bu Mushaflar Mekke, Medine, Basra, Kûfe, Şam gibi önemli İslam merkezlerine gönderilmiştir. Bu Mushafların sayısı konusunda dört diyenler olduğu gibi yediye çıkaranlar da bulunmaktadır.
Dünyanın farklı müze ve kütüphanelerinde Hz. Osman’a ve Hz. Ali’ye nispet edilen Mushaf nüshaları bulunmaktadır. Ülkemizde de farklı müzeler, kütüphaneler ve depolarda yüzlerce orijinal yazma eski Mushaflar bulunmakla birlikte Topkapı Sarayı Müzesi ve Türk İslam Eserleri Müzesi’ndeki (TİEM) Mushaflar, kadim Mushaflar açısından büyük önemi haizdir. Topkapı Mushafı, İstanbul Topkapı Sarayı Müzesinde 44/32 envanter numarasında kayıtlı olup, 41x46(32x40) cm. ebadında 11 cm. kalınlığındadır. 408 varaktan oluşmakta ve her sayfada 18 satır bulunmaktadır. 1987 yılında İstanbul Süleymaniye Kütüphanesi Cilt ve Patoloji Bölümünde onarılıp tamiri yapılmıştır. Topkapı Mushafı’nın Medine bölgesinde ve Hz. Osman’ın Medine Mushafı’ndan yazılmış bir başka Mushaf’tan istinsah edildiği belirtilmektedir. (Tayyar Altıkulaç, Mesahif-i Kadime, s. 197-231.) TİEM Mushaf’ı ise Türk ve İslam Eserleri Müzesine 12 Haziran 1914’de Ayasofya Kütüphanesinden intikal etmiş, 457 numarada envantere kayıtlıdır. Mushaf’ın birinci yaprağında Osmanlı padişahı I. Mahmud’un mührü bulunmaktadır. Mushaf’ın, Mekke’den padişaha hediye olarak gönderildiği tahmin edilmektedir. Mushaf’ın ebadı; 32x23 (22x16) cm., kalınlığı 13 cm. olup, 438 sayfadır. Her sayfası deri üzerine siyah mürekkeple kûfi hatla yazılmıştır. Miladi 1437 yılında Davud b. Ali el-Geylani tarafından Kâbe’nin karşısında kâğıt üzerine eksik sayfalar yazılarak ikmal edilmiştir. İki sayfası hariç her sayfasında 15 satır bulunmakta olup surelerin başlarında sure adları, ayet sayıları ve onların Mekkî ve Medenî olduklarına dair bilgiler yer almaktadır. Mushaf’ın Hz. Osman’ın Basra’ya gönderdiği nüshaya yakın olduğu, o Mushaf’tan ya da Basra Mushaf’ını esas alan Mushaf’tan istinsah edilmiş olabileceği hatta bu Mushaf’ın Hz. Osman’a nispet edilen Mushafların en eskisi olabileceği düşünülmektedir. (Tayyar Altıkulaç, a.g.e. s. 232-256.)
Hz. Osman dönemine nispet edilen bir Mushaf da Özbekistan’ın Taşkent kentinde muhafaza edilmektedir. 2003 yılında Taşkent ziyaretimde bu Mushaf’ı namazdan önce büyük çabalar sarf ettiğim hâlde göremedim. Ancak Mushaf’ın muhafaza edildiği camide okuduğum ezan, aşr-ı şerif ve Fatih Camii Başimam Hatibi olmam hasebiyle eski caminin alt katında özel bir camekân içerisinde muhafaza edilen Mushaf’ı camın arkasından da olsa görme imkânı buldum. 2022 yılında bir Türk televizyon kanalında ramazan ayı iftar programında bu Mushaf’ı konuşmak için gittiğimde eski caminin yıkılıp yerine yeni cami yapıldığını ve yanı başına da halkın rahat bir şekilde ziyaret edebileceği kubbeli özel bir yapı içerisinde camekânlı bir platformda muhafaza edildiğini görmekten mutlu oldum. Dr. Tayyar Altıkulaç Hocamızın, Mesahif-i Kadime adlı kitabında ifade ettiği gibi tarihte birçok badireler atlatan ve üçte ikisi zayi olan bu Mushaf bugün titizlikle korunmaktadır. Bu Mushaf’ın dijitale aktarılması da güzel olur.
Yazma Mushaflar bakımından ülke olarak büyük bir zenginliğe sahibiz. Kütüphaneler ve müzelerimizdeki çok kıymetli Mushaflarımızın yanında, depolarda restore edilmeyi bekleyen yüzlerce çok kıymetli Mushafların bulunduğu bir hakikattir. Bu Mushafların tespit, inceleme ve restorasyonunun yapılarak kültür dünyamıza kazandırılması, araştırmacıların istifadesine sunularak bu kültür zenginliğinin ortaya çıkarılması büyük önem arz etmektedir. Bu Mushaflar akademik anlamda gerek Mushaf imlası ve zaptı açısından gerekse hat, tezhip, kâğıt ve cilt açısından ilim, kültür ve sanat birikimimize büyük katkı sunacaktır. Bu zengin birikimimizin gelecek nesillere aktarılabilmesi açısından bu Mushafların metin doğruluğu, hat, tezhip, kâğıt ve cilt uzmanlarından oluşan bir heyet marifetiyle tespit, inceleme ve restorasyonlarının yapılarak çok nitelikli bir Mushaf müzesi tesis etmek de mümkündür.