İNSANIN ÜSTÜNLÜĞÜ NE İLEDİR?
PROF. DR. CAĞFER KARADAŞ
Hocam, insanların üstünlük iddiası ve soyuyla sopuyla övünmesi kafama takılıyor. Gerçekte insanın üstünlüğü ne iledir? “İnsan en güzel ve en üstün varlıktır.” diyoruz ama bunu sağlayan ve ölçen şey nedir? Hayvanlardan daha kötü vahşet sergileyen ile kendini insanlığa adamış; iyilik, güzellik ve iyilik peşinde koşan insan bir tutulabilir mi?
Doğru söylüyorsunuz. Tüm insanları aynı kefeye koyduğunuzda sorunuzun sonundaki çelişkili ve çarpık eşitleme durumu ortaya çıkıyor. Önce insanı tanımak lazım ki hangi konuda eşit, hangisinde farklı ve ne bakımdan üstün olduğunu bilebilelim.
Peki, insanı nasıl tanırız?
İnsanoğlu yaratılış itibarıyla ya erkek ya kadın cinsinden biri olarak dünyaya gelir. Üreme ve insanlığın devamı bu iki farklı cinsin birlikteliğine bağlıdır. Bu, insanın var olma şartı ve gereğidir. Cinslerden biri yok olduğunda üreme süreci durur. Öte yandan insan bir toplum içinde bulunur. Bu toplum da boy ve millet gibi yapılardan oluşur. Bu yapılar insanoğlunun varlığını sürdürmesinin şartı ve gereğidir. Bir başka deyişle kadın ve erkekten oluşan anne baba yani aile, insanın varlığa gelmesini sağlarken ailelerin birleşmesiyle oluşan boy ve milletler hem ferdin hem de ailenin varlığını güvence altında alır. Hatta bunun için devlet şeklinde içe dönük düzenleyici, dışa dönük savunma işlevi gören organize yapılar oluşur. Çünkü boy ve millet yardımlaşma ve dayanışma ruhuyla ortaya çıkar. Yardımlaşma ve dayanışma da iyilik ve dürüstlük zemininde olmalıdır. Bu zemin fertlerin özelliklerinin bilinmesi, haklarının tanınması, hak ve görev sınırlarının tanımlanmasıyla oluşturulur. Bunun için de özel ve tüzel otoritelere ihtiyaç duyulur.
Bu yapıları insanlar kendileri mi oluşturmuştur?
Toplumsal yapıların temelini Yüce Allah’ın kurduğu iki unsur oluşturur. Birincisi insanın varlığının sebebi olan aile, ikincisiyse varlığını sürdürmesinin güvencesi olan soy ve millettir. Bunları insan doğduğunda hazır bulur. İslam’da sıla-i rahim denilen akraba ilişkilerinin sıkı tutulmasına yapılan vurgu bundan dolayıdır. Çünkü bu ilişkiler doğal/fıtri aidiyetlerdir. Bunlar üzerinden ırkçılık türü üstünlük değeri üretilemez veya bunlara üstünlük değeri yüklenemez. Zira Allah katında insan olmak bakımından kadın-erkek, yöneten-yönetilen, kral-tebaa, hür-köle farkı yoktur. Namazda ayrımsız saf tutuş bunun bir göstergesidir. Mahşerde de durum böyle olacaktır. Bu fıtri/doğal aidiyetler olduğu gibi kabul edilir, korunur ve saygı duyulur. Böylece insaniyet korunmuş olur. Bu tutum aslında Yaratıcıya duyulan saygının da bir gereğidir.
Bu tür ayrı yapıların nedeni nedir?
“Ey insanlar! Şüphe yok ki biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizi tanımanız için sizi boylara ve kabilelere ayırdık. Allah katında en değerli olanınız, O’na karşı gelmekten en çok sakınanınızdır. Şüphesiz Allah hakkıyla bilendir, hakkıyla haberdar olandır.” (Hucurat, 49/13.) ayetinde “birbirini tanımanız” anlamı verilen “teâruf” kavramı marifet veya maruf anlamlarının ikisini de içinde barındırır. Marifet bilmek, tanımak ve tanışmak; maruf ise iyilik ve güzellik demektir. Buradaki anlamı ise iyilikte ve güzellikte dayanışma ve yardımlaşma içinde olmaktır. Demek ki aile, boy ve toplum kişinin aidiyetini bilmesi, soyunu sopunu tanıması, yardımlaşma ve dayanışma içinde olmasıdır. Bunlar üzerinden ayette üç husus insanın dikkatine sunulmuştur: Birincisi doğal insani yapı ve aidiyetleri korumak, ikincisi bu doğal aidiyetlere ırkçılık benzeri keyfî değer yüklenerek istismar edilmesi hususunda uyarmak, üçüncüsü ise değer ve üstünlüğün insanın kendi kazanımı olan takvayla gerçekleşeceğini bildirmektir.
Ayette esas vurgulanmak istenen takva mı?
Doğrudur. Çünkü doğal aidiyeti korumak, saygı duymak ve bunlar üzerinden sağlıklı ve düzenli bir şekilde yardımlaşma ve dayanışma ortamı oluşturmak ancak takvayla mümkündür. Takva, sakınmak ve korunmak demektir. Buradaki anlamı doğal özelikleri korumak ve ilahi bildirimle belirlenmiş hak ve sorumluluk sınırlarını gözeterek yaşamaktır. Bunlardan birinin eksikliği veya istismar edilmesi toplumsal yapıda bozulmaya yol açar, insanlığın huzur ve mutluluk ortamını bozar, halklar arasında fitne ve fesada sebebiyet verir.
Bu gerçeğe rağmen neden bazıları doğal aidiyetler üzerinden üstünlük taslar?
Bu da insanın garip eğilimidir. İnsanoğlu aile, soy, millet ve doğduğu toprak gibi doğal ve fıtri yapılar üzerinden değer üretmeye veya onlara kendince keyfi değerler yüklemeye meyilli ve meraklıdır. Hâlbuki insanın ailesi, toplumu ve toprağı doğduğunda hazır bulduğu doğal yapılar ve ortamlardır. Bunlar üzerinden kafadan değer üretmek, diğer insanlara ve milletlere karşı üstünlük iddiasında bulunmak boş ve geçersizdir.
Öyleyse üstünlüğü sağlayan nedir?
Üstünlük ancak kişinin kendi kazanımları üzerinden sağlanabilir. Bu kazanımlar da geçici veya kalıcıdır. Sahip olunan mal, mülk ve makam geçicidir. Çünkü bunlar her zaman kazanmayla değil bazen bağışlama, veraset, vasiyet ve atanmayla da gerçekleşir. Bu yüzden elden gitmesi, bitmesi, yok olması veya başkaları tarafından ele geçirilmesi her zaman mümkün ve muhtemeldir. Mutlak kazanmayla elde edilen bilgi ve beceri bile zaman içinde unutulur veya zayıflayabilir.
Geriye bir şey kalmadı sanki.
Aksine, yegâne kalıcı olan inanç ve ahlaktır. İnanç düşünme, tercihte bulunma ve karar vermeyle; ahlak ise tutarlılık ve dürüstlükle kazanılır. Aynı zamanda inanç ve ahlak kişinin şahsiyetini belirler ve asla yok olmaması gerekir. Takva dediğimiz de kişinin inancı ve ahlakıdır. İnancın göstergesi ibadet, ahlakın göstergesi ise tutarlılık ve dürüstlüktür. Ailesi, toplumu, makamı, malı, bilgisi ve becerisi ne olursa olsun kişinin değerini olumlu ya da olumsuz belirleyen işte bu inanç ve ahlaktır. Bu da kişinin ne ise o şekilde görünmesi ve nasılsa öyle davranmasıdır.
İnanç ve ahlak arasında da bir öncelik sıralaması var mıdır?
Bu ikisi arasındaki öncelik ve belirleyicilik kalbin niyeti, kastı ve tercihiyle ortaya çıkan inançtır. Bu yüzdendir ki Hz. Peygamber, “Ameller (işler ve davranışlar) niyetlere göre belirlenir.” (Buhari, Bedü’l-vahy, 1.) buyurmuştur. Demek ki ahlakın doğru ve yeterli işlev görmesi arka planındaki inanca bağlıdır. Zaten üstünlük vesilesi olan takva Yaradan’a inanan, kendini bilen, doğal aidiyetlerine saygı duyan, yardımlaşma ve dayanışma bilinciyle hareket eden, Allah katında her insanın eşit olduğu ve yaşama hakkına sahip bulunduğu gerçeğini kabul eden kişide tam anlamını bulur. Günümüzde küçücük bir toprak parçasına sıkıştırılmış Gazze’deki Filistin halkına karşı Siyonist İsrail tarafından sergilenen vahşet bu konuda turnusol vazifesi görüyor. Orada işlenen insanlık suçuna karşı vicdanında bir sızı hissetmeyen kişi bütün insani hasletlerini kaybetmiş demektir.