BİR KÜLTÜR AKTARIMI OLARAK
Usta-Çırak İlişkisi
Nagihan AYDIN
Hayatın kendine özel birikimleri var. Doğduğumuz andan itibaren çevremizle kurduğumuz ünsiyetin bizler için önemi hayli büyük. İçinde yaşadığımız evin, alışveriş yaptığımız sokağın, oyun oynadığımız arkadaşlarımızın penceresinden bakarız ilkin. Ardından eğitimle başlayan uzun soluklu yolda yepyeni meraklarla yürür, çeşitli rollere sahip oluruz. Sorumluluklarımızla birlikte heybemizde birikenler aynı paralellikte artış gösterir.
İnsan sorumluluk sahasında ortaya koyduğu davranışlarıyla kendi hayat dilimine etki ederken gelecek nesillerin oluşmasına da katkı sunan bir formdadır. Dışarıdan bakıldığında bu yapı aslında bize bir çığ görüntüsünü hatırlatır. Böyle olmasındaki en önemli etken ise katlanarak yoluna devam eden canlı bir yapının varlığıdır. Bu yapı aklımıza kuşkusuz kültür ve bileşenlerini getirir.
Sosyal bilimler için kültür, “yeryüzünde beşeri hayatın başlangıcından bu yana insanoğlu tarafından üretilmiş her şey”, bir birey veya topluluğun tarzını biçimlendiren örf, âdet, gelenek ve görenek ile alışkanlıklar, davranışlar ve inançlar toplamı olarak ifade edilir. (Sosyal Bilimler Sözlüğü, s. 185.)
Kültürün temel ana bileşenleri maddi ve manevi olmak üzere birçok alanı kapsayan geniş bir yelpazeye sahiptir. Ayrıca felsefe sözlüğünde kültür, “insan toplumunun sosyal olarak kuşaktan kuşağa aktardığı maddi ve maddi olmayan ürünler bütünü, sembolik ve öğrenilmiş ürünler ya da özelliklerin toplamı olarak ifade edilir. (Felsefe Sözlüğü, s. 273.)
Kültürel açıdan ele alınan her konu, dilden tarihe, felsefeden sanata, gelenek ve görenekten millî ve dünya görüşüne uzanan bir perspektifle incelenebilir. İnsanoğlu olarak temelde sahip olduğumuz yeteneklerimiz ve doğuştan öğrenmeye açık yaratılışımız, kültür unsurlarından her biriyle iç içe olmayı beraberinde getirir. Bu hem öğrenme hem de öğretme faaliyetlerini içeren bir kültür tanımı olabilir. Ayrıca insan için kültür, kendinden önceki dönemden miras alınan ve gelecek nesillere aktarılan birikim olarak görülmelidir. Birey ve toplumun istek ve beklentilerine uygun olarak gerçekleşmesi beklenen bu süreç oldukça önemlidir.
Sanat ve zanaat, toplumların maddi ve manevi birikimlerini yansıtan kültürel birer aynadır. Öyle ki bir sanat eserinde yaşadığımız çağın estetik gelişiminin yanı sıra, ortaya konulduğu dönemin ve o güne kadar geçirdiği bütün evrelerin izlerini görmek mümkündür. Sanat ve zanaat, toplumda tarafsız bir gözle geçmiş ve şimdinin dinî, edebî, mimari gibi pek çok sosyal ve ruhsal ihtiyaçlarının karşılığını ortaya koyar. İki toplumsal alanın kuşaktan kuşağa aktarılmasında da usta-çırak ilişkisi önemli bir yer tutar.
Kültür bir millet için dil ile ifade edilen sözlü ve yazılı şeylerin toplamı olarak kabul edilir. Dilin sözlü ve yazılı olarak kullanımındaki gösterilen hassasiyet bu açıdan çok önemlidir. Önceki yıllarda yazılan ve söylenen edebî eserler günümüzde bizler için birer kılavuzdur. Bu anlamda kültür taşıyıcılığı olarak adlandırılan usta-çırak ilişkisi edebiyatta, sanatta, mimaride ve bir zanaatın aktarılmasında oldukça önemli konumdadır. Özellikle edebiyatımızda yer alan “Âşık edebiyatı” usta-çırak ilişkisinin nefes alıp verişlerini anlamamızda büyük rol oynar. Anadolu’da gezip gördüğü yerlerdeki dağlar, ovalar hatta ırmaklar güzelliğiyle âşıkların gönül kabında harmanlanıp şiire dönüşürdü. Âşık Veysel, Karacaoğlan, Köroğlu, Dadaloğlu gibi niceleri bu terkiple yetişmiş isimlerdi. Bu anlamda âşıkların uğradığı yerlerde var olan kültürel ögeleri yetiştirdikleri çıraklarla yaşayan bir yapıya dönüştürmesi de kültürel aktarımın bir safhasını oluşturmuştu.
Zanaatı bütün incelik ve detaylarıyla öğrenmiş olan, kendi başına onu uygulayabilen kimselere usta denilmesi, onların bu mertebeye gelmede geçirdikleri evreleri anlamamızı mümkün kılar. Toplumlar için oksijen mahiyetinde olan ustalık mertebesi, gelecek kuşaklar için yetiştirdikleri çıraklarıyla canlılık ve devamlılığın adı olmuştur. Usta yanına aldığı çırağının eğitimini, ortaya koyduğu zanaatının bütün detaylarını bir süre yanında onu takip etmesi, dikkatlice gözlem yapması süreciyle başlatırdı. Ardından ustasının geçirdiği eğitim safhalarını bizzat kendisi de tatbik etmek suretiyle aldığı icazetin hakkı olan öğrencilerine kendine özgü kısımları da ekleyerek bu aktarımı sağlardı.
Usta ve çırak ilişkisi mimaride de etkileri uzun süren kültür aktarım sürecidir. Ortaya konulan mimari eserlerin sahipleri sanatını aktaracağı öğrencilere apayrı bir özen göstermiştir. Sadece Anadolu’da değil gittikleri ya da gidemedikleri uzak beldelerde de çırakları sayesinde eser bırakabilmişledir. Nitekim Mimar Sinan’ın ülkemizde çeşitli şehirlerde yer alan eserlerinin yanı sıra öğrencilerinin de hem yaşadıkları coğrafyada hem de farklı ülkelerde eserlerini görmek mümkündür. Davut Ağa, Sinan’ın önemli çıraklarından olup bir dönem baş mimarlık görevini de üstlenmiştir. İstanbul Mehmet Ağa Külliyesi, Sinan Paşa Külliyesi ortaya koyduğu önemli mimari başarıların bazılarıdır. Yine öğrencilerinden Mimar Hayrettin tarafından 1557-1566 yılları arasında Bosna Hersek’te inşa edilen Mostar Köprüsü hâlâ görenlerin ilgi odağı olmayı başarır. Öğrencileri tarafından yaşatılan ve aktarılan mimarideki sanat ve estetik üslup Mimar Sinan’ın yetiştiği topraklarda yer alan kültür bileşenlerinin de bir yansımasıdır. Bu hâliyle ustanın mahareti çırağında ortaya çıkar ve usta adını kendi yapıtlarının yanı sıra öğrencilerinin ayak izlerinin ulaştığı yerlere kadar da götürürdü diyebiliriz.
Türk İslam sanatlarında hocadan alınan icazetle sanat eserleri ortaya koymak esastır. Yıllarca süren usta-çırak eğitiminin görüldüğü bu sanat türleri öğrencisinin künyesinde hocasına bir atıftır. Özellikle hat, tezhip, minyatür gibi sanatların temelinde yer alan bu ilişki sağlıklı bir kültürel yapının oluşması ve devam etmesine büyük katkı sağlamıştır. Hat sanatının başta gelen isimlerinden biri olan Şeyh Hamdullah, yine hocası Yesarizade İzzet Efendi tarafından yetiştirilen Kazasker Mustafa İzzet Efendi bu sanatın incelik ve eşsizliğinin günümüze kadar ulaşmasına vesile olacak öğrenciler yetiştirmiştir. Özellikle Kazasker Mustafa İzzet Efendi ustasından icazet aldığı bu sanattaki maharetini Ayasofya-i Kebir Camii Şerifi’nde yer alan hat levhalarında da göstermiştir.
Ahilik teşkilatıyla başlayan ve daha sonra esnaf teşkilatıyla devam eden usta-çırak ilişkisi ise ekonomik ve ahlaki yapıda toplumun huzurunu korumaya yönelik atılan adımlardı. Ahilik teşkilatında yer alan fütüvvet olgusunda mayalanan usta-çırak ilişkisi, mesleklerin yaşatılmasında büyük katkı sağlamıştır. Ahilikte yer alan bu düşünce sayesinde mesleki açıdan yeterliliklerin sağlanması, sanat ve zanaatların öğretilmesi aynı zamanda da ahlak sahibi bireyler yetiştirerek toplumun bekası hedeflenmişti. Sosyal ve ekonomik dengenin usta-çırak yoluyla korunması esasını besleyen düşünce sayesinde marangozluktan nalbantlığa, demir ustalığından oymacılığa kadar hatırı sayılır birçok meslek ve zanaat uzun süren çıraklık eğitimi sayesinde canlı kalabilmiştir. Bu sadece esnaf ve zanaat erbabı için değil aynı zamanda hat, tezhip ve nakkaşlık için de geçerli olan bir yapıydı. Bir ustanın yanında çırak olarak başlayanlar önce kalfalığa, ardından da ustalığa yükseliyordu. Bu çoklu ve uzun süreçte kişi hocasından aldığı beraatla hem bir sanat ya da zanaatı öğreniyor hem de ahlaki yönden eğitiliyordu. Eğitim bitiminde toplum için oldukça önemli olan yalan ve hileye bulaşmamak, sözüne sadık kalmak, kul hakkına riayet etmek ve harama el uzatmamak noktasında göstereceği hassasiyet için yemin ederdi.
Kültür aktarımında eskiden usta-çırak ilişkisinde gözetilen hassasiyetler günümüzde de yaşatılmaya çalışılıyor. Güzel sanatlar bölümünü kapsayan lise ve üniversiteler, çeşitli kurum ve kuruluşlar hatta bireysel çabalarla yürütülen eğitimler, bu çabanın bir tezahürü. Öğrencilerin uygulayıp öğrendiği mimari, çini, ahşap oyma, hat, tezhip gibi sanat eserlerinin ortaya konulduğu uzun yıllara yayılan devamlılık hâli, bu kültürü yaşatmak adına yapılan çalışmalardır. Bunun yanı sıra Karagöz-Hacivat gibi oyunların perde arkasında asırlardır süren bir usta-çırak ilişkisinin var olduğunu, teknolojinin yoğun etkilerine rağmen devam ettirilen bu çalışmaların, sahip olduğumuz kültürel değerlerin yaşatılması adına oldukça önem arz ettiğini hatırlatmakta fayda var. Ustanın yaşayan en kıymetli eserinin çırağı olduğunu düşünürsek toplumun ortak ahlaki yapısının, sanatsal ve estetik zevklerinin kültür mirası içinde gelişerek devam etmesi, bu yapının korunması ve aktarılmasıyla sağlanacağını da bilvesile belirtmek isteriz.