Makale

TAHAMMÜL

TAHAMMÜL

MEHMET AYCI

Tahammül “edilir.”
Tahammül “gösterilir.”
Tahammülsüz olmanız hoş karşılanmaz.
Tahammül, sizi insan kılar; dünya hayatının, canınızın ve teninizin “çekilir” olduğunu hatırlatır size. Tahammülsüzseniz imtihandan geçemezsiniz.
Tahammülde mecburiyet yoktur; isterseniz, gücünüzün yetmediği noktada tahammül etmezsiniz. Omzunuzdaki yükü atarsınız.
Kelimeyi “eski” bulup sözlüklere gönderen “katlanmak” fiili, tahammülün yanında kırılgan kalır. Katlanırken kırılır; tahammüle göre daha cılız, daha çığırtkan durur.
Oysa tahammül taşıdığı/katlandığı şeyi bir “yük” olmaktan çıkarır, bir anlam derinliğine dönüştürür.
“Ya tahammül ya sefer” deyip kurtulamayız, “sefer” de bir tahammülü gerektirir.
Tahammülün sorumluluğu, katlanma/k/tan katbekat fazladır.
Katlanmak “ezik”, “tahammül” dirençli kılar.
Dünyaya alışmamız bir tahammül hikâyesidir; dünya da bize tahammül eder.
Kelimenin “ıstılah” manası çok eskilerde kalmış olsa da tahammül eşyayı ve evreni kavramamızı sağlar. Istılah demişken: Hadis rivayet edenlerden dinleyip, yazıp, hiçbir değişiklik yapmadan talebelerine aktaranların yaptığı bu işe “tahammül” denirdi.
Bir hafız tahammüllüdür; kitabı taşımaktadır çünkü.
Hafızamızda ne varsa tahammül dairesindedir.
Buraya kadar okumaya tahammül ettiğiniz için teşekkür ederiz.
Sözü Şeyh Galib’e bırakalım:
“Yokmuş bir aha ey gül-i rana tahammülün
Bağrın ne yaktın ateşi hasretle bülbülün”