Makale

SAMİMİ OL VE ALLAH’A GÜVEN

SAMİMİ OL VE ALLAH’A GÜVEN

Prof. Dr. Güldane GÜNDÜZÖZ
Kırıkkale Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi


İslam tarihinin sayısız olayları, iman ve dürüstlüğün, sadakat ve ahde vefanın, nihayet düşmana bile olsa söz verince bu sözün gereğini yapmanın örnekleriyle doludur. Hz. Peygamber’in sırdaşı diye tanınan sahabi Huzeyfe b. Yeman, “Bedir’de bulunmaktan beni alıkoyan tek şey vardı.” diyerek söze başlar: “Babamla yola çıkmıştık, bizi yolda Kureyş müşrikleri yakaladılar. ‘Siz Medine’ye peygamberinizin yanına gidiyorsunuz. İslam ordusuna katılacaksınız ve bizimle savaşacaksınız,’ diye bize çıkıştılar. Onlara, ‘Biz, elbette Medine’ye gidiyoruz. Zulmünüzden bıktık, orada huzur içinde yaşayacağız, gayemiz savaşmak değildir.’ desek de nafileydi. Uzun münakaşalardan sonra insafa geldiler de bizi bıraktılar. Ne var ki bir de şart koşmuşlardı: ‘Medine’ye gittiğinizde asla bize karşı savaşmayacaksınız.’ diye… Medine’ye vardığımızda Allah Resulü’ne olanı biteni anlattık. Nebi, bize, ‘Gidin, siz Bedir’e katılmayacaksınız. Biz [Müslümanlar] sözümüzü çiğnemeyiz, söz verdik mi tutarız. Allah yardımcımızdır.’ buyurdu.” (Müslim, Cihad ve Siyer, 93.)
Bir diğer olaya Mekke yakınlarındaki Hudeybiye’de Rıdvan ağacı şahittir. Rıdvan, ilahi rızaya boyun eğiştir. Muhtemel kayıplara rağmen sadakat ve samimiyeti elden bırakmamaktır. Bu ağaç, Hudeybiye Antlaşması’nın olumsuz gibi görünen bütün hükümlerinin bir bir müminlerin lehine dönüşünü hâl diliyle anlatır. Ebu Cendel ve Ebu Basir’in gözyaşları hâlâ gözümüzün önündedir. Bu sahabiler müşriklerin elinden kaçarak Peygamber Efendimize sığınmak istemişlerdi de Hudeybiye Antlaşması hükümlerine göre Allah Resulü onların bu isteğini geri çevirmişti. Efendimiz, Ebu Basir’e, “Ey Ebu Basir! Senin de bildiğin gibi Mekkelilere söz verdik. Dinimizde vefasızlığa yer yoktur. Allah muhakkak sen ve yanındaki Müslümanlar için bir kapı açacaktır.” (Ebu Abdullah Muhammed b. Ömer b. Vakıd el-Vakıdi el-Eslemi el-Medeni, Kitabü’l-Megazi, 2/608, 625.) demişti. Öyle de olmuştu. Sanki hicret sırasında Hz. Peygamber’e ve Hz. Ebubekir’e yönelik Allah’ın vaadi, bu sefer Ebu Basir ve Ebu Cendel için tecelli ediyordu. Çarenin kalmadığı bir anda ilahi rahmet yetişecek, gözyaşlarını sevince dönüştürecekti. Ayette ilan edilmemiş miydi: “Eğer siz ona (Peygamber’e) yardım etmezseniz, (biliyorsunuz ki) inkâr edenler onu iki kişiden biri olarak (Mekke’den) çıkardıkları zaman, ona bizzat Allah yardım etmişti. Hani onlar mağarada bulunuyorlardı. Hani o arkadaşına, ‘Üzülme, çünkü Allah bizimle beraber.’ diyordu. Allah da onun üzerine güven duygusu ve huzur indirmiş, sizin kendilerini görmediğiniz birtakım ordularla onu desteklemiş, böylece inkâr edenlerin sözünü alçaltmıştı. Allah’ın sözü ise en yücedir. Allah mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Tevbe, 9/40.) Allah’ın indirdiği güven duygusu ve melekût ordusu karşısında müşrikler kaybetmeye mahkûmdur.
Allah Resulü’nün Hudeybiye’dekine benzer bir tavrı Ebu Rafi olayında da görülür. Ebu Rafi, “Kureyşliler beni Medine’ye Hz. Peygamber’e elçi olarak gönderdiler.” diye başlayan sözünde imana gelişini ve Hz. Peygamber’in yanında kalma talebini anlatırken Nebi’nin, “Tamam ama sen yine de müşrikler için bile olsa sana verilen görevi yap, sonra yanımıza gel.” (Ebu Davud, Cihad, 151.) dediğini nakleder.
Ve Semerkant… Ticaret kervanlarının uğrak yeri, ilim şehri… Hulefa-i Raşidin’in beşincisi kabul edilen Ömer b. Abdülaziz’in adaletine hayran şehir… Hz. Ömer’in torunu Ümmü Asım’dan olma Ömer b. Abdülaziz’in hatırası şehrin silüetinde hâlâ canlıdır. Ömer b. Abdülaziz’in görevi sırasında [bazı kaynaklarda ise Ömer b. Abdülaziz’in kadı olarak tayin ettiği Cümey b. Hadır el-Baci’nin] önüne bir dava gelmiştir. Mübaşir, İslam ordusu komutanlarından Kuteybe’yi ve davacı bir Semerkantlıyı huzura alır. Kadı, “Şikâyetin nedir, ey Semerkantlı!” diye sorunca adam, “Efendim! Kuteybe ordusuyla Semerkant’ı almak için kapımıza dayandı. Bizi İslam’a davet etmeden ve bunun üzerinde düşünmemizi istemeden olayı oldubittiye getirdi ve Semarkant’ı aldı.” der. Kadı, komutan Kuteybe’ye dönerek “Bu sözler karşısında ne diyorsun? Kuteybe! Söyle bakalım, bu anlatılanlar doğru mu?” diye sorar. Kuteybe, önce yutkunur sonra “Savaş hile ve stratejiden ibaret değil mi ki Semerkant’ın çevresindeki şehirler, ne İslam’a girmeyi kabul etti ne de cizye vermeyi… Bunlar da öyle olacak dedim, onlara Müslüman olma çağrısı yapmadım ve cizye vermelerini de teklif etmedim.” der. Kadı, “Onları önce İslam’a davet etmen sonra cizye vermelerini istemen ve en sonunda bunları kabul etmezlerse savaşman gerekmez miydi?” diye çıkışır. Kuteybe, “Ama ben onları gafil avlamak istedim.” diye kendini savunur.
Kadı, “Sen açıkça yaptığını ikrar ettin. Dava burada sonuçlanmıştır. Allah bu ümmete ancak dindarlığı, adaleti gözetmesi ve sözünde durması nedeniyle yardım eder. Sen buna riayetsizlik etmişsin. Kararım, bütün ordunun, komutanı, askeri ve sivili ile Semerkant’ı tahliye etmesidir.” der. Davayı izleyen Semerkant’ın rahipleri gördüklerine ve duyduklarına inanamazlar. Birkaç dakikada dava karara bağlanmış ve İslam ordusunun Semerkant’ı boşaltması emredilmiştir. Bu olacak şey değildir. Bir müddet sonra Semerkant’ta at kişnemeleri ve silahlı askerlerin toparlanma sesleri, ortalığı kaplayan toz bulutuna karışır, gerçekten de ordu şehirden ayrılır.
Kuşkusuz bunu gören Hristiyan halkın tüyleri ürperiyor, Müslümanların dürüstlük ve adaleti karşısında hayranlıklarını gizleyemiyorlardı. Akşam olduğunda şehrin sokakları bomboş, meydanları ıssızdı belki ama Semerkantlıların kalbi, artık İslam sevgisi ile dolu, gözleri bu yüce adalet karşısında ışıl ışıldı. Derken gecenin bir yarısında halkın, rahipleri önüne katarak yola düştüğü görülür. Yolda bir menzilde konaklamış olan Müslüman ordusunun karargâhına vardıklarında artık bir tek ses duyulmaktadır. “Lâ ilâhe illallah, Muhammedün Resulullah!” (Ahmed b. Yahya el-Belazüri, Futuhu’l-Buldan, nşr. Abdullah Enis et-Tabba ve Ömer Enis et-Tabba, 593. )
Belki Semerkant o gün fethedilememişti ama insanların kalbi çoktan fethedilmişti. Zeyd b. Eslem, sonradan halifeliğe de gelen Ömer b. Abdülaziz’i anlatırken “Onun ardında kıldığım namazlar, bana Resulüllah’ın ardında kıldığım namazlardaki hazzı hatırlatırdı.” demekten kendini alamaz. Gazzeli analar, babalar ve çocuklar, Zeyd b. Eslem’in hazzını alıyor olmalılar. “Üzülmeyin Allah bizimle… Zafer bizim.” diyen babaların seslenişine çocukları, şehadetlerinde tertemiz ruhlarıyla “Babacığım iki melek gördüm ve Kevser’i…” diye karşılık verirken kim bilir üç bin, hatta beş bin melek, ilahi nusret için hazırlanıyor. Derken Mekke, Medine ve Semerkant, Gazze’ye gülümsüyor ve Allah Resulü’nün, “Allah mutlaka bir kapı açacaktır.” sözünü Filistinli Hanzala’nın kulaklarına şefkatle fısıldıyor.