ENGELLİLİK ENGEL DEĞİLDİR
Dr. Hale ŞAHİN
DİB Diyanet İşleri Uzmanı
Hazrec kabilesine mensup Medineli bir gençti. Mekkeli bir başka genç olan Mus’ab b. Umeyr’in takdir edilecek gayreti sayesinde Akabe’de Resulüllah’a (s.a.s.) iman edip söz veren erdemli topluluktan biriydi. Ne pahasına olursa olsun Allah’ın elçisine kucak açmaya, onu kendi canlarını, mallarını, çocuklarını ve kadınlarını korudukları gibi korumaya, zorlukta da kolaylıkta da üzerlerine düşeni layıkıyla yerine getirmeye söz veren yetmiş beş kişiden biri… Söz verdiği üzere daima Hz. Nebi’nin yakınında bulunmaya çabalayan samimi bir mümindi o. Resulüllah’ın katıldığı her gazvede o da vardı. Geçici dünya nimetlerine aldanarak geride kalan ve tarifsiz bir pişmanlık duyan kimi sahabinin aksine zorlu Tebük gazvesinde Hz. Peygamber’i hiç yalnız bırakmadı.
Allah Resulü onu her nerede görevlendirdiyse, emanet aldığı yükümlülüğü hakkıyla ifa etmenin derdindeydi. Medine’de Peygamber mescidinde namaz kılma imkânından yoksun kalanlar, onun arkasında saf tutmuştu. Mekke’nin fethiyle kazanılan gönüller, onun sayesinde Kur’an’ı daha iyi kavramıştı. Heyetler yılında Allah Resulü’nün çağrısını nezaketle karşılayan ve İslam’ı öğrenmek isteyen Yemenliler, imanlarını onun önderliğinde pekiştirmişti. Nitekim Yemen’e doğru yola koyulduğunda kulaklarında çınlayan son söz, Resulüllah’ın, “İnsanlar için ahlakını güzelleştir.” tavsiyesiydi. (Malik, Muvatta’, Hüsnü’l-huluk, 1.)
Yemen’e giderken Hz. Peygamber kendisine, “Bu seneden sonra benimle karşılaşamayabilirsin, belki de ancak şu mescidime veya kabrime uğrarsın.” dediğinde onu bir daha dünya gözüyle göremeyecek olmanın hüznüyle ağlayıvermişti. Kendisini biraz olsun teskin eden ve çok sevdiği Resul’ün nezdindeki kıymetine de işaret eden ise şu sözlerdi: “İnsanların benim gözümde en üstün olanları, kim olurlarsa olsunlar ve nerede bulunurlarsa bulunsunlar, takva sahibi olanlarıdır.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, c.5, 236.)
Allah’ın Elçisi’yle geçirilen her anın zayi edilemeyecek kadar değerli olduğunun bilincindeydi. Ondan talep ettiği her nasihati kıymetli bir inci gibi saklamıştı bağrında. İlmi, ahlakı, takvası, vefası ve cesaretiyle Allah Resulü’nün hem sevgisini hem de güvenini kazanmıştı. Hz. Peygamber’in, “Kur’an’ı şu dört kişiden alın.” dediği kimselerden biriydi o. (Müslim, Fedailü’s-Sahabe, 117.) Helal ve haramla ilgili hükümleri en iyi o biliyordu. (Tirmizi, Menakıb, 32.) İlim meclislerinin en tanıdık simalarındandı. İnsanlar bir konuda şüpheye düştüklerinde ona gelir ve sorarlardı. Uzun boyu, beyaz teni, güzel ve iri gözleri, çekik kaşları, kıvırcık saçıyla bulunduğu ortamlarda dikkatleri üzerine çekerdi. (İbn Sa’d, Tabakat, 3/589-590.)
Hadis ve tarih kitaplarından hareketle çizdiğimiz bu kısa portre, Kâ’b b. Malik’in deyimiyle Medine’nin en hayırlı gençlerinden Muaz b. Cebel’e (r.a.) aittir. Çoğumuzu imrendirecek bu güzel tabloda bilmemiz gereken küçük bir ayrıntı ise Muaz b. Cebel’in ayağında ortopedik engelinin olmasıdır. Bu teferruat, başka bir pencereden baktığımızda çeşitli olumsuzluklara rağmen bireyin isterse ve kendisine fırsat verilirse neler başarabileceğini gösteren son derece önemli bir ayrıntıdır.
Resulüllah, Muaz b. Cebel ve nice engelli sahabiye verdiği önemli vazifelerle onları yüreklendirip toplumsal hayatın içinde tutmaya gayret göstermiş, zihinlerdeki engelleri ortadan kaldırarak Müslüman toplumun sağlıklı bir bakış açısı kazanmasını sağlamıştır. Onun, Muaz nezdinde tüm İslam ümmetine verdiği tavsiyeler, nesiller boyu aktarılarak sünnetine uymak isteyen müminlerin yolunu aydınlatmıştır. Kıyamet günü âlimlerin bir adım önünde yer alacağı müjdesine (İbn Sa’d, Tabakat, 3/590.) mazhar olan Muaz b. Cebel’in eşsiz ilminden başta Hicaz bölgesi olmak üzere Yemen ve Şam’daki Müslümanlar istifade etmiş, öğrencileri arasında görme engelliler de yer almıştır.
Bedenen, zihnen ve ruhen sağlıklı olmak, bir imtihan yeri olarak hayırla da şerle de sınandığımız dünyada sahip olduğumuz en önemli nimetlerden biridir. Bununla birlikte günün birinde bu nimetten mahrum kalmak da ihtimal dâhilindedir. Öyle bir an gelir ki gören gözlerimiz görmez, tutan elimiz ayağımız tutmaz, işiten kulaklarımız işitmez olabilir. Dolayısıyla engellilik asla ötekileştirilecek bir durum değildir.
İnsan, özü itibarıyla bizatihi değerli bir varlıktır. İnsanın değerini belirlemede geçici maddi ölçüler aldatıcıdır, hiçbiri dikkate alınmaz. Esas olan niyet ve davranışlardır. Her şeyin görünürden ibaret sayıldığı günümüz dünyasında görünürde kusursuzluk arayışına kapılıp giden, engellilik gerçeğini ve engellilerin varlığını görmezden gelip ihmal eden modern insana bu konuda farkındalık kazandıracak olan yine Hz. Peygamber’dir. İnsan söz konusu olduğunda asırlar geçse de değişmeyecek olan ilkeye o, şu sözlerle dikkat çeker: “Allah sizin dış görünüşlerinize ve mallarınıza bakmaz, bilakis kalplerinize ve amellerinize bakar.” (Müslim, Birr, 34.)