Gök, Ömer - Töre, Emre. “Beyzâde Mustafa’nın Menâsikü’l-hacc Adlı Eseri”. Diyanet İlmî Dergi 60/3 (Eylül 2024), 1081-1116. https://doi.org/10.61304/did.1453539
Beyzâde Mustafa’nın Menâsikü’l-hacc Adlı Eseri
Araştırma Makalesi
Geliş Tarihi: 15 Mart 2024 Kabul Tarihi: 19 Eylül 2024
Ömer Gök
Dr. / PhD.
Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı / Presidency of Atatürk Culture Centre
https://orcid.org/0000-0003-0474-2928
omergok89@gmail.com
Katkı Oranı: %55
Emre Töre
Dr. / PhD.
T.C. Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı / Republic of Türkiye Ministry of Family and Social Services
https://ror.org/04n9e8n41
https://orcid.org/0000-0003-3074-0109
emretoreemre@gmail.com
Katkı Oranı: %45
Öz
Hicaz’ın 1517 yılında topraklarına katılmasından sonra hac yolculukları Osmanlılar için büyük bir önem kazanmıştır. Bu durum hac ibadeti ile ilgili menâsik, menâzil ve edebî niteliğe sahip eserlerden müteşekkil bir hac edebiyatının oluşmasını sağlamıştır. Özellikle 16. yüzyıldan sonra Türkçe kaleme alınan çok sayıda hac edebiyatı eseri bulunmaktadır. Bunlardan biri de bu çalışmanın konusunu teşkil eden Ahıskalı Beyzâde Mustafa’nın Menâsikü’l-hacc adlı eseridir. Eserin yazılış gayesi, hac adaylarına kılavuz kitap hazırlamaktır. Müellif eserinde diğer menâsik kitaplarında olduğu gibi hac ibadetinin temel terimlerinden, farzlarından, ibadet esnasında yapılması ve yapılmaması gerekenlerden bahsetmekte; umre ve haccın her aşamasında okunması gereken dualara yer vermektedir. Bu çalışmada, Beyzâde Mustafa’nın Menâsikü’l-hacc’ı şekil ve muhteva açısından incelenmiş; ayrıca Arapça duaların okunduğu bölümlere yer verilerek müellifin yararlandığı kaynaklar açıklanmıştır. Eserin dikkat çeken bir özelliği de umre yolcusunun veya hac adayının anlamayacağı düşünülen terimlerin ve yer adlarının açıklanışıdır. Bu kelime ve kavramlar tespit edilerek müellifin anlatım diline müdahale edilmeden metin içi sözlük oluşturulmuştur.
Anahtar kelimeler: Türk İslâm Edebiyatı, Hac, Umre, Menâsik, Menâsikü’l-hacc, Beyzâde Mustafa.
* Bu makale CC BY-NC 4.0 lisansı altında yayımlanmaktadır.
Beyzâde Mustafa’s Menâsiku’l-hacc
Research Article
Received: 15 March 2024 Accepted: 19 September 2024
Abstract
After the Hejaz was annexed to the Ottoman territory in 1517, pilgrimage journeys gained great importance. This situation has led to the formation of pilgrimage literature consisting of menasik, menazil, and literary works related to the hajj. Many works of pilgrimage literature have been written in Turkish, particularly after the 16th century. One of these works is Menâsiku’l-Hacc by Beyzâde Mustafa from Akhaltsikhe, which is the subject of this study. The purpose of writing Beyzâde Mustafa’s Menâsiku’l-Hacc is to prepare a guidebook for pilgrim candidates. In his work, as in other menasik books, the author mentions the basic terms of pilgrimage, the obligatory acts of worship, what can and cannot be done during worship, and the prayers that should be recited at every stage of umrah and hajj. Within the scope of this study, Beyzâde Mustafa’s Menâsiku’l-Hacc work was examined, and the information in the work was included in its order in the work. In addition, the sections where Arabic prayers are recited are included, and the sources used by the author are explained. A striking feature of the work is the explanation of terms and place names that are thought to be incomprehensible to the umrah traveler or pilgrim candidate. By identifying these words and concepts, a dictionary of in-text concepts was created without interfering with the author’s language of expression.
Keywords: Turkish Islamic Literature, Hajj, Umrah, Menâsik, Menâsiku’l-hacc, Beyzâde Mustafa.
Summary
The word pilgrimage, which means to go, to turn towards, to visit in Arabic, is a fiqh term meaning the obligation to set out to visit the Kaaba-i Sharifa in Mecca and to visit places considered sacred for religious purposes. Pilgrimage, one of the five pillars of Islam, is very important for Muslims. Pilgrimage is found in similar forms in many religions. However, in no other religion are pilgrimage-like visits to sacred places as detailed as in Islam. After the Hejaz was annexed to the Ottoman territory in 1517, pilgrimages gained great importance. This situation has led to the formation of pilgrimage literature consisting of menâsik, menâzil, and literary works related to the hajj. The menâsiks, which are the subject of this study, are used with the term menâsiku’l-hajj and are considered as rituals performed during the pilgrimage. At the same time, the term menâsiku’l-hajj was used as the general name of the books showing the way and procedure of these rituals. There are many pilgrimage literature works written in Turkish, especially after the 16th century. One of these works is Menasiku’l-Hacc by Beyzâde Mustafa. Although there is no detailed information about Beyzâde Mustafa’s life in the sources, it is known that he lived in the 18th century, that his father was Meskhetian Ali, that he came from the lineage of the prophet, and that he received his education in Istanbul. Additionally, Beyzâde Mustafa was also a Naqshbandi sheikh who has many students from him. He was in contact with the scholars of the period and wrote commentaries on their works. While on his second pilgrimage, he fell ill and died near Jeddah. Beyzâde Mustafa Efendi was the pole of the century; he was a master of religious sciences such as tafsir, fiqh and hadith, as well as eloquence, grammar, literature, prosody, and lexicon. He educated himself in sciences such as sufism, hadith and fiqh. Beyzâde Mustafa, who knows Arabic, Persian, and Ottoman well, is especially notable for his poems, qasida, and other works written in Arabic. Mehmed Murad Naqshbandî, the son of Beyzâde Mustafa’s first caliph, gathered and printed his works in a single book known as Külliyat-ı Beyzâde, Mecmua-i Beyzâde, and Mecmua-i Asar-ı Beyzâde. This work includes the author’s works titled Mevlid-i Nebi, Menâsiku’l-hacc, Kasidetü’d-dürriyye, Risaletu’l-ma‘lûm ve’l-mechul mine’s sarf, and poems written in different forms of verse. The purpose of writing Beyzâde Mustafa’s Menasiku’l-Hacc is to prepare a guidebook for pilgrim candidates. In his work, as in other menaik books, the author mentions the basic terms of pilgrimage, the obligatory acts of worship, what can and cannot be done during worship, and the prayers that should be recited at every stage of umrah and hajj. The author stated that he did not write a detailed text. However, he states that it will be sufficient for the pilgrim candidates to do what is written in his book for their pilgrimage to be accepted, and he also refers to more detailed works and directs the reader to these works. The book explains the months of pilgrimage, the fard of umrah and hajj, shaving, ihram, tawaf and sa’y in umrah and hajj, the penalties to be paid by those who commit forbidden acts, the places to visit during umrah and hajj, and what to do during these visits. In addition, attention was drawn to the differences in some forms of worship between men and women and the characteristics that women should pay attention to. While writing his work, the author especially benefited from Sinan Efendi’s work called Menâsiku’l-hacc. In addition, he also benefited from the opinions of Imam al-Azam, Ali al-Qari, Abu Hanifa’s disciples Abu Yusuf, and Muhammad b. Hasan al-Shaybani, who are referred to as Imameyn, and he cited a hadith as a basis for his narration. Within the scope of this study, Beyzâde Mustafa’s Menâsiku’l-hacc work has been examined, and the information in the work is included according to the order in which it appears in the work. In addition, the sections where Arabic prayers are recited are included, and the sources used by the author are explained. A striking feature of the work is the explanation of terms and place names that are thought to be incomprehensible to the umrah traveler or pilgrim candidate. By identifying these words and concepts, a dictionary of in-text concepts was created without interfering with the author’s language of expression.
Giriş
Hac kelimesi İbranicede “hag” şeklindedir. “Bayram” anlamına gelen bu kelime “bir şeyin etrafında dönmek, dolanmak” manasındaki “hvg” kökünden türemiştir.[1] Lügatlerde hac, “İslâm’ın beş şartından biri olan Mekke’deki Kâbe-i Şerîfe’yi ziyaret etmek üzere yola çıkma farizası, kutsal kabul edilen mekânları dinî maksatla ziyaret etmek” anlamlarında kullanılmaktayken[2] “fıkıh terimi olarak imkânı olan her müslümanın belirlenmiş zaman içinde Kâbe’yi, Arafat, Müzdelife ve Mina’yı ziyaret etmek ve belli bazı dinî görevleri yerine getirmek suretiyle yaptığı ibadeti ifade eder”.[3] Allah ile insan arasındaki münasebeti sağlayan yollardan biri hac ibadetidir. Bu ibadetin izlerine, hemen hemen bütün dinlerde ve dinî sistemlerde rastlanmaktadır. Bugün, bütün dinlerin tarihten günümüze, değişik şekillerde de olsa, taşıdığı tek ibadet şekli hacdır.[4] Budizm, Sihizm, Hinduizm, Şintoizm gibi semavî olmayan dinlerde de kutsal mekânları ziyaret etme anlayışı bulunmaktadır. Yahudilik ve Hıristiyanlık gibi semavî dinlerde hac ibadeti olmakla birlikte İslâmiyetteki gibi tüm kaideleri, yeri ve zamanı belirlenmiş bir anlayış bulunmamaktadır. Bu yönüyle hakiki anlamda tam tekmil ve teferruatlı bir biçimde hac ibadetinin yalnızca İslam dinine özgü olduğu söylenebilir.[5]
1517 yılında Hicaz’ın da topraklarına katılmasından sonra hac yolunun tamamen hâkimi olan Osmanlılar için hac yolculukları büyük bir önem kazanmıştır. Sekiz aya yaklaşan yolculuklar ve hac ibadeti esnasında yapılması gerekenlerle ilgili bir “hac edebiyatı” külliyatı oluştuğunu söylemek mümkündür.[6] Söz konusu eserler genel olarak bir seyahatname özelliği gösterse de hac ibadetinin usulü ve bu ibadet esnasında okunacak duaları içeren eserler de bulunmaktadır. Hac ibadeti ile ilgili kültürümüzde farklı özelliklere sahip eserler kaleme alınmıştır. Bu eserlerden hac ibadetinin yerine getirilmesinde uyulması gereken kuralları içerenler menâsik, hac yolculuğunu anlatanlar menâzil, sadece Kâbe’yi konu alanlar Kâbenâme isimleri ile anılmıştır.[7] Bunların haricinde edebî mahiyette yazılmış ve müellifleri tarafından müstakil isimler verilmiş hac ile ilgili eserler de bulunmaktadır.
Menâsik kelimesi Arapça “ibadet yeri”[8] anlamına gelen “mensek” veya “mensik” kelimesinin çoğuludur. Mensek; nüsük ve menâsik kurban, hac ibadetinin usulleri, kurban kesilen bayram, ibadet edilecek yer, yol ve şeriat anlamlarına gelir.[9] Hz. Peygamber de “Hac ibadetinizi benden alın.” anlamındaki hadisinde menâsik kelimesini “yol, tarz ve usul” anlamında kullanmıştır.[10] Kelime anlam daralmasına uğrayarak “haccın ibadetleri/hac farizasının eda edilmesi sırasında yapılması gereken ibadetler”[11] anlamıyla ve daha çok “menâsikü’l-hac” şeklinde terkip olarak kullanılmıştır. “Menâsikü’l-hac”, hac ibadeti esnasında gerçekleştirilen kaideler ve aynı zamanda bu kaidelerin yol ve yöntemini gösteren kitapların genel adı olarak kullanılagelmiştir.[12] Fıkıh literatüründe hac ibadetiyle alakalı farzları, vacipleri, sünnetleri mendup, mekruh veya haram olan hâlleri ihtiva eden kitapların tamamına menâsik-i hac veya ihyâ-yı hac adı verilmiştir.[13] Menâsik-i haclar, hacla ilgili farz, vâcib, sünnet, mendup, mekruh, haram gibi terimlerle gruplandırılan kuralları ihtiva eder. Okuyucunun anlayıp kavraması ve rahatlıkla uygulayabilmesi için Kur’an, sünnet ve mezhep imamlarının görüşlerine istinaden kaleme alınan menâsik-i hac kitapları İslâm tarihi boyunca hac adayları ve hacı rehberleri için çok önemli birer yardımcı eser olmuşlardır.[14]
Menderes Coşkun hac seyahatleri, ibadetleri, duaları vb. ile ilgili hazırlanan eserleri “1. Hac el kitapları: Menâzil-i hac ve menâsik-i hac adlı el kitapları; 2. Rehber nitelikli hac seyahatnameleri: Rehber nitelikli manzum hac seyahatnameleri ve mensur hac seyahatnameleri; 3. Hatıra veya rapor nitelikli hac seyahatnameleri; 4. Edebî hac seyahatnameleri” başlıkları altında tasnif etmiş ve Beyzâde Mustafa’nın eserine “menâsik-i hac adlı hac el kitapları” başlığı altında yer vermiştir.[15]
Klasik Türk edebiyatında tespit edilebilen ilk manzum hac seyahatnamesi 15. yüzyılda yaşayan Ahmed Fakîh’in Kitâbu Evsâf-ı Mesâcid-i Şerîfe[16] adlı eseridir. Ondan sonra 16. yüzyılda Gubârî’nin Menâsik-i Hac, Aksaraylı Hasan Rızâî’nin Tuhfetü’l-menâzil ü tuhfetü’l-huffâz, Şemseddin Sivasî’nin Menâsikü’l-huccâc, Muhyî-i Gülşenî’nin Hedyü’l-harameyn; 17. yüzyılda Moralı Bahtî’nin Manzûme fî menâsiki’l-hac, Amîkî’nin Fütûhü’l-harameyn; 18. yüzyılda Cûdî’nin Merâhilü Mekke mine’ş-Şâm[17], Edirneli Nâtık’ın Tuhfetü’l-harameyn/Tuhfe-i Nâtık[18]; 19. yüzyılda Kâmil’in ve İndî’nin Menâsik-i Hac[19] adlı eserleri bugüne kadar tespit edilebilen eserlerdir. Ayrıca başlı başına bir kitap oluşturmamakla birlikte hac ile ilgili daha küçük hacimli manzum eser veren şairler de bulunmaktadır: Nâlî Mehmed Efendi (17. yy.), Konyalı Seyyid Mehmed (17-18. yy.)[20], Bolkvadze-zâde İbrahim Kadem (19. yy.), Seyyid (17. yy.), Sulhî[21] (17. yy.), Servet[22] (16. yy. ?), Bahrî[23] (18. yy. ?).[24] Bunların haricinde kütüphanelerde henüz kayda girmemiş, girse de nüshaların içerisinde diğer metinlerin arasında gözden kaçmış farklı hac manzumelerinin olması muhtemeldir.
Edebiyatımızda hac ile ilgili en önemli mensur eserlerin başında Nâbî’nin Tuhfetü’l-harameyn’i gelir. Nâbî eserini, 1678-1679 yıllarındaki hac vazifesini yerine getirdikten beş sene sonra kaleme almıştır. Nâbî’den önce 16. yüzyılda Fevrî, Hac Seyâhatnâmesi adlı eserini kaleme almıştır. 17. yüzyılda Abdurrahman Hibrî Efendi’nin Menâsik-i Mesâlik, Kadrî’nin Menâzili’t-tarîk ilâ beyti’llâhi’l-atîk, Bosnalı Hacı Yusuf Livnjak’ın Hac Seyâhatnâmesi, Hacı Ali Bey’in Tuhfetü’l-huccâc[25]; 18. yüzyılda Seyyid İbrahim Halil’in Hâsıl-ı Hacc-ı Şerîf li-Menâzili’l-haremeyn, Mehmed Edib b. Mehmed Derviş’in Behçetü’l-menâzil, Hanîf İbrahim Efendi’nin La’lu’l-musaffâ fî ziyâreti’l-Mustafâ, en-Nakşibendî el-Murâdî’nin Nebzetü’l-menâsik; 19. yüzyılda Mehmed Fevzi Efendi’nin Iyânü’l-mesâil fî beyâni’l-menâsik, Abdülaziz Ahmed Efendi’nin Tuhfetü’l-mü’minîn fî menâsiki’l-huccâci’l-müslimîn, 20. yüzyılda Bekir Sıdkî Efendi’nin Fezâil-i Menâsik-i Hac adlı eserleri tespit edilmiştir.[26] Çalışmamıza konu olan Beyzâde Mustafâ’nın Menâsikü’l-hacc adlı eseri 18. yüzyılda yazılmıştır.
Burada sayılan edebî niteliği öne çıkan eserlerin yanı sıra fıkhî açıdan kaleme alınan menâsik-i haclar da önemli bir yekûn tutmaktadır. Mehmet Özkan Fıkıh Literatüründe “Menâsikü’l-hac” Geleneği Menâsikü’l-Kârî Örneği kitabında bunların önemli bir bölümünü (277’si künyeleriyle birlikte olmak üzere) sıralamaktadır.[27]
1. Beyzâde Mustafa’nın Hayatı, Edebî Kişiliği ve Eserleri
Beyzâde Mustafa’nın hayatı hakkında kaynaklarda ayrıntılı bilgi bulunmamakta, doğum tarihi bilinmemektedir. Mustafa Efendi’nin babası Ahıskalı Ali olarak tanınmaktadır. Mustafa Efendi, babası Artvin’in Şavşat ilçesinde sancak beyliği görevini yaparken Ahıska’da dünyaya gelmiştir.[28] Erzincanlı Şeyh Ömer Efendi’nin yanında ilk tahsilini yapan Beyzâde Mustafa Efendi, İstanbul Fatih’te Sahn-ı Saman Medresesinde eğitimine devam etmiştir. Eğitimini tamamladıktan sonra bu medresede müderrislik görevini üstlenmiştir. Sonrasında Fatih Camii Medresesinde müderris olmuş ve bu görevine on sekiz yıl devam etmiştir.[29]
Beyzâde Mustafa, Nakşibendî tarikatına mensuptur. Üç yıl boyunca Nakşibendî tarikatının şeyhlerinden Hâfız Muhammed Efendi’nin sohbetlerine devam etmiştir. Tasavvuf sülûkünü tamamladıktan sonra dönemin padişahı IV. Mustafa’nın düzenlediği sefere katılmış ve büyük yararlılıklar göstermiştir. Sefer tamamlandıktan sonra Fatih’in Çarşamba mahallesinde Murad Molla dergâhının ilk şeyhi olmuştur. Tarikat sülûkünü Hisarlı Hafız Muhammed Efendi’den tamamlamıştır.[30]
İlk hac vazifesini yerine getirmeden önce 1780 senesinde Mısır’a uğramıştır. Mısır’da geçirdiği zamanlarda Kâmûs şârihi Mevlânâ Seyyid Murtaza ile sohbetlerde bulunmuş ve kendisinden Ebü’l-İşrak künyesini almıştır. Ayrıca Seyyid Murtaza’nın Şerhu İhyâi ulûm eserine on beş, Şerhu’l-kâmûs eserine de dokuz beyitlik takriz yazmıştır. Ayrıca aralarında mektuplaşmışlardır. Bu durum devrin ilim âlemi içinde olduğunu göstermektedir. 1200 / 1785 yılında ikinci kez hac vazifesini yerine getirmek için yola çıktığında Cidde yakınlarında gemiyle yaptığı seyahat esnasında hastalığa yakalanarak vefat etmiştir. Vefatından önce dergâhtaki halefinin Abdulhalim Efendi olduğunu bildirmiştir.[31]
Beyzâde Mustafa Efendi çok sayıda talebe yetiştirmiştir. Ardında beş halife bırakmıştır. Bunlar Abdulhalim Efendi, Yanyalı Yusuf Efendi, Kadızâde diye bilinen Ahıskalı Hacı Muhammed Efendi, Geredeli Halil Efendi ve saray hocası Bolulu Mustafa Efendi’dir.[32] Müritlerinden Mehmed Murad Nakşibendî’nin Divân’ında verdiği bilgilere göre Beyzâde Mustafa Efendi, asrın kutbu, tefsir, fıkıh, hadis gibi dinî ilimler yanında, belâgat, nahiv, edebiyat, aruz, lügat, şiir alanında da üstaddır.[33] Abdurrahman b. Mustafa el-Ayderûs’tan tasavvuf, hadis, fıkıh gibi ilimlerin icazetini almıştır.[34] Arapça ve Farsça’yı iyi derecede bilen Beyzâde Mustafa özellikle Arapça yazdığı şiir, kaside ve eserleri ile dikkat çekmektedir.[35]
Mehmed Murad Nakşibendî övgüyle bahsettiği ve aynı zamanda babasının mürşidi olan Beyzâde Mustafa Efendi’nin eserlerini bir araya toplayıp bastırarak kaybolmasını önlemiştir. Beyzâde Mustafa Efendi’nin eserlerinin tamamı Külliyât-ı Beyzâde, Mecmuâ-i Beyzâde, Mecmuâi Âsâr-ı Beyzâde gibi adlarla bilinen tek kitap altında bir araya getirilmiş ve 1264 / 1847 yılında İstanbul’da basılmıştır.[36] Bu matbu nüshada Beyzâde Mustafa’nın Mevlidü’n-nebî, Menâsikü’l-hacc, Kasîdetü’d-dürriyye, Risâletü’l-ma’lûm ve’l-mechûl mine’s-sarf gibi eserleri mevcuttur. Bu nüshanın giriş bölümünde, Murâd Efendi’nin Beyzâde Mustafa Efendi tarafından kaleme alınmış iki adet mecmuayı ve bulduğu bazı çalışmalarını bir araya getirerek Dârüttıbâa’da bastırdığı ve İstanbul, Edirne ve Bursa’daki kütüphanelere vakfettiği bilgisi paylaşılmıştır.[37]
Külliyât-ı Beyzâde’de şu eserler yer almaktadır: 1. Mevlidü’n-nebî (Arapça), 2. Menâsikü’l-hacc (Türkçe), 3. Silsiletü’n-Nakşibendiyye (Arapça), 4. Kasîdetü’d-dürriyye Mukaddimesi (Arapça), 5. Kasîdetü’d-dürriyye (Arapça) 6. Kasîdetü’l-latîfe (Arapça), 7. Kasîdetü’l-müressele (Arapça), 8. Kasîde[38] (Arapça), 9. Kasîde[39] (Arapça), 10. Kasîde[40] (Arapça), 11. Kasîde-i Berây-ı Hz. Mevlânâ (Arapça), 12. Kasîde-i Berây-ı Abdülkâdir Geylânî (Arapça), 13. Medhiye-i Resûl-i Kibriyâ (Arapça), 14. Ebyâtü’n-nush-âmîz (Arapça), 15. Kasîdetün fî medhi ehlibeyt ve’l-ashâb (Arapça), 16. Kasîde-i Berây-ı Nasîhat-ı Ba‘z-ı Ahbâb (Arapça), 17. Kasîde[41] (Arapça), 18. Takrîzu Şerhi’l-Kâmûs (Arapça), 19. Takrîzu Şerhi İhyâi Ulûm (Arapça), 20. Takrîz[42] (Arapça), 21. İcâzet[43] (Arapça) 22. İzinnâme[44] (Arapça), 23. İcâzetnâme[45] (Arapça), 24. İcâzetnâme[46] (Arapça), 25. Mektûb[47], 26. Mektûb[48] (Arapça), 27. Mektûb[49] (Arapça), 28. Mektûb[50] (Arapça), 29. Tezkire[51] (Arapça), 30. Cevâbü’t-tezkire[52] (Arapça), 31. Risâletü’s-sülûk (Arapça), 32. Lügaz (Arapça), 33. Takrîz[53] (Arapça), 34. Cevâbü’l-mektûb (Arapça), 35. Medhiye Abdülkâdir Geylânî (Arapça), 36. Salâtu’ş-şerîfe (Arapça). Bunların yanı sıra Nurullah Yılmaz, Beyzâde Mustafa’nın daha fazla eserinin olduğu bilgisini paylaşmaktadır.[54]
2. Menâsikü’l-hacc
2.1. Menâsikü’l-hacc’ın Muhtevası
Diğer menâsiknâmelerde olduğu gibi Beyzâde Mustafa’nın Menâsikü’l-hacc’ını yazma gayesi hac adaylarına kılavuz kitap hazırlamaktır. Bununla birlikte müellif, tafsilatlı bir menâsik yazmamasına karşın hac adaylarının haclarının kabul olması için kendi kitabının yeterli olacağını bildirmekle birlikte daha ayrıntılı yazılmış eserlere atıfta bulunarak okuyucuyu bu eserlere yönlendirmektedir:
“Ma‘lûm ola ki haccın mesâ’ili gâyet çokdur. Tafsîl murâd eden Sinân Efendi Menâsik’ine ve gayrı menâsiklere mürâca‘at eyleye. Bu evrâkda ziyâde ehemm ü elzem olanları beyân etmişizdir. Bu zikretdiğimiz ile hulûs üzere bir kimse amel etse onun haccı inşâ’allâhu te‘âlâ hacc-ı mebrûr olur ve hadîs-i şerîfde vârid olmuşdur ki hacc-ı mebrûrun cezâsı değil illâ cennetdir.”[55]
Beyzâde Mustafa eserine besmele ile başladıktan sonra umrenin ne olduğunu, hac aylarının hangileri olduğunu, umrenin gereklerinin neler olduğunu kısaca açıkladıktan sonra önce umreyi, sonra haccı ele almıştır. Eserde ihrama girmeden önce yapılması gerekenler, hac ve umreye niyet duaları, ihramdan sonra yapılabilecek ve yapılamayacak eylemler, caiz olmayan eylemleri yapanların umre ya da haclarının kabul olması için ödemeleri gereken cezaların neler olduğu açıklanmıştır. Mekke-i Mükerreme, Bâb-ı Selâm ve Beyt-i Şerîf’te okunması gereken dualar Arapça yazılmıştır. Kâbe’yi görünce isteklerin kabul edilmesi için dualar edilebileceği açıklanmış, Hacer-i Esved görüldüğünde yapılması gerekenler, Kâbe’de okunacak dualar, Kâbe tavaf edilirken yapılması gerekenler ve okunacak dualar belirtilmiştir. Kâbe’nin dört köşesinin isimleri belirgin özellikleri ile birlikte verilmiştir. Merve ve Safa arasındaki dualara ve yapılması gerekenlere değinilmiştir. Umre yapanın tıraş olması, ihram, tavaf, sa’y ve tıraş sonrası umrenin tamamlanacağı dile getirilmiş, hac ayları ile diğer aylar arasındaki umrenin farkı izah edilmiştir. Hac aylarında umre yapanların sonrasında hac vazifelerini yerine getirirken yapacakları anlatılmıştır.
Arafat’ta okunacak dualar ve yapılması gerekenler, arefe günü yapılacaklar açıklanmıştır. Haccın farzları açıklandıktan sonra Müzdelife’de okunacak dualar ve ibadet şekilleri izah edilmiştir. Mina’da şeytan taşlama için seçilecek taşların özellikleri ve taş atarken dikkat edilmesi gereken hususlara değinilmiş, akabinde de hacının tıraş olması, okunacak dualar ve yapılması gereken ibadetler belirtilmiştir. Tavaf-ı ziyaret niyeti, tavaf sırasında yapılacaklar, bayramın ikinci, üçüncü ve dördüncü günü kaideleri, tavaf çeşitleri, tavaflardan sonra Kâbe’de okunacak dualar açıklanmış; akabinde hac esnasında erkek ve kadınların farklı davranacakları hususlara dikkat çekilmiştir.
Eserin sonunda da hac adayının menâsikte yazılanlara dikkat etmesi gerektiği, aksi takdirde yanlış uygulamalarla ibadetinin makbul olmayabileceği ve bu durumun dinen tehlike barındırdığı dile getirilmiş ve ayrıntılı bilgi isteyenlerin Sinan Efendi’nin Menâsik’ini okuması tavsiye edilmiştir.
2.2. Menâsikü’l-hacc’daki Dualar
Hac ibadetinin namaz gibi devamlılığı bulunan bir ibadet olmadığı ve gerekli ekonomik şartları yerine getirenlerin hayatlarında bir kez yapması farz bir ibadet olduğu düşünüldüğünde bu ibadet esnasında okunması gereken duaların Müslüman halkın geneli tarafından bilinmesi mümkün değildir. Bu nedenle hac ibadetini anlatan menâsikin bu ibadeti yerine getirirken okunacak duaları hac adaylarına açıklamaları gerekmektedir. Beyzâde Mustafa da eserinde umre ve haccı tüm aşamaları ile anlatırken nerede, hangi duayı okumaları gerektiğini okuyucuya bildirmiştir.
Eserde aşağıdaki bölümlerde dualar Arapça olarak sırasıyla yazılmıştır:
1. Umreye niyet duası,
2. Hacca niyet duası,
3. Umre ile haccı birlikte eda edecekler için niyet duası,
4. Mekke-i Mükerreme’ye girerken okunan dua,
5. Bâb-ı Selâm’da okunan dua,
6. Beyt-i Şerîf’i görünce okunan dua,
7. Kâbe’ye varıldığında okunan umre ve hac duaları,
8. Hacer-i Esved duaları,
9. Kâbe-i Muazzama kapısında okunacak dua,
10. Tavaf duaları,
11. Tavaf namazı sonrası okunacak dua,
12. Zemzem-i şerîf duası,
13. Safâ’daki dua,
14. Merve’deki dua,
15. Hac aylarında umre yapıp bu aylarda hac yapacakların okuyacakları dua,
16.Mekke’den çıkarken okunacak dua,
17. Minâ’ya varıldığında okunacak dua,
18. Cebel-i Rahmet’te okunacak dualar,
19. Müzdelife’de okunacak dualar,
20. Vadi-i Muhassir’den geçerken okunacak dua,
21. Minâ’da okunacak dua,
22. Taş atarken okunacak dua,
23. Tıraş olurken ve sonrasında okunacak dualar,
24. Tavaf-ı ziyarete niyet duası,
25. Tavaf’tan sonra Kâbe’de okunacak dua,
26. Kâbe’den ayrılırken okunacak dua.
2.3. Eserin Kaynakları
Beyzâde Mustafa’nın eserini yazarken özellikle Sinan Efendi’nin Menâsik’inden istifade ettiği görülmektedir. Burada kastedilen Sünbülî Sinân Efendi’nin Menâsik-i Hacc’ıdır. 16. yüzyılda yazılan bu eser, birden fazla menâsik kitabından derlenerek hazırlandığı için zengin bir içeriğe sahiptir. Ayrıntılı bir hac menâsiki olan bu eserde çok sayıda “âyet, hadis ve dua” yer alır. Bu yönüyle kendisinden sonra yazılan menâsiklere kaynaklık etmiştir. Müellif eserinde beş defa Sinan Efendi’nin eserinden bahsetmekte ve okuyucunun ayrıntılı bilgi için bu esere başvurabileceğini ifade etmektedir.[56]
Müellif, İmam-ı Azam’dan iki defa, Ali el-Kârî[57]’nin Şerh’i[58] ile İmâmeyn olarak ifade edilen Ebû Hanîfe’nin talebeleri Ebû Yûsuf ve Muhammed b. Hasan eş-Şeybânî’den birer defa bahsetmekte ve onların anlattıklarını kendi anlattıklarına dayanak olarak göstermektedir.
2.4. Menâsikü’l-hacc’daki Tanımlar
Beyzâde Mustafa’nın Menasikü’l-hacc’ında umreye gideceklerin ve hac adaylarının anlamayacağı düşünülen kelimeler, terimler ve mekânlar kısaca tanımlanmıştır. Türk edebiyatında yazılan “menâsik” eserleri incelendiğinde manzum olanlarda tanımlamlara girilmediği;[59] mensur menâsiklerde ise terim, kavram ve yer adları ile ilgili tanımlamaların yapılabildiği görülmektedir.[60]Aşağıda Beyzâde Mustafa’nın eserindeki tanımlamalardan yola çıkılarak metin içi sözlük oluşturulmuştur. Bu çalışmada müellifin dili korunarak aktarılmış, anlaşılamayacağı düşünülen bölümler ya da kelimeler dipnotta gösterilmiştir:
Hac ayları: Şevvâl ve Zi’l-ka‘de [aylarının tamamı ile] Zi’l-hicce’nin[61] [ilk] on günüdür.
Hatîm ve Hicr-i İsmâ‘îl: Rükn-i Irakî’yle Rükn-i Şâmî[62] arasında dîvâr ile çevrilmiş yere derler.
Hedy: Harem-i Mekke’ye ihdâ olunan[63] deve ya sığır ya koyuna derler.
Iztıbâ‘: Omuzunda olan ihrâmın bir ucunu sağ kolunun altından geçirip sol omuzunun üzerine atıp sağ kolu çıplak kalmakdır.
İfrâd: Müfrid[64] bi’l-haccın fi‘line derler.
İhrâm: Niyyet ile telbiyeden[65] ibâretdir.
Kârin: Eğer umre ile haccı berâber niyyet ederse ol kimseye derler.
Kırân: Kârin’in fi‘line derler.
Meş‘aru’l-Harâm: Müzdelife’de olan kubbenin etrâfıdır.
Müfrid bi’l-hac: Yalnız hacca niyyet ederse ol kimseye derler.
Mültezem: Ka‘be’nin kapısıyla Hacer-i Esved’in arasında olan Ka‘be’nin dîvârına derler.
Mütemetti‘: Hac aylarında umre edip ehline rücû‘ etmeksizin ol senede hac dahi ederse ol kimseye derler.
Reml: İki saf arasında bahâdırlar gibi omuzların silkerek yürüdükleri gibi yürümege derler.
Rükn-i Hacer-i Esved ve Rükn-i Şarkî: Ka’be’nin evvelki kûşesine[66] derler.
Rükn-i Irakî: Ka‘be’nin kapısına doğru yürüyüp kapıyı savuşdukdan sonra gelen kûşeye derler.
Rükn-i Şâmî: Rükn-i Irakî’den sonra gelen kûşeye derler.
Rükn-i Yemânî: Rükn-i Şâmî’den sonra olan rükne derler.
Şavt: [Ka‘be-i Mu‘azzama’yı] her bir devre derler.
Tavâf: Yedi şavta derler.
Temettu‘: Mütemetti‘nin fi‘line derler.
Umre: İhrâm ve tavâf ve sa‘y ve tırâş olmakdan ibâretdir.
Vakt-i kerâhat: Fecr-i sâdık tulû‘undan şems bir mızrâk mikdârı irtifâ‘ına dek biri dahi zevâl vakti biri dahi ikindi namâzını kıldıkdan sonra ahşam namâzına dek (olan zaman)[67].
3. Nüsha Tanıtımı
Beyzâde Mustafa Efendi’nin eserlerinin tamamı talebesi Molla Murad tarafından Külliyât-ı Beyzâde adı altında bir araya getirilerek 1264/1847 yılında İstanbul, Dârüttıbâa’da bastırılmıştır. Beyzâde Mustafa’nın Menâsikü’l-hacc’ı da bu matbu nüshanın içerisinde yer almaktadır. Bu çalışmada Harward Üniversitesi OL 306145’te kayıtlı matbu nüshadan yararlanılmıştır. Eserin cildi siyah deri kaplıdır. Toplam 146 sayfadan müteşekkil olan eserin 17 ila 43. sayfaları arasında Menâsikü’l-hacc’ın tam metni bulunmaktadır. Metin, Türkçe olarak yazılmış olup dua, zikir, âyet ve hadisler Arapça olarak kaleme alınmıştır. Ayrıca eserin başında Molla Murad’ın kaleme aldığı Beyzâde Mustafa’nın manzum terceme-i hâli bulunmaktadır.
3.1. Metin[68]
[17] Menâsikü’l-hacc li-Begzâde Kuddise Sırruhû
بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
الْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ وَالصَّلَاةُ وَالسَّلَامُّ عَلٰى سَيِّدَنَا مُحَمَّدٍ وَ اٰلِهِ أَجْمَعِينَ [69]
Bundan sonra ma‘lûm olsun ki Mekke-i Mükerreme’ye duhûl kasd eden kimse eğer Mîkât’a hac aylarından evvel varırsa umre ile ihrâm ede. Hac ile ihrâm etmek mekrûhdur. Hac ayları Şevvâl ve Zi’l-ka‘de ve Zi’l-hicce’nin on günüdür. Umre dediğimiz ihrâm ve tavâf ve sa‘y ve tırâş olmakdan ibâretdir. İhrâm şartdır ve tavâf ve sa‘y rükündür ve tırâş vâcibdir ve eğer Mîkât’a hac aylarında varır ise ol zamân dilerse umre ile ihrâm eder, dilerse yalnız hac ile ihrâm eder, dilerse umre ve hac ile berâber ihrâm eder. Pes Mîkât’a vardıkda bu üç sûretin hangisiyle ihrâm ederse sünnet budur ki tırnakların ve bıyığın kese ve koltuğun, kasığın pâk ede. Sonra sünnet üzere guslede. Gusle kâdir olmazsa sünnet üzere âbdest ala ve kokulu şeyle kokulana. Eğer zevcesi yanında ise gusletmezden evvel cimâ‘ edip sonra guslede ki gözü ve gönlü harâma meyletmeye. Ondan sonra ridâ[70]sını hamâmda havlu büründüğü gibi bürüne ve izâr[71]ını hamâmda peştemâl bağlandığı gibi bağlana ve başını aça ve iki rek‘at sünnet-i ihrâm diye niyyet edip namâz kıla, eğer vakit kerâhat değil ise. Ridâ ve izâr dediğimiz iki beyâz bezlerdir. Bundan sonra eğer umreye niyyet edecek ise [18]
اَللّٰهُمَّ إِنِّي أُرِيدُ الْعُمْرَةَ فَيَسِّرْهَا لِي وَ تَقَبَّلْهَا مِنِّي نَوَيْتُ الْعُمْرَةَ لِلَّهِ تَعَالَى [72] diye, sonra لَبَّيْكَ اَللّٰهُمَّ لَبَّيْكَ، لَبَّيْكَ لَا شَرِيكَ لَكَ لَبَّيْكَ، إِنَّ الْحَمْدَ وَ النِّعْمَةَ لَكَ وَ الْمُلْكَ، لَا شَرِيكَ لَكَ [73] diyerek telbiye ede. İhrâm dediğimiz bu niyyet ile bu telbiyeden ibâretdir, bezleri giymek değildir. Niyyet kalble olur, lisânla dahi etmek efdaldir ve bu du‘âyı dahi okuya, okumasa da be’is yokdur: اللَّهُمَّ إِنِّي أَسْأَلُكَ رِضَاكَ وَالجَنَّةَ ، وَأَعُوذُ بِكَ مِنْ غَضَبِكَ وَالنَّارِ اَللّٰهُمَّ أَحْرَمَ لَكَ شَعْرِي وَ بَشَرِي وَ دَمِي مِنَ النِّسَاءِ والطِّيبْ وَ كُلِّ شَيْءٍ حَرَّمْتَهُ عَلَى الْمُحْرِمِ اِبْتِغَى بِذَلِكَ وَجْهِكَ الْكَرِيمْ [74] ve eğer yalnız hac ile ihrâm ederse yine yukarıda zikretdiğimiz gibi pâklanıp iki rek‘at sünnet-i ihrâm kıldıkdan sonra şöylece niyyet ede: اَللّٰهُمَّ إِنِّي أُرِيدُ الْحَجَّ فَيَسِّرْهُ لِي وَ تَقَبَّلْهُ مِنِّي نَوَيْتُ الْحَجَّ وَاَحْرَمْتُ بِهَا لِلَّهِ تَعَالَى [75] deyip zikrolunan telbiyeyi ayda ve zikrolunan du‘âyı okuya ve eğer umre ile haccı berâber niyyet ederse اَللّٰهُمَّ إِنِّي أُرِيدُ الْعُمْرَةَ وَالْحَجَّ فَيَسِّرْهُمَا لِي وَ تَقَبَّلْهُمَا مِنِّي نَوَيْتُ الْعُمْرَةَ وَالْحَجَّ وَاَحْرَمْتُ بِهُمَا لِلَّهِ تَعَالَى [76] diye niyyet edip telbiye-i mezkûreyi ayda ve yine zikrolunan du‘âyı okuya. Ma‘lûm olsun ki yalnız hacca niyyet ederse ol kimseye müfrid bi’l-hac derler, onun fi‘line ifrâd derler ve eğer umre ile haccı berâber niyyet ederse ol kimseye kârin derler, onun fi‘line kırân derler. Kırân ifrâddan efdaldir ve bu sûretlerin biriyle ihrâm etdikden sonra cimâ‘dan ve hatunlarıyla cimâ‘a müte‘allik kelâmdan ve fıskdan ve cidâlden ya‘nî kirâcılarıyla yâ refîkiyle nizâ‘[77] etmekden ve kara avını avlamakdan yâ avcıya işâret ile göstermekden yâ filân yerde av var diye delâlet etmekden ve pire ve kehle[78] öldürmekden ve kokulu şey isti‘mâl etmekden [19] ve tırnak kesmekden ve bedeninin kılını gidermekden ve sakalın taramakdan ve başını tırâş etmekden ve başını ve sakalını hatmiyle yıkamakdan ve başını örtmekden ve dikilmiş uruba[79] giymekden ictinâb ve hazer eyleye. Gusletmek ve hamâma girip yıkanmak ve gölgelenmek ve beline kemerin ve kesesin bağlanmak ve kılıç ve sâ’ir silâh taşımak ve iktizâ eder ise düşmanıyla cenk etmek câ’izdir ve telbiyeyi namâzlar ardında ve seher vakitlerinde ve sabâhda ve akşamda ve hayvâna bindikde ve yolculara râst geldikde ve yüksek yerlere çıkdıkda ve derelere indikde çok eyleye ve sâ’ir vakitlerde dahi eksik etmeye. Dikilmiş urubasın özürsüz giymeye. Belki özür zuhûr eder deyip mücerred vesvese ile giymeye. Özür zuhûr ederse her ne mahallinde zuhûr ederse o mahalline giye. Özrü olmayan yerine giymeye. Meselâ başında zuhûr edip gayrı yerinde zuhûr etmediyse ancak başına giye, sâ’ir yerine giymeye. Hâsıl-ı kelâm ihrâm içinde iken başını örtmek ve sâ’ir yerine dikilmiş uruba giymek, özürsüz câ’iz değildir. Eğer özürsüz urubasın giyerse dem lâzım gelir, oruç tutmak ve sadaka vermek ile kurtulmaz. Müfrid ise bir dem kârin ise iki dem lâzım gelir. Bu dediğimiz eğer urubalarını hep bir günde giyerse. Ammâ birazını bir gün giyip birazını yarınki gün giyerse onun için başka dem lâzım gelir. Müfrid ise bir dem kârin ise iki dem lâzım gelir. Meselâ bugün başına giyse onun için müfride bir dem kârine iki dem lâzım gelir. Sâ’ir bedenine yarın giyse yine müfride bir dem, kârine iki dem lâzım gelir. Üçüncü gün ayağına çizme giyse yine müfride bir dem, kârine iki dem lâzım gelir. Eğer özür sebebiyle giyerse özür cemî‘ [20] bedeninde olup urubasını birden bir günde giyerse müfrid ise bir kurbân yâ üç gün oruç yâ altı fakîrden her birine nısf sâ‘[80] buğday yâ kıymetin vermek lâzım gelir. Kârin ise iki kurbân yâ altı gün oruç yâ on iki fakîrin her birine nısf sâ‘ buğday yâ kıymetin vermek lâzım gelir. Eğer urubalarını bir günde giymeyip birazını bu günde birazını öbür günde giyse, meselâ başına bir gün, gövdesine bir gün, ayaklarına bir gün giyerse her bir gün için zikrolunan üç kefâretin biri lâzım gelir. Müfridin ve kârinin hâli beyân olduğu vech üzeredir. Eğer ba‘zı yerinde özür zuhûr edip ba‘zı yerinde etmezse özürlü yerine giyip üç kefâretin birini ede ya‘nî müfrid ise bir kurbân yâ üç gün oruç yâ altı fakîrin her birine nısf sâ‘ buğday yâ kıymetin vere. Kârin ise bunun iki katın vere. Nitekim beyân olundu. Eğer özürü olmayan yerine giyse bu üç kefâretin beyninde mütehayyir olmaz belki müfride bir kurbân, kârine iki kurbân lâzım gelir. Yukarıda beyân olunduğu gibi bu zikretdiklerimiz eğer uruba ol âdemin üzerinde bir gün tamâm yâ bir gece tamâm durursa. Eğer bir gece ya bir gün tamâm durmayıp bir iki sâ‘atden sonra çıkarırsa müfride yarım sâ‘ buğday ya kıymetin vermek vâcib olur, gayrı bir şey lâzım olmaz. Urubasını giydikden sonra uruba üzerine uruba giyse yâhud evvel giydiğini çıkarıp başka uruba giyse kefâret lâzım gelmez, gaflet olunmaya. Mahrem olan kimseye kıl koparmak câ’iz değildir. Eğer başını tamâm yâ rub‘unu tırâş etse veyâ koltuğun veyâ kasığın tırâş etse yâ bevl, müfride bir kurbân, kârine iki kurbân lâzım gelir. Abdest alırken sakalından bir yâ iki yâ üç kıl düşse azdan çokdan sadaka vere. [21] Eğer üç kıldan ziyâde düşerse müfride nısf sâ‘ buğday vâcib olur. Kehle öldürmek muhrime câ’iz değildir. Eğer bir yâ iki yâ üç kehle öldürse yâ pire atsa azıcık şey tasadduk ide. Eğer üçden ziyâde olur ise müfride nısf sâ‘, kârine bir sâ‘ buğday yâ kıymeti vâcib olur. Urubasını kehle kırılsın diye yusa yâ güneşe serse kehleler ölse zikr olunduğu vech üzere sadaka vâcib olur ve dahi ihrâm içinde iken işlemesi câ’iz olmayan şeyler çokdur; cimâ‘ gibi ve kokulu şeyler sürünmek gibi ve gayrıları tırâş etmek gibi. Bunlardan kimi haccı ifsâd eder, kimi harâmdır, işlemesiyle kurbân yâ sadaka lâzım gelir. Menâsiklerde tafsîl olunmuşdur, gaflet olunmaya. Mekke-i Mükerreme’ye karîb oldukda mümkün ise gusleyleye yâhud abdest alıp kemâl-i ta‘zîm ve huşû‘ ile ol buk‘a[81]-i şerîfenin azametin ve heybetin te’emmül ederek yürüyüp kâdir ise yayanca dâhil ola. Mekke-i Mükerreme’ye girer iken للّٰهُمَّ هَذاَ الْبَلَدَ بَلَدُكَ وَ الْبَيْتَ بَيْتُكَ جِئْتُكَ أَطْلُبُ رَحْمَتَكَ وَ أَؤُمُّ طاَعَتَكَ، مُتَّبِعـاً لأَمْرِكَ راَضِياً بِقَدَرِكَ مُسَلِّماً ِلأَمْرِكَ أَسْأَلُكَ مَسْأَلَةَ الْمُضْطَرِينَ إِلَيْكَ الْمُشْفِقِينَ مِنْ عَذاَبِكَ أَنْ تَسْتَقْبِلَنِى بِعَفْوِكَ وَ أَنْ تَتَجاَوَزَ عَنِّى بِرَحْمَتِكَ وَ أَنْ تَدْخُلَنِى جَنَّتَكَ [82] diye. Bundan sonra telbiye ederek Bâb-ı Selâm’a varıp kapıdan sağ ayağın evvel atıpبِسْمِ اللّٰهِ وَالْحَمْدُ لِلّٰهِ وَالصَّلاَةُ وَالسَّلاَمُ عَلَى رَسُولِ اللهِ اَللَّهُمَّ افْتَحْ لىِ أَبْواَبَ رَحْمَتِكَ وَ أَدْخِلْني فِيهاَ وَاَغْلِقْ عَنّي أَبْواَبَ مَعَاصِيكَ وَجْنُبْنِي الْعَمَلَ بِهاَ [83] diye. Beyt-i şerîfi gördükde üç kere اَللّهُ اَكْبَرُ üç kere لاَ إِلَهَ إِلَّا اللَّهُ deyip bu du‘âyı okuya: اَللَّهُمَّ أَنْتَ السَّلَامُ وَمِنْكَ السَّلَامُ وَ إلَيْكَ يَرْجِعُ السَّلَام، فَحَيِّنَا رَبَّنَا بِالسَّلَامِ]22[وَ اَدْخِلْنَا بِفَضْلِكَ دَارَالسَّلَامِ تَبَارَكْتَ رَبَّنَا وَ تَعَالَيْتَ يَا ذَا الْجَلَالِ وَالْاِكْرَامِ. اَللّٰهُمَّ زِدْ بَيْتُكَ هٰذَا تَعْظِيماً وَ تَشْرِيفاً وَ تَكْرِيماً وَ مَهَابَةً وَ زِدْ مَنْ عَظَّمَهُ وشَرَّفَهُ وكَرَّمَهُ مِمَّنْ حَجَّهُ أَوِ اعْتَمَرَهُ تَعْظِيماً وَ تَشْرِيفاً وَ تَكْرِيماً و إيِمَاناً. اَللَّهُمَّ صَلِّ عَلَى مُحَمَّدٍ وَعَلَى آلِ مُحَمَّدٍ عَبْدِكَ وَ رَسُولِكَ وَ أَسْأَلُكَ أَنْ تَرْحَمَنِى وَ تَقِيل عَثْرَتِي وَ تَغْفِرَ ذُنُوبِي وَ تَضَع عَنِّي وَ وِزْرِي بِرَحْمَتِكَ يَا أرْحَمَ الرَّاحِمِين [84]. Ve dahi ziyâde ehemm olan maksûdlarını isteye, cennete hesâbsız duhûl gibi. Ba‘zı ulemâ buyurmuşlar ki: “Ka‘be’yi görünce Tanrı Te‘âlâ’dan her ne dilerse kabûl olmasını ya‘nî yâ Rab bu kulunu du‘âsı makbûl ve müstecâb kullarından eyle” diye du‘â eyleye. Ondan sonra doğru Hacer-i Esved’e teveccüh edip Hacer-i Esved’in yanına vardıkda eğer namâza ikâmet olunmuş ise cemâ‘atle namâz kılıp sonra tavâfa şürû‘ ede yâhud namâz vakti tavâf edene dek geçmek ihtimâli var ise ibtidâ namâz kılıp sonra tavâf ede. Ba‘zı kimseler namâzın vakti geçmek karîb olmuş iken namâzı kılmayıp tavâfa yâ sa‘ye meşgûl olup namâzı vaktinden te’hîr ederler, günâha girerler. Hâsıl-ı kelâm tavâf yâ sa‘yi edene dek namâzın vakti fevt olmak havfı olur ise namâzı kılıp sonra tavâf ve sa‘ye şürû‘ ede. Tavâf ve sa‘yin vakti geçmez, her ne zamân olsa olur lâlin namâzın vakti geçmek olur, gaflet olunmaya. Hacer-i Esved’e karîb vardıkda ıztıbâ‘ ede. Iztıbâ‘ dedikleri omuzunda olan ihrâmın bir ucunu sağ kolunun altından geçirip sol omuzunun üzerine atıp sağ kolu çıplak kalmakdır. Hacer-i Esved’i kendüyinin sağ tarafında terk ve Ka‘be’ye teveccüh edip eğer umre niyyetiyle ihrâm [23] etdiyse umre tavâfına niyyet ede, lisânıyla şöyle diye: اَللّٰهُمَّ إِنِّي أُرِيدُ طَوَافَ الْعُمْرَةَ فَيَسِّرْهُ لِي وَ تَقَبَّلْهُ مِنِّي [85] Eğer müfrid ise tavâf-ı kudûma niyyet ede, lisânıyla اَللّٰهُمَّ إِنِّي أُرِيدُ طَوَافَ الَقُدوُمَ فَيَسِّرْهُ لِي وَ تَقَبَّلْهُ مِنِّي [86] diye. Eğer kârin ise ya‘nî umre ile haccı berâber niyyet etdiyse evvel umre tavâfına yukarıda zikretdiğimiz gibi niyyet edip umre tavâfın edip ve Safâ ile Merve arasında sa‘y edip gelip hac için tavâf-ı kudûma niyyet edip tekrâr hac için tavâf ve sa‘y ede. Hâsıl-ı kelâm kârin olan kimse iki tavâf iki sa‘y etmelidir. Bir tavâf ve sa‘y umre için, ikinci tavâfla sa‘y hac için tavâfa niyyet etdikden sonra Hacer-i Esved’e istikbâl edip iki ellerin kulaklarına berâber kaldırıp اَللّهُ اَكْبَرُ [87] deyip ellerin salıverip lisânıyla لاَ إِلَهَ إِلاَّ اللَّهُ، وَالْحَمْدُ لِلّٰهِ، اَللَّهُمَّ صَلِّ عَلَى مُحَمَّدٍ وَعَلَى آلِ مُحَمَّدٍ [88] deyip iki ellerin Hacer-i Esved üzerine koyup iki elleri arasını kemâl-i edeb ve ta‘zîm ve huşû‘ ve huzû‘[89] ile şapırdatmaksızın öpe. Eğer izdihâmdan öpmeğe kâdir olmasa zor ile sokulup nâsa eziyet etmeye belki sağ elini Hacer’e sürmeğe kâdir ise sağ elin değdirip öpüp yüzüne süre. Buna da kâdir olmazsa ırakdan ellerin omuzlarına berâber kaldırıp Hacer-i Esved’e elleri içini mukâbil tutup اَللّهُ اَكْبَرُ، لاَ إِلَهَ إِلاَّ اللَّهُ، وَالْحَمْدُ لِلّٰهِ، اَللَّهُمَّ صَلِّ عَلَى مُحَمَّدٍ وَعَلَى آلِ مُحَمَّدٍ [90] deyip iki elleri içini öpüp yüzüne süre اَللَّهُمَّ إيمَانًا بِكَ وَتَصْدِيقًا بِكِتَابِكَ وَوَفَاءً بِعَهْدِكَ وَاتِّبَاعًا لِسُنَّةِ نَبِيِّكَ مُحَمَّدٍ صَلَّى اللهُ [91] deyip Ka‘be-i Mu‘azzama’yı kendinin sol cânibinde kılıp Ka‘be kapısına doğru yürüye. Mültezem’e berâber [24] varınca اَللَّهُمَّ إنَّ لَكَ عَلَىَّ حُقوقاً فَتَصَدَّق بِها عَلَيَّ [92] diye. Mültezem diye Ka‘be’nin kapısıyla Hacer-i Esved’in arasında olan Ka‘be’nin dîvârına derler. Ka‘be-i Mu‘azzama’nın kapısına berâber olunca آللّهُمَّ اِنَّ هَذَا الْبَيْتَ بيتُكَ وَالْحَرَمَ حرَمُكَ وَالْاَمْنَ اَمْنُكَ وَالْعَبْدَ عَبْدُكَ وَهَذَا مَقَامُ الْعَائِذِ بِكَ مِنَ النَّارِ، حَرِّمْ لُحُومَنَا وَ بَشَرَتَنَا عَلَى النَّارِ [93] diye ve Rükn-i Irakî’de bunu okuya: إِنِّي أَعُوذُ بِكَ مِنَ الْشَكِّ وَالشِّرْكِ وَالشِّقَاقِ وَالنِّفَاقِ وَسُوءِ الْأَخْلَاقِ وَسُوءِ الْمُنْقَلَبِ وَ الْمَنْظَرِ فِى الْاَهْلِ وَالْمَالِ وَالْوَلَدِ [94] Altınoluk berâberinde bunu okuya: اَللّٰهُمَّ إِنِّي أَسْأَلُكَ إِيمَانًا لَايَزُولُ وَ يَقِينًا صَادِقًا لَايَنْفَدُ مُوَافَقَةَ نَبِيِّكَ مُحَمَّدٍ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ، اَللّٰهُمَّ اَظِلَّنِي تَحْتَ ظِلِّ عَرْشِكَ يَوْمَ لَاظِلَّ اِلَاظِلُّكَ وَاسْقِنِي بِكَأْسِ نَبِيِّكَ مُحَمَّدٍ صَلَّى اللهُ تَعَالَى عَلَيْهِ وَسَلَّمَ شَرْبَةً لَااَظْمَأُ بَعْدَهُ اَبَداً [95] Rükn-i Şâmî berâberinde bunu okuya: اَللّٰهُمَّ اجْعَلْهُ عُمْرَتِي مَقْبُولاً وَ سَعْيِي مَشْكُوراً وَ ذَنْبًا مَغْفُوراً وَ تِجَارَةً لَنْ تَبُورَ يَا عَزِيز يَا غَفُور [96] Bu vech üzere okumak umre tavâfı eder ise. Ve hac tavâfı ise اَللّٰهُمَّ اجْعَلْهُ حَجّي مَبْروُراً وَ سَعْيِي مَشْكُوراً وَ ذَنْبًا مَغْفُوراً وَ تِجَارَةً لَنْ تَبُورَ يَا عَزِيز يَا غَفُور [97] diye. Rükn-i Yemânî berâberine geldikde iki elini ya sağ elini Rükn-i Yemânî’ye sürüp bunu okuyaاَللَّهُمَّ إِنِّى أَعُوذُ بِكَ مِنَ الْكُفْرِ وَأَعُوذُ بِكَ مِنَ الْفَقْرِ وَ مِنْ عَذَابِ الْنَّارِ وَ مِنْ فِتْنَةِ الْمَحْيَا وَالْمَمَاتِ وَأَعُوذُ بِكَ مِنَ الْخِزْيَ فِى الدّْنْيَا وَالْاَخِرَةِ وَاَسْئَلُكَ الْعَفْوَ وَالْعَافِيَةَ فِى الدّْنْيَا وَالْاَخِرَةِ [98] Rükn-i Yemânî’yle Hacer-i Esved arasında bunu okuya:رَبَّنَٓا اٰتِنَا فِي الدُّنْيَا حَسَنَةً وَ فِي الْاٰخِرَةِ حَسَنَةً وَ قِنَا عَذَابَ النَّارِ [99] رَبَّ قَنِّعْنِي بِمَا رَزَقْتَنِي، وَبَارِكْ لي فِيهِ، وَاخْلُفْ عَلَيَّ كُلَّ غَائِبَةٍ لِي بِخَيْرٍ [100] Hacer-i Esved’e geldikde yukarıda zikretdiğimiz [25] üç tarîkin biriyle istilâm edip zikrolunan du‘âları zikrolunan mahallerde okuyarak Ka‘be-i Mu‘azzama’yı yedi kerre devreyleye. Her devre bir şavt derler. Yedi şavta bir tavâf derler. Eğer bu zikrolunan du‘âları hıfz edemez ise رَبَّنَٓا اٰتِنَا فِي الدُّنْيَا حَسَنَةً وَ فِي الْاٰخِرَةِ حَسَنَةً وَ قِنَا عَذَابَ النَّارِ diyerek tavâf ede yâhud سُبْحَانَ اللهِ ، وَالْحَمْدُ لِلهِ ، وَلَٓا إِلٰهَ إِلَّا اللهُ ، وَاللهُ أَكْبَرُ ، وَلَا حَوْلَ وَلَا قُوَّةَ إِلَّا بِاللهِ الْعَلِيِّ الْعَظِيمِ [101] diyerek tavâf ede. Eğer etdiği tavâf umre için ise yâhud yalnız hac için olup sa‘yi mukaddem ederse yâhud kârin ise bu sûretlerde üç şavtda reml edip dördünde te’ennîyle yürüye. Reml diye iki saf arasında bahâdırlar gibi omuzların silkerek yürüdükleri gibi yürümeğe derler. Hâsıl-ı kelâm her tavâf ki onun akîbinde Safâ ile Merve arasında sa‘y ola. Evvel tavâfın üç şavtında reml sünnetdir. Lâkin müfrid olan kimse ya‘nî yalnız hacca niyyet eden kimse tavâf-ı kudûm akîbinde sa‘y etmek yâhud sa‘y etmeyip Kurbân Bayramı’nın evvelki günü ya ikinci günü ya üçüncü günü tavâf-ı ziyâretin akîbinde etmek tavâf-ı kudûmün akîbinde etmeden efdaldir. Kârin olan kimse ya‘nî hac ile umreyi berâber niyyet eden kimse tavâf-ı kudûm akîbinde sa‘y etmek efdaldir, gaflet olunmaya. Ma‘lûm olsun ki Ka‘be’nin dört kûşesi vardır. Evvelki kûşesine Rükn-i Hacer-i Esved ve Rükn-i Şarkî dahi derler ki Hacer-i Esved bu kûşenin içindedir. Ondan Ka‘be’nin kapısına doğru yürüyüp kapıyı savuşdukdan sonra gelen kûşeye Rükn-i Irakî derler. Ondan sonra [26] gelen kûşeye Rükn-i Şâmî derler. Rükn-i Irakî’yle Rükn-i Şâmî arasında dîvâr ile çevrilmiş yere Hatîm ve Hicr-i İsma‘îl derler, Altınoluk onun içine akar. Ol yerin beş altı zirâ‘ mikdârı Ka‘be’dendir. Onun içinde namâz kılmak Ka‘be içinde namâz kılmak gibidir. Lâkin Ka‘be’ye istikbâl etmeyip ol yere istikbâl etse namâzı câ’iz olmaz. Hazret-i İbrâhîm aleyhi’s-selâm Ka‘be-i Mu‘azzama’yı emr-i Bârî’yle binâ etdiği vakitde bu zikrolunan yeri Ka‘be’nin içine almış idi. Sonra Kureyş kabîlesi Ka‘be’yi yıkıp tekrâr binâ etdiklerinde ol mahalli dışarıda komuşlar. Keresteleri ve pâreleri az olduğundan ve Ka‘be’yi tavâf eden kimse ol mahallin dışından tavâf etmek vâcibdir, Ka‘be ile ol mahallin arasından geçse vâcibi terk etmiş olur. Gaflet olunmaya. Rükn-i Şâmî’den sonra olan rükne Rükn-i Yemânî derler. Tavâf ederken ol rükne uğradıkda iki elini ya sağ elini onun üzerine süre lâkin öpmek yâhud elini yüzüne sürmek yâhud yanaşmadığı sûretde ırakdan işâret etmek muhtâr değildir. Tavâfı tamâm etdikden sonra eğer vakt-i kerâhat değil ise Makâm-ı İbrâhîm’de onda mümkün değil ise Mescid-i Harâm’ın neresinde olur ise iki rek‘at tavâf namâzı kıla. Bu iki rek‘at namâz her tavâfın akîbinde bizim mezhebimizde vâcibdir. Eğer vakt-i kerâhat içinde tavâf etdiyse namâzı vakt-i kerâhatin gayrıda kıla. Vakt-i kerâhat dediğimiz fecr-i sâdık tulû‘undan şems bir mızrâk mikdârı irtifâ‘ına dek biri dahi zevâl vakti biri dahi ikindi namâzını kıldıkdan sonra ahşam namâzına dek bu üç vakit içinde tavâf eden kimse tavâf [27] namâzını bu vakitlerin gayrısında kılmalıdır. Kaç tavâf ederse her tavâf için ikişer rek‘at namâz kıla. Akîbinde bu du‘âyı okuya: اَللَّهُمَّ أَنَا عَبْدُكَ وَابْنُ عَبْدِكَ أَتَيْتُكَ بِذُنُوبٍ كَثِيرَةٍ وَأَعْمالٍ سَيِّئَةٍ، وَهَذَا مَقَامُ العَائِذِ بِكَ مِنَ النَّارِ، فَاغْفِرْ لِي إِنَّكَ أَنتَ الغَفُورُ الرَّحِيمُ. اَللَّهُمَّ اغْفِر لِلْمۇمِنِينِ وَالْمۇمِنَاتِ وَاغْفِرلِي ذُنُوبِي وَ مَتِّعْنِي بِمَا رَزَقْتَنِي ، وَ بَارِكْ لِي فِيمَا أَعْطَيْتَنِي ، وَاخْلُفْ عَلَيَّ كُلَّ غَائِبَةٍ لِي بِخَيْرٍ..[102] Ve Âdem aleyhi’s-selâmın okuduğu du‘âyı okuya. Onun fazîleti Sinân Efendi Menâsik’inde mezkûrdur. Ol du‘â budur: اَللَّهُمَّ إنَّكَ تَعْلَمُ سِرِّي وَعَلَانِيَتِي فاقْبَلْ مَعْذِرَتِي وتَعْلَمُ حاجَتِي فَأعْطِنِي سُؤْلِي وتَعْلَمُ مَا فِى نَفْسِي فَاغْفِرْ لِي ذُنُوبِي. اَللَّهُمَّ اِنّْىِ أَسْأَلُكَ إيمانًا يُبَاشِرُ قلْبِي ويَقِينًا صادِقًا حَتّْىَ أعْلَمَ أنَّهُ لَنْ يُصِيبَنِي إلَّا مَا كَتَبَهُ عَلَىَّ وَرَضِّنِي بِمَا قِسْمَتْ لِى[103] Ondan sonra Mültezem’e varıp yine Hazret-i Âdem aleyhi’s-selâmdan menkûl olan du‘âyı okuya ve sâ’ir ed‘iye-i me’sûrelerden müyesser olanları okuya. Eğer Mültezem’de izdihâm yoğise bir elini Ka‘be’nin kapısına doğru ve bir elini Hacer-i Esved’e uzatıp Mültezem’i kucaklayıp bükâ vü du‘â vü tazarru‘ eyleye. Ondan zemzem-i şerîfe varıp kıbleye teveccüh edip ba‘de’l-besmele اَللّٰهُمَّ إِنِّيْ أَسْأَلُكَ عِلْمًا نَافِعًا وَرِزْقًا وَاسِعًا وَشِفٓاءً مِنْ كُلِّ دَاءٍ [104] deyip üç nefesde kana kana içe. Her nefesi besmele ile bed’en edip hamd ile hatm eyleye.
Bundan sonra eğer umre ile yâhud kırân ile ihrâm etdiyse yâhud müfrid olup sa‘yi tavâf ziyâretinden sonraya te’hîr etmeyip tavâf-ı kudûm akîbinde murâd ederse varıp Hacer-i Esved’i [28] istilâm edip ondan bâb-ı Safâ’ya varıp dışarı çıkıp Safâ tarafına teveccüh ede. Safâ’da olan derecelerin ba‘zısının üzerine çıka. Ta‘avvüz ü tesmiyeden sonra اِنَّ الصَّفَا وَالْمَرْوَةَ مِنْ شَعَٓائِرِ اللّٰهِۚ فَمَنْ حَجَّ الْبَيْتَ اَوِ اعْتَمَرَ فَلَا جُنَاحَ عَلَيْهِ اَنْ يَطَّوَّفَ بِهِمَاؕ وَمَنْ تَطَوَّعَ خَيْراًۙ فَاِنَّ اللّٰهَ شَاكِرٌ عَلٖيمٌ [105] âyetin okuyup ellerin kaldırıp اَللهُ أَكْبَرُ اَللهُ أَكْبَرُ اَللهُ أَكْبَرُ وَ لِلهِ الْحَمْدُ اَللهُ أَكْبَرُ عَلَى مَا هَدَانَا وَالْحَمْدُ لِلَّهِ عَلَى مَا أَوْلَانَا. لَٓا إِلٰهَ إِلَّا اللهُ وَحْدَهُ لَا شَرِيكَ لَهُ، لَهُ الْمُلْكُ وَلَهُ الْحَمْدُ يُحْيِي وَيُمِيتُ بِيَدِهِ الْمُلْكُ وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ. لَٓا إِلٰهَ إِلَّا اللهُ وَلَا نَعْبُدُ إلَّا إيَّاه مُخْلِصِينَ لَهُ الدِّينَ وَلَوْ كَرِهَ الْكَافِرُونَ. لَٓا إِلٰهَ إِلَّا اللهُ وَحْدَهُ وَأَنْجَزَ وَعْدَهُ وَنَصَرَ عَبْدَهُ وَهَزَمَ الْأَحْزَابَ وَحْدَهُ. اَللّٰهُمَّ اِنَّكَ قُلْتُ وَقَوْلُكَ الْحَقُّ ادْعُونِي أَسْتَجِبْ لَكُمْ وَاَنْتَ لاَ تُخْلِفُ الْمِيعَادَ وَإِنِّي أَسْأَلُكَ كَمَا هَدَيْتَنِي لِلإِسْلاَمِ أَنْ لاَ تَنْزِعَهُ مِنْ قَلْبِي حَتَّى تَتَوَفَّانِي وَأَنَا مُسْلِمٌ [106] deyip Resûlullâh sallallâhu te‘âlâ aleyhi ve sellem hazretlerine salât u selâm edip kendine ve sâ’ir ahbâbına ve akrabâsına ve cemî‘ mü’minîne du‘â eyleyip yapça yapça[107] Merve’ye doğru yürüyüp mîleyn-i ahzarîn arasında koşarak yürüyüp رَبّ اغْفِرْ وَارْحَمْ وَتجاوَزْ عَمَّا تَعْلَمُ إنَّكَ تَعْلَمُ مَا لَا نَعْلَمُ إنَّكَ أنْتَ الأعَزُّ الأكْرَمُ وَنَجِّنَا مِنْ النَّارِ سَالِمِينَ وَأَدْخِلْنَا الْجَنَّةَ آمِنِينَ بِرَحْمَتِكَ يَا أرْحَمَ الرَّحِمِين [108] رَبَّنَٓا اٰتِنَا فِي الدُّنْيَا حَسَنَةً وَ فِي الْاٰخِرَةِ حَسَنَةً وَ قِنَا عَذَابَ النَّارِ deyip mîleyni tecâvez etdikden sonra vakâr ile yürüyüp Merve’ye vardıkda Safâ’da zikrolunduğu gibi edip bu vech üzere Safâ ile Merve arasında yedi kerre sa‘y ede ki ibtidâsı Safâ’dan olup intihâsı Merve’de ola. Sa‘yi yayan etmeğe kâdir iken hayvânla etmeye. Yürümeğe kâdir iken [29] hayvânla ederse Mekke’de oldukça yürüyerek i‘âde etmek vâcibdir. Eğer i‘âde etmeksizin giderse bir kurbân akçesi bir kimseye verip vekîl edip Mekke’ye gönderip anda bir kurbân zebh etdirmek vâcibdir. Kendi Mekke’de iken kurbânı zebh etse vâcib sâkıt olmaz. Sa‘y etdikden sonra eğer ihrâmı yalnız umre niyyetiyle etdiyse sa‘yin akîbinde tırâş ola. Başın rub‘unu tırâş etse vâcib sâkıt olur lâkin efdal olan hep tırâş etmekdir. Bu kadarca ile umre tamâm olur zîrâ yukarıda zikrolundu ki umre dediğimiz ihrâm ve tavâf ve sa‘y ve tırâş olmakdan ibâretdir. Bunları eden umreyi tamâm etmiş olur. İhrâm umrenin şartı ve tavâf ve sa‘y rüknü ve tırâş vâcibi olduğu yukarıda zikrolundu. Gaflet olunmaya. Eğer müfrid bi’l-hac ise ya‘nî yalnız hacca niyyet ile ihrâm etmiş ise sa‘yin akîbinde tırâş olmaz. Belki Kurbân Bayramı günü Cemre-i Akabe’de yedi taş atıp eğer tetavvu‘an kurbân boğazlar ise kurbânı zebh etdikden sonra tırâş olur. Lâkin yukarıda ma‘lûm oldu ki müfrid bi’l-hac olan kimseye sa‘yi tavâf ziyâretinden sonra te’hîr efdaldir. Eğer kârin ise ya‘nî umre ile haccı berâber niyyet etdiyse evvel etdiği tavâf ile sa‘y umre içindir. Hac için dahi bir tavâf ve bir sa‘y etmek lâzımdır. Nitekim yukarıda zikrolundu. Bundan sonra ma‘lûm olsun ki müfrid veyâ kârin ise tavâf ve sa‘y etmekle ihrâmdan çıkmaz. Belki Kurbân Bayramı günü Cemre-i Akabe’de yedi taş atdıkdan sonra çıkar. Kârin ise bir kurbân kesmek vâcibdir. Umre ile haccı berâber etmeğe muvaffak olduğuna [30] şükr için kurbân kesdikden sonra tırâş olur. Eğer müfrid ise kurbân vâcib olmaz lâkin tetavvu‘an keser ise kesdikden sonra tırâş olup ihrâmdan çıkar. Nitekim yukarıda zikrolundu ve aşağıda dahi bir mikdâr zikrolunur. Hemân müfrid yâ kârin olan kimse tavâf ve sa‘y etdikden sonra çok nâfile tavâflar etsin tâ Arafât’a gidene dek. Ammâ Mîkât’dan ifrâd yâhud kırânla ihrâmlanmayıp yalnız umre ile ihrâmlandı ise eğer hac aylarından evvel Mekke’ye dâhil olup umresini itmâm ederse hac ayları girene dek Mekke-i Mükerreme’de umreler edip nâfile tavâflar eder. Eğer umresi hac aylarında olur ise eğer hedy[109] sevk etmediyse sa‘y etdikden sonra tırâş olup nâfile tavâflar eder. Yevm-i terviyede[110] yâhud birkaç gün evvel hac niyyetiyle ihrâm eder. Eğer hedy sevk etdiyse ihrâmdan çıkamaz tâ Kurbân Bayramı günü Cemre-i Akabe’de yedi taş atıp hedyini zebh etdikden sonra tırâş olur. Hedy dediğimiz Harem-i Mekke’ye ihdâ olunan deve yâ sığır yâ koyuna derler ki berâber götürüp Kurbân Bayramı günü Minâ’da zebh ederler. Ma‘lûm olsun ki şol kimse ki hac aylarında umre edip ehline rücû‘ etmeksizin ol senede hac dahi ederse ol kimseye mütemetti‘ derler ve fi‘line temettu‘ derler. Mütemetti‘ olan kimseye Kurbân Bayramı günü Cemre-i Akabe’de yedi taş atdıkdan sonra bir kurbân zebh etmek vâcib olur. Gaflet olunmaya. Zi’l-hicce’nin yedinci günü salât-ı zuhrı edâsından sonra okunan hutbeyi dinleye. Ondan sonra eğer Mekke’ye müfrid yâ kârin olarak vârid ise tekrâr ihrâm etmeğe hâcet yokdur. Eğer umre ile vârid ise Zi’l-hicce’nin sekizinci [31] günü hac için ihrâm eder. Birkaç gün evvel etse dahi efdaldir. Mekke’de ihrâm etmenin keyfiyyeti budur ki ihrâm edecek vakitde Mescid-i Harâm’a varıp tahiyye-i mescid[111] olarak bir tavâf edip tavâf namâzın kıldıkdan sonra Altun Oluk altında yâhud Mescid-i Harâm’ın gayrı yerinde iki rek‘at sünnet-i ihrâm kılıp ba‘dehu dikilmiş urubaların çıkarıp beyâz bezlerin birini omuzundan beline dek birini dahi belinden dizleri altına dek tutup farz-ı hacca kalbiyle niyyet ve lisânıyla اَللّٰهُمَّ إِنِّي أُرِيدُ الْحَجَّ فَيَسِّرْهُ لِي وَ تَقَبَّلْهُ مِنِّي نَوَيْتُ الْحَجَّ وَاَحْرَمْتُ بِهَا لِلَّهِ تَعَالَى deyip sonra ref‘-i savtla yukarıda zikretdiğimiz telbiyeyi edip sonra اللَّهُمَّ إِنِّي أَسْأَلُكَ رِضَاكَ وَأَعُوذُ بِكَ مِنْ غَضَبِكَ وَالنَّارِ، اَللّٰهُمَّ أَحْرَمَ لَكَ شَعْرِي وَ بَشَرِي وَ دَمِي مِنَ النِّسَاءِ والطِّيبْ وَ كُلِّ شَيْءٍ حَرَّمْتَهُ عَلَى الْمُحْرِمِ اِبْتِغَى بِذَلِكَ وَجْهِكَ الْكَرِيمْ [112] deyip ondan sonra Hacer-i Esved’in yanında niyyet mahallinde ıztıbâ‘edip eğer sa‘yi tavâf ziyâretinden sonraya te’hîr etmeyip takdîm murâd ederse bir nâfile tavâf dahi niyyet edip üç evvelki şavtında reml ederek tavâfdan sonra Mültezem’de du‘â ve Makâm-ı İbrâhîm’de tavâf namâzın kılıp mâ’-i Zemzem’den şürb edip varıp istilâm edip andan sonra bâb-ı Safâ’dan çıkıp Merve arasında yukarıda kirâren zikrolunduğu vech üzere Mîkât’dan yalnız hacla ihrâm edene dek dahi te’hîr efdaldir. Sa‘yi te’hîr ederse zikrolunan ikinci tavâfa hâcet yokdur. Hemân tavâf-ı tahiyyeyi edip ihrâm namâzın kılıp bezlerin bürünüp niyyet ve telbiye kifâyet eder ve zikrolunan du‘âları dahi okur. Eğer okumasa [32] zararı yokdur. Zi’l-hicce’nin sekizinci günü Mekke-i Mükerreme’de sabâh namâzın kılıp tulû‘-ı şemsden sonra Arafât’a teveccüh edip Mekke’den çıkarken bu du‘âyı okuya اَللّٰهُمَّ إِيَّاكَ أَرْجُو، وَإِيَّاكَ أدْعُو وَإِلَيْكَ أَرْغَبُ اَللّٰهُمَّ بلِّغنِي صَالِحَ عَمَلِي وَأَصْلِحْ لِي فِي ذُرِّيَّتِي [113] Mina’ya vardıkda bunu okuya: آللّهُمَّ اِنَّ هَذَا مِنىً وَهَذَا مَا دَلَلْتَنَا عَلَيْهِ مِنَ الْمَنَاسِكِ آسْئَلُكَ أَنْ تَمُنَّ عَلَيْناَ بِجَوَامَعِ الْخَيْرَات وَ بِمَا مَنَنْتَ بِهِ عَلٰى إِبْرَاهِيمَ خَلِيلِكَ وَ مُحَمَّدٍ نَبِيِّكَ عَلَيْهِمَا الصَّلَاةُ وَالسَّلَامُ وَ بِمَا مَنَنْتَ بِهِ عَلٰى أَوْلِيَائِكَ و أهْلِ طاَعَتِكَ فَإنِى عَبْدُكَ وَفِى قَبْضَتِكَ نَاصِيَتِى بِيَدِكَ تَفْعَلُ بِمَا أُرَدْتَ جِئتُ طَالِباً لِمَرْضَاتِكَ [114] Bundan sonra salât u selâm edip o gün Minâ’da kalmak sünnetdir. Lâkin zamânemizde Minâ’da kalmayıp doğru Arafât’a gidip Arafât’da gecelerler. Bu zikrolunan yollarda telbiyeyi çok edip Arafât’da Cebel-i Rahmet göründükde bunu okuya آللّهُمَّ إلَيْكَ تَوَجَّهْتُ وَ عَلَيْكَ اِعْتَمَدْتُ وَ وَجْهِكَ اَرَدْتُ ،آللّهُمَّ اغْفِرْ لِي وَتُبْ عَلَيَّ وَأعْطِنِي سۇلِي وَ وَجِهَتِي لِلْخَيْرِ أَيْنَمَا تَوَجَّهْتَ. سُبْحاَنَ اللهِ وَ الْحَمْدُ ِللهِ وَ لاَ إِلٰـهَ إِلاَّ الله ُوَ الله ُ أَكْبَـرُ وَ لاَ حَوْلَ وَ لاَ قُوَّةَ إِلاَّ بِاللهِ الْعَلِىِّ الْعَظِـيمِ [115] Arefe günü zevâl vaktine dek tesbîh ve tehlîl ve sâ’ir ezkâr ile meşgûl ola. Zevâl vakti karîb oldukda Arefe vakfesi için gusledip Mescid-i İbrâhîm aleyhi’s-selâma varup vakt-i mekrûh değilse iki rek‘at tahiyye-i mescid kılıp ezân okundukda sünnet-i zuhrı kılıp okunan hutbeyi dinleye. Ba‘de’l-hutbe ikâmet olundukda farz-ı salât-ı zuhra niyyet eyleyip imâma iktidâ edip farzı kıldıkdan sonra öğlenin son sünnetini kılmayıp bir ikâmet dahi olunup ikindinin [33] farzına niyyet edip yine imâma iktidâ edip ikindinin farzın dahi kıla. Bu iki namâzı böylece cem‘ etmek şartı İmâm-ı A‘zam ‘indinde imâm ile berâber olmakdır. Yalnız olsa cem‘ câ’iz değildir. İmâmdan murâd halîfe yâhud onun nâ’ibidir. İmâmsız cem‘ câ’iz değildir. Ve imâmın indinde yalnız kılsa cem‘ câ’izdir. Bu mahalde ziyâde tafsîl vardır. Sinân Efendi, Menâsik’ine mürâca‘at olunup gaflet olunmaya. Zîrâ ba‘zı câhiller bu günde mes’eleyi bilmediklerinden namâzı ifsâd ederler. Bundan sonra yine Arafât’a varıp Cebel-i Rahmet kurbunda Peygamberimiz aleyhi’s-salâtu ve’s-selâmın vakfe etdiği yerde râkiben kıbleye müteveccih durup bükâ ve tazarru‘ ve huşû‘ ve huzû‘ ile telbiyeler edip bunu okuya لآ إِلَهَ إِلاَّ الله ُ وَحْدَهُ لاَ شَرِيكَ لَهُ، لَهُ الْمُلْكُ وَ لَهُ الْحَمْدُ وَ هُوَ عَلىَ كُلِّ شَئٍ قَدِيـرٌ. اَللَّهُمَّ اجْعَلْ فِى سَمْعِي نُوراً وَ فِى بَصَرِي نُوراً وَ فِى قَلْبِي نُوراً. اَللَّهُمَّ اشْرَحْ لِى صَدْرِى وَ يَسِّرْ لِي أَمْرِي. اَللَّهُمَّ إنِّى أعُوذُ بِكَ مِنْ وَسْوِاَسِ الصَّدْرِ وَ شَتاَتِ الأَمْـرِ وَ شَرِّ فِتْنَـةِ الْقَبْـرِ وَ شَرِّ ماَ يَلِجُ فىِ الْلَيْلِ وَ شَرِّ ماَ يَلِجُ فىِ النَّهـاَرِ وَ شَرِّ ماَ تَهُبُّ بِهِ الرِّياَحُ وَ شَرِّ بَوَائِقِ الدُّهُورِ [116] ve yüz kerre sûre-i İhlâs okuya ve yüz kerre اَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى مُحَمَّدٍ وَعَلٰى آلِ مُحَمَّدٍ كَمَا صَلَّيْتَ عَلٰى إِبْرَاهِيمَ وَعَلٰى آلِ إِبْرَاهِيمَ إِنَّكَ حَمِيدٌ مَجِيدٌ وَ عَلَيْنَا مَعَهُمْ [117] diye, fazîleti çokdur. Sinân Efendi, Menâsik’ine nazar oluna ve bu du‘âyı çok okuya: [34] آللَّهُمَّ أعْتِقْ رِقَبَتىِ مِنَ النّـاَرِ وَأَوْسَعْ لِي مِنَ الرِّزْقِ الْحَلَالِ وَاصْرِفْ عَنِّي فَسَقَةَ الْجِنِّ وَالْإِنسِ. آللَّهُمَّ أصْلِحْ لِي دِينِي الَّذِي هُوَ عِصْمَةُ أَمْرِي وَأصْلِحْ لِي دُنْيَايَ الَّتِي فِيهَا مَعَاشِي وَأصْلِحْ لِي آخِرَتِي الَّتِي فِيهَا مَعَادِي وَاجْعَلِ الحَيَاةَ زِيَادَةً لِي فِي كُلِّ خَيرٍ وَاجْعَلِ المَوتَ رَاحَةً لِي مِنْ كُلِّ شَرٍ. رَبَّناَ آتِناَ في الدُّنْيَا حَسَنَةً وَ فيِ الآخِـرَةِ حَسَنَةً وَ قِناَ عَذاَبَ النّـاَرِ. إنَّكَ تَسمَعُ كَلَامِي وَتَرَى مَكَانِي وتَعلَمُ سِرِّي وعَلَانِيَتِي وَ لَا يَخفَى عَلَيْكَ شيءٌ مِنْ أمْرِي، وأنَا البَائِسُ الفَقِيرُ، المُسْتَغِيثُ المُسْتَجِيرُ، الوَجِلُ المُشفِقُ، المُقِرُّ المُعْتَرِفُ بذَنْبِه، أسألُكَ مَسْألَةَ المِسْكِينِ، وَأبْتَهِلُ إلَيْكْ اِبْتِهَالَ المُذنِبِ الذَّلِيلِ، وَأدْعُوكَ دُعَاءَ الخَائِفِ الضَّرِيرِ وَ دُعَاءَ مَن خَضَعَتْ لَكَ رَقَبَتُهُ وَفَاضَتْ لَكَ عَبْرَتُهُ وذَلَّ لَكَ جِسْمُهُ وَرَغِمَ لَكَ أنفُهُ. آللَّهُمَّ لَا تَجْعَلْنِي بِدُعَائِكَ رَبِ شَقيًّا، وَكُنْ بِي رَؤفًا رَحِيمًا، يا خَيْرُ المَسْؤلِينَ وَيَا خَيْرُ المُعْطِينَ î [118] Güneş batarken bunu okuya آللَّهُمَّ لَا تخيبنى مِنْ رَحْمَتِكَ فَمَا أسْوَأُ حَالِى إنْ رَجَعْتُ مِنْكَ خَائِبًا أَعُوذُ بِكَ يَا سَيِّدِى مِنْ ذَلِكَ اِلَهِى عُيُونَ اَمَالِى إلَيْكَ نَاظِرَةٌ وَأيَدِى مَطَامِعْىِ اِلَى جُودِكَ خَاسِرَةٌ [119] Ma‘lûm ola ki haccın farzı üçdür. Biri ihrâm biri arefe günü Arafât’da vakfe biri tavâf-ı ziyâret. İhrâm şartdır. İhrâm dediğimiz niyyet ile telbiyenin adıdır. Nitekim yukarıda zikrolundu. Vakfe ile tavâf-ı ziyâret rükündür. Bu üçde biri bulunmasa hac sahîh olmaz. Vakfenin vakti arefe gününün zevâlinden sonra Kurbân Bayramı gününün fecr-i sâdıkı tulû‘ edene dekdir. Bu zikrolunan vaktin içinde bir sâ‘at mikdârı Arafât’da bulunan kimse vakfe farzını edâ etmiş olur. Gerek hayvân üstünde gerek ayaküstü gerek yanı üstü uzanmış olarak olsun farz edâ olunur. Lâkin zevâlden sonra akşama dek anda eğlenmek vâcibdir. O gecenin bir cüz’-i kalîlini dahi onda geçirmek vâcibdir. [35] Bundan sonra kimseye eziyyet etmeksizin vakâr u sükûnetle Müzdelife’ye teveccüh edecek vakit bunu okuya آللَّهُمَّ لَا تَجْعَلْهُ آخِرَ الْعَهْدِ فِى هَذَا الْمَوْقِفِ وَارْزُقْنِيهِ اَبَدًا مَا اَبْقَيْتَنِي وَاجْعَلْنِى الْيَوْمَ مُفْلِحاً مُنْجِحاً مُسْتَجاباً دُعَائِى مَغْفُوراً ذُنُوبِي وَاجْعَلْنِى الْيَوْمَ مِنْ اَكْرَمِ وَفْدِكَ وَ اَعْطِنِى اَفْضَلَ مَا اَعْطَيْتَ اَحَدًا مِنْهُمْ مِنَ الرَّحْمَةِ وَالرِّضْوَانِ وَ التَّجَاوُزِ وَالْغُفْرَانِ وَالرِّزْقِ الْوَاسِعِ الْحَلَالِ الطَيِّبِ وَبَارِكْ لِى فِى جَمِيعِ اُمُورِى وَمَا اَرْجِعُ إلَيْهِ مِنْ أهْلٍ اَوْ مَالٍ اَوْ وَلَدٍ قَلِيلٍ اَوْ كَثِيرٍ بَارِكْ لِى وَ عَلَيْهِم [120] Ve Müzdelife’ye doğru te’ennîyle gide, Meş‘aru’l-Harâm kurbunda nüzûl ede, bu du‘âyı okuya آللَّهُمَّ اِنَّ هَذِهِ مُزْدَلِفَةٌ وَجَمْعٌ جَمَعْتَ فِيهَا قُلُوبًا مُؤلَفَه وَغَيْرِ مُؤلَفَه فَاَلْفِ بَيْنِى وَ بَيْنَ جَمَيعِ الْمُسْلَمَينَ وَ الْمُسْلِمَاتِ وَاجْعَلْنِى مِمَّنْ دَعَاكَ فَاجْتَبَتْهُ وَ تَوَكَّلَ عَلَيْكَ فَكَفَّيْتَهُ وَ آمَنَ بِكَ فَهَدَيْتَهُ [121] Meş‘aru’l-Harâm dedikleri Müzdelife’de olan kubbenin etrâfıdır. Nüzûl etdiği gibi ezân okuyup ondan sonra ikâmet edip cemâ‘atle yâhud yalnız ahşam namâzının farzını kıla. Ondan sonra ikâmet etmeksizin ve akşam namâzının sünnetini kılmaksızın yatsının farzını kıla ve yatsının sünnetin kıla. Sonra vitri kıla. Alî el-Kârî, Şerh’inde böylece tasrîh etmişdir. Gaflet olunmaya. Bu geceyi Müzdelife’de geçirmek sünnetdir. Bu gece çok ibâdet edip Bârî Te‘âlâ’dan kendi için ve üzerinde hakkı olan kimseler için mağfiret taleb ede. Çok tazarru‘ ve niyâz eyleye. Fecr-i sâdık tulû‘ etdiği gibi erken sabâh namâzın kılıp Müzdelife’nin neresinde olursa bir sâ‘at mikdârı vakfe edip Arafât’da okuduğu du‘âları okuyup istiğfâr ve tekbîr ve tehlîl [36] edip رَبَّنَٓا اٰتِنَا فِي الدُّنْيَا حَسَنَةً وَ فِي الْاٰخِرَةِ حَسَنَةً وَ قِنَا عَذَابَ النَّارِ du‘âsın çok okuya ve telbiyeyi eksik etmeye. Müzdelife’nin neresinde durursa vâcib edâ olur lâkin Meş‘aru’l-Harâm kurbunda olmak müstecabdır. Müzdelife’de bir sâ‘at mikdârı vakfeye durmak vâcibdir. Nitekim zikrolundu. Lâkin tulû‘-ı şemse iki rek‘at namâz kılacak kadar zamân kalıncaya dek eğlenmek sünnetdir. Müzdelife’de kabûl-ı du‘â muhakkakdır. Onda Bârî Te‘âlâ’dan hukûk-ı Allâh ve hukûk-ı ‘ibâd afvını isteyip kendine ve bildiklerine ve cemî‘ müslimîne çok du‘âlar eyleye. Müzdelife’den Minâ’ya teveccüh etdikde Vâdî-i Muhassir’den segirdip geçe ve bunu okuya: اَللّٰهُمَّ إلَيْكَ أفَضْتْ وَمِنْ عَذَابِكَ أشْفَقْتُ وَإلَيْكْ تَوَجَّهْتُ وَمِنْكَ رَهِبْتُ، اَللّٰهُمَّ تقبل مِنِّي نُسُكِي وَأعظِمْ أجْرِي وَارْحَمْ تَضَرُّعِي وَاسْتَجِبْ دَعْوَتِي وَاعْطِنِى سُؤاَلِى [122] Sonra salât u selâmı çok edip telbiyeden hâlî olmaya. Tâ Minâ’da Cemre-i Akabe’ye varıp taş atacak vakit telbiyeyi kat‘ eyleye. Minâ’da atacak taş nereden alınsa câ’izdir. Lâkin yedisini Müzdelife’den alıp bâkîsini yol kenârında Minâ’ya giderken divşire ve Minâ’da dahi divşirse câ’izdir lâkin cemrelerde yığılan taşlardan alıp atmak iyi değildir. Zîrâ haccı kabûl olmayan kimselerin taşlarıdır. Ne‘ûzu billâh mine’l-hırmân ve’l-hüsrân. Ve atacak taşları yıkayıp pâk edip öyle ata. Minâ’ya vardıkda bu du‘âyı okuya: اَللَّهُمَّ اِنَّ هَذَا مِنًى قَدْ اَتَيْتُهَا وَ اَنَا عَبْدُكَ وَابْنُ عَبْدِكَ اَسْئَلُكَ أَنْ تَمُنَّ عَلَيَّ بِماَ مَنَنْتَ عَلَى أَوْلِياَئِكَ. اَللَّهُمَّ [37] [123] إنِّي اَعُوذُ بِكَ مِنَ الْحِرْماَنِ وَ الْمُصِيبَةِ فيِ دِينِي ياَ أَرحَـمَ الرَّاحِمِـينَ اَلْحَمْدُ ِللهِ الَّذِي بَلَّغَنِي سَالِماً مُعَافاً. Ondan sonra ibtidâ varup Cemre-i Akabe’de sağını Minâ’ya doğru solunu Mekke’ye doğru edip telbiyeyi kat‘ edip binâ olunan alâmetden beş zira‘ yâ dahi ziyâde uzak durup alâmetin dibine yedi taş atıp her taşı atdıkda بِسْمِ اللهِ وَاَللهُ أَكْبَرُ رَغْمًا لِلشَّيْطَانِ وَ حِزْبِهِ وَ رِضَاءً لِلرَّحْمَنِ. اَللّٰهُمَّ اجْعَلْهُ حَجًّا مَبْرُورًا وَ سَعْيًا مَشْكُورًا وَ وَ ذَنْبًا مَغْفُورًا [124] diye. Atdığı taşları alâmetin dibine düşmeyip üç zirâ‘ uzak düşerse câ’iz değildir, başka taş atmalıdır. Binânın kendisine râst gelip yine dibine düşerse câ’izdir ve dibine düşmeyip üç zirâ‘ uzak düşerse câ’iz değildir. Taşları da cümlesini birden atmayıp birer birer ata. Cümlesini birden atarsa bir taş yerine durur altı taş dahi atmalıdır. Gaflet olunmaya. Bayram günü Cemre-i Akabe’de taş atmanın vakt-i efdali tulû‘-ı şemsden zevâle dekdir. Zevâlden sonra ertesi günün fecr-i sâdıkı tulû‘ edene dek mübâhdır. Ba‘zılar “mekrûhdur” demişler. Atdığı taşların cirmi hurmâ çekirdeği kadar ola. Baş barmağıyla müsebbihanın arasında tutup öyle ata. Gayrı türlü dahi yazmışlar lâkin o sûretler su‘ûbetlidir. Bundan sonra eğer kârin yâ mütemetti‘ ise bir kurbân zebh etmek vâcibdir. Zebh edip başın tırâş eyleye. Eğer müfrid ise kurbân kesme lâzım değildir. Keserse nâfile olur. İmdi Cemre’deki gibi tırâş olurken الله اكبر demeden hâlî olmaya ve bunu dahi okuya: اَللّٰهُمَّ هَذاَ نَاصِيَتِي بِيَدِكَ فَاجْعَلْ لِي بِكُلِّ شعرة نُوراً يَوْمَ الْقِيَامَة. اَللّٰهُمَّ بَارِكْ لِي فِي نَفْسِي وَاغْفِرْ لِي ذُنْوُبِي وَتَقَبَّلْ مِنِّي عَمَلِي بِرَحْمَتِكَ يَا أرْحَمَ الرَّحِمِين
[125] Tırâşdan fâriğ oldukdan sonra bunu okuya: اَللّٰهُمَّ زِدْنَا إيمَاناً وَيَقِيناً وَتَوْفِيقاً وَعَوْناً وَاغْفِرْ [38] اَللّٰهُمَّ زِدْنَا إيمَاناً وَيَقِيناً وَتَوْفِيقاً وَعَوْناً وَاغْفِرْ لَنَا وَلِآبَائِنَا ولِأمَّهَاتِنَا وَلِلْمُسْلِمِيِنَ وَالْمُسْلِمَاتَ [126] Ve saçını bir yere göme. Tırâş olduğu gibi ihrâmda işlemesi câ’iz olmayan şeyler kendine helâl olur. Zevcesine cimâ‘ın gayrı tavâf-ı ziyâret etdikden sonra cimâ‘ dahi câ’iz olur. Tırâş oldukdan sonra Mekke-i Mükerreme’ye gidip Hacer-i Esved’e varıp tavâf-ı ziyârete niyyet eyleye. Lisânıyla اَللّٰهُمَّ إِنّ۪ي أُر۪يدُ طَوَافَ بَيْتِكَ الْحَرَامَ طَوَافَ الْزِيَارَةَ فَيَسِّرْهُ ل۪ي وَتَقَبَّلْهُ مِنّ۪ي وَتَقَبَّلْهُ مِنّ۪ي [127] deyip yukarıda zikrolunduğu gibi tavâf ede. Tavâf ve namâzını tamâm etdikde varıp sa‘y ede. Eğer sa‘yi mukaddem etdiyse remlsiz tavâf ede. Ba‘dehu sa‘y vâcib olmaz. Tavâf etdikden sonra durmayıp yine Minâ’ya gide. Bayramın ikinci günü ve üçüncü günü zevâlden sonra Cemre-i Ûlâ’da ve Cemre-i Vustâ’da ve Cemre-i Akabe’de yedişer taş ata. İbtidâ Cemre-i Ûlâ’dan başlayıp Cemre-i Akabe’de hatm eyleye. Cemre-i Ûlâ, Minâ’da Mescid-i Hayf vardır onun semtine düşer ki şimdi hüccâcın çadır kurdukları semte ziyâde karîbdir. Ondan sonra Cemre-i Vustâ’dır ki Mekke’ye doğru bir mikdâr gitdikde olan cemredir. Ondan sonra Cemre-i Akabe’dir ki Minâ’nın nihâyetindedir. Bu tertîb üzere her birinde yedişer taş ata. Cemre-i Ûlâ ile Cemre-i Vustâ’da evlâ olan kıbleye teveccüh edip beşer zirâ‘ yâ dahi ziyâde geri durup taşları birer birer alâmetin dibine ata, alâmetin kendine atmaya. Zîrâ mahall-i remy alâmetlerin dibidir, kendileri değildir. Gaflet olunmaya. Cemre-i Akabe’de evlâ olan yukarıda beyân etdiğimiz gibi solunu Mekke’ye doğru ve sağını Minâ’ya doğru edip zikrolunduğu vech [39] üzere alâmetin dibine ata. Cemre-i Ûlâ ile Cemre-i Vustâ’da taş atdıkdan sonra bir mikdâr kıbleye doğru yürüyüp çok du‘â ede. Müstecâb olan yerlerdendir. Ammâ Cemre-i Akabe’de taş atdıkdan sonra durup du‘â etmek yokdur. Hemân işine gide. Gaflet edip ikinci gün ile üçüncü günü bu üç yerde taşları zevâlden evvel atmaya. Evvelki günde Cemre-i Akabe’de zevâlden evvel atdığına kıyâs etmeye. Eğer ikinci ile üçüncünün taşlarını galat edip zevâlden evvel atarsa zevâlden sonra i‘âde ede. Etmezse cinâyet kurbânı vâcib olur. Gaflet olunmaya. Şimdi zamânımızda üçüncü günü taş atdıkdan sonra Mekke-i Mükerreme’ye giderler. Dördüncü günü ‘Acemlerin gayrı kimse eğlenmez. Eğer eğlenseler dördüncü günü zevâlden sonra bu üç yerde yedişer taş atmak vâcib olur. Eğlenmeyip gitmek câ’izdir. Öyle olunca yirmi bir taş ki dördüncü gün atılacak idi, onları bir yere defneder. Üçüncü gün taşları atıp Mekke-i Mükerreme’ye giderken Cemre-i Akabe’den geçince Bârî Te‘âlâ hazretine hacca muvaffak olduğu için çok hamd ve şükr ü senâ eyleye. Vâdî-i Muhassab’a vardıkda ekallî bir sâ‘at mikdârı onda eğlenip hamd u senâ ve salât u selâm ve zikr ü fikr eylemek sünen-i Resûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellemdendir. Muhassab dedikleri mahallin bir ucu Mu‘allâ dedikleri makbereye iner, bir ucu dahi bostânlardan yukarı iki dağ arasında bir darca yere irer. Bu aralıkda bir mikdâr eğlenmek ile sünnet edâ olunur. Mekke’ye vardıkda bayramın dördüncü günü tamâm oldukdan sonra umre etmede fazîlet-i kesîre vardır. Tafsîlini isteyen [40] Sinân Efendi Menâsik’ine mürâca‘at eyleye. Mekke-i Mükerreme’den gidene dek umre ve tavâf etmekden hâlî olmaya. Mekke’den gidecek vakit tavâf-ı vedâ‘ edip öylece gide. Ma‘lûm olsun ki Mekke-i Mükerreme’ye taşradan hac ihrâmıyla gelip yine giden kimseler için üç tavâf vardır. Birine tavâf-ı kudûm derler ve tavâf-ı tahiyye ve tavâf-ı ilkâ’ ve tavâf-ı evveli ahd bi’l-beyt dahi derler. Bu tavâf sünnetdir. Bu tavâfın vücûbuna zâhib olmuşlardır. İbtidâ Mekke-i Mükerreme’ye hac ihrâmıyla geldikde etdiği tavâfdır. İkinciye tavâf-ı ziyâret ve tavâf-ı ifâza derler. Bu tavâf haccın rüknüdür. Bunun evvel vakti Kurbân Bayramı’nın fecr-i sâdıkı tulû‘ etdikdedir. Âhir vakti hac edenin ömrünün âhirine dekdir. Ömrünün âhirine dek ne zamânda edâ ederse câ’izdir. Farzı edâ etmiş olur. Lâkin bayramın üç gününden te’hîr kerâhat-i tahrîmiyye[128] ile İmâm-ı A‘zam ‘indinde mekrûhdur. Te’hîr edene kurbân kesmek lâzım olur. İmâmeyn ‘indinde bir şey lâzım gelmez belki sünneti terk etmiş olur. Efdal olan bayram günü tırâş oldukdan sonra Mekke’ye varıp tavâf-ı ziyâret etmekdir. Üçüncü tavâfa tavâf-ı vedâ‘ ve tavâf-ı sader derler. Bu tavâf bizim mezhebimizde vâcibdir. Tavâf-ı vedâ‘da ıztıbâ‘ ve reml yokdur. Tavâf edip namâzın kıldıkdan sonra zemzem-i şerîfden kana kana içe. Ondan sonra başına ve yüzüne ve sâ’ir bedenine döküp Mültezem’e gele ve Allâhu Te‘âlâ’ya hamd u senâ ve Resûlüne salât u selâmdan sonra sağ yanağını ve göğsünü ve karnını Mültezem’e ilsâk edip ve estâr-ı Ka‘be’ye yapışıp bu du‘âyı okuya: الْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّذٖي هَدٰينَا لِهٰذَا وَمَا كُنَّا لِنَهْتَدِيَ لَوْلَٓا اَنْ هَدٰينَا اللّٰهُۚ [129] [41] اَللَّهُمَّ فَكَماَ هَدَيْتَنَا لِذَلِكَ فَتَقَبَّلْهُ مِنِّي وَ لاَ تَجْعَلْ هَذاَ آخِرَ الْعَهْدِ مِنْ بَيْتِكَ الْحَرَامَ وَ ارْزُقْنِيَ الْعَوْدَ إِلَيهِ حَتّيَ تَرْضَى عَنِّي بِرَحْمَتِكَ ياَ أَرْحَمَ الرَّاحِمِينَ. اَللَّهُمَّ إنِّى اَعُوذُ بِنُورِ وَجْهِكَ وَسِعَةِ رَحْمَتِكَ اَنْ اُصِيبَ بَعْدَ هَذَا الْمَقَامِ خَطِىئَةً اَوْ ذَنْبًا لَا يُغْفَرُ فَهَذَا مَقَامُ الْعَائِذِ بِكَ الْمُسْتَجِيرُ مِنْ عَذَابِكَ. اللَّهُمَّ إِنَى عَبْدُكَ حَمَلْتَنِى كَمَا شِئْتَ وَ سَيَّرْتَنِى فِى بِلَادِكَ حَتَّى اَحْلَلْتَنِى حَرَمَكَ وَاَمْنَكَ فَقَدْ رَجَوْتُ بِحُسْنِ ظَنِّى بِكَ اَنْ يَكُونَ قَدْ غَفَرْتَ لِى ذَنْبِى فَاَسَئَلُكَ اَنْ تَزْدَادَ عَنِّى رِضًا وَ تُقَرِّبَنِى إلَيْكَ زلفى. اللَّهُمَّ احْفَظْنِى عَنْ يَمِينِى وَعَنْ شِمَالِى وَعَنْ قُدَّامِى وَمِنْ خَلْفِى وَمِنْ فَوْقِى وَمِنْ تَحْتِى حَتَّى تُبَلِّغُنِى اِلَى أهْلِى فَاِذَا اَوْصَلْتَنِى اِلَى أهْلِى فَلَا تَخِلَّنِى مِنْ رَحْمَتِكَ طَرْفَةَ عَيْنٍ وَ نَفْسٍ وَ اَكْفِنِى اُمُورِى مِنْ كُلِّ هَمٍّ وَ غَمٍّ وَاسْتَعْمِلْنِى بِطَاعَتِكَ مَا اَبْقَيْتَنِى بِرَحْمَتِكَ ياَ أَرْحَمَ الرَّاحِمِينَ.[130] Ondan sonra salât u selâm edip Ka‘be-i Mu‘azzama’nın kapısına varıp الْحَمْدُ لِلّٰهِ بِجَمِيعِ مَحاَمِدَكَ ماَ عَلِمْتُ مِنْهاَ وَماَ لَمْ أَعْلَمُ
[131] Ve Ka‘be-i Mu‘azzama’nın eşiğin öpüp ondan Hacer-i Esved’e gelip istilâmdan sonra kıçın kıçın bâb-ı vedâ‘a doğru gidip Ka‘be-i Mükerreme’den iftirâk âteşiyle cân u ciğerden yanarak bükâ ve tazarru‘ ile bu du‘âyı okuyarak gide: اَللَّهُمَّ لاَ تَجْعَلْهُ آخِرَالْعَهْدِ مِنْ بَيْتِكَ الْحَرَامِ وَ اَنْ جَعَلْتَهُ فَعَوِّضْنِى عَنْهُ الْجَنَّةَ ياَ أَرْحَمَ الرَّاحِمِينَ، آيِبوُنَ تاَئِبُونَ عاَبِدُونَ لِرَبِّنـاَ حاَمِدُونَ وَلِرَحْمَتِهِ قَاصِدُونَ صَدَقَ اللهُ وَعْدَهُ وَ نَصَرَ عَبْدَهُ وَهَزَمَ الْاَحْزَابَ وَحْدَهُ وَ لاَ حَوْلَ وَ لاَ قُوَّةَ إِلاَّ بِاللهِ الْعَلِىِّ الْعَظِـيمِ[132]
Mescid kapısına varıncaya dek bunu okuya. Mescid kapısında durup du‘â etmeği ba‘zılar mekrûh addetdiler. Belki kapıdan çıkıp gide. Kâdir olduğu mikdâr fukarâya tasadduk eyleye, hacda olan ba‘zı kusûrunu mahv için. Ma‘lûm olsun ki nisâ tâ’ifesi zikrolunan ahkâmda ricâl [42] gibidirler. İllâ on iki şeyde ricâl gibi değillerdir. Evvelkisi ‘avratlar ihrâm zamânında dikilmiş urubaların çıkarmazlar. Gayrı vakitde nice giyerlerse yine öylece giyerler. İkinci onlar yüzlerin örtmeyip başların örterler. Nâ-mahrem kimse râst geldikde yüzlerine perde tutup yüzlerine değdirmeyip uzak tutalar. Eğer tamâm bir gün yâhud bir gece yüzüne değdirirse bir dem vâcib olur. Eğer bir gün yâ bir geceden nâkıs olursa nısf sâ‘ buğday lâzım gelir. Üçüncü telbiye ederken ihfâ ile edip ref‘-i savt etmezler. Dördüncü reml etmezler. Beşinci mîleyn-i ahdarîn arasında koşmazlar. Altıncı onlar harîr ü hilyât u hınnâ ile tezeyyün etmek câ’izdir. Yedinci ihrâmdan çıkacak vakit onlar başların tırâş etmek câ’iz olmayıp belki saçların birden bir yere getirip mecmû‘atın ucun keserler. Sekizinci onlar erler gibi başlarının saçını bir cânibinden rub‘ mikdârını kırkmak lâzım olmayıp belki her cânibinden kırkdıkları rub‘ mikdârı olsa câ’izdir. Dokuzuncu onlar erkeklere karşı Hacer-i Esved’i istilâm etmek menhîdir belki tenhâ olursa varıp istilâm ederler. Erkek olursa uzakdan işâret ederek istilâm ederler. Onuncu tavâf-ı vedâ‘ etmeden hayz görürler ise kâfile gidince pâklanmasalar tavâf etmeksizin giderler. Bir şey lâzım gelmez. On birinci tavâf-ı ziyâreti hayz ve nifâs özrü ile bayramın üç gününden te’hîr etseler bir şey lâzım gelmez. On ikinci Ka‘be-i Mükerreme’ye üç konak ya dahi ziyâde uzak olan yerden mahremi ya zevci olmayan avrat hacca gitmek câ’iz değildir. Giderse günâhkâr olur. Ulü’l-emr olanlara onları men‘ etmek lâzımdır. Ma‘lûm olsun ki bu zikrolunan mesâ’il [43] bedel hac olmayanlar içindir. Bedel olan kimselere zikrolunanın her biri elvermez. Sâ’ir menâsiklere ve bedel için mahsûs te’lîf olunan resâ’illere mürâca‘at edip mesâ’ili burada öğrenip öylece gideler. Zîrâ niçe câhiller tama‘-ı hâmından nâşî bedel olup müslimînin haccını ifsâd etdiklerine yakînen bu fakîre ıttılâ hâsıl olmuşdur. Ma‘lûm ola ki haccın mesâ’ili gâyet çokdur. Tafsîl murâd eden Sinân Efendi Menâsik’ine ve gayrı menâsiklere mürâca‘at eyleye. Bu evrâkda ziyâde ehem ve elzem olanları beyân etmişizdir. Bu zikretdiğimiz ile hulûs üzere bir kimse amel etse onun haccı inşâ’allâhu te‘âlâ hacc-ı mebrûr olur ve hadîs-i şerîfde vârid olmuşdur ki “Hacc-ı mebrûrun cezâsı değil illâ cennetdir.”[133]
اَلْحَمْدُ لِلهِ عَلَى الْاِتْمَام وَالصَّلَاةُ وَالسَّلَامُ عَلٰى خَيْرِ الْاَنَام وَ عَلٰى اَلِهِ وَاَصْحَابِهِ الْكِرَام وَ مِنْ تَبِعَهُم اِلَى يَوْمِ الْقِيَام[134]
Sonuç
Dinî ve tasavvufî Türk edebiyatı geleneğinin ürünlerinden olan menâsik-i haclar üzerine yapılan çalışmaların bilhassa son yıllarda yapılan kitap ve makale yayınlarıyla gittikçe arttığı gözlemlenmektedir. Bu yayınlar sayesinde İslamiyet’in en önemli rükünlerinden olan hac üzerine yapılan çalışmaların tarihî bir derinliğe sahip olduğunu ve geçmiş yüzyıllarda farklı kalem ve ilim erbabınca konu edildiğini anlamaktayız. Çeviri yazısı ilk kez ortaya konulan Beyzâde Mustafa’nın Menâsikü’l-hacc’ı ile bu çalışmalara mütevazı bir katkı sunulmuştur.
Talebesi ve müridi Molla Murad tarafından toplu hâlde basılan Beyzâde Mustafa’nın eserlerinin hemen tamamı Arapça yazılmışken bu eserinde Türkçeyi tercih etmesi, dikkat çekici bir başka husus olmuştur. 18. yüzyılda yaşayan ve tasavvufî neşve ile eserlerini telif eden Beyzâde Mustafa, bu eserinde oldukça sade bir dil kullanmıştır. Buradan hareketle onun umuma yönelik anlaşılır bir hac rehberi yazmak arzusu taşıdığı söylenebilir.
Beyzâde Mustafa eserini telif ederken kısıtlı sayıda kaynaktan istifade etmiştir. Bu kısıtlı kaynaklar arasında ise en fazla Sünbülî Sinan Efendi’nin eseri zikredilmektedir. İmam-ı Azam, Ali el-Kârî, Ebû Yûsuf ve Muhammed b. Hasan eş-Şeybânî ise müellifin bahsettiği diğer isimlerdir. Eserde geçen dua ve zikirlerin birçok menâsikte ortak olduğu gibi Beyzâde’nin eserinde ufak farklılıklarla muhafaza edildiği görülmüştür. Anlatım dili oldukça anlaşılır olan metinde geçen Arapça âyet, hadis ve duaların tercümeleri ise okuyucuya kolaylık sağlaması için dipnotta verilmiştir. Sonuç olarak bu makalede ortaya konan Menâsikü’l-hacc’ın metni, dönemin dili ve hac edebiyatı üzerine çalışma yapacaklara mütevazı bir başvuru kaynağı olacaktır.
Kaynakça
Adam, Baki. “Dinlerde Hac İbadeti”. Diyanet Aylık Dergi 29 (1993), 12-13.
Ahmed Fakih. Kitâbu Evsâfi’l-Mesâcidi’ş-Şerîfe (Kutsal Mescitlerin Vasıfları). haz. Ozan Kolbaş (İstanbul: Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı, 2023).
Aksoyak, İ. Hakkı. Tuhfe-i Nâtık: Bir Osmanlı Seyyahının Gözüyle Hac Menzilleri. İstanbul: Ketebe Yayınları, 2020.
Arıç, Dilara Pınar. Sünbülî Sinân’ın Menâsik-i Hacc’ı (Giriş-İnceleme-Tenkitli Metin-Sözlük Tıpkıbasım). Edirne: Trakya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, 2015.
Aslan, Ömer. “Osmanlı Âlimlerinden Ahıskalı Beyzâde Mustafa Efendî ve Sülûka Dair Risâlesi”. Erzincan Üniversitesi Uluslararası Ahıska Türkleri Sempozyumu Bildiriler Kitabı (Erzincan, 11-13 Mayıs 2017). ed. Hüsrev Akın. 229-237. Erzincan: Erzincan Üniversitesi, 2017.
Beyzâde Mustafa. Âsâr-ı Beyzâde. İstanbul: Daruttıbâati’l-âmire, H 1264.
Bilmen, Ömer Nasuhi. Büyük İslâm İlmihâli. haz. A. Fikri Yavuz. İstanbul: Ravza Yayınları, 2018.
Bursalı Mehmed Tahir. Osmanlı Müellifleri. haz. A. Fikri Yavuz - İsmail Özen. İstanbul: Meral Yayınları, 1972.
Çetiner, Mehmet. Molla Murad ve Türkçe Divanı. Kırıkkale: Kırıkkale Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, 2010.
Coşkun, Menderes. Manzum ve Mensur Osmanlı Hac Seyahatnameleri ve Nâbî’nin Tuhfetü’l-Harameyn’i. Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları, 2002.
Devellioğlu, Ferit. Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lûgat. Ankara: Aydın Kitabevi, 2008.
Donuk, Suat. “Sulhî’nin Manzum Hac Menâzilnâmesi”. Divan Edebiyatı Araştırmaları Dergisi 18/18 (2017), 85-118.
Donuk, Suat. “Servet Mahlaslı Bir Şaire Mâl Edilen Manzum Hac Seyâhatnâmesi”. Selçuk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Dergisi 41 (2017), 13-38.
Eroğlu Memiş, Şerife. “Nebzetü’l-Menâsik: en-Nakşibendî el-Muradî’nin Hac Rehberi’nde Kudüs Bahsi”, Dini Tarihi ve Edebi Açıdan Kudüs. ed. İbrahim Çelik v.dğr. 169-199. İstanbul: DBY Yayınları, 2018.
Eroğlu Memiş, Şerife. “XVII. Yüzyılda Osmanlı Hac Menzilleri: Rûznâmçeci İbrahim Efendi Kethüdâsı Hacı Ali Bey’in Tuhfetü’l-Huccâc Risâlesi Örneği”. Gazi Akademik Bakış 13/26 (Haziran 2020), 267-298.
Eroğlu Memiş, Şerife. Osmanlı’da Hac Kültürünün Dolaşımında Hac El Yazmaları: Nebzetü’l-Menâsık Mekke Medine Kudüs. Ankara: Atlas Kitabevi, 2022.
Gül, Amine. Abdurrahman Gubârî’nin Hayatı, Eserleri ve Menâsik-i Hac Adlı Eseri (Edisyon Kritik). İstanbul: Marmara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, 2010.
Harman, Ömer Faruk. “Hac”. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi. 14/382-386. Ankara: TDV Yayınları, 1996.
İmam Nevevî. El-Ezkâr. haz. Mehmet Yaşar Kandemir. 2 Cilt. İstanbul: Tahlil Yayınları, 2023.
Karataş, Ahmet. Türk Edebiyatında Manzum Menâsik-i Haclar ve Nâlî Mehmed Efendi’nin Menâsik-i Hac Adlı Eseri. İstanbul: Marmara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, 2003.
Kiraz, Seydi. “Konyalı Seyyid Mehmed Efendi’nin Manzum Menâsik-i Hacc’ı”. KÜLLİYAT Osmanlı Araştırmaları Dergisi 10 (2020), 1-21.
Kiraz, Seydi. İndî’nin Manzum Menâsik-i Hacc’ı (İnceleme Metin Dizin ve Sözlük). Erzurum: Fenomen Yayıncılık, 2020.
Kiraz, Seydi - Tiryaki, Muhammed Musab. “Türk Edebiyatında Menâzil-i Haclar ve Kadrî’nin ‘Menâzilü’t-Tarîk ilâ Beytillâhi’l-Atîk’ Adlı Menâzil-i Haccı”. Turkish Academic Research Review 8/1 (2023), 110-137.
Koyuncu, Fatih. “Cûdî’nin Manzum Hac Seyahatnâmesi”. Littera Turca Journal of Turkish Language and Literature 3/1 (Mart 2017), 177-219.
Koyuncu, Fatih. “Bahrî’nin Hac Menzilnâmesi”. Asya Studies 4/12 (2020), 21-31.
Mehmed Salahî. Kâmûs-ı Osmânî. haz. Ali Birinci. 2 Cilt. İstanbul: Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı Yayınları, 2019.
Müslim b. Haccac. el-Câmiu’s-sahîh. İstanbul: Çağrı Yayınları, 1992.
Osmanzâde Hüseyin Vassaf. Sefîne-i Evliyâ. haz. Mehmet Akkuş - Ali Yılmaz. 5 Cilt. İstanbul: Kitabevi Yayınları, 2015.
Özdil, Hatice. “19. Yüzyıl İstanbulu’nun İlim Merkezlerinden Murad Molla Tekkesi ve Kütüphanesi.” II. Uluslararası Osmanlı İstanbulu Sempozyumu. 609-636. İstanbul: 29 Mayıs Üniversitesi, 2014.
Özel, Ahmet. “Ali el-Kârî”. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, 2/403-405. İstanbul: TDV Yayınları, 1996.
Özkan, Mehmet. Fıkıh Literatüründe “Menâsikü’l-hac” Geleneği Menâsikü’l-Kârî Örneği. Konya: Palet Yayınları, 2022.
Şemseddin Sami. Kâmûs-ı Türkî. haz. Ömer Faruk Akün. İstanbul: Kapı Yayınları, 2011.
Şenarslan, Necip Fazıl - Coşkun, Alperen Bedirhan. Menâsik-i Hacc (Giriş-İnceleme-Metin). İstanbul: Ihlamur Akademi Yayınları, 2022.
Serahsî, Ebû Bekr Şemsü’l-eimme Muhammed b. Ebî Sehl Ahmed. el-Mebsût. Beyrut: Dârü’l-Ma’rife, 1406/1986.
Söylemez, İdris. “Bekir Sıdkî Efendi’nin Fezâil-i Menâsik-i Hac Adlı Eseri Üzerine Bir İnceleme”. İslami İlimler Dergisi 17/1 (Mart 2022), 217-241.
Yılmaz, Kadri H. “Seyyid’in Manzum Menâsik-i Haccı ve Menâzilnâmesi ile Neşredilmiş Menazilnâmeler Arasında Menziller Bakımından Bir Mukayese Çalışması”. Kültür Araştırmaları Dergisi 5 (Haziran 2020), 128-169.
Yılmaz, Mehmet. Kültürümüzde Arapça ve Farsça Asıllı Vecizeler Sözlüğü. İstanbul: Sütun Yayınları, 2008.
Yılmaz, Mehmet. Kültürümüzde Ayet ve Hadisler (Ansiklopedik Sözlük). İstanbul: Kesit Yayınları, 2013.
Yılmaz, Nurullah. “Ahıskalı Beyzade Mustafa Efendi’nin Malûm ve Mechûl Risalesi”. Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi 35 (2007), 73-88.
Yüksel, Mukadder Arif. Siyer, Hadis ve Tefsir Bağlamında Haccın Ahkâmı ve Menâsiki. Çorum: Hitit Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi, 2017.
Zemahşerî, Ebü’l-Kāsım Mahmûd b. Ömer b. Muhammed el-Hârizmî. Esâsu’l-belâğa. Beyrut: Dârü’l-kütübi’l-ilmiyye, 1419/1998.
[1] Ömer Faruk Harman, “Hacc”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 1996), 14/382.
[2] Ferit Devellioğlu, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lûgat (Ankara: Aydın Kitabevi, 2008), 305; Mehmed Salahî, Kâmûs-ı Osmânî (İstanbul: Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı Yayınları, 2019), 2/247.
[3] Harman, “Hacc”, 382.
[4] Baki Adam, “Dinlerde Hac İbadeti”, Diyanet Aylık Dergi 29 (1993), 12-13.
[5] Necip Fazıl Şenarslan - Alperen Bedirhan Coşkun, Menâsik-i Hacc (Giriş-İnceleme-Metin) (İstanbul: Ihlamur Akademi Yayınları, 2022), 11-17.
[6] Menderes Coşkun, Manzum ve Mensur Osmanlı Hac Seyahatnameleri ve Nâbî’nin Tuhfetü’l-Harameyn’i (Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları, 2002), 6-41.
[7] Şenarslan - Coşkun, Menâsik-i Hacc (Giriş-İnceleme-Metin), 5.
[8] Devellioğlu, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lûgat, 616; Şemseddin Sami, Kâmûs-ı Türkî (İstanbul: Kapı Yayınları, 2011), 1458.
[9] Ebû Bekr Şemsü’l-eimme Muhammed b. Ebî Sehl Ahmed es-Serahsî, el-Mebsût (Beyrut: Dârü’l-Ma‘rife, 1406/1986), 4/2.
[10] Müslim b. Haccac, el-Câmiu’s-sahîh (İstanbul: Çağrı Yayınları, 1992), 51; Mukadder Arif Yüksel. Siyer, Hadis ve Tefsir Bağlamında Haccın Ahkâmı ve Menâsiki (Doktora Tezi, Çorum: Hitit Üniversitesi, 2017).
[11] Ebü’l-Kāsım Mahmûd b. Ömer b. Muhammed el-Hârizmî ez-Zemahşerî, Esâsu’l-belâğa (Beyrut: Dârü’l-kütübi’l-ilmiyye, 1419/1998), 2/267.
[12] Devellioğlu, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lûgat, 613; Şemseddin Sami, Kâmûs-ı Türkî, 1458.
[13] Şenarslan - Coşkun, Menâsik-i Hacc (Giriş-İnceleme-Metin), 19.
[14] Şerife Eroğlu Memiş, Osmanlı’da Hac Kültürünün Dolaşımında Hac El Yazmaları: Nebzetü’l-Menâsık Mekke Medine Kudüs (Ankara: Atlas Kitabevi, 2022), 21.
[15] Coşkun, Manzum ve Mensur Osmanlı Hac Seyahatnameleri ve Nâbî’nin Tuhfetü’l-Harameyn’i, 8.
[16] Ahmed Fakih, Kitâbu Evsâfi’l-Mesâcidi’ş-Şerîfe (Kutsal Mescitlerin Vasıfları) (İstanbul: Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı, 2023).
[17] Fatih Koyuncu, “Cûdî’nin Manzum Hac Seyahatnâmesi”, Littera Turca Journal of Turkish Language and Literature 3/1 (2017).
[18] İ. Hakkı Aksoyak, Tuhfe-i Nâtık: Bir Osmanlı Seyyahının Gözüyle Hac Menzilleri (İstanbul: Ketebe Yayınları, 2020).
[19] Seydi Kiraz, İndî’nin Manzum Menâsik-i Hacc’ı (İnceleme Metin Dizin ve Sözlük) (Erzurum: Fenomen Yayıncılık, 2020).
[20] Kadri H. Yılmaz, “Seyyid’in Manzum Menâsik-i Haccı ve Menâzilnâmesi ile Neşredilmiş Menazilnâmeler Arasında Menziller Bakımından Bir Mukayese Çalışması”, Kültür Araştırmaları Dergisi 5 (2020).
[21] Suat Donuk, “Sulhî nin Manzum Hac Menâzilnâmesi”, Divan Edebiyatı Araştırmaları Dergisi 18 (2017).
[22] Suat Donuk, “Servet Mahlaslı Bir Şaire Mâl Edilen Manzum Hac Seyâhatnâmesi”, Selçuk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Dergisi 41 (2017).
[23] Fatih Koyuncu, “Bahrî’nin Hac Menzilnâmesi”, Asya Studies 12 (2020).
[24] Şenarslan-Coşkun, Menâsik-i Hacc (Giriş-İnceleme-Metin), 19-22; Seydi Kiraz - Muhammed Musab Tiryaki, “Türk Edebiyatında Menâzil-i Haclar ve Kadrî’nin “Menâzilü’t-Tarîk ilâ Beytillâhi’l-Atîk” Adlı Menâzil-i Haccı”, Turkish Academic Research Review 8/1 (2023), 112-114.
[25] Şerife Eroğlu Memiş, “XVII. Yüzyılda Osmanlı Hac Menzilleri: Rûznâmçeci İbrahim Efendi Kethüdâsı Hacı Ali Bey’in Tuhfetü’l-Huccâc Risâlesi Örneği”, Gazi Akademik Bakış 13/26 (Haziran 2020).
[26] Konu ile ilgili ayrıntılı bilgi için Şenarslan - Coşkun tarafından hazırlanan Menâsik-i Hacc (Giriş-İnceleme-Metin) ile Menderes Coşkun tarafından hazırlanan Manzum ve Mensur Osmanlı Hac Seyahatnameleri ve Nâbî’nin Tuhfetü’l-Harameyn’i başlıklı eserler incelenebilir.
[27] Mehmet Özkan, Fıkıh Literatüründe “Menâsikü’l-hac” Geleneği Menâsikü’l-Kârî Örneği (Konya: Palet Yayınları, 2022), 69-104.
[28] Beyzâde Mustafa, Âsâr-ı Beyzâde (İstanbul: Daruttıbâati’l-âmire, H 1264), 97; Nurullah Yılmaz, “Ahıskalı Beyzade Mustafa Efendi’nin Malûm ve Mechûl Risalesi”, Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi 14 (2007), 74.
[29] Osmanzâde Hüseyin Vassaf, Sefîne-i Evliyâ (İstanbul: Kitabevi Yayınları, 2015), 259; Yılmaz, “Ahıskalı Beyzade Mustafa Efendi’nin Malûm ve Mechûl Risalesi”, 74.
[30] Beyzâde Mustafa, Âsâr-ı Beyzâde, 128; Bursalı Mehmed Tahir, Osmanlı Müellifleri (İstanbul: Meral Yayınları, 1972), 63.
[31] Murad Nakşibendî, Dîvân (İstanbul: Süleymaniye Ktp., Mehmed Ârif-Mehmed Murad Koleksiyonu), No.149, 65-66.
[32] Hatice Özdil, “19. Yüzyıl İstanbulu’nun İlim Merkezlerinden Murad Molla Tekkesi ve Kütüphanesi”, II. Uluslararası Osmanlı İstanbulu Sempozyumu (İstanbul: 29 Mayıs Üniversitesi, 2014), 614.
[33] Özdil, “19. Yüzyıl İstanbulu’nun İlim Merkezlerinden Murad Molla Tekkesi ve Kütüphanesi”, 615.
[34] Ömer Aslan, “Osmanlı Âlimlerinden Ahıskalı Beyzâde Mustafa Efendî ve Sülûka Dair Risâlesi”, Erzincan Üniversitesi Uluslararası Ahıska Türkleri Sempozyumu (Erzincan: Erzincan Üniversitesi, 2017), 231.
[35] Aslan, “Osmanlı Âlimlerinden Ahıskalı Beyzâde Mustafa Efendî ve Sülûka Dair Risâlesi”, 233.
[36] Özdil, “19. Yüzyıl İstanbulu’nun İlim Merkezlerinden Murad Molla Tekkesi ve Kütüphanesi”, 615. Bahsedilen eserlerin içeriği için Aslan’ın “Osmanlı Âlimlerinden Ahıskalı Beyzâde Mustafa Efendî ve Sülûka Dair Risâlesi” adlı bildirisine bakınız.
[37] Beyzâde Mustafa, Âsâr-ı Beyzâde, Daruttıbâati’l-Âmire, 1. Eserin tespit edilebilen nüshaları: Süleymaniye Kütüphanesi, Crh. No: 2053/2, Halet Efendi, No: 335; Selimiye Yazma Eser Kütüphanesi, No: 22 Sel 1280.
[38] Medine-i Münevvere’de komşularından birine yazmış olduğu yedi beyitlik bir kasidedir.
[39] Hacı kardeşlerinden birine yazdığı yedi beyitlik bir kasidedir.
[40] Hâcegân-ı kirâma dair yirmi beyitlik bir kasidedir.
[41] Şeyh Hâfız Muhammed el-Hisârî’nin irtihaline dairdir.
[42] Murtazâ Efendi’nin Kasîde-i Sâbika’sına yazmıştır.
[43] Yûsufzâde’ye verdiği icazettir.
[44] Murâd Molla Efendi Tekkesi Şeyhi Abdülhalîm Efendi’ye verilmiştir.
[45] Halîl Efendi isimli birine verilmiştir.
[46] Rizeli Ali Efendi’ye verilmiştir.
[47] Murtazâ Efendi’nin Beyzâde’ye yazdığı mektuptur.
[48] Beyzâde’nin Murtazâ Efendi’ye yazdığı cevabi mektuptur.
[49] Beyzâde’nin Geyve müftüsüne yazdığı mektuptur.
[50] Beyzâde’nin Kastamonu müftüsüne yazdığı mektuptur.
[51] Hâfız Efendi’nin Beyzâde’ye yazdığı bir tezkiredir.
[52] Beyzâde’nin Hâfız Efendi’nin tezkiresine yazdığı cevaptır.
[53] Beyzâde’nin Çorumlu Ebû Bekir Efendi’nin Risâle-i Manzûmelerine yazmış olduğu on altı beyitlik takrizdir.
[54] Nurullah Yılmaz, “Ahıskalı Beyzade Mustafa Efendi’nin Malûm ve Mechûl Risalesi”, 75-76.
[55] Beyzâde Mustafa, Menâsikü’l-hacc, 1264, 43.
[56] Dilara Pınar Arıç, Sünbülî Sinân’ın Menâsik-i Hacc’ı (Giriş-İnceleme-Tenkitli Metin-Sözlük Tıpkıbasım) (Edirne: Trakya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, 2015), 21-160.
[57] İsminin tam künyesi Ebü’l-hasen Nûrüddîn Alî b. Sultân Muhammed el-Kârî el-Herevî, doğum yeri Herat’tır. Doğum tarihi belli olmayan Ali el-Kârî, fıkıh, hadis, tefsir ve kıraat ilimlerinde âlimdir. Vefat tarihi Hicri 1014’tür.
[58] Menâsik’te geçen Şerh kitabı, Heratlı fıkıh, hadis, tefsir ve kıraat âlimi Ali el-Kârî’nin hacla ilgili eserleriyle tanınan İslâm âlimi Rahmetullah es-Sindî’nin el-Lübâb ismiyle meşhur olmuş Lübâbü’l-menâsik ve ubâbu’l-mesâlik adlı eserini şerh ettiği el-Meslekü’l-mütekassıt bi’l-Menseki’l-mütevassıt adlı eseri olmalıdır. Ayrıca bk. Ahmet Özel, “Ali el-Kârî”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 1996), 2/404; Özkan, Fıkıh Literatüründe “Menâsikü’l-hac” Geleneği Menâsikü’l-Kârî Örneği, 140-141.
[59] Gubârî’nin Menâsik-i Hac, Seyyid Muhammed’in Menâsik-i Hac, Nâlî Mehmed Efendi’nin Menâsik-i Hac, Kâmil’in Menâsik-i Hac ve Bekir Sıdkî Efendi’nin Fezâil-i Menâsik-i Hac adlı eserleri incelenmiş ve tanım ifadelerine rastlanılmamıştır.
[60] en-Nakşıbendî el-Muradî’nin Nebzetü’l-menâsik, Nâbî’nin Tuhfetü’l-Haremeyn ve Hacı Ali Arif Efendi’nin Menâsik-i Hac adlı eserlerinde bu örnekler görülmektedir.
[61] Hicri takvime göre hac aylarıdır.
[62] Rükn direk anlamında kullanılmıştır.
[63] Hediye edilmek.
[64] Aşırıya kaçmak.
[65] “Lebbeyk Allâhümme lebbeyk” demek.
[66] Köşe.
[67] Güneş doğmadan önceki geçici aydınlıktan güneş doğduktan sonra bir mızrak boyu yükselmesine kadar olan süre, güneşin tam tepede olduğu vakit ve ikindi namazını kıldıktan sonra akşam namazına kadar olan zaman.
[68] Metinde geçen Arapça duaların anlamları verilirken Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük İslâm İlmihâli (İstanbul: Ravza Yayınları, 2018); İmam Nevevî. El-Ezkâr (İstanbul: Tahlil Yayınları, 2023); Şenarslan - Coşkun, Menâsik-i Hacc (Giriş-İnceleme-Metin)’den yararlanılmıştır.
[69] Hamd âlemlerin Rabb’i Allah’adır. Salât ve selam Peygamber efendimize ve onun ailesine ve ashabınadır.
[70] Örtü.
[71] Belden aşağı sarılan örtü.
[72] Allah’ım, umre yapmak istiyorum. Onu bana kolaylaştır ve onu benden kabul buyur. Niyet ettim Allah Teâlâ için umreye.
[73] Emrine boyun eğdim Allah’ım, emrine boyun eğdim. Senin eşin ve ortağın yoktur, bütün varlığımla sana yöneldim. Hamd senin, nimet senin, mülk senindir. Senin eşin ve ortağın yoktur.
[74] Allah’ım, ben senden rızanı ve cennetini dilerim, gazabından ve ateşinden sana sığınırım. Allah’ım saçımı, derimi, kanımı kadınlardan ve güzel koku sürünmekten –ki sen bunları haram kıldın- senin rızan için mahrum bırakıyorum.
[75] Allah’ım, hac yapmak istiyorum. Onu bana kolaylaştır ve onu benden kabul buyur. Niyet ettim Allah Teâlâ için haccetmeye ve ihrama girmeye.
[76] Allah’ım! Umre ve hac yapmak istiyorum. Onu bana kolaylaştır ve onu benden kabul buyur. Niyet ettim Allah Teâlâ için umreye ve haccetmeye ve ihrama girmeye.
[77] Kavga, cedel.
[78] Bit.
[79] Urba, giysi.
[80] Ağırlığı ülkelere göre değişen bir tahıl ölçeği birimi.
[81] Toprak, memleket.
[82] Allah’ım, bu belde senin belden, bu ev senin evin. Taatine devam ederek, takdirine razı, emrine tâbî, buyruğuna teslim olarak rahmetini istemeye geldim. Senden çaresizliğime çareyi, azabına karşı şefkatini; affınla beni kabul buyurmanı, rahmetinle donatıp beni cennetine koymanı istiyorum.
[83] Allah’ın ismiyle başlarım. Hamd âlemlerin Rabbi Allah’adır. Salât ve selam onun Resûlünedir. Allah’ım rahmetinin kapılarını aç ve beni oraya koy. Bana günah kapılarını kapa ve beni orada kötü amel işlemekten koru.
[84] Allah’ım sen Selâm’sın, selamet ancak sendedir. Bizi de selametle yaşat ve selamet yurdu olan cennete koy. Ey celal ve ikram saihibi Allah’ım sen her şeyden yüce ve üstünsün. Allah’ım şu mübarek beytin azamet, şeref, hürmet ve heybetini artır. Ona hürmet ve tazimde bulunan hac ve umre yapanların şeref, saygı ve imanını artır. Allah’ım senin kulun ve Resûlün Hz. Muhammed ve Hz. Muhammed’in ailesine salât eyle. Senden engelimi kabul buyurup günahlarımı affetmeni ve rahmetinle beni yüklerimden kurtarmanı diliyorum. Ey merhametlilerin en merhametlisi.
[85] Allah’ım, umre tavafı yapmak istiyorum. Onu bana kolaylaştır ve onu kabul buyur.
[86] Allah’ım, kudûm tavafı yapmak istiyorum. Onu bana kolaylaştır ve onu kabul buyur.
[87] Allah en büyüktür.
[88] Allah’tan başka ilâh yoktur ve hamd Allah’a mahsustur. Allah’ım, Peygamber Efendimiz ve onun soyundan gelenlerin katındaki şereflerini yücelt.
[89] Tevazu.
[90] Allah en büyüktür. Allah’tan başka ilâh yoktur ve hamd Allah’a mahsustur. Allah’ım, Peygamber Efendimiz ve onun soyundan gelenlerin katındaki şereflerini yücelt.
[91] Allah’ım, sana iman ettim, kitabını tasdik ettim, sana verdiğim sözü tutuyorum ve senin peygamberin Hz. Muhammed’in sünnetine uydum.
[92] Allah’ım, üzerimde hakların var, bu haklardan ötürü bana bağışta bulun.
[93] Allah’ım, burası senin beytindir. Bu harem senin haremindir. Buradaki emniyet de senindir. Bu kullar senin kullarındır. Burası sana cehennemden sığınma yeridir. Yâ Rabbi vücudumuzu cehenneme haram kıl.
[94] Allah’ım, şüpheden, şirkten, ayrılıktan, nifaktan, kötü ahlaktan, kötü duruma düşmekten, aile efradımda ve malımda kötü akıbete düşmekten sana sığınırım.
[95] Allah’ım, senden yok olmayan iman, bitmeyen doğru yakının, peygamberimiz Muhammed ile beraberlik diliyorum. Allah’ım, senin sığınağından başka sığınak ve gölge olmayan kıyamet gününde, arşının gölgesinde beni gölgelendir. Bana peygamberin Hz. Muhammed’in kâsesiyle bir su içir ki ondan sonra bir daha susuzluk hissetmeyeyim.
[96] Allah’ım, umremi mebrûr, sa’yımı meşkûr, günahlarımı mağfûr, amelimi makbûl, ticaretimi asla batmayacak bir ticaret eyle. Ey Azîz, ey Gafûr.
[97] Allah’ım, haccımı mebrûr, sa’yımı meşkûr, günahlarımı mağfûr, amelimi makbûl, ticaretimi asla batmayacak bir ticaret eyle. Ey Azîz, ey Gafûr.
[98] Allah’ım, küfre düşmekten, fakirlikten, kabir azabından, hayat ve ölümün fitnesinden, dünya ve ahirette rezil olmaktan sana sığınırım.
[99] “Rabbimiz, bize dünyada da ahirette de iyilik ver ve bizi ateş azabından koru” (el-Bakara 2/201).
[100] Rabbim, rızık olarak verdiklerine kanaat ettir, onlara bereket ver ve tüm eksiklerimi hayırla doldur.
[101] Allah eksik sıfatlardan münezzehtir. Hamd Allah’adır. Allah’tan başka ilah yoktur ve Allah en büyüktür. Allah’tan başkasında güç ve kudret yoktur.
[102] Allah’ım, ben senin kulunum. Senin iki kulunun da çocuğuyum. Huzuruna pek çok günah ve kötü amellerle geldim. Burası (Bu Makâm-ı İbrâhim) cehennemden sana sığınanın yeridir. Günahlarımı affeyle. Şüphesiz sen Gafûr’sun, Rahîm’sin. Allah’ım, tüm mümin erkek ve kadınları affeyle, günahlarını bağışla, verdiğin rızıktan faydalandır; bana verdiğin rızkı bereketlendir, tüm eksiklerimi hayırla doldur.
[103] Allah’ım, muhakkak sen benim gizli ve açık işlerimi bilirsin, özrümü kabul et. Benim ihtiyacımı bilirsin, arzumu ver. İçimde olanı da bilirsin. Günahlarımı affeyle yâ Rabbi. Ben senden kalbime öyle bir iman ve yakîn vermeni istiyorum ki senin takdir etmiş olduğundan başka bir şeyin bana isabet etmeyeceğini bileyim ve senin taksimatına razı olayım.
[104] Allah’ım, senden faydalı ilim, bol rızık ve her türlü dertten deva istiyorum.
[105] “Safâ ile Merve Allah’ın nişânelerindendir; dolayısıyla hac veya umre yaparak Beytullah’ı ziyaret eden bir kimsenin bu yerleri tavaf etmesinde kendisi için bir günah yoktur. Kim gönüllü bir iyilik yaparsa bilsin ki Allah iyiliği mükâfatıyla karşılayan ve çok iyi bilendir” (el-Bakara 2/158).
[106] Allah en büyüktür. Allah en büyüktür. Allah en büyüktür. Hamd Allah’a mahsustur. Bize velilik eden ve bizi hidayete eriştiren Allah’a hamd olsun. Allah’tan başka ilah yoktur. Mülk yalnız onundur. Hayırla yaşatan da öldüren de odur. O her şeye kâdirdir. Allah’tan başka ilah yoktur. Kâfirler nefret etse de biz dini ona hâlis kılarız. Ondan başkasına ibadet etmeyiz. Allah’tan başka ilah yoktur. O tektir. Allah sözünde durdu ve kullarına yardım etti, tek başına tarafları bozguna uğrattı. Allah’ım, sen Hak’sın ve hakkı söyledin. ‘Bana dua edin, duanızı edeyim’ buyuruyorsun. Ve sen sözünden asla caymazsın. Beni İslamiyet ile şereflendirdiğin gibi Müslüman olarak canımı alıncaya kadar benden İslam nimetini almamanı senden niyaz ederim.
[107] Yavaş yavaş.
[108] Rabbim, beni bağışla ve bana merhamet eyle. Şüphesiz sen bilirsin, biz bilmeyiz. Sen izzet ve kerem sahibisin. Bizi ateşten kurtar ve selametle cennetine koy.
[109] Hedy: Kurbanlık koyunlardan Harem bölgesinde kesilenlere hedy adı verilir.
[110] Yevm-i terviye: Zilhicce’nin sekizinci günü.
[111] Tahiyye-i mescid: Mescide/camiye girildiğinde kılınan nâfile namaza denir.
[112] Allah’ım, ben senden rızanı ve cennetini dilerim, gazabından ve ateşinden sana sığınırım. Allah’ım saçımı, derimi, kanımı kadınlardan ve güzel koku sürünmekten –ki sen bunları haram kıldın- senin rızan için mahrum bırakıyorum.
[113] Allah’ım, senden umuyorum, sana dua ediyorum ve sana teveccüh ediyorum. Allah’ım, beni salih amele ulaştır, zürriyetimi de salih eyle.
[114] Allah’ım, işte burası Mina. Bunlar da menâsikten bize gösterilen şeyler. Yâ Rabbi, senden bize hayrın tamamını vermeni istiyorum. Dostun İbrahim, habibin Muhammed (s.a.s.), evliya ve taat ehline verdiğin hayırları vermeni istiyorum. Allah’ım, ben senin kulunum, hayatım senin kudretindendir. Kudretinle bana murad ettiğini yaparsın. Rızanı umarak sana geldim.
[115] Allah’ım, başkasına değil sadece sana yöneldim, yüzümü lütufkâr zatına çevirdim. Allah’ım, beni bağışla, tövbemi kabul et. Nereye dönersem döneyim beni sana yönelt. Allah eksik sıfatlardan münezzehtir. Hamd Allah’adır. Allah’tan başka ilah yoktur ve Allah en büyüktür. Allah’tan başkasında güç ve kudret yoktur.
[116] Allah’tan başka ilah yoktur. O tektir, eşi ve ortağı yoktur. Mülk yalnız ona aittir, hamd ona mahsustur.
[117] Allah’ım, Hz. Muhammed’e ve ailesine rahmet eyle, şerefini yücelt. Hz. İbrahim’e ve onun ailesine rahmet ettiğin gibi. Şüphesiz bütün hamd ve övgü sanadır, büyüklük ve yücelik sana mahsustur.
[118] Allah’ım, boynumu ateşten kurtar ve helal rızkımı genişlet. Cin ve insanların ahlaksızlığını benden uzaklaştır. Allah’ım, işlerimin koruyucusu olan dinimi, geçimlik olan dünyamı ve dönüş yerim olan ahiretimi de ıslah eyle. Hayatımı bütün hayırlar için ziyadeleştir, ölümümü bütün şerlerden kurtuluşum kıl. Rabbimiz, bize dünyada da ahirette de iyilik ver ve bizi ateş azabından koru. Allah’ım, sözlerimi işitiyorsun, mekânımı görüyorsun, sırrımı ve niyetimi biliyorsun. İşlerimden hiçbiri sana gizli değildir. Ben aciz, fakir, zavallı, korkak; yardıma ve şefkate muhtacım. Günahlarımı biliyor ve itiraf ediyorum. Senden miskinliği kaldırmanı istiyor ve sana zelil günahkârların yalvarması gibi yalvarıyorum. Kör ve korkmuşların ettiği dua ile dua ediyorum. Zavallı bir kul olarak sana yalvarıyor, boynu bükük bir aciz olarak sana sığınıyor, huzurunda zilletle eğilmiş bir biçare olarak sana niyaz ediyorum. Allah’ım, bu şâkinin duasını kabul et, bana karşı esirgeyen ve merhametli ol. Ey istenilenlerin en hayırlısı, ey bağışlayanların en hayırlısı.
[119] Allah’ım, beni rahmetinden ümitsiz eyleme. Senin rahmetinden eli boş dönmekten daha kötü bir durum yoktur. Ey Yüce Allah’ım böyle bir hâle düşmekten sana sığınırım. Amellerimin gözü sana doğru bakmaktadır, ellerim de senin cömertliğine amade olmuştur.
[120] Allah’ım! Bunu bu yerdeki son sözüm kılma. Rızkını sonsuza kadar arttır. Bugünü felaha erdiğim işimin tamamlandığı, duamın kabul edildiği, günahlarımın bağışlandığı gün yap. Bugünü katından bir kerem, rahmet ve rızandan en faziletli bir bağış, günahların affedildiği, rızkın helal ve temiz olanından ver ve tüm işlerimi bereketli kıl, bizi eksik veya fazla malımıza, evladımıza ve ehlimize döndür. Onları ve beni bereketlendir.
[121] Allah’ım, işte burası yumuşak, ısınan kalpleri topladığın Müzdelife’dir. Benimle mümin kadın ve erkeklerin kalplerini bütünleştir, birleştir. Beni sana dua edenlerden kıl ve sen buna icabet edensin. Sana tevekkül edene sen kâfî gelensin. Sana iman edene sen hidayet verensin.
[122] Allah’ım sana geldim. Azabından korktum ve korkumdan sana yöneldim. Allah’ım ibadetimi kabul buyur, ecrini artır ve yalvarışıma merhamet et. Duama icabet et ve bana isteğimi ver.
[123] Allah’ım, burası Mina’dır. Ben buraya senin kudretin altında yaşayan bir kulun olarak geldim. Veli kullarına verdiklerini bana da ihsan eyle. Ey merhametlilerin en merhametlisi olan Allah’ım! Bizi selametle ve afiyet içinde Mina’ya ulaştıran Allah’a hamd olsun.
[124] Allah’ın adıyla, Allah en büyüktür. Şeytan ve taifesini kastederek atıyorum. Allah’ım haccımı mebrûr, sa’yımı meşkûr ve günahlarımı mağfûr eyle.
[125] Allah’ım, bu perçem senin elindedir. Kıyamet gününde her tüyümü bir nur kıl. Allah’ım beni mübarek eyle, günahlarımı bağışla, amellerimi benden rahmetinle kabul buyur. Ey merhametlilerin en merhametlisi.
[126] Allah en büyüktür. Haccımızı tamamlamayı bize nasip eden Allah’a hamd olsun. Allah’ım imanımızı güçlendir, sana kesin bir şekilde iman etmeyi, rızana uygun şekilde yaşamayı ve yardımına nail olmayı bize nasip eyle. Bizi, babalarımızı, analarımızı ve bütün müslümanları affeyle.
[127] Allah’ım, ziyaret tavafı yapmak istiyorum. Onu bana kolaylaştır ve onu kabul buyur.
[128] Kur’ân-ı Kerîm ve hadîs-i şerîfteki delilinden zan ile anlaşılan yasak. Harama yakın mekruh.
[129] “Bizi bu nimete kavuşturan Allah’a hamdolsun! Allah bize bahşetmeseydi biz kendiliğimizden elde edemezdik” (el-A’râf 7/43).
[130] Allah’ım, bizi hidayete erdirdiğin gibi bu ibadetimizi de bizden kabul buyur. Bunu Beytü’l-Haram’daki son sözümüz yapma. Sen rahmetinle bizden razı olana kadar ona bana tekrar nasip et. Ey merhametlilerin en merhametlisi! Allah’ım, vechinin nuruna ve geniş rahmetine sığınırım. Eğer bu makamdan sonra affedilmeyecek bir günaha veya hataya bulaşırsam azabından sığınacağım makam yine bu makamdır. Allah’ım, ben senin kulunum. Harama bulaşmışken beni taşıdın ve beldene ulaştırdın. Günahlarımdan dolayı hüsn ile sana yalvarıyorum ki günahlarıma mağfiret edesin. Allah’ım, senden rızanı arttırmanı ve beni yanına yaklaştırmanı istiyorum. Allah’ım, beni aileme varana kadar sağımdan, solumdan, önümden, arkamdan, altımdan ve üstümden koru. Göz açıp kapayıncaya kadar dahi olsa rahmetini üzerimden kaldırma. İşlerimi sıkıntıdan uzak tut. Beni rahmetinle taatten ayırma. Ey merhametlilerin en merhametlisi. الْحَمْدُ لِلّٰهِ بِجَمِيعِ مَحاَمِدَكَ ماَ عَلِمْتُ مِنْهاَ وَماَ لَمْ أَعْلَمُ
[131] Bilip bilmediğim bütün övgüler ile Allah’a hamd ederim.
[132] Allah’ım, bu ahdimi Beytü’l-haram’daki son ahdim eyleme. Eğer ki yaparsan bana Cennet’i tazmin eyle. Ey merhametlilerin en merhametlisi! Yolculuktan dönüyor, tevbe ediyor, kulluk yapıyor Rabbimize hamd ediyoruz. Allah vaadinde sadık oldu ve kuluna yardım etti, düşman gruplarını tek başına hezimete uğrattı. Allah’tan başkasında güç ve kudret yoktur.
[133] “Makbul bir haccın ödülü ancak cennettir” anlamına gelen “ÇîäòÍîÌñï ÇäòåîÈòÑïèÑï äîêòÓî äîçï ÌîÒîÇÁì ÇğäñîÇ ÇäòÌîæñîÉï” hadisi hatırlatılmaktadır. Bk. Mehmet Yılmaz, Kültürümüzde Arapça ve Farsça Asıllı Vecizeler Sözlüğü (İstanbul: Sütun Yayınları, 2008), 251.
[134] Hamd tamama erdiren Allah’adır. Salât ve selam da kıyamete kadar insanların en hayırlısı Hz. Muhammed’e ve onun ailesine, ashabına ve tâbilerinedir.