Makale

Necm Sûresinin Otuz İkinci Âyetinde Geçen ‘Lemem’ Kelimesi Bağlamında Küçük ve Büyük Günah Meselesi

Karagöz, İsmail. “Necm Sûresinin Otuz İkinci Âyetinde Geçen ’Lemem’ Kelimesi Bağlamında Küçük ve Büyük Günah Meselesi”. Diyanet İlmî Dergi 60/3 (Eylül 2024), 845-872. https://doi.org/10.61304/did.1436255

Necm Sûresinin Otuz İkinci Âyetinde Geçen ‘Lemem’ Kelimesi Bağlamında Küçük ve Büyük Günah Meselesi

Araştırma Makalesi

Geliş Tarihi: 13 Şubat 2024 Kabul Tarihi: 19 Eylül 2024

İsmail Karagöz

Prof. Dr. / Professor

Düzce Üniversitesi / Duzce University

İlahiyat Fakültesi / Faculty of Theology

https://ror.org/04175wc52

https://orcid.org/0000-0003-3105-3554

ismailkaragoz1954@gmail.com

Öz

İnsanların kulluk görevlerinde ve dünya sınavlarında başarılı olabilmeleri ve günahlardan uzak durabilmeleri için Kur’an’ın rehberliğinden faydalanmaları, Kur’an’ın emir ve yasaklarına uyabilmeleri için de Kur’an’ı doğru anlamaları gerekir. Sahâbe döneminden itibaren günümüze kadar İslâm âlimleri Kur’an’ı anlamaya çalışmışlar, onlarca tefsir kaleme almışlardır. Arap dilinin özelliği ve Kur’an’ın veciz bir kelâm olmasından kaynaklı bazı kelime ve cümleleri farklı anlamışlardır. Farklı anlaşılan cümlelerinden biri Necm Sûresinin otuz ikinci âyetinin ilk cümlesi ve bu cümlede geçen “lemem” kelimesidir. Müfessirlerden bazıları “lemem” kelimesine “iman öncesi işlenen günah”, bazıları, “küçük günah”, bazıları, “şehvetle bakmak ve tutmak gibi zina dışındaki söz, eylem ve davranışlar”, bazıları “bir iki kere işlenip tövbe edilen ve bir daha işlenmeyen günah” anlamını vermişlerdir. Kelimenin sözlük anlamı, âyetin diğer âyet ve hadislerle birlikte değerlendirildiği zaman “lemem” kelimesinin, “Allah’ın koruması olmadan kaçıp kurtulma imkânı bulunmayan, bir iki defa yapılıp sonra tövbe edilen, bir daha yapılmayan ve ısrar edilmeyen küçük olan günah” anlamında olduğunu söyleyebiliriz.

Anahtar Kelimeler: Tefsir, Allah, Kur’an, Lemem, Günah.

* Bu makale CC BY-NC 4.0 lisansı altında yayımlanmaktadır.

The Issue of Minor and Major Sins in the Context of the Word ‘Lamam’ in Verse 32 of Surah al-Najm in the Qur’an

Research Article

Received: 13 February 2024 Accepted: 19 September 2024

Abstract

People need to benefit from the guidance of the Qur’an to succeed in their duties and worldly tests, avoid sin, and understand the Qur’an accurately to follow its divine instructions and restrictions. Since the time of the Companions until today, Islamic scholars have tried to understand the Qur’an better and have written tens of tafsir books to explain it accurately. The Qur’an’s use of concise language and the inherent richness of Arabic can lead to nuanced understandings of specific words. One of them is the first sentence of Surah al-Najm and the word ‘lamam’ in this sentence. Some commentators understood “lamam” as a “sin committed before having faith.” Others interpreted it as a minor sin, while some saw it as “words, actions, and behaviors other than fornication, such as touching lustfully.” Still others interpreted it as a sin committed just once or twice but then repented and never committed again. If we consider the dictionary definition of “lamam” alongside other verses and hadiths, it can be understood as literally meaning “a minor sin.” This sin is impossible to commit without Allah’s protection and typically involves a transgression committed only once or twice, followed by sincere repentance and a commitment to avoid repeating it.

Keywords: Tafsir, Allah, Qur’an, Lamam, Sin.

* This article is published under the CC BY-NC 4.0 licence.

Summary

According to Islam, humanity was created to serve Almighty Allah. Humans are also endowed with free will, allowing them to choose between faith and disbelief, good deeds and sins. Allah has guided humanity by bestowing reason, sending prophets with scriptures, and granting free will. Ultimately, the choice to believe, worship, and obey lies with each individual. This freedom of choice has led throughout human history to some earning rewards through faith and obedience, while others have incurred consequences for disbelief and rebellion.

To fulfill their obligations of servitude and succeed in worldly tests, people must benefit from the Qur’an’s guidance. Accurate understanding of the Qur’an is essential for following its commandments and avoiding prohibitions. The Qur’an, like with all other subjects, provides guidance on what is forbidden and what constitutes a sin. In order to benefit from the guidance of the Qur’an, it is necessary to understand it correctly. In their efforts to interpret the concise word of Allah, the Qur’an, commentators have encountered some verses with differing interpretations. One of the verses in the Qur’an with debated interpretations is the meaning of the word “illa” in the first sentence of Verse 32 of Surah al-Najm and the meaning of the word “lamam”.

In the sentence “اَلَّذٖينَ يَجْتَنِبُونَ كَبَآئِرَ الْاِثْمِ وَالْفَوَاحِشَ اِلَّا اللَّمَم”, the Arabic word “illa” serves as the proposition of “istithna”, while “al-lamam” functions as the “mustathna.” The terms “kabaira al-ismi” and “al-fawahish” act as the “mustathna minh.” “Kabaira al-ismi” refers to the gravest sins, while “al-fawahish” encompasses words, deeds, and behaviors that are considered vices. The verse is connected to the previous verse. According to the interpretation provided, the first sentence of the verse means, “The believers who perform righteous deeds excellently are those who avoid major sins like associating partners with Allah and immoral acts such as adultery and fornication, except for occasional slips.”

If the exception with the word “illa” is continuous (muttasil), then “lamam” is considered a type of major sin. If it is discontinuous (munqati’), then it is not categorized as a major sin. The meaning of the verse varies depending on the type of exception specified. Some commentators have proposed that the exception with “illa” is continuous, while others have argued that it is discontinuous.

Among those who suggest that the exception is continuous, some interpret the word ‘lamam’ as sins committed by believers before embracing Islam, which are forgiven upon accepting faith. Others interpret it as sins committed only once or twice, followed by sincere repentance, and never repeated, such as adultery and lying.

Among those who argue that the exception is discontinuous interpretations of the word ‘lamam’ vary. Some consider it to refer to minor sins, while others view it as encompassing acts and behaviors beyond sexual intercourse, such as staring, kissing, and touching. Some interpret it as sins that one intends to commit but refrains from, while others see it as sins not deserving punishment in this world but subject to punishment in the Hereafter, with Allah’s forgiveness possible.

Can the word “lamam” be interpreted as kissing, touching, or any similar actions or behaviors other than fornication, when Allah Almighty forbids in the Qur’an the uncovering of the parts of the ‘awrah and looking at them in a definite manner? On the other hand, it would not be correct to interpret the word “lamam” as “a sin that a person feels in his heart, intends to commit, but does not commit.”

Based on the explanations provided, it seems plausible to interpret the word “lamam” as a sin that could be small or significant, but once repented for, is never persisted in again. The first sentence of the verse: “The believers who do good deeds in the best way are those who shun major sins such as associating a partner with Allah (shirk), and bad deeds such as adultery, except for minor sins, which cannot be shunned without Allah’s protection, and which are committed just once or twice and then repented, and not committed again, and are not persisted in.”

Giriş

İslâm inancına göre insan, dünyaya günahsız olarak ve İslâm fıtratı üzere gelir. “Yüzünü Allah’ı birleyen olarak dine, Allah’ın dinine çevir ki Allah insanları o din üzerine yaratmıştır. Allah’ın yaratışında değişme yoktur. İşte dosdoğru din budur.”[1] anlamındaki âyet ve “Her doğan çocuk fıtrat üzere doğar.”[2] “Doğan hiçbir çocuk yoktur ki fıtrat üzerine doğmuş olmasın. Daha sonra anası ve babası çocuğu Yahudi, Hıristiyanveya Mecûsîyapar.”[3] anlamındaki hadisler; insanın doğuştan dinsiz, kâfir, zalimve isyankâr olmadığını, hak dini kabule hazır ve kabiliyetli olduğunu ifade eder.

Akıl, peygamber ve kitaplarla rehberlik edilen insanlar, dünyada imtihana[4] tabi tutulmuş ve sorumlu bir varlık olarak yaratılmıştır. Bu itibarla insanlar, yaratılış gayelerine[5] uygun hareket edebilecekleri gibi aykırı da hareket edebilirler, sevap olan söz, eylem ve davranışları da günah olanları da işleyebilirler.[6] Sonuçta iyi davranışta bulunanlar mükâfat, kötü davranışta bulunanlar ise ceza ile karşılaşabilirler.

Bazı insanlar, günah bataklığına dalar, ömürlerini günahla geçirirler, bazı insanlar bütün güçleri ile günahlardan uzak durmaya çalışırlar, ancak bazen gaflete dalıp nefislerinin kötü arzularına uyarak günah işleyebilirler. Bu günahlardan bazıları küçük, bazıları büyük günah olur. Büyük günahlardan sakınanların küçük günahlarını Allah affeder.[7] Allah ve Peygamberi günahlardan kurtulmanın yolunu göstermiştir. Bu yol, işlediği günaha pişman olup tövbe etmektir.[8]

Kur’an her konuda olduğu gibi[9] nelerin yasaklandığı ve günah olduğu konusunda da insanlara rehberlik etmektedir. Kur’an’ın rehberliğinden faydalanabilmek için onu doğru anlamak gerekir. Allah kelâmı olan Kur’an’ı anlamaya çalışırken bazı âyetlerde müfessirler ihtilaf etmişlerdir. Anlamında ihtilaf edilen âyetlerden biri de Necm Sûresinin 32. âyetinin “illâ” istisnâ edatı ile kurulan ilk cümlesi ve cümlede geçen “lemem” kelimesinin anlamıdır. Makalemizde sahâbe döneminden günümüze kadar yapılan tefsir çalışmalarından faydalanarak, âyet ve hadis bütünlüğü içerisinde âyetin ilk cümlesini tahlil etmeye ve “lemem” kelimesinin anlamını belirlemeye çalışacağız.

1. Lemem Kelimesinin Sözlük Anlamı

اَللَّمَم kelimesi, لَمَّ fiilinden türemiş bir isimdir. لَمَّ fiili “biriktirdi, dağılan işlerini topladı,[10] düzene koydu,[11] bir şeyi sürekli olmadan ara sıra yaptı, bir şeye yakın oldu,[12] bir günaha yaklaştı, bir yerde konakladı,[13] dağınık olan saçı düzeltti,[14] cinler ara sıra insana dokundu,[15] bir şeyi ısrarlı ve devamlı olmamak şartıyla az yaptı, bir şeyin yanında az bir zaman durdu[16] anlamlarına gelir.

Lemm” çok anlamlı bir kelimedir. Dil bilimci İbn Fâris (ö. 395/1004) “lemm” kelimesinin asıl anlamının toplanmak, bir şeye yaklaşmak ve eklemek anlamında olduğunu söylemiştir.[17]

Az ve küçük olan şeye,[18] insana biraz delilik dokunmasına[19] ve günah işlemeye yaklaşmaya[20] اللَّمَمُ, kulak memesinin ötesine uzanan saçlara اللَّمَةُ denir. [21]

Çalışmamıza ışık tutacak kelimenin cahiliye döneminde kullanımı ile ilgili bir şiir bulunamamıştır.

Aynı fiilin اَلَمَّ formatı az yedi, az gitti, bir şeyin yanında az bir süre kaldı ve benzeri azlığı ifade etmek için kullanılır. Mesela birini az ziyaret eden kimse, اَلْمَمْتُ بِفُلَانٍ اِلْمَامًا “Filan kimseyi az ziyaret ettim” cümlesini kullanır.[22] أَلَمَّ بِالطَّعَامِ cümlesi, قَلَّ أَكْلُهُ مِنْهُ “az yemek yedi”, أَلَمَّ بلامر “bir işte fazla derinleşmedi”, اَلَمَّ الْغُلَام “çocuk ergenlik çağına yaklaştı” [23], اَلَمَّ بالْمَكَان bir yerde birazcık durdu ve اَلَمْتُ بِكَذَا “neredeyse yapacaktım, yapmaya yaklaştım fakat yapmadım” anlamındadır.[24]

Bir insan bir konuda bir şeye derinleşmediği zaman اَلَمَّ بِالشَّيْئ, [25] ergenlik çağına yaklaşan çocuğa غُلَامٌ مُلِمٌّ, kavmini toplayan kimseye رجُل مِلمٌّ, [26] delilik dokunan kişiye [27] رجلٌ مَلْمُومٌ denir.

Dilbilimci Ebû İshak ez-Zeccâc (ö. 311/923) kelimenin anlamı ile ilgili olarak şöyle demiştir: اللَّمَم ve الاِلْمام kelimelerinin aslı, insanın bir iki kere yaptığı ve üzerinde durmadığı şeydir. إِذَا زُرْتُهُ وَانْصَرَفْتُ عَنْهُ “Onu ziyaret ettim ve ondan ayrıldım” demek istediğimde, أَلْمَمْتُ بِهِ derim. Ancak ara sıra yapılan bir şey için: اللَّمَم ve اَلْاِلْمَام denir.[28]

Dil bilimci Ferrâ (ö. 207/822) bedevilerden şöyle bir cümle duyduğunu söylemiştir: ضَرَبَ مَا لَمَّ الْقَتْل öyle vurdu ki az kalsın ölecekti.” Bir başka seferinde ise اَلَمَّ مَا يَفْعَل “neredeyse yapacaktı” dediklerini işittim demiştir.[29]

Bu izahlardan anlaşılacağı üzere el-lemem; insanın az yaptığı, ara sıra yaptığı, yapmak isteyip de yapmadığı, bir şeyi yapmaya niyetlendiği, yapıp da hemen pişman olduğu şey demektir. Bu anlamlardan hareketle küçük günahlara, ya da kişinin yapmaya niyet ettiği fakat yapmadığı hatalara “lemem” adı verilmiştir.

2. L-m-m Kelimesinin Kur’an’da Kullanımı

“L-m-m” kökünden Kur’an’da لَمًّا ve اَللَّمَمْ şeklinde iki kelime geçmektedir:

a) وَتَاْكُلُونَ التُّرَاثَ اَكْلًا لَمًّاYetimin mirasını haksız yere alıp hepsini yiyorsunuz[30] âyetinde geçen لَمًّا kelimesidir. Araplar, إِذَا أَكَلْتُهُ جَمْعًا “Yemeğin hepsini yediğim zaman”[31] demek için لَمَمْتُ الطَّعَامَ لَمًّا cümlesini kullanmalarından hareketle اَكْلًا لَمًّا terkibine, mirasın hem kendi payını hem karşı tarafın payını almak,[32] çok yemek[33] ve helâl haram demeden yemek anlamı verilmiştir.[34]

اَكْلًا لَمًّا terkibinde لَمًّا kelimesi, اَكْلًا kelimesinin sıfatıdır, dolayısıyla kelime yemenin çokluğunu ve mirasta haddi aşmayı ifade eder.

b) اَلَّذٖينَ يَجْتَنِبُونَ كَبَآئِرَ الْاِثْمِ وَالْفَوَاحِشَ اِلَّا اللَّمَمَİyi amelleri en güzel biçimde yapan müminler, lemem hariç (şirk gibi) büyük günahlardan ve (zina gibi) çirkin işlerden uzak duran kimselerdir” cümlesinde geçen “lemem” kelimesidir.

Cümlede geçen ve “kimseler” anlamına gelen اَلَّذٖينَ sıla ismi, otuz birinci âyetteki وَيَجْزِيَ الَّذٖينَ اَحْسَنُوا بِالْحُسْنٰىİyi işleri en güzel biçimde yapan mümin kimseleri cennet ile ödüllendirmek için” cümlesindeki الَّذٖينَ sıla isminden bedeldir.[35] Otuz birinci âyetin üçüncü ve otuz ikinci âyetin birinci cümlesinde cennetle ödüllendirilecek kimseler bildirilmektedir. Âyetlere göre cennetle ödüllendirilecek kimseler, salih amelleri en güzel biçimde yapan ve “lemem” hariç büyük günahlardan ve çirkin işlerden uzak duran müminlerdir.

Cümledeki كَبَآئِرَ الْاِثْمِgünahın büyükleri”, لْفَوَاحِشَçirkin işler” anlamındadır. “Çirkin işler” de büyük günahtır. الْفَوَاحِشَ özel, كَبَآئِرَ الْاِثْمِ geneldir. Yani hâss olan kelime âmm olan kelimeye atfedilmiştir. Dolayısıyla الْفَوَاحِشَçirkin işler”, كَبَآئِرَ الْاِثْمِgünahın büyükleri” kabilindendir.

كَبَآئِرَ الْاِثْمِ ve الْفَوَاحِشَ nedir? اِلَّا Hangi çeşit istisnâdır? Âyetteki اَللَّمَم kelimesinin anlamı nedir? Hangi günahtan istisnâ edilmektedir? Bunların hiçbiri âyette açık değildir. Bu itibarla müfessirler zikredilen hususlarda birbirinden farklı görüşler serdetmişlerdir.

3. Müfessirlerin “Lemem” Kelimesine Verdikleri Anlam

Müfessirler, otuz ikinci âyette geçen “lemem” kelimesinin anlamı, “illâ” edatı ve bu edat ile kurulan cümlede istisnanın çeşidi konusunda ihtilaf etmişlerdir.[36]

İllâ” istisnâ edatı ve bu edat ile kurulan cümlede istisnâya dört farklı anlam verilmiştir:

3.1. İstisna-i Muttasıl[37]

Muttasıl İstisnâda müstesnâ, müstesnâ minhin cinsinden olur. Dolayısıyla “lemem”, illâ istisnâ edatından önce geçen كَبَآئِرَ الْاِثْمِgünahların büyükleri” ve لْفَوَاحِشَçok çirkin olan söz, eylem ve davranışlar” cinsindendir.[38]

İllâ” edatı ile yapılan istisnânın, istisnâ-i muttasıl olduğu görüşünde olanlar, “lemem” kelimesini şöyle açıklamışlardır.

3.1.1. Lemem, kişinin Müslüman olmadan önce, cahiliye döneminde işlediği günah anlamındadır. Bu görüş, Abdullah b. Abbas (ö. 182/798) [39] ve İbn Zeyd’den (ö. 182/798) rivayet edilmiştir. [40]

Abdullah b. Abbas’ın görüşüne delil olarak Nisâ Sûresinin yirmi üçüncü âyetinin وَأَنْ تَجْمَعُوا بَيْنَ الْأُخْتَيْنِ إِلَّا مَا قَدْ سَلَفَİki kız kardeşi bir nikâh altında bir araya getirmeniz size haram kılındı, ancak önceden yapılan bu tür evlilikler geçmişte kalmıştır” cümlesi zikredilmiştir. [41]

İbn Zeyd şöyle demiştir: Müşrikler, Müslümanlar, daha dün bizimle birlikte günah işliyorlardı” dediler. Allah, اِلَّا اللَّمَمَlemem hariç” âyetini indirdi. Lemem, İslâm’dan önce müminlerin cahiliye döneminde yaptıkları günah fiillerdir, Müslüman olunca Allah onların günahlarını bağışladı.”[42]

3.1.2. Lemem, işlenen, peşinden hemen tövbe edilen ve bir daha tekrar edilmeyen günah anlamındadır.[43] Sahâbeden Ebû Hüreyre (ö. 58/678) ve Abdullah b. Abbas, tabiîn âlimlerinden Mücâhid b. Cebr (ö. 103/701) ve Hasan el-Basrî’nin (ö. 110/7728) bu görüşte olduğu rivayet edilmiştir.[44]

Ebû Hüreyre, Hz. Peygamber’den (s.a.s.) şöyle rivayet etmiştir:

اللَّمَّةُ مِنَ الزِّنَا أَنْ يَتُوبَ فَلَا يَعُودُ وَاللَّمَّةُ مِنَ السَّرِقَةِ أَنْ يَتُوبَ فَلَا يَعُودُ وَاللَّمَّةُ مِنْ شُرْبِ الْخَمْرِ أَنْ يَتُوبَ فَلَا يَعُودُ

“Lemem, zina etmek, sonra tövbe etmek ve bir daha zina etmemektir. Lemem, hırsızlık yapmak, sonra tövbe etmek ve bir daha hırsızlık etmemektir. Lemem, içki içmek, sonra tövbe etmek ve bir daha içki içmemektir.”[45]

Konu ile ilgili olarak Ebû Hüreyre, “Lemem, bakmak, kaş göz işareti yapmak, öpmek ve fiziksel temasta bulunmaktır.”;[46] Abdullah b. Abbas, “Lemem, bir erkeğin zina edip sonra tövbe etmesidir.”[47]Lemem, bir günahı işlemek, sonra tövbe etmek ve bir daha o günaha dönmemektir.”;[48] Mücâhid b. Cebr (ö. 103/701), “Bu, bir kimsenin bir günahı işlemesi, sonra o günahı terk etmesidir.”[49] Hasan el-Basrî, “Lemem, zina etmek, hırsızlık yapmak ve içki içmek, sonra tövbe edip bir daha bu günahları işlememektir”[50] demiştir.

Zeccâc “lemem” kelimesini “ara sıra yapılan ancak üzerinde ısrar edilmeyen günah” şeklinde izah etmiştir.[51]

Tâbiîn âlimlerinden İbn Şihâb ez-Zührî (ö. 124/742), “Lemem, zina etmek, sonra tövbe etmek ve bir daha bu günahı işlememek, hırsızlık yapmak, içki içmek, sonra tövbe etmek ve bir daha bu günahlara dönmemektir”[52] demiş, görüşüne delil olarak Âl-i İmrân Sûresinin yüz otuz beşinci âyetini dile getirmiş ve her iki âyette günahın zikrinden sonra Allah’ın mağfiretinin zikredildiğini beyan etmiştir.[53]

İmam Mâtürîdî (ö. 333/944), lememin büyük günah cinsinden olduğunu, müminin bu günahı gaflet ve hata ile veya şehvetine yenik düştüğü için işlediğini, Allah’ın bu günahı affettiğini söylemiştir.[54]

Bu görüşte olanlara göre müstesnâ olan “lemem”, müstesnâ minh olan kebâir ve fevâhiş cinsindendir.[55]

Bu görüşe delil olarak, Âl-i İmrân Sûresinin yüz otuz beşinci âyetinin dışında Abdullah b. Abbas’ın Necm Sûresinin otuz ikinci âyeti ile ilgili olarak Hz. Peygamber’den rivayet ettiği ve Tirmizî’nin “Hasen Sahîh Garîb” dediği إِنْ تَغْفِرِ اللَّهُمَّ تَغْفِرْ جَمَّا وَأَيُّ عَبْدٍ لَكَ لاَ أَلَمَّا “Allah’ım! Eğer Sen affedersen çok şeyi affedersin, senin hangi kulun vardır ki hiç günah işlemez?” hadisi[56] zikredilmiştir.

Dil bilimci Îcî (ö. 756/1355), “Lemem, büyük günahlardandır. Bunun anlamı şudur: İyi müminler, azı hariç büyük günahların hepsinden sakınırlar, büyük günah olan söz, eylem ve davranışı bir iki kere yapar, peşinden hemen tövbe eder, bu günahı işlemeyi âdet haline getirmezler. Bu, selef âlimlerinin çoğunun görüşüdür” demiştir.[57]

Bu görüşe Nisâ Sûresinin on yedinci âyeti delildir: “Allah katında geçerli tövbe, ancak cehaletle kötülük yapan ve günah işleyen sonra hemen günahına tövbe eden kimselerin yaptığı tövbedir. İşte Allah, bunların tövbelerini kabul eder.

3.1.3. Lemem, şirk olmayan günahlar anlamındadır. Abdullah b. Amr’ın (ö. 65/684), bu görüşte olduğu rivayet edilmiştir.[58] Şirk, en büyük günahtır.[59] ÇünküŞüphesiz Allah, kendisine ortak koşulmasını ve inkârı bağışlamaz. Bunun dışında kalan, inkâr olmayan günahları dilediği kimseler için bağışlar. Kim Allah’a ilah diye başka varlıkları ortak koşarsa, bu kimse, büyük bir günah işleyip Allah’a iftira etmiş olur.[60] Bu görüşe göre “lemem” şirk, inkâr ve nifak olmayan küçük veya büyük her günahtır.

3.2. İstisna-i Münkatı[61]

Münkatı’ istisnâda, müstesnâ, müstesnâ minhin cinsinden olmaz. Dolayısıyla “lemem”, illâ istisnâ edatından önce geçen كَبَآئِرَ الْاِثْمِgünahların büyükleri” ve الْفَوَاحِشَçok çirkin olan söz, eylem ve davranışlar” cinsinden değildir. Taberî (ö. 310/923),[62] âyetteki istisnânın, istisnâ-i münkatı’ olduğunu tercih etmiştir.

İllâ” edatı ile yapılan istisnânın, istisnâ-i münkatı’ olduğu görüşünü savunanlar, lemem kelimesini şöyle açıklamışlardır:

3.2.1. Lemem müminin işlediği küçük günah anlamındadır.[63] Müfessirlerin çoğunluğu bu görüştedir.[64] Küçük ve büyük günah ifadesi Kur’an-ı Kerîm’de Kamer sûresinin yirmi dört, Kehf Sûresinin kırk dokuzuncu âyetinde “sağîr” ve “kebîr” kelimeleri ile açıkça geçmektedir:

وَكُلُّ شَيْءٍ فَعَلُوهُ فِي الزُّبُرِ وَكُلُّ صَغيرٍ وَكَبيرٍ مُسْتَطَرٌİnsanların yaptıkları her şey, yazıcı meleklerin yazdığı kitaplardadır ve küçük ve büyük yapılan her şey yazılmıştır.”[65]

وَوُضِعَ الْكِتَابُ فَتَرَى الْمُجْرِمينَ مُشْفِقينَ مِمَّا فيهِ وَيَقُولُونَ يَا وَيْلَتَنَا مَالِ‌ هٰذَا الْكِتَابِ لَا يُغَادِرُ صَغيرَةً وَلَا كَبيرَةً اِلَّآ اَحْصٰيهَاۚ وَوَجَدُوا مَا عَمِلُوا حَاضِرًاۜ وَلَا يَظْلِمُ رَبُّكَ اَحَدًا۟

Mahşer yerinde insanların iman veya inkârlarının, iyi veya kötü söz ve amellerinin yazılı olduğu kitap mutlaka ortaya konur. Sen, kâfirlerin kitabın içindekilerden korktuklarını görürsün. Onlar, “Eyvah bize! Bu nasıl bir kitaptır? Ne küçük ne büyük hiçbir şey bırakmamış, hepsini sayıp dökmüş” derler ve bütün yaptıklarını kitaplarında hazır bulurlar. Rabbin hiçbir kimseye zulmetmez.[66]

يَوْمَ تَجِدُ كُلُّ نَفْسٍ مَا عَمِلَتْ مِنْ خَيْرٍ مُحْضَرًاۚ وَمَا عَمِلَتْ مِنْ سُوٓءٍۚتَوَدُّ لَوْ اَنَّ بَيْنَهَا وَبَيْنَهُٓ اَمَدًا بَعيدًاۜ

Her insan, kıyamet günü yaptıkları hayır ve sevap olan şeyleri, işledikleri kötü ve günah olan şeyleri, yazılıp hazırlanmış olarak bulur ve günahları ile kendi arasında uzak bir mesafe olmasını ister.[67]

فَمَنْ يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ خَيْرًا يَرَهُۜ . وَمَنْ يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ شَرًّا يَرَهُ

Kim zerre ağırlığınca bir hayır ve salih amel işlerse onu ahirette amel defterinde görür. Kim de zerre ağırlığınca bir kötülük ve günah işlerse onu da ahirette amel defterinde görür.”[68]

Abdullah b. Abbas, bu âyetlerin, bazı insanların, azıcık hayır bulunan şeylere sevap verilmeyeceği, azıcık şer olan şeylerle günah işlenmiş olunmayacağı kanaatindekiler hakkında indiğini, Allah’ın azıcık da olsa hayır işlemeye teşvik ettiğini, azıcık da olsa şer işlemekten sakındırdığını söylemiştir.[69]

Necm Sûresinin otuz ikinci âyetinde “lemem” kelimesi, Nisâ Sûresinin otuz birinci âyetinde “seyyiât” kelimesi gibi “kebâir” kelimesinin karşıtı olarak kullanılmıştır:

اِنْ تَجْتَنِبُوا كَبَآئِرَ مَا تُنْهَوْنَ عَنْهُ نُكَفِّرْ عَنْكُمْ سَيِّـَٔاتِكُمْ وَنُدْخِلْكُمْ مُدْخَلًا كَريمًا

“Ey müminler! Eğer siz, size yasaklananların büyüklerinden sakınırsanız, biz sizin küçük günahlarınızı örteriz ve sizi ikramı çok olan güzel bir yer olan cennete koyarız.”

Necm Sûresinin otuz ikinci âyetinde, ãîÈîÇٓÆğÑî ÇäòÇğËòåğ “günahların büyükleri” ve ÇäòáîèîÇÍğÔî “çirkin işler” terkiplerinden sonra “istisnâ-i münkatı’[70] ile istisnâ edilmesi, “lemem” kelimesinin küçük günah anlamında olduğuna delil olarak zikredilmiştir.[71]

Abdullah b. Abbas, İbn Zeyd (ö. 182/798), İkrime b. Abdullah el-Berberî (ö. 105/723), Dehhâk b. Müzâhim (ö. 105/723) ve Katâde b. Diâme (ö. 117/735)[72] küçük günahı, Allah’ın koruması olmadan insanların hepsinin veya çoğunun kaçıp kurtulması mümkün olmayan,[73] işleyene dünyada ceza ve âhirette azapbildirilmeyen ve kılınan beş vakit namaz ile bağışlanan[74] günah olarak tanımlamıştır.

Abdullah b. Abbas’a göre, “Lemem, namazın örttüğü yani affedilmesine vesile olduğu dünya cezası ve âhiret azabı arasında kalan her şeydir. Lemem, dünya ve âhirette cezayı gerektirmeyen her şeydir. Dünya cezası, Allah’ın cezalandırmasını farz kıldığı cezalardır, âhiret cezası, Allah’ın işleyene cehennem olduğunu bildirdiği ve cezasını âhirete bıraktığı her şeydir.”[75]

Büyük günah, hırsızlık[76] ve zina[77] gibi dünyada had cezası,[78] toplumda fuhşun yayılmasını istemek[79] gibi âhirette azap bildirilen günah,[80] faiz gibi haramolduğuna dair Kur’an’da âyet[81] bulunan yasak fiiller, Allah’a isyan olan her söz, fiil ve davranış,[82] kibir gibi işleyenin cehennemle cezalandırılacağı[83] bildirilen günah,[84] şirk, inkâr ve nifak gibi Allah’ın lanetettiği[85] veya gazap ettiği günah[86] ve yalan haber üretmek gibi işleyeni fasık[87]olarak nitelenen günah, Allah’ın işleyeni şiddetle yerdiği günah[88] şeklinde tanımlanmıştır.[89]

Abdullah b. Abbas, “Büyük günah, Allah’ın cehennem vaat ettiği, gazap veya lanet ettiği veya azap olduğunu bildirdiği her günahtır” demiştir.[90]

Zemahşerî (ö. 538/1144), “Büyük günah, cezası ancak tövbe ile düşen günahlardır” şeklinde bir tanımlama yapmıştır.[91]

Kur’an’da “büyük günah” tabiri açıkça geçmektedir. Mesela inkâretmek,[92] Allah’a ortak koşmak,[93] yetimmalı yemek,[94] açlık korkusu ile çocukları öldürmek,[95] içkiiçmek ve kumaroynamak,[96] haramaylarda savaş yapmak,[97] “Allah, meleklerden kızlar edindi” demek,[98] büyük günah olarak ifade edilmiştir.

el-Fevâhış”, “fâhişe” kelimesinin çoğuludur. Kelimenin asıl anlamı “bir şeyin kötü ve çirkin olmasıdır.” Kur’ân-ı Kerîm’de “f-h-ş” kökünden gelen kelimeler; zina,[99] eşcinsellik,[100] kişinin evlenme yasağı olan kadınlarla evlenmesi,[101] eşlerin birbirlerine kötü davranmaları ve eziyet etmeleri,[102] çirkin söz, eylem ve davranışlar,[103] cimrilik etmek, zekâtı vermemek,[104] büyük günahlar, haramlar,[105] iman ve ibadetlerde Allah’a ortak koşmak, müstehcenlik ve çıplaklık[106] anlamlarında kullanılmıştır.

Günahlar görecelidir, biri diğerine göre küçük, büyük veya daha büyüktür. Mesele namahrem erkek ve kadınların birbirlerine şehevî duygularla bakmaları ve fiziksel temasta bulunmaları büyük günah, mahrem erkek ve kadınların birbirlerine şehevî duygularla bakmaları ve fiziksel temasta bulunmaları daha büyük günahtır. Fuhşu meslek edinmiş biri ile zina etmek büyük günah, evli ve namuslu birini kandırıp zina etmek daha büyük günah, kız kardeşi gibi ebedî olarak evlenemeyeceği bir yakını ile zina etmek çok daha büyük günahtır. Yalan söylemek büyük günahtır, insan öldürmek daha büyük günahtır, haram ayalarda ve harem bölgesinde insan öldürmek çok daha büyük günahtır. Şu hadisler bunun delilidir:

أَلَا أُنَبِّئُكُمْ بِأَكْبَرِ الْكَبَائِرِ؟ (ثَلَاثًا) اَلْإِشْرَاكُ بِاللّٰهِ وَعُقُوقُ الْوَالِدَيْنِ وَشَهَادَةُ الزُّورِ (أَوْ قَوْلُ الزُّورِ)

Hz. Peygamber (s.a.s.),Üç defa büyük günahların en büyüğünü size bildireyim mi?” buyurmuş ve bunları “Allah’a ortak koşmak, anne-babaya zulmetmek, yalancı şahitlik yapmak veya yalan söz söylemek şeklinde sıralamıştır.”[107]

ذُكِرَ رَسُولَ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ الْكَبَائِرُ (أَوْ سُئِلَ عَنِ الْكَبَائِرِ) فَقَالَ اَلشِّرْكُ بِاللّٰهِ وَقَتْلُ النَّفْسِ وَعُقُوقُ الْوَالِدَيْن وَقَالَ أَلَا أُنَبِّئُكُمْ بَأَكْبَرِ الْكَبَائِرِ؟ قَالَ قَوْلُ الزُّورِ (أَوْ قَالَ شَهَادَةُ الزُّورِ)

Sahâbeden Enes b. Mâlik (ö. 93/711) diyor ki: Hz. Resûlullah’a (s.a.s.) büyük günahlar hatırlatıldı veya büyük günahlar soruldu: Hz. Peygamber de şöyle cevap verdi: “Allaha ortak koşmak, cana kıymak ve anne-babaya zulmetmektir.” Sonra, “Size günahların en büyüğünü haber vereyim mi?” Dedi ve “yalan konuşmaktır veya yalancı şahitlik yapmaktır buyurdu.”[108]

Abdullah b. Abbasdiyor ki:

أَيُّ الذَّنْبِ أَعْظَمُ عِنْدَ اللّٰهِ؟ قَالَ أَنْ تَجْعَلَ لِلّٰهِ نِدًّا وَهُوَ خَلَقَكَ قَالَ قُلْتُ لَهُإِنَّ ذٰلِكَ لَعَظِيمٌ قَالَ قُلْت ثُمَّ أَيُّ قَالَ ثُمَّ أَنْ تَقْتُلَ وَلَدَكَ مَخَافَةَ أَنْ يَطْعَمَ مَعَكَ قَالَ قُلْتُ ثُمَّ أَيُّ قَالَ ثُمَّ أَنْ تُزَانِيَ حَلِيلَةَ جَارِكَ

“Resûlullah’a (s.a.s.) “Allah katında günahların hangisi en büyüktür.diye sordum. “Seni yarattığı halde Allah’a ortak koşmandır” buyurdu. Kendisine, “Bu elbette büyük günahtır, sonra hangisi daha büyüktür?” dedim, “Sonra seninle beraber yer içer ve rızkına ortak olur endişesiyle çocuğunu öldürmendirbuyurdu. “Sonra hangisidir”?” dedim. “Sonra komşunun dostu/eşi veya kızı ile zinaetmendir” buyurdu.[109]

Küçük günahlar işlenebilir anlamına gelmez. Necm Sûresinin otuz ikinci âyeti de küçük günahların işlenmesinde bir sakınca yoktur anlamını ifade etmez. Şu hadisler bunun delilidir:

إِيَّاكُمْ وَمُحَقَّرَاتِ الذُّنُوبِ فَإِنَّهُنَّ يَجْتَمِعْنَ عَلَى الرَّجُلِ حَتَّى يُهْلِكْنَهُ

“Küçük diye önemsenmeyen günahlardan sakının. Çünkü onlar bir kişide birleşir ve nihâyet onu helâke götürür.”[110]

إِنَّ مُحَقَّرَاتِ الذُّنُوبِ مَتَى يَأْخُذْ بِهَا صَاحِبُهَا تُهْلِكْهُ

“Şüphesiz kişi küçük günahları işlediği zaman, bu günahlar onu helâke götürür.”[111]

إِنَّ مُحَقِّرَاتِ الذُّنُوبِ لَمُوبِقَاتٌ

“Şüphesiz küçük günahlar kesinlikle helâk edicidir.”[112]

Bu hadislerde küçük günahların işlenmemesi, günahişlemekte devamlılık gösterilmemesi, aksi takdirde bu günahların insanı helâke götürebileceği hususuna dikkat çekilmektedir.

Şu âyette, küçük günah büyük günah ayırımı yapılmadan kötü bir iş yapanın cezalandırılacağı bildirilmektedir:

لَيْسَ بِاَمَانِيِّكُمْ وَلَآ اَمَانِيِّ اَهْلِ الْكِتَابِۜ مَنْ يَعْمَلْ سُوٓءًا يُجْزَ بِهٖ وَلَا يَجِدْ لَهُ مِنْ دُونِ اللّٰهِ وَلِيًّا وَلَا نَصٖيرًا

Ey müminler! Allahın mükâfatı, ne sizin kuruntularınıza, ne de kitap ehli olan Yahudi ve Hıristiyanların kuruntularına göredir. Kim kötülük eder ve kötü bir iş yaparsa onunla cezalandırılır ve bu kimse Allahtan başka kendisi için azaptan kurtaracak hiçbir dost ve yardımcı da bulamaz.[113]

Küçük günahları önemsememek, bunlarda ısrar etmek, insanı büyük günahları işlemeye iten psikolojik bir değişikliğe neden olabilir, günahişleme alışkanlığı doğurabilir.

Sahâbeden Zeyd b. Sâbit’e (ö. 45/665) “lemem” sorulmuş, حَرَّمَ ِاللّٰهُ الْفَوَاحِشَ مَا ظَهَرَ مِنْهَا وَمَا بَطَنَ “Allah, çirkin olan söz, eylem ve davranışların açığını ve gizlisini haram kıldı” cevabını vermiştir.[114] Zeyd b. Sabit, cevabını şu âyete dayandırmış olmalıdır:

قُلْ اِنَّمَا حَرَّمَ رَبِّيَ الْفَوَاحِشَ مَا ظَهَرَ مِنْهَا وَمَا بَطَنَ وَالْاِثْمَ وَالْبَغْيَ بِغَيْرِ الْحَقِّ وَاَنْ تُشْرِكُوا بِاللّٰهِ مَا لَمْ يُنَزِّلْ بِهٖ سُلْطَانًا وَاَنْ تَقُولُوا عَلَى اللّٰهِ مَا لَا تَعْلَمُونَ

Ey Peygamberim! De ki: “Rabbim ancak, açık ve gizli çirkin işleri, günahı, haksız saldırıyı, hakkında hiçbir delil indirmediği herhangi bir şeyi Allah’a ortak koşmanızı ve Allah’a karşı bilmediğiniz şeyleri söylemenizi haramkılmıştır.”[115]

Tâbiînden Sa’îd b. Cübeyr (ö. 94/713), “Küçük günah, kıyamet günü sahibinin gözünde dağlardan daha büyük olur” demiştir.[116] Israr edilmesi halinde küçük günah, tövbe ve istiğfar edilmesi halinde ise büyük günah yok diyebiliriz.[117]

Büyük günahların sayısı konusunda kesin bir rakam vermek mümkün değildir. Bu konuda kitap yazanlar farklı sayıda büyük günahzikretmişlerdir. Meselâ Hafız Muhammed b. Ahmed ez-Zehebî (ö.748/1348), Kitâbü’l-Kebâir ve tebyînül-mehârim adlı eserinde yetmiş altı “büyük günah”, otuz sekiz adet de “büyük günah olma ihtimali olan günahlar” zikretmiştir.

İbn Hacerel-Heytemî (ö. 974/1567), ez-Zevâcir an irtikâbi’l-kebâir adlı eserinde 476 büyük günahzikretmiştir.

Ahmed Ziyâüddîn Gümüşhânevî(ö.1894) Necâtü’l-gâfilîn adlı eserinde “büyük günahların 125 kadar olduğunu kabul ve tercih ediyoruzdemiştir.[118]

Günahlar Tövbe ve İstiğfar adlı kitapta[119] âyet ve hadislerden deliller ile 100 büyük günah tahlil edilmiştir.

3.2.2. Lemem; cinsel ilişkinin dışındaki eylem ve davranışlarla işlenen günah anlamındadır.[120] Sahâbeden Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Mes’ûd (ö. 32/652-53), Ebû Hüreyre, Ebû Sa’îd el-Hudrî (ö. 74/693-94) ve Huzeyfe b. Yemân (ö. 36/656), tâbiîn âlimlerinden Ebû Amr Âmir b. Şerâhîl eş-Şabî (ö. 104/722) ve Mesrûk b. el-Ecda‘ (ö. 63/683), âyette geçen lemem kelimesinin bu anlamda olduğu görüşündedir.[121]

Anlamaya çalıştığımız âyetin nüzul sebebi de bu görüşe delil olarak zikredilmiştir:

Nebhân et-Temmar adında bir Müslüman’ın hurma sattığı dükkâna bir kadın gelip hurma almak ister, Nebhân, kadına “Dükkânın iç tarafında bundan daha güzel hurma var” der. Kadın içeri girince adam onunla beraber olmak ister, fakat kadın kabul etmez. Nebhân yaptığına pişman olur, Resûlullah’a (s.a.s.) gidip, “Ey Allah’ın Resûlü, zina hariç bir erkeğin yaptığı ne kadar iş varsa ben yaptım.” der. Peygamber (s.a.s.), “Belki bu kadının kocası gazaya çıkmış bir gazidir.” buyurur. Âyet bunun üzerine iner.[122]

Abdullah b. Abbas, Ebû Hüreyre ve Şabî, âyetteki “lemem” kelimesini “zinaya varmayan her eylem” olarak açıklamışlardır.[123]

Şu hadis bu görüşe delil olarak zikredilmiştir:

كُتِبَ عَلَى ابْنِ آدَمَ نَصِيبُهُ مِنَ الزِّنىَ مُدْرِكٌ ذٰلِكَ لَا مَحَالَةَ فَالْعَيْنَانِ زِنَاهُمَا النَّظَرُ وَالْأُذُنَانِ زِنَاهُمَا الْاِسْتِمَاعُ وَاللِّسَانُ زِنَاهُ الْكَلَامُ وَالْيَدُ زِنَاهَا الْبَطْشُ وَالرَّجُلُ زِنَاهَا الْخُطَا وَالْقَلْبُ يَهْوِى وَيَتَمَنَّى وَيُصَدِّقُ ذٰلِكَ الْفَرْجُ اَوْيُكَذِّبُهُ

“Âdemoğluna zinadan nasibi yazılmıştır. Bu, şüphesiz her insana ulaşacaktır. Gözlerin zinası, şehvetle bakmak, kulakların zinası zinasözlerini dinlemek, dilin zinası zina konularını konuşmak, elin zinası tutmak, ayakların zinası zina için adım atmaktır. Kalpzinayı arzu ve temenni eder, cinsel organ da bunu doğrular veya yalanlar.”[124]

Abdullah b. Abbâs, bu hadis ile ilgili olarak مَا رَأَيْتُ شَيْئًا أَشْبَهَ بِاللَّمَمِ “Bu sözde anlatılanlardan daha çok lemem’e benzer bir şey görmedim” demiştir.[125]

Hadiste gözlerin, kulakların, dilin, ayakların ve kalbin zinasına işaret edildikten sonra asıl zinanın cinsel organ ile gerçekleştirilebileceği beyan edilmektedir. Konu ile ilgili olarak sahâbeden Abdullah b. Mes’ûd şöyle demiştir:

زِنَى الْعَيْنَيْنِ النَّظَرُ وَزِنَى الشَّفَتَيْنِ التَّقْبِيلُ وَزِنَى الْيَدَيْنِ الْبَطْشُ وَزِنَى الرِّجْلَيْنِ الْمَشْي وَيُصَدِّقُ ذَلِكَ الْفَرْجُ أَوْ يُكَذِّبُهُ فَإِنْ تَقَدَّمَ بِفَرْجِهِ كَانَ زَانِيًا وَإِلَّا فَهُوَ اللَّمَمُ “Gözlerin zinası bakmak, dudakların zinası öpmek, ellerin zinası tutmak, ayakların zinası yürümek, bunu cinsel organ doğrular veya yalanlar. Eğer cinsel ilişkide bulunursa zinakâr olur. Eğer cinsel ilişkide bulunmazsa bunlar, lemem olur.”[126]

Sahâbeden Abdullah b. Zübeyr (ö. 73/692), “Lemem, namahrem birini öpmek ve elle dokunmaktır,”[127] tâbiînden İkrime b. Abdullah el-Berberî (ö. 105/723), “Lemem, karşı cinse bakmak ve bir günahı işlemeyi düşünmek,”[128] Saîd b. Müseyyeb (ö. 94/713), “Aklından geçirmek”[129] demiştir.

Zinanın dışında şehevî duygularla bakmak, dokunmak, öpmek ve benzeri eylemlerinküçük günah olduğu” hadislerde açıkça beyan edilmemektedir. Dokunmak, öpmek ve benzeri eylemler, cinsel ilişkinin öncüleridir, cinsel ilişki haram ve büyük günah, dokunmak, öpmek ve benzeri eylemler, haram ve büyük günah değil denilemez. Böyle bir görüş, şu âyetlere aykırıdır:

وَلَا تَقْرَبُوا الزِّنٰىٓ اِنَّهُ كَانَ فَاحِشَةًۜ وَسَآءَ سَبٖيلًا

Ey müminler! Zinaya yaklaşmayın. Çünkü zina, son derece çirkin bir iş, hayâsızlık ve çok kötü bir yoldur.”[130]

Âyette “zina etmeyin” denilmeyip “zinaya yaklaşmayın” denilmesi, zinaya götürme tehlikesi bulunan söz, eylem, tutum ve davranışlardan da uzak durmayı ifade eder.

قُلْ لِلْمُؤْمِنٖينَ يَغُضُّوا مِنْ اَبْصَارِهِمْ وَيَحْفَظُوا فُرُوجَهُمْ

Mümin erkeklere söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar ve ırzlarını korusunlar.”[131]

وَقُلْ لِلْمُؤْمِنَاتِ يَغْضُضْنَ مِنْ اَبْصَارِهِنَّ وَيَحْفَظْنَ فُرُوجَهُنَّ

Mümin kadınlara söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar ve ırzlarını korusunlar.”[132]

Âyetlerde zinaya vasıta olacak yolların kapatılması emredilmektedir. Dolayısıyla dokunmak, öpmek ve benzeri eylemler de büyük günahtır, ancak zina etmek daha büyük günahtır.

Hz. Peygamber (s.a.s.), Hz. Ali’ye,

يَا عَلِي لَا تَتَّبِعِ النَّظْرَةَ بِالنَّظْرَةِ فَاِنَّ لَكَ الْأُولَى وَلَيْسَتْ لَكَ الْآٰخِرَةُ

“Ya Ali! Yabancı kadınlara şehvetle peş peşe bakma. Birinci defa bakman hakkındır, ikinci defa bakman hakkın değildir[133] demiştir.

Hz. Peygamber (s.a.s.), başka bir hadisinde,

لَا يَنْظُرُ الرَّجُلُ إِلَى عَوْرَةِ الرَّجُلِ وَلَا تَنْظُرُ الْمَرْأَةُ إِلَى عَوْرَةِ الْمَرْأَةِ

“Erkek erkeğin avret mahalline, kadın kadının avret mahalline bakmaz, bakmasın” buyurmuştur.[134]

Eli, yüzü ve ayakları hariç kadının bütün vücudu ve uzuvları avret mahallidir.

ألَا لَا يَخْلُوَنَّ رَجُلٌ بِامْرَأَةٍ إِلاَّ كَانَ ثَالِثُهُما الشَّيْطَانُ

“Dikkat edin, bir erkekle bir kadın kapalı bir yerde baş başa bulunmazlar ki üçüncüleri şeytan olmasın”[135] anlamındaki hadis, şehvetle bakma ve öpme gibi zinaya vasıta olabilecek davranışlardan kaçınılması gerektiği bildirilmektedir.

Hz. Peygamber (s.a.s.), kendisi ile biat için gelen kadınlara, إِنِّي لَا أُصَافِحُ النِّسَاءَ “Ben kadınlarla tokalaşmam” demiştir.[136]

Dolayısıyla zina dışındaki şehvetle bakmak ve elle temas gibi eylemler de büyük günahtır.

3.2.3. İnsanın içinden geçirdiği, işlemeye niyet ettiği, fakat yapmadığı günah anlamındadır.[137] Bu anlamda lemem kelimesi, لَمَّ “Bir şeyi yapmaya karar verdi” fiilinden türemiştir. Hz. Ali’nin oğlu Muhammed b. Hanefiyye (ö. 81/700) “Lemem, hayır veya şer yapmaya niyet ettiğin her şeydir”[138] demiş ve delil olarak şu hadisi zikretmiştir.[139]

عَنْ عَبْدِ اللّٰهِ قَالَ قَالَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ إِنَّ لِلشَّيْطَانِ لَمَّةً وَلِلْمَلَكِ لَمَّةً فَأَمَّا لَمَّةُ الشَّيْطَانِ فَإِيعَادٌ بِالشَّرِّ وَتَكْذِيبٌ بِالْحَقِّ وَأَمَّا لَمَّةُ الْمَلَكِ فَإِيعَادٌ بِالْخَيْرِ وَتَصْدِيقٌ بِالْحَقِّ فَمَنْ وَجَدَ ذَلِكَ فَلْيَحْمَدِ اللّٰهَ وَمَنْ وَجَدَ الْأُخْرَى فَلْيَتَعَوَّذْ مِنَ الشَّيْطَانِ ثُمَّ قَرَأَ الشَّيْطَانُ يَعِدُكُمُ الْفَقْرَ

Abdullah b. Mes’ûd diyor ki: Hz. Peygamber (s.a.s.), “Şüphesiz Şeytan’ın bir telkini, meleğin de bir telkini vardır. Şeytan’ın telkini şerri teşvik etmesi ve hakkı yalanlamasıdır. Meleğin telkini ise hayrı teşvik ve hakkı tasdik etmesidir. Kim bunu zihninde bulursa Allah’a hamd etsin. Kim diğerini zihninde bulursa Şeytan’dan Allah’a sığınsın” buyurdu, sonra “Ey insanlar! Şeytan sizi fakirlikle korkutur, size cimriliği emreder. Allah, size katından bir bağışlama ve lütuf, dünyada bol rızık, âhirette cennet ve nimetlerini vaat eder” âyetini[140] okudu.[141]

İnsanın yapmaya niyet ettiği, fakat yapmaktan vazgeçtiği yasak ve kötü şey günah değildir. Şu hadis, bunun delilidir.

اِنَّ اللّٰهَ كَتَبَ الْحَسَنَاتِ وَ السَّيِّئَاتِ ثُمَّ بَيَّنَ ذَالِكَ فَمَنْ هَمَّ بِحَسَنَةٍ فَلَمْ يَعْمَلْهَا كَتَبَهَا اللّٰهُ لَهُ عِنْدَهُ حَسَنَةً كَامِلَةً فَاِنْ هُوَ هَمَّ بِهَا فَعَمِلَهَا كَتَبَهَا اللّٰهُ لَهُ عِنْدَهُ عَشْرَ حَسَنَاتٍ اِلَى سَبْعِمِائَةِ ضِعْفٍ اِلَى اَضْعَافٍ كَثِيرَةٍ وَ مَنْ هَمَّ بِسَيِّئَةٍ فَلَمْ يَعْمَلْهَا كَتَبَهَا اللّٰهُ لَهُ عِنْدَهُ حَسَنَةً كَامِلَةً فَاِنْ هُوَ هَمَّ بِهَا فَعَمِلَهَا كَتَبَهَا اللّٰهُ لَهُ سَيِّئَةً وَاحِدَةً

“Yüce Allah, iyilikve kötülükleri, iyi ve kötü işleri takdir edip yazdıktan sonra bunların iyi ve kötü oluşunu şöyle açıkladı: “Kim bir iyilik ve iyi bir iş yapmaya niyet eder de yapmazsa Allah katında bu iyi niyete tam bir iyilik sevabı yazar. İyilik ve iyi iş yapmak ister ve yaparsa Allah bu kimseye on katından yedi yüz katına kadar hatta daha fazla sevap yazar. Bir kimse kötülük ve kötü bir şey yapmak ister fakat bundan vazgeçerse Allah bu kimseye tam bir iyi amel sevabı yazar. Kötülük ve kötü bir fiil yapmayı ister ve yaparsa ona bu yüzden bir tek kötülükgünahı yazar” demiştir.[142]

Ancak kişinin yapmak istediği kötülüğü ve günahı kimseye söylememesi gerekir. Hz. Peygamber (s.a.s.), bu hususu şöyle bildirmiştir:

اِنَّ اللّٰهَ تَجَاوَزَ لِاُمَّتِي عَمَّا تُوَسْوِسُ بِهٖ صُدُورُهَا مَا لَمْ تَعْمَلْ بِهٖ اَوْ تَتَكَلَّمَ بِهٖ وَ مَا اسْتُكْرِهُوا عَلَيْهِ

Allah amel etmedikleri ve başkalarına anlatmadıkları takdirde ümmetim, göğüslerinin vesveseverdiği şeyler ile zorla yaptırıldığı şeylerden dolayı cezalandırmayacaktır.”[143]

Bu hadisler, anlamaya çalıştığımız âyette geçen “lemem”in insanın içinden geçirdiği, işlemeye niyet ettiği, fakat yapmadığı şeylerin günah olmadığına delildir.

3.2.4. Lemem dünyada had cezası, âhirette cehennem azabı gerektirmeyen, Allah’ın affettiği günah anlamındadır.[144] Bu görüşü Abdullah b. Abbas,[145] Katâde b. Diâme[146] ve Dehhâk b. Müzâhim[147] dile getirmiştir.[148] Taberî, lemem ile ilgili görüşlerin en isabetlisinin bu görüş olduğunu, istisnâ edilen “lemem”in, “büyük günahlar” ve “kötü söz, eylem ve davranışlar” cinsinden olmadığını, lemem sayılan günahın affedildiğini, dolayısıyla bu günah için dünya ve âhirette ceza gerektirmediğini, “Ey müminler! Eğer siz, size yasaklananların büyüklerinden sakınırsanız, biz sizin küçük günahlarınızı örteriz ve sizi ikramı çok olan güzel bir yere, cennete koyarız[149] âyetine benzediğini, bu âyette geçen “seyyiât” kelimesinin “lemem” anlamında olduğunu söylemiş, delil olarak metni ve anlamını zikrettiğimiz uzuvların zina etmesi ile ilgili hadisi zikretmiştir.[150]

3.2.5. Lemem nikâh anlamındadır. Ebû Hüreyre’nin rivayet ettiği[151] bu görüşte “illâ” istisnâ edatından önce geçen “fevâhiş” kelimesine “zina” anlamı verilmekte, “lemem” kelimesiyle, eşiyle cinsel birlikteliğin günah olmadığının bildirildiği beyan edilmektedir. Ancak bu görüş, müfessirlerce benimsenmemiştir.

3.3.

Âyetteki “illâ” kelimesi istisnâ değil, “lâ” anlamında olumsuzluk edatıdır. Buna göre âyetin ilk cümlesi, “İyi amelleri en güzel biçimde yapan müminler, şirk gibi büyük günahlardan ve zina gibi çirkin işlerden de küçük günahlardan da uzak duran kimselerdir.” anlamında olur.[152] Bu görüşe göre küçük büyük bütün günahlardan sakınılması gerektiği bildirilmiş olur.

3.4. Gayr

Cemâleddîn el-Kâsımî (ö.1914), اَلَّذٖينَ يَجْتَنِبُونَ كَبَآئِرَ الْاِثْمِ وَالْفَوَاحِشَ اِلَّا اللَّمَمَ

cümlesinde asla istisnâ yoktur, اِلَّا, غير “gayrı, başka, hariç” anlamında sıfattır” demiştir.[153] Buna göre cümlenin anlamı şöyle olur: “İyi amelleri en güzel biçimde yapan müminler, şirk gibi büyük günahlardan ve lemem hariç zina gibi çirkin işlerden uzak duran kimselerdir.” Bu görüşte de “lemem” kelimesi ile ne kastedildiği ve hariç olan lemem’in ne olduğu belli değildir.

Sonuç

Hz. Peygamber (s.a.s.), sağlığında Kur’an’ı ashâbına tebliğ etmiş, emir ve yasaklarını, ilke ve hükümlerini açıklamıştır.[154] Hz. Peygamberin vefatından itibaren, Müslüman âlimler, Kur’an’ı anlamaya çalışmışlar, ancak Arap dilinin özelliği gereği bazı kelime ve cümlelerin anlamında ihtilaf etmişlerdir. Anlamında ihtilaf edilen âyetlerden biri de Necm Sûresinin otuz ikinci âyetinin “illâ” istisna edatı ile kurulan ilk cümlesi ve cümlede geçen “lemem” kelimesidir.

اَلَّذٖينَ يَجْتَنِبُونَ كَبَآئِرَ الْاِثْمِ وَالْفَوَاحِشَ اِلَّا اللَّمَمَ cümlesinde “illâ” ile yapılan istisnâ eğer istisnâ-i muttasıl ise “lemem” büyük günah cinsindendir, eğer istisnâ-i münkatı’ ise büyük günah cinsinden değildir. Âyetin anlamı bu istisnâ çeşidine göre değişmektedir. İstisnada asıl olan istisnâ-i muttasıl olduğu, sözlükteki bir şeyi sürekli olmadan ara sıra yapmak, az ve küçük olan şey anlamı dikkate alındığında, lemem kelimesinin küçük olsun büyük olsun işlenen, ancak hemen tövbe edilip vazgeçilen ve ısrar edilmeyen günah olduğunu söyleyebiliriz. Hz. Peygamber’in “Lemem, zina etmek, sonra tövbe etmek ve bir daha zina etmemektir. Lemem, hırsızlık yapmak, sonra tövbe etmek ve bir daha hırsızlık etmemektir. Lemem, içki içmek, sonra tövbe etmek ve bir daha içki içmemektir.”[155] anlamındaki hadisi ile anlamaya çalıştığımız âyetin “Şüphesiz senin Rabbin, af ve mağfireti çok geniş olan, tövbe edeni daima affedendir.” cümlesi bunun delilidir.

Cümledeki istisnâ-i münkatı’ kabul ettiğimiz ve lemem kelimesine “küçük günah” anlamı verdiğimiz zaman, cümle, “İyi amelleri en güzel biçimde yapan müminler, küçük günahlar hariç, şirk gibi büyük günahlardan ve zina gibi çirkin işlerden uzak duran kimselerdir” anlamına gelir. Bu anlama göre cümleden “İyi amelleri en güzel biçimde yapan müminler, küçük günah işleyebilirler” şeklinde bir anlam çıkabilir.

Anlamaya çalıştığımız âyette geçen “fevâhiş” kelimesine zina, “lemem” kelimesine zinaya vasıta olan söz eylem ve davranış anlamı verilirse bu Nur Sûresinin otuz ve otuz birinci âyeti ile çelişmiş olur. Çünkü zina da zinaya vasıta olan söz, eylem ve davranışlar da haramdır. Diğer taraftan lemem kelimesine “insanın içinden geçirdiği, işlemeye niyet ettiği, fakat yapmadığı günah” anlamı vermek de isabetli değildir.

Türkçe Kur’an meallerinde lemem kelimesine genellikle “küçük günah” anlamı verilmiştir. Mesela kelimeye Talat Koçyiğit, “bazı küçük günahlar”,[156] Süleyman Ateş,[157]bazı küçük kusurlar,” Celal Yıldırım, “ufak çaptaki kusur ve günahlar”,[158] Halil Altuntaş-Muzaffer Şahin, “ufak tefek kusurlar[159] anlamını vermiştir. Biz yaptığımız çalışma sonucunda “el-lemem” kelimesinin, “Allah’ın koruması olmadan kaçıp kurtulma imkânı bulunmayan, bir iki defa yapılıp sonra tövbe edilen, bir daha yapılmayan ve ısrar edilmeyen küçük olan günahlar” anlamında olduğu kanaatine ulaştık. Doğrusunu en iyi yüce Allah bilir.

Kaynakça

Ahmed b. Hanbel. el-Müsned. thk. Şuayb Arnaût. b.y.: Müessesetü’r-Risâle, 2001.

Altuntaş, Halil – Şahin, Muzaffer. Kur’an-ı Kerîm Meâli. Ankara: DİB Yayınları, 2002.

Ateş, Süleyman. Kur’an-ı Kerim ve Yüce Meâli. Ankara: Kılıç Kitabevi, 1983.

Begavî, Muhyissünne Ebu Muhammed el-Hasan b. Mes’ûd el-Ferrâ. Şerhus-Sünne. thk. Şuayb Arnaût - Muhammed Zehîr Şâvîş. Beyrut: el-Mektebetü’l-İslamî, 1983.

Beyhakî, Ahmed b. el-Huseyin. Şuabül-îmân. Bombay: Mektebetü’r-Rüşd, 2003.

Bezzâr, Ebû Bekir Ahmed b. Amr. el-Müsned. Medine: Mektebetü’l-Ulûm ve’l-Hikem, 2009.

Buhârî, Muhammed b. İsmâîl. el-Câmiu’s-sahîh. İstanbul: Çağrı Yayınları, 1981.

Cevherî, Ebû Nasr İsmâil b. Hammâd. es-Sıhâhu tâcül-luga ve sıhâhul-Arabiyye. Beyrut: Dâru’l-İlmi li’l-Melâyîn, 1987.

Durmuş, İsmail. “İstisnâ”. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi. 23/388-390. İstanbul: TDV Yayınları, 2001.

Esed, Muhammed. Kur’an Mesajı: Meâl-Tefsir. İstanbul: İşaret Yayınları, 2002.

Ezdî, Ebû Bekr Muhammed b. el-Hasan b. Düreyd. Cemheratü’l-lüga. Beyrut: Dâru’l-İlmi li’l-Melâyin, 1987.

Ezherî, Muhammed b. Ahmed. Tehzîbu’l-luga. Beyrut: Dâru İhyâ-i’t-türâsi’l-Arabi, 2001.

Ferrâ’, Ebû Zekeriyyâ Yahyâ b. Ziyâd b. Abdillâh. Meâni’l-Kur’ân. Beyrut: Âlemü’l-Kütüb, ts.

Fîrûzâbâdî, Mecdüddîn Ebû Tâhir Muhammed b. Ya’kûb. Tenvîru’l-mikbâs min Tefsîri İbn Abbâs. Lübnan: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, ts.

Hâkim, Ebû Abdullah en-Nisâbûrî. el-Müstedrek ʿales-Sahîhayn. Beyrut: Dâru’l-Ma’rife, ts.

Halil b. Ahmed, Ebû Abdürrahman. Kitâbü’l-‘Ayn. b.y.: Mektebetü’l-Hilal, ts.

Hindî, Muhammed Tahir Sıddıkî. Mecme’u bihâril-envâr fî garâibit-tenzîl ve letâifi’l-ahbâr. Haydarabad: y.y., 1971.

İbn Fâris, Ahmed. Mu’cemü mekâyîsi’l-luga Beyrut: Dâru’l-Fikr, 1979.

İbn Hibbân, Muhammed. el-İhsantertîbi Sahîhi İbn Hibbân. thk. Şuayb el-Arnaût. Beyrut: Müessesetü’r-Risale, 1988.

İbn Kesîr, Ebü’l-Fidâ İsmail b. Ömer. Tefsîru’l-Kur’âni’l-‘azîm. Beyrut: Dâru’t-Tayyibe, 2. Basım, 1999.

İbn Kuteybe, Ebû Muhammed Abdullah b. Müslim. Tefsîrü garîbi’l-Kur’ân. thk. Ahmed Sakar es-Seyyid. Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1978.

İbn Mâce, Ebu Abdillah Muhammed b. Yezid el-Kazvînî. es-Sünen. İstanbul: Çağrı Yayınları, 1981.

İbn Manzûr, Ebü’l-Fadl Cemâlüddin Muhammed. Lisânü’l-‘Arab. Beyrut: Daru’l-Fikr, 1994.

İbnül-Cevzî, Ebül-Ferec Cemâlüddîn Abdurrahman b. Alî b. Muhammed. Zâdü’l-mesîr fî ‘ilmi’t-tefsîr. Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-Arabî, 1422.

Îcî, Munammed b. Abdurrahman. Câmi’u’l-beyân fî tefsîri’l-Kur’ân. Beyrut: Dâru’l-Kütübil-İlmiyye, 2024.

Karagöz, İsmail. Allah Kelamı Kur’an’ın Anlamı ve Tefsiri, Açıklamalı ve Kırık Meali. Ankara: Kar Yayınları, 2020.

Karagöz, İsmail. Günahlar Tövbe ve İstiğfar. Ankara: DİB Yayınları, 2010.

Kâsımî, Muhammed Cemâlüddîn b. Muhammed. Mehâsinü’t-te’vîl. Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1418.

Kısa, Mahmut. Kısa Açıklamalı Kur’an-ı Kerim Meâli. Konya: Armağan Kitaplar, 2012.

Koçyiğit, Talat. Kur’an-ı Kerîm ve Türkçe Meâli. Ankara: Kılıç Kitabevi, ts.

Kurtubî, Ebû Abdillah Muhammed b. Ahmed. el-Câmi’ li ahkâmi’l-Kur’ân. Kahire: Dâru Kütübil-Mısrıyye, 3. Basım, 1964.

Mâtürîdî, Muhammed b. Muhammed. Te’vîlâtü Ehli’s-Sünne. Beyrut: Dâru Kütübil-İlmiyye, 2005.

Mâverdî, Ebü’l-Hasan Ali b. Muhammed b. Habib. en-Nüket ve’l-‘uyûn. Beyrut: Dâru Kütübil-İlmiyye, ts.

Mâverdî, Ebü’l-Hasan Ali b. Muhammed b. Habib. Tefsîru’l-Kur’ân: İhtisârü’n-nüket li’l-Mâverdî. thk. Abdullah b. İbrâhim Vehibi. Beyrut: Dâru İbn Hazm, 1416/1996.

Mekkî b. Ebî Talib, Ebû Muhammed. el-Hidâye ilâ bülûğu’n-nihâye. b.y.: Mecmû’atü Bühûsi’l-Kitabi ve’s-Sünneti, 2008.

Mükatil b. Süleyman. Tefsîr. Beyrut: Dâru İhyâü’t-Türâs, 1423.

Müslim b. el-Haccâc el-Kuşeyrî en-Nisâbûrî. es-Sahîh. İstanbul: Çağrı Yayınları, 1982.

Nesefî, Ebü’l-Berakât Abdullah b. Ahmed. Medâriku’t-tenzîl ve hakâiku’t-te’vîl. Beyrut: Dâru’l-Kelimi’t-Tayyib, 1998.

Nîsâbûrî, Nizâmüddîn el-Hasan b. Muhammed. Garâibü’l-Kur’ân ve rağâibü’l-furkân. Beyrut: Dâru Kütübil-İlmiyye, 416.

Öztürk, Mustafa. Kur’an-ı Kerîm Meâli. İstanbul: Düşünce Yayıncılık, 2011.

Râzî, Fahruddîn Ebû Abdillah Muhammed b. Ömer. Mefâtîhu’l-gayb (et-Tefsîru’l-kebîr). Beyrut: Dâru İhyâü’t-Türâsîyyi, 3. Basım, 1420.

Râzî, Zeynüddîn Muhammed b. Ebî Bekir b. Abdilkâdir. Muhtâru’s-Sıhâh. Beyrut: Dâru’l-Besâir, 1987.

Seâlibî, Ebû Zeyd Abdurrahman b. Muhammed. el-Cevâhiru’l-hısân fî tefsîri’l-Kur’ân. Beyrut: İhyâi’t-Türâsî, 1418.

Seâlibî, Ebû Mansur Abdülmelik b. Muhammed. Fıkhu’l-lugati ve sırrul-Arabiyye. Beyrut: İhyâü’t-Türâsi’l-Rabiyyi, 2002.

Sa’lebî, Ebû İshak Ahmed b. Muhammed. el-Keşfü ve’l-beyân an tefsîri’l-Kur’ân. Beyrut: Dâru İhyâü’t-Türâsil-‘Arabî, 2002.

Saran, Ali Kemal. Gafillerin Kurtuluş Yolu. Ankara: İkbal Yayınları, ts.

Semerkandî, Ebü’l-Leys Nasr b. Muhammed. Bahru’l-‘ulûm. b.y.: y.y., ts.

Süyûtî, Celâlüddîn Muhammed b. Ahmed el-Mahallî - Abdurrahman b. Ebî Bekir, Celâlüddîn. Tefsîru’l-Celâleyn. Kâhire: Dâru’l-Hadis, ts.

Süyûtî, Celâlüddîn Abdurrahman b. Ebî Bekir. ed-Dürrü’l-mensûr fi’t-tefsîr bi’l-mensûr. Beyrut: Daru’l-Fikri, 1983.

Şener, Abdülkadir v.dğr. Yüce Kur’an ve Açıklamalı-Yorumlu Meâl. İzmir: y.y., 2009.

Şevkânî, Muhammed b. Ali. Fethu’l-kadîr. Beyrut: Dâru İbn Kesîr, 1414.

Şinkîtî, Muhammed el-Emîn b. Muhammed. Edvâü’l-beyân fî îzâhi’l-Kur’ân bi’l-Kur’ân. Lübnan: Dârul-Fikri, 1995.

Tabbâre, Afîf Abdülfettâh. el-Hatâyâ fî nazari’l-İslâm. Beyrut: Dâru’l-İlm li’l-Melâyîn, ts.

Taberânî, Ebü’l-Kâsım Süleyman b. Ahmed. el-Mu’cemü’l-kebîr. thk. Hamdi Abdülmecîd es-Selefî. b.y.: y.y., 2. Basım, ts.

Taberî, Muhammed b. Cerîr. Câmi’u’l-beyân an tefsîri âyi’l-Kur’ân. Beyrut: Müessesetü’r-Risâle, 2000.

Tirmizî, Ebû İsâ Muhammed b. İsâ b. Sevrâ. es-Sünen. İstanbul: Çağrı Yayınları, 1981.

Yıldırım, Celal. Kur’an-ı Kerîm Meâli. İstanbul: Tercüman Yayıncılık, 1982.

Yılmaz, Mehmet Nuri. Kur’an-ı Kerîm ve Meâli. Ankara: Moro Yayıncılık, 2000.

Zebîdî, Ebü’l-Feyd Muhammed b. Muhammed. Tâcü’l-‘arûs min cevâhiri’l-kâmûs. Beyrut: Dârul-Hidâye, ts.

Zeccâc, Ebû İshak İbrahim b. Serî b. Sehl. Me’âni’l-Kur’ân ve i’râbüh. Beyrut: y.y., 1988.

Zemahşerî, Ebû’l-Kâsım Mahmûd b. Ömer b. Muhammed. el-Keşşâf an hakâiki an gavâmizi’t-tenzîl. Beyrut: Dâru’l-Kütübil-Arabiyyi, 3. Basım, 1407.



[1] er-Rûm 30/30; el-A’râf 7/172.

[2] كُلُّ مَوْلُودٍ يُولَدُ عَلَى الْفِطْرَةِ Müslim, Kader”, 23; Tirmizî, “Kader”, 5.

[3] مَا مِنْ مَوْلُودٍ يُولَدُ عَلَى الْفِطُرَةِ فَاَبَواَهُ يُهَوِّدَانِهِ اَوْ يُنَصِّرَانِهِ اَوْ يُمَجِّسَانِ Buhârî, “Cenâiz”, 80; Müslim, “Kader”, 23.

[4] el-Mülk 67/2.

[5] ez-Zâriyât 51/56.

[6] el-Kehf 18/29.

[7] en-Nisâ 4/31.

[8] Âl-i İmrân 3/135; en-Nisâ 4/17-18.

[9] el-Bakara 2/185; el-İsrâ 17/9-10.

[10] Ebû Bekr Muhammed b. el-Hasan İbn Düreyd el-Ezdî, Cemheratü’l-luga (Beyrut: Dâru’l-İlmi li’l-Melâyin, 1987), 1/168; Zeynüddîn Muhammed b. Ebî Bekir b. Abdilkâdir er-Râzî, Muhtâru’s-sıhâh (Beyrut: Dâru’l-Besâir, 1987), 605.

[11] Ebü’l-Fadl Cemâlüddin Muhammed İbn Manzûr, Lisânü’l-‘Arab (Beyrut: Dâru’l-Fikr, 1994), 12/548.

[12] Muhammed b. Cerîr et-Taberî, Câmi’u’l-beyân an tefsîri âyi’l-Kur’ân (Beyrut: Müessesetü’r-Risâle, 2000), 22/69; Ebü’l-Ferec Cemâlüddîn Abdurrahman b. Alî b. Muhammed, Zâdü’l-mesîr fî‘ilmi’t-tefsîr (Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-Arabî, 1422), 4/190.

[13] Râzî, Muhtâru’s-sıhâh, 605.

[14] İbn Manzûr, Lisânü’l-‘Arab, 12/547.

[15] İbn Düreyd, Cemheretu’l-luga, 2/1013; Ebû Abdillah Muhammed b. Ahmed el-Kurtubî, el-Câmi’ li ahkâmi’l-Kur’ân (Kahire: Dâru Kütübi’l-Mısrıyye, 1964), 17/109.

[16] Ebû Abdürrahman Halil b. Ahmed, Kitâbü’l-‘Ayn (b.y.: Mektebetü’l-Hilal, ts.), 8/322.

[17] Ahmed b. Fâris, Mu’cemü mekâyîsi’l-lüga, thk. Abdüsselâm Muhammed Hârun (Beyrut: Dâru’l-Fikr, 1979), 5/197.

[18] Muhammed b. Ali eş-Şevkânî, Fethu’l-kadîr (Beyrut: Dâru İbn Kesîr, 1414), 5/135.

[19] Halil b. Ahmed, Kitâbü’l-Ayn, 8/322.

[20] Râzî, Muhtâru’s-sıhâh, 285.

[21] İbn Düreyd, Cemheratü’l-lüga, 1/168.

[22] Muhammed b. Ahmed el-Ezherî, Tehzîbu’l-luga (Beyrut: Dâru İhyâ-i’t-Turâsi’l-Arabi, 2001), 15/250.

[23] Ebü’l-Feyd Muhammed b. Muhammed ez-Zebîdî, Tâcü’l-arûs min cevâhiri’l-kâmûs (Beyrut: Dâru’l-Hidâye, ts.), 33/435.

[24] İbn Manzûr, Lisan’ül-‘Arab

, 12/548; Şevkânî, Fethu’l-kadîr, 5/135.

[25] Ebû Muhammed Abdullah b. Müslim b. Kuteybe, Tefsîrü garîbi’l-Kur’ân, thk. Ahmed Sakar es-Seyyid (Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1978), 429.

[26] İbn Manzûr, Lisânü’l-‘Arab, 12/548.

[27] Halil b. Ahmed, Kitâbü’l-‘Ayn, 8/322; Ebû Mansûr Abdülmelik b. Muhammed es-Seâlibî, Fıkhu’l-lügati ve sırru’l-Arabiyye (Beyrut: İhyâü’t-Türâsi’l-Rabiyyi, 2002), 108; Ebû Nasr İsmâil b. Hammâd el-Cevherî, es-Sıhâhu Tâcü’l-lüga ve sıhâhu’l-Arabiyye (Beyrut: Dâru’l-İlmi li’l-Melâyîn, 1987), 5/2032.

[28] Kurtubî, el-Câmi’ li ahkâmi’l-Kur’ân, 17/108-109.

[29] Ebû Zekeriyyâ Yahyâ b. Ziyâd b. Abdillâh el-Ferrâ’, Meâni’l-Kur’ân (Beyrut: Âlemü’l-Kütüb, ts.), 3/100.

[30] el-Fecr 89/19.

[31] Kurtubî, el-Câmi’ li ahkâmi’l-Kur’ân, 20/53.

[32] Zeccâc, Me’âni’l-Kur’ân, 10/3428; Ebü’l-Hasan Ali b. Muhammed b. Habib el-Mâverdî, Tefsîru’l-Kur’ân: İhtisârü’n-nüket li’l-Mâverdî, thk. Abdullah b. İbrâhim Vehibi (Beyrut: Dâru İbn Hazm, 1416/1996), 2/108; Taberî, Câmi’u’l-beyân, 24/414.

[33] Mükâtil b. Süleyman, Tefsîr (Beyrut: Dâru İhyâü’t-Türâs, 1423), 4/690.

[34] Taberî, Câmi’u’l-beyân, 24/415.

[35] Ebû Abdillah Fahruddîn Muhammed b. Ömer er-Râzî, Mefâtîhu’l-gayb (et-Tefsîru’l-kebîr) (Beyrut: Dâru İhyâü’t-Türâsî, 1420), 29/269.

[36] Ebû İshak Ahmed b. Muhammed es-Sa’lebî, el-Keşfü ve’l-beyân an tefsîri’l-Kur’ân (Beyrut: Dâru İhyâü’t-Türâsi’l-Arabî, 2002), 9/148; Ebû Zeyd Abdurrahman b. Muhammed es-Seâlibî, el-Cevâhirul-hısân fî tefsîril-Kurân (Beyrut: İhyâü’t-Türâsî, 1418), 5/328; Muhammed b. Abdurrahman el-Îcî, Câmi’u’l-beyân fî tefsîri’l-Kur’ân (Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-‘İlmiyye, 2024), 4/215.

[37] İstisnâ, illâ vb. bir edat vasıtasıyla çoğun hükmünden azı hariç tutmaktır. Edattan önce geçen genel konumdaki öğeye müstesnâ minh, edattan sonra gelen cüz konumdaki öğeye de müstesnâ adı verilir. Bu sebeple her istisnâ cümlesinde müstesnâ, müstesnâ minh ve istisnâ edatı olmak üzere üç öğe bulunur. Müstesn, müstesnâ minhin türünden ise istisnâ muttasıldır. Müstesn, müstesnâ minhin cinsinden değilse ve onun bütününe dâhil bir birim olarak bulunmuyorsa istisnâ münkatı‘ adını alır. Bk. İsmail Durmuş, “İstisna”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 2001), 23/388.

[38] Muhammed b. Muhammed el-Mâtürîdî, Te’vîlâtü Ehli’s-Sünne (Beyrut: Dâru Kütübi’l-‘İlmiyye, 2005), 9/429; Îcî, Câmi’u’l-beyân, 4/215; Muhammed Cemâlüddîn b. Muhammed el-Kâsımî, Mehâsinü’t-te’vîl (Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-‘İlmiyye, 1418), 9/79.

[39] Taberî, Câmi’u’l-beyân, 22/60; Celâlüddîn Abdurrahman b. Ebî Bekir es-Süyûtî, ed-Dürrü’l-mensûr fi’t-tefsîri bi’l-me’sûr (Beyrut: Dâru’l-Fikri, 1983), 7/656; Mâtürîdî, Te’vîlâtü Ehli’s-Sünne, 9/430, إِلَّا اللَّمَمَ يَقُول إِلَّا مَا قَدْ سَلَف

[40] Taberî, Câmi’u’l-beyân, 22/60; Kurtubî, Câmi’ li ahkâmi’l-Kur’ân, 17/108; Ebü’l-Hasan, Ali b. Muhammed el-Mâverdî, en-Nüket ve’l-‘uyûn (Beyrut: Dâru Kütübi’l-‘İlmiyye, ts.), 5/400, اَللَّمَمُ الَّذِي أَلَمُّوا بِهِ فِي الْجَاهِلِيَّةِ مِنَ الْإثْمِ وَالْفَوَاحِشَ فَإنَّهُ مَعْفُوٌّ عَنْهُ فِي الْإسْلَامِ; Süyûtî, ed-Dürrü’l-mensûr, 4/190.

[41] en-Nisâ 4/23.

[42] Süyûtî, ed-Dürrü’l-mensûr, 7/656, عَنِ ابْنِ زَيْدٍ قَالَ قَالَ الْمُشْركُونَ إِنَّمَا كَانُوا بِالْأَمْسِ يَعْمَلُونَ مَعَنَا فَأنْزَلَ اللهُ {إِلَّا اللَّمَم} مَا كَانَ مِنْهُم فِي الْجَاهِلِيَّة قَبْلَ الْإِسْلَاِم وَغَفَرَهَا لَهُمْ حِينَ أَسْلَمُوا

[43] Mâverdî, en-Nüket ve’l-‘uyûn, 5/400, أَنَّ اللَّمَمَ النَّظْرَةُ الْأولَى فَإنْ عَادَ فَلَيْسَ بِلَمَمٍ

[44] Kurtubî, Câmi’ li ahkâmi’l-Kur’an, 17/107; Sa’lebî, el-Keşfü ve’l-beyân, 9/148; İbnü’l-Cevzî, Zâdü’l-mesîr, 4/190, أَنْ يُلِمَّ بِالذَّنْبِ مَرَّةً ثُمَّ يَتُوبُ وَلَا يَعُودُ

[45] Ahmed b. el-Huseyin el-Beyhakî, Şuabül-îmân (Bombay: Mektebetü’r-Rüşd, 2003), 9/277; Taberî, Câmi’u’l-beyân, 22/64; Ebü’l-Fidâ İsmail b. Ömer ibn Kesîr, Tefsîru’l-Kur’âni’l-‘azîm (Beyrut: Dâru Tayyibe, 1999), 7/461.

[46] Süyûtî, ed-Dürrü’l-mensûr, 7/656, هِيَ النَّظْرَةً وَالْغَمْزَةُ وَالْقُبْلَةُ وَالْمُبَاشَرَةُ

[47] Taberî, Câmi’u’l-beyân, 22/63; İbn Kesîr, Tefsîru’l-Kur’âni’l-‘azîm, 7/461, هُوَ الرَّجُلُ يُلِمُّ بِالْفَاحِشَةِ ثُمَّ يَتُوبُ مِنْهَا بِالْفَاحِشَةِ ثُمَّ يَتُوبُ مِنْهَا; Süyûtî, ed-Dürrü’l-mensûr, 7/656; Kurtubî, Câmi’ li ahkâmi’l-Kur’ân, 17/107, هُوَ أَنْ يُلِمَّ الْعَبْدُ بِالذَّنْبِ ثُمَّ لَا يُعَاوِدُهُ

[48] Ebû Muhammed Mekkî b. Ebî Tâlib, el-Hidâye ilâ bülûğu’n-Nihâye (b.y.: Mecmû’atü Bühûsi’l-Kitabi ve’s-Sünneti, 2008), 11/7165, أَنَّ اللَّمَمَ أَنْ تَأْتِيَ الذَّنْبَ ثُمَّ تَتُوبَ مِنْهُ وَلَا تَعُودَ

[49] Taberî, Câmi’u’l-beyân, 22/64; İbn Kesîr, Tefsîru’l-Kur’âni’l-‘azîm, 7/461, الَّذِي يُلِمُّ بِالذَّنْبِ ثُمَّ يَدَعُهُ

[50] Taberî, Câmi’u’l-beyân, 22/64; İbn Kesîr, Tefsîru’l-Kur’âni’l-‘azîm, 7/461, اللَّمَّةُ مِنَ الزِّنَى أَوِ السَّرِقَةِ أَوْ شُرْبِ الْخَمْرِ ثُمَّ لَا يَعُودُ

[51] Kurtubî, Câmi’ li ahkâmi’l-Kur’ân, 17/108.

[52] Kurtubî, Câmi’ li ahkâmi’l-Kur’ân, 17/107, اللَّمَمُ أَنْ يَزْنِيَ ثُمَّ يَتُوبَ فَلَا يَعُودُ وَأَنْ يَسْرِقَ أَوْ يَشْرَبَ الْخَمْرَ ثُمَّ يَتُوبَ فَلَا يَعُودُ

[53] Kurtubî, Câmi’ li ahkâmi’l-Kur’ân, 17/107.

[54] Mâtürîdî, Te’vîlâtü Ehli’s-Sünne, 9/429.

[55] Kurtubî, Câmi’ li ahkâmi’l-Kur’ân, 17/108; Sa’lebî, el-Keşfü ve’l-beyân, 9/148; Mâtürîdî, Te’vîlâtü Ehli’s-Sünne, 9/429.

[56] Tirmizî, “Tefsir”, 53 (No. 3284).

[57] Îcî, Câmi’ul-beyân, 4/215, اَللَّمَمُ مِنَ الْكَبَائِرِ وَالْمَعْنَى يَجْتَنِبُونَ مِنَ الْكَبَائِرِ كُلِّهَا مُطْلَقًا إِلَّا اْلَقَلِيلَ مِنْهَا بِمَعْنَى أَنَّهُ يُلِمُّ بِهَا مَرَّةً أَوْ مَرَّتَيْنِ فَيًتُوبُ عَنْ قَرِيبٍ فَلَا يَجْعَلُهَا عَاَدَةً وَهُوَ قَوْلُ كَثيِرٍ مِنَ السَّلَفِ

[58] İbn Kesîr, Tefsîru’l-Kur’âni’l-‘azîm, 7/462; Süyûtî, ed-Dürrü’l-mensûr, 7/656, اَللَّمَمُ مَا دُونَ الشِّرْكِ

[59] Lokman 31/13.

[60] en-Nisâ 4/48.

[61] Taberî, Câmi’u’l-beyân, 22/66; İbn Kesîr, Tefsîru’l-Kur’âni’l-‘azîm, 7/460; Îcî, Câmi’u’l-beyân, 4/215; Ebü’l-Berakât Abdullah b. Ahmed en-Nesefî, Medârikü’t-tenzîl ve hakâiku’t-te’vîl (Beyrut: Dâru’l-Kelimi’t-Tayyib, 1998), 3/394; Celâlüddîn Muhammed b. Ahmed el-Mahallî - Celâlüddîn Abdurrahman b. Ebî Bekir es-Süyûtî, Tefsîru’l-Celâleyn (Kâhire: Dâru’l-Hadis, ts.).

[62] Sa’lebî, el-Keşfü ve’l-beyân, 22/68.

[63] Râzî, Mefâtîhu’l-gayb, 29/270; Mâverdî, en-Nüket ve’l-‘uyûn, 5/400, اللَّمَمُ الصَّغِيرُ مِنَ الذَّنْب; İbn Kesîr, Tefsîru’l-Kur’âni’l-‘azîm, 7/460, اللَّمَمَ مِنْ صَغَائِرِ الذُّنُوبِ; Nesefî, Medârikü’t-tenzîl, 3/394.

[64] Şevkânî, Fethu’l-kadîr, 5/135, فَالْجُمْهُورُ عَلَى أَنَّهُ صَغَائِرُ الذُّنُوبِ

[65] el-Kamer 54/52.

[66] el-Kehf 18/49.

[67] Âl-i İmrân 3/30.

[68] ez-Zilzâl 99/7-8.

[69] Fîrûzâbâdî, Tenvîru’l-mikbâs, 517.

[70] İstisnâ-i münkatı”, Müstesnâ (âyette lemem), müstesnâ minhin (âyette kebâir ve fevâhış) cinsinden değilse ve onun bütününe dâhil bir birim olarak bulunmuyorsa istisnâ münkatı‘ adını alır. Bk. Durmuş, “İstisna”, 23/388.

[71] Kurtubî, Câmi’ li ahkâmi’l-Kur’ân, 17/106.

[72] Kurtubî, Câmi’ li ahkâmi’l-Kur’ân, 17/108.

[73] Kurtubî, Câmi’ li ahkâmi’l-Kur’ân, 17/106, الصَّغَائِرُ الَّتِي لَا يَسْلَمُ مِنَ الْوُقُوعِ فِيهَا إِلَّا مَنْ عَصَمَهُ اللَّهُ وَحَفِظَهُ; Nizâmüddîn el-Hasan b. Muhammed en-Nîsâbûrî, Garâibü’l-Kur’ân ve rağâibü’l-furkân (Beyrut: Dâru Kütübi’l-‘İlmiyye, 1416), 6/208, اِنَّ اللَّمَمَ مَا لَا يُمْكِنُ فِيهِ الْاِجْتِنَاب عَنْهُ لِكُلِّ الناسِ أَوْ لِأَكْثَرِهِم

[74] “Beş vakit namazve cuma namazıdiğer cuma namazına kadar büyük günahlardan kaçındığın sürece aralarında işlenen küçük günahlara kefarettir.Müslim, “Tahâre”, 14-15.

[75] Süyûtî, ed-Dürrü’l-mensûr, 7/656, اَللَّمَمُ كُلُّ شَيْءٍ بَيَنَ الْحَدَّيْنِ حَدَّ الدُّنْيَا وَحَدَّ الْآخِرَةِ يُكَفِّرُهُ الصَّلَاة وَهُوَ دُونَ كُلِّ مُوجِبٍ فَأَما حَدُّ الدُّنْيَا فَُكُلِّ حَدٍّ فَرَضَ اللهُ عُقُوبَتَهُ فِي الدُّنْيَا وَأمَّا حَدُّ الْآخِرَة فَكُلِّ شَيْءِ خَتَمَهُ اللهُ بِالنَّارِ وَأَخَّرَ عُقُوبَته إِلَى الْآخِرَة

[76] el-Mâide 5/38.

[77] Nûr 24/1.

[78] Taberî, Câmi’u’l-beyân, 8/247, كُلُّ عَمَلٍ يُقَامُ بِهِ الْحَدُّ فَهُوَ مِنَ الْكَبَائِرِ

[79] en-Nisâ 24/19.

[80] Mâtürîdî, Te’vîlâtü Ehli’s-Sünne, 9/429; İbnü’l-Cevzî, Zâdü’l-mesîr, 4/190; Taberî, Câmi’u’l-beyân, 8/247, كُلُّ ذَنْبٍ نَسَبَهُ اللهُ إِلَى النَّارَ فَهُوَ مِنَ الْكَبَائِرِ

[81] el-Bakara 2/275.

[82] Taberî, Câmi’u’l-beyân, 8/246, كُلُّ شَيْءٍ عُصِيُ اللهُ فِيهِ فَهُوَ كِبِيرَةٌ

[83] en-Nahl 16/29.

[84] Şevkânî, Fethu’l-kadîr, 5/135, كُلُّ ذَنْبٍ تَوَعَّدَ اللَّهُ عَلَيْهِ بِالنَّارِ

[85] el-Ahzâb 33/64–66; en-Nisâ 4/138.

[86] el-Feth 48/6.

[87] el-Hucurât 49/6.

[88] Şevkânî, Fethu’l-kadîr, 5/135, ذَمَّ فَاعِلَهُ ذَمًّا شَدِيدًا

[89] Bk. Taberî, Câmi’u’l-beyân, 6/652; Afîf Abdülfettâh et-Tabbâre, el-Hatâyâ fî nazari’l-İslâm (Beyrut: Dâru’l-İlm li’l-Melâyîn, ts.), 12; MuhammedTahir Sıddıkî el-Hindî, Mecme’u bihâri’l-envâr fî garâibi’t-tenzîl ve letâifi’l-ahbâr (Haydarabad: y.y., 1971), 1/403.

[90] Taberî, Câmi’u’l-beyân, 6/652, الْكَبَائِرُ كُلُّ ذَنْبٍ خَتْمَهُ اللَّهُ بِنَارٍ أَوْ غَضَبٍ أَوْ لَعْنَةٍ أَوْ عَذَابٍ

[91] Ebü’l-Kâsım Mahmûd b. Ömer b. Muhammed ez-Zemahşerî, el-Keşşâf an hakâiki an gavâmizi’t-tenzîl (Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-Arabi, 1407), 4/425, الْكَبَائِرُ كُلُّ ذَنْبٍ خَتْمَهُ اللَّهُ بِنَارٍ أَوْ غَضَبٍ أَوْ لَعْنَةٍ أَوْ عَذَابٍ

[92] el-Vakıa 56/46.

[93] Lokman 31/13.

[94] en-Nisa 4/2.

[95] el- İsrâ 17/31.

[96] el-Bakara 2/219.

[97] el-Bakara 2/217.

[98] el-İsrâ 17/40.

[99] el-İsrâ 17/32.

[100] el-A’râf 7/80.

[101] en-Nisâ 4/22.

[102] en-Nisâ 4/19.

[103] el-Bakara 2/169; Nûr 24/21.

[104] el-Bakara 2/268.

[105] Âl-i İmrân 3/135; el-En’âm 6/151; el-A’râf 7/28-29, 33; en-Nahl 16/90; Nûr 24/21; eş-Şûrâ 42/37.

[106] el-A’râf 7/28-29.

[107] Müslim, “İman”, 143; Buhârî, “Şehâde”, 10.

[108] Müslim, “İman, 144; Buhârî, “Şehâde”, 10.

[109] Müslim, “İman”, 141.

[110] Ebü’l-Kâsım Süleyman b. Ahmed et-Taberânî, el-Mu’cemü’l-kebîr, thk. Hamdi Abdülmecîd es-Selefî (b.y.: y.y., ts.), 6/165 (No. 5872); Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, thk. Şuayb Arnaût (b.y.: Müessesetür-Risâle, ts.), 37/467 (No. 22809).

[111] Taberânî, el-Mu’cemü’l-kebîr, 6/165 (No. 5872).

[112] Muhyissünne Ebû Muhammed el-Hasan b. Mes’ûd el-Ferrâ el-Begavî, Şerhus-Sünne, thk. Şuayb Arnaût - Muhammed Zehîr Şâvîş (Beyrut: el-Mektebetü’l-İslamî, 1983), 14/399 (No. 4203).

[113] en-Nisâ 4/123.

[114] Ebü’l-Leys Nasr b. Muhammed es-Semerkandî, Bahru’l-‘ulûm (b.y.: y.y., ts.), 3/364.

[115] el-A’râf 7/33.

[116] Kurtubî, el-Câmi’ li ahkâmi’l-Kur’ân, 20/151, وَالْإِثْمُ الصَّغِيرُ فِي عَيْنِ صَاحِبِهِ يَوْمَ الْقِيَامَةِ أَعْظَمُ مِنَ

[117] Muhammed el-Emîn b. Muhammed eş-Şinkîtî, Edvâü’l-beyân fî îzâhi’l-Kur’ân bi’l-Kur’ân (Lübnan: Dâru’l-Fikr, 1995), 7/78, وَالْمَعْرُوفُ عِنْدَ أَهْلِ الْعِلْمِ أَنَّهُ لَا صَغِيرَةَ مَعَ الْإِصْرَارِ، وَلَا كَبِيرَةَ مَعَ الِاسْتِغْفَارِ

[118] Gümüşhânevînin eseri AliKemal Saran tarafından Gafillerin Kurtuluş Yolu adıyla Türkçeye çevrilmiştir. Bk. AliKemal Saran, Gafillerin Kurtuluş Yolu (Ankara: İkbal Yayınları, ts.)

[119] İsmail Karagöz, Günahlar Tövbe ve İstiğfar (Ankara: DİB Yayınları, 2010).

[120] Mâverdî, en-Nüket ve’l-‘uyûn, 5/400, اِنَّ اللَّمَمَ مَا دُونَ الْوَطْءِ مِنَ الْقُبْلَةِ وَالْغَمْزَةِ وَالنَّظْرَةِ وّالُمُضَاجَعَةِ

[121] Kurtubî, Câmi’ li ahkâmi’l-Kur’ân, 17/106; Mâverdî, en-Nüket ve’l-‘uyûn, 5/400; İbnü’l-Cevzî, Zâdü’l-mesîr, 4/190, أَنَهُ صِغَارُ الذُّنوب كَالنَّظْرَةِ وِالْقُبْلَةِ وَمَا كَانَ دُونَ الزِّنا

[122] Kurtubî, Câmi’ li ahkâmi’l-Kur’ân, 17/106.

[123] Kurtubî, Câmi’ li ahkâmi’l-Kur’ân, 17/106, كُلُّ مَا دُونَ الزِّنَى

[124] Müslim, “ Kader”, 5.

[125] Buhârî, “Vasâyâ”,1325; Müslim, “İman”, 38.

[126] Ebû Abdullah Hâkim en-Nîsâbûrî, el-Müstedrek ʿales-Sahîhayn (Beyrut: Dâru’l-Ma’rife, ts.), 2/510 (No. 3751); Taberî, Câmi’u’l-beyân, 22/60; Semerkandî, Bahru’l-‘ulûm, 3/364.

[127] Semerkandî, Bahru’l-‘ulûm, 3/364, اَللَّمَمُ الْقُبْلَةُ وَاللَّمْسُ بِالْيَدِ

[128] Semerkandî, Bahru’l-‘ulûm, 3/364, اَللَّمَمُ النَّظَرُ وَحَدِيثُ النَّفْسِ

[129] İbnü’l-Cevzî, Zâdü’l-mesîr, 4/190, أَنَّهُ أللَّمَمُ بِالْقَلْبِ

[130] el-İsrâ 17/32.

[131] Nûr 24/31.

[132] Nûr 24/30.

[133] Tirmizî, “İsti’zan”, 63.

[134] Tirmizî, “İsti’zan”, 71.

[135] Tirmizî, “Fiten”, 7.

[136] İbn Mâce, “Cihâd”, 43 (No. 2774).

[137] Râzî, Mefâtîhu’l-gayb, 29/270, مَا يَقْصِدُهُ الْمُؤْمِنُ وَلَا يُحَقِّقُهُ; Mâverdî, en-Nüket ve’l-‘uyûn, 5/400, هُوَ أَنْ يَعْزِمَ عَلَى الْمُوَاقِعَةِ ثُمَّ يَرْجِعُ عَنْهَا مُقْلِعًا;; Kurtubî, Câmi’ li ahkâmi’l-Kur’ân, 17/109.

[138] İbnü’l-Cevzî, Zâdü’l-mesîr, 4/190, أَنَّهُ مَا يَهُمُّ بِهِ الْإنْسَانُ

[139] Kurtubî, Câmi’ li ahkâmi’l-Kur’ân, 17/108, كُلُّ مَا هَمَمْتَ بِهِ مِنْ خَيْرٍ أَوْ شَرٍّ فَهُوَ لَمَمٌ

[140] el-Bakara 2/268.

[141] Muhammed b. Hıbban, el-İhsanfî tertîbi Sahîhi İbn Hıbbân, thk. Şuayb el-Arnaût (Beyrut: Müessesetü’r-Risale, 1988), 3/278 (No. 997).

[142] Buhârî, “Rikâk”, 31; Müslim, “İman”, 207, 259.

[143] İbn Mâce, “Talâk”, 16 (No. 2044).

[144] Taberî, Câmi’u’l-beyân, 22/66, هُوَ دُونَ حَدِّ الدُّنْيَا وَحَّدِ الْآخِرَةِ، قَدْ تَجَاوَزَ اللَّهُ عَنْهُ

[145] Taberî, Câmi’u’l-beyân, 22/67-68, اللَّمَمُ مَا دُونَ الْحَدَّيْنِ حَدِّ الدُّنْيَا وَالْآخِرَةِ

[146] Taberî, Câmi’u’l-beyân, 22/67, مَا بَيْنَ الْحَدَّيْنِكُلُّ ذَنْبٍ لَيْسَ فِيهِ حَدٌّ فِي الدُّنْيَا وَلَا عَذَابٌ فِي الْآخِرَةِ فَهُوَ اللَّمَمُ

[147] Taberî, Câmi’u’l-beyân, 22/68, كُلُّ شَيْءٍ بَيْنَ حَدِّ الدُّنْيَا وَالْآخِرَةِ فَهُوَ اللَّمَمُ يَغْفِرُهُ اللَّهُ

[148] Mâverdî, en-Nüket ve’l-‘uyûn, 5/400, أَنَّ اللَّمَمَ مَا لَمْ يُجِبْ عَلَيْهِ حَدٌ فِي الدُّنْيَا وَلَمْ يَسْتَحِقَّ عَلَيْهِ فِي الْآخِرَةِ عَذَابٌ

[149] en-Nisâ 4/31.

[150] Taberî, Câmi’u’l-beyân, 22/68.

[151] Mâverdî, en-Nüket ve’l-‘uyûn, 5/400; Mâtürîdî, Te’vîlâtü Ehli’s-Sünne, 9/430; Semerkandî, Bahru’l-‘ulûm, 3/364; أَنَّ اللَّمَمَ النِّكَاحَ

[152] Semerkandî, Bahru’l-‘ulûm, 3/364, إِلَّا اللَّمَمَ وَمَعْنَاهُ: وَلَا اللَّمَمَ. وَمَعْنَاهُ: أَنْ تَجْتَنِبُوا صَغَائِرَ الذُّنُوبِ وَكَبَائِرَهَا

[153] Kâsımî, Mehâsinü’t-te’vîl, 9/29, èîâğêäî Åğæñîçï äîÇ ÇğÓòÊğËòæîÇÁî áğêçğ ÃîÕòäëÇ èî (ÅğäñîÇ) ÕğáîÉì ÈğåîÙòæîé ÚîêòÑ; Îcî, Câmi’u’l-beyân, 4/215, ÅğäñîÇ ÈğåîÙòæîé ÚîêòÑ ÕğáîÉ

[154] en-Nahl 16/44:“Ey peygamberim! Sana da insanlara, indirileni açıklaman ve düşünüp ibret ve ders almaları için zikir olan bu Kur’an’ı indirdik.”

[155] Beyhakî, Şuabül-îmân, 9/277 (No. 6657).

[156] Talat Koçyiğit, Kur’an-ı Kerîm ve Türkçe Meâli (Ankara: Kılıç Kitabevi, ts.).

[157] Süleyman Ateş, Kur’an-ı Kerim ve Yüce Meâli (Ankara: Kılıç Kitabevi, 1983).

[158] Celal Yıldırım, Kur’an-ı Kerîm Meâli (İstanbul: Tercüman Yayıncılık, 1982).

[159] Halil Altuntaş - Muzaffer Şahin, Kur’an-ı Kerîm Meâli (Ankara: DİB Yayınları, 2002).