İSTİKAMET ÜZERE OLMAK
Salih KÖSE
İstanbul Eyüpsultan Vaizi
Yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’in ve Hz. Peygamber’in (s.a.s.) üzerinde durduğu önemli kavramların başında istikamet gelmektedir. Öyle ki Fatiha suresini okuduğumuzda, Ya Rabbi! “Bizi doğru yola, kendilerine nimet verdiklerinin yoluna ilet; gazaba uğrayanlarınkine ve sapıklarınkine değil.” (Fatiha, 1/6-7.) diye Mevla’mızdan istikamet üzere olmayı niyaz ediyoruz. Aynı şekilde Efendimiz (s.a.s.) bir gün ashabına, “Hud suresi beni yaşlandırdı, saçıma ak düşürdü.” buyurmuştur. Ashab-ı kiram merak eder ve sorar: “Ey Allah’ın Resulü sizi yaşlandıran, mübarek saçlarınıza ak düşüren ayet hangisidir?” Bu soru üzerine Efendimiz (s.a.s.), “Sana emredildiği gibi istikamet üzere ol.” (Hud, 11/112.) ayet-i kerimesini okumuştur. (Tirmizi, Tefsir, 56/3297; Kurtubi, IX, 107.) Bir gün bir sahabi, Peygamber Efendimizin (s.a.s.) yanına gelir ve şöyle bir soru sorar: “Ey Allah’ın Resulü bana öyle bir nasihat verin ki sizden sonra kimseye bu din hakkında bir soru sormama gerek kalmasın.” Efendimiz (s.a.s.) bir cümle ile “Allah’a iman ettim de. Sonra da istikamet üzere ol.” buyurur. (İbn Hanbel, III, 413.) Özetle Allah neyi emrediyorsa onu hakkıyla yerine getirmeli ve neden alıkoyuyorsa ondan da gereğince kaçınmalıyız.
Farzı, vacibi, sünneti ve müstehab olanları kim hakkıyla ve titiz bir şekilde yerine getiriyor ve bununla birlikte haramdan, mekruhtan ve şüpheli olan şeylerden kaçınıyorsa asıl üstünlük sahibi kişi odur. Nitekim ehl-i ilim ve tasavvuf erbabına nispet edilen ve son derece veciz bir ifade olan “Asıl keramet istikamettir.” düsturu her birimizin kulağına bir küpedir.
İmanda istikamet
Bu hayatta en hassas ve titiz olmamız gereken husus elbette bize emanet olarak bahşedilen ve en kıymetli nimet olarak verilen imanımızı son nefesimize kadar istikamet üzere muhafaza etmektir. Bu yüzden bizi bu değerden mahrum bırakabilecek, ona halel getirecek her türlü davranıştan uzak durmamız gerekmektedir. Dinî bir hükmü veya mukaddes bir değeri inanarak bile olmasa hafife almak, alay ve istihza konusu yapmak bu tehlikelerin başında gelir. İmana şirk bulaştıracak bir hataya düşmekten de uzak durmamız gerekmektedir. Mekkeli müşrikleri hatırlayalım. Ayet-i kerimede Allah (c.c.) Peygamberimize hitaben onlar hakkında şöyle buyurmuştu: “Andolsun eğer onlara, ‘Gökleri ve yeri kim yarattı, güneşi ve ayı hizmetinize kim verdi?’ diye soracak olsan mutlaka, ‘Allah’ diyeceklerdir. O hâlde nasıl (haktan) döndürülüyorlar?” (Ankebut, 29/61.) Bu ayet-i kerimede görüyoruz ki müşrikler yaratıcı olarak Allah’ı kabul ediyorlardı, ancak hayatlarına müdahale eden, hüküm koyan, ticaretlerine karışan ve neyin helal ya da haram olacağını hükme bağlayan bir Allah tasavvuruna karşı çıkmışlardı. Allah’ın hükümlerini yok saymak, haram olan bir şeyin haramlığını inkâr etmek, kişinin imandan mahrum kalmasının sebeplerindendir. İmanda istikametin bir diğer ispatı ise aklı ve iradeyi Allah’a ve dinine isyan noktasında kimseye teslim etmemekten geçer. Kur’an’dan, sünnetten referansını bulmayan hiçbir sözün veya eylemin İslam olmadığını anlamak ise kişinin istikametinin ve orta yolu tuttuğunun en güzel ispatı niteliğindedir.
İbadette istikamet
İslam, beşerin tahammül sınırlarının ötesinde bir şeyi emretmez veya onu bu tür davranışlarla sorumlu tutmaz. Nitekim Allah Resulü, “Ey insanlar! Dinde aşırılıktan sakının. Çünkü sizden öncekileri dinde aşırılık helak etti.” (İbn Mace, Menasik, 63.) buyurarak ölçülü ve kıvamında bir ibadet hayatını bizlere öğütlemektedir. Bu anlamda ibadette istikametin ölçüsü ifrat ve tefritten kaçınıp orta yolu tutmaktır. İnsanlığın saadet ve selameti için gönderilen İslam son derece arı, duru ve sade bir dindir. Bunun en güzel örneklerinden birisini yine Allah Resulü’nün nasihat ve irşadında görüyoruz. Talha b. Ubeydullah’ın (r.a.) rivayet ettiği bir hadis-i şerifte, Efendimiz (s.a.s.) ile Necid ehlinden bir bedevi arasında şöyle bir konuşma geçmektedir: “Saçı sakalı karışmış Necidli bir adam, Resulüllah’a gelir. Sesinin uğultusu işitilir fakat ne söylediği tam olarak anlaşılmaz. Nihayet Resulüllah’a yaklaşır ve ‘Bana İslam’ı anlat.’ der. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz ona ilk olarak günde beş vakit namaz kılması gerektiğini söyler. ‘Kılmam gereken başka namaz var mı?’ diye sorunca Efendimiz, ‘Hayır ama nafile kılabilirsin.’ buyurur. Sonrasında Peygamberimiz (s.a.s.) ona bir de ramazan ayında oruç tutması gerektiğini söyler. O bedevi, ‘Tutmam gereken başka oruç var mı?’ diye sorar. Efendimiz (s.a.s.) ise ‘Hayır ama nafile oruç tutabilirsin.’ der. Daha sonra Peygamberimiz (s.a.s.) o adama zekât vermesi gerektiğinden bahseder. Adam, ‘Vermem gereken başka bir şey var mı?’ diye sorar. Allah Resulü cevap olarak, ‘Hayır ama sadaka verebilirsin.’ buyurur. Bu adam Efendimizin meclisini terk etmeden önce, ‘Vallahi bu saydıklarından ne bir fazla ne de bir eksik yapacağım.’ diyerek ayrılır. Bunun üzerine Resulüllah Efendimiz, ‘Eğer sözünde durursa kurtuluşa erdi.’ buyurmuştur.” (Buhari, İman, 34.) Özetle, “Amellerin Allah’a en sevimli olanı az da olsa devamlı olanıdır.” (Buhari, İman, 32.) nebevi hatırlatmasını hayat boyu muhafaza etmek ve bu çizgiyi korumak ibadette istikametimizin en güzel yansıması olacaktır.
Ahlakta istikamet
Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.), “Müminlerin iman yönünden en olgunu, ahlakı en güzel olanıdır.” (Tirmizi, Rada, 11.) buyurmaktadır. Bu hadis-i şerif bizlere öğretiyor ki iman esaslarımız ahlakımıza ne kadar yansıyorsa Rabbimizin katında o kadar anlamına kavuşuyor ve kemale eriyor demektir. Bununla beraber kıldığımız namazlar, tuttuğumuz oruçlar ya da yaptığımız hayırlar bizleri güzel ahlak sahibi kıldığı kadar Mevla’mızın katında değerini bulmaktadır. Nitekim Efendimiz (s.a.s.), “Nice namaz kılanlar var ki onlara namazlarından geri kalan sadece uykusuzluk ve yorgunluktur.” (İbn Mace, Sıyam, 21.) buyurmaktadır. Aynı şekilde oruçla ilgili olarak da “Kim yalan söylemeyi ya da yalanla iş yapmayı bırakmazsa Allah’ın o kişinin yemeyi, içmeyi terk etmesine ihtiyacı yoktur.” (Buhari, Savm, 8.) buyurarak ahlaka yansımayan bir namazın veya orucun Rabbimizin katında değerini ve anlamını bulamayacağını bizlere hatırlatmaktadır. Bütün bu örnekler bize öğretiyor ki imanımızı ve ibadetlerimizi Rabbimizin katında anlamlı ve değerli kılan, bizim güzel ahlakımızdan başka bir şey değildir. Bu anlamda ahlakta istikametin gereği; samimi, güvenilir, dürüst, iyi geçimli, merhametli, hoşgörülü, mütevazı ve nezaket sahibi müminler olmaktır. Unutmayalım ki Allah Resulü (s.a.s.), ümmetinin iflas eden kişisini tarif ederken şöyle buyurmuştu: “Kıyamet günü namazı, orucu ve zekâtı ile Rabbinin huzuruna gelir. Ancak bununla beraber kimine kötü söz söylemiş, kiminin malını haksız kazanç yoluyla zimmetine geçirmiş, kimine vurmuş, kiminin kanını akıtmış, kimine de iftira atmış. İşte bu kişinin ibadetlerinin sevabı alınır ve hakkına girdiği kişilere verilir. Üzerindeki kul hakları bitmeden amellerinin sevabı biterse hak sahiplerinin günahları kendisine yüklenir. Sonra da ateşe sürüklenir.” (Müslim, Birr, 59.) Bu nebevi uyarı, ahiret azığımız ve kabirde bizimle kalacak tek şey olan amellerimizden mahrum kalma gerçeğinin ahlaki istikametimiz ile ne denli ilişkili olduğunu bir kere daha hatırlatmış olmaktadır.
Yazımızı Rabbimizin şu müjdeli haberi ile sonlandırmış olalım: “Rabbimiz Allah’tır” deyip de dosdoğru çizgide yaşayanlar, işte onların üzerine melekler şu müjdeyle inerler: “Korkmayın, kederlenmeyin, size vadolunan cennetle sevinin!” (Fussilet, 41/30.)