Makale

BAZEN BİR UN ÇUVALINA YENİLİR İNSAN

BAZEN BİR UN ÇUVALINA YENİLİR İNSAN…


Doç. Dr. Güldane GÜNDÜZÖZ
Kırıkkale Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi

Aslı var mıdır bilinmez, Osmanlı taşrasında evraklar arşivlenirken her ayın evrakı un çuvallarına konarak bir kenara kaldırılmaktadır, derler. Her çuvalın üzerine de o ayın adı, Recep, Şaban, Ramazan, Cemaziyülevvel, Cemaziyülahir, artık ay ne ise yazılırmış. Bir gün uyanık geçinen bir arşiv görevlisi Cemaziyülevvel torbasındaki evrakı arşivdeki sandığın içine boşaltıp kendine kimseler görmeden bu çuvaldan bir güzel kıyafet diktirmiş. Fakat ne yaptıysa kıyafetin bir yerindeki Cemaziyülevvel yazısını yok edememiş. Gel zaman git zaman yazıyı fark eden bir arkadaşı onun yaptığı hırsızlığı anlamış, evet anlamış anlamasına ama işlediği kabahati yüzüne vurmamak ve onu mahcup etmemek için olsa gerek bir şey söylememiş. Ne de olsa bir hırsızlık ve yüz kızartıcı suç olduğundan bu çirkin olayın üstünü örtmesinin uygun olacağını düşünmüş. Günler günleri kovalamış, yetim malı nedir bilmeyen, bu münasebetsiz eli uzun adam, emanete ehil olmadığını kimseler anlamadan onun amiri oluvermiş. Amir olunca hırsızlığına bir de kibrini eklemiş. Bir kere gücü eline geçiren Bay Cemaziyülevvel, arkadaşını her fırsatta ezmek ister, hakkı olmadığı hâlde onu rencide edermiş. Sonunda kendine reva görülen bu muameleye dayanamayan memur, eski dostuna, “Nedir bu yaptığın? Ben senin Cemaziyülevvelini bilirim.” diye çıkışmış. Böylece onun hiç de dürüst biri olmadığını ona hatırlatmak istemiş, belki yüzü kızarır da bu yaptıklarından vazgeçer diye... Adam iflah olmamış ama sonunda bu söz, onun yaptıkları ile beraber kulaktan kulağa yayılmış, artık geçmişte çirkin işler yapanlara söylenen bir mesel hâlini almış.
Kaderin garip cilvesine bakın ki bazen bir un çuvalı, kötü niyetli insanların kötülüklerini böyle ifşa eder ve yanlışta ısrar edenleri el içine çıkamaz hâle getirir. Kenafir gözlü, kara vicdanlı bu insanlar bazen bir un çuvalına yenik düşerler. Hicri ikinci yılda da birkaç un çuvalının şehadeti, putperest Mekke emirini gülünç duruma düşürmüştür. “Sevik Gazvesi” yahut daha Türkçesi ile “kavrulmuş un savaşı” adı verilen bu olayda birkaç un çuvalı, azametli ve kibirli Ebu Süfyan’ı Mekke’de sokağa çıkamayacak hâle getirmiştir. Ebu Süfyan, Medine’deki Müslümanlara karşı Yahudi Nadir oğullarından Sellam bin Mişkem ile iş birliği yaparak Medine’ye yakın bölgelerdeki Müslümanları taciz etmek istemiş, iki Müslümanı öldürmüş, evlerini ve hurmalıklarını ateşe vermiştir. Allah Resulü bunu haber alınca Medine’de kendi yerine Ebu Lubabe’yi vekil bırakarak iki yüz kişilik bir müfrezeyle onun üzerine yürümüştür. Allah Resulü’nün, kendisi üzerine geldiğini haber alan Ebu Süfyan, beraberindeki un çuvallarını atarak yükünü hafifletip korku içinde Mekke’ye dönmüştür. Mekkeli Müşrikler, gücünü her daim hissettirmek isteyen ve hava atmaya bayılan emirin, un çuvallarını atarak soluğu Mekke’de almasına pek eğlenmişler, ava giderken kendi av olan emir, bütün karizmasını yitirmiştir. (İbn Hibban, Kitabü’s-sikat, 1/211.)
Un çuvalının bir başka şehadeti, takvimler hicretin beşinci ya da altıncı yılını göstermekteyken gerçekleşmiştir. Olay yeri yine Medine’dir. Zafer oğullarından Tume bin Übeyrik, yanına oğulları Bişr, Mübeşşir ve Büşeyr’i alarak gizlice Sahabi Rifaa b. Zeyd’in evinin kilerine girmiş, içinde zırh ve silahların da bulunduğu unla dolu bir çuvalı sırtlanıp kaçmışlardır. Bu çeteye hırsız kardeşlerin kuzeni Üseyr b. Urve de yardım etmiştir. Üstelik bunlar sureta Müslüman görünmektedirler. Çuvalı götürürken onların fark edemedikleri ise çuvaldaki deliktir. Çuvalı evlerine götürürken delikten dökülen unu takip eden Rifaa’nın yeğeni Katade b. Numan, bu işe kimlerin karıştığını tespit etmiş bilahare Allah Resulü’nün huzuruna çıkarak amcası Rifaa adına Tume ve çetesinden şikâyetçi olmuştur. Ne var ki hırsızlardan ağzı iyi laf yapan Üseyr, Zafer oğullarının onurlu bir aile olduğunu ve iftiraya uğradıklarını dile getirerek Hz. Peygamber’i etkilemek istemiştir. Böylece Nebi (s.a.s.), müşteki Katade ve Rifaa’ya bir an kızacak gibi olmuştur. O sırada Cenab-ı Hak, Hz. Peygamber’i ayetle ikaz ederek “Kendilerine hainlik edenleri savunma. Zira Allah, hiçbir haini, hiçbir günahkârı sevmez.” (Nisa, 4/107.) ayetini vahyetmiştir. Sonuçta iyice sıkışan çete, suçu Medine’deki Lebid b. Sehl adındaki bir Yahudi’ye yıkmak istemiştir. (Ebu Hayyan, el-Bahru’l-Muhit, 4/55.) Bir dizi inen ayetle (Nisa, 4/108, 109, 112-114.) iyice foyaları ortaya çıkınca ne yapacaklarını şaşırmışlar, elebaşı Tume Mekke’ye kaçarak Sülafe bint Sa’d adında kötü bir kadının evine sığınmıştır. Hassan b. Sabit, Tume’yi şu sözlerle hicvetmiştir:
Sa’d’ın kızı, şu hırsız Tume’yi Mekke’de konuk etmiş bak hele!
[İki çıplak bir hamama yakışır] sabahı etmişler aynı yerde…
[Ah Sahtekârlar!] Yaptıklarınız hiç ortaya çıkmayacak sandınız herhâlde!
Unuttunuz tabii, vahyi alan Peygamber bizimle.
Bu şiir, kadının kulağına gelince “Bana hiçbir hayrın yok, bir de senin yüzünden Peygamber’in şairi Hassan b. Sabit’in diline düştük.” diyerek pılı pırtıyı toplayıp Tume’yi kapı dışarı etmiştir. Mekke’de kendine sığınacak yer bulamayan Tume oradan ayrılıp Hayber’e gitmiş, Yahudilere sığınmıştır. Fakat orada da rahat durmamış, hırsızlık yapmak niyetiyle girmeye çalıştığı bir evin duvarının, üzerine çökmesiyle tahtalıköyü boylamıştır. (Kurtubi, Tefsir, 5/375.)
Hayat böyledir işte… Bazen hak, bir un çuvalı ile tecelli eder ve hainlerin Cemaziyülevvelini ifşa eder. Tume olayında olduğu gibi bazı hainlerin ihaneti ise ayetle de tescil edilir. Dünyasını kaybettiği gibi ahiretini de kaybeden Tume misali… (Nisa, 4/115.)