Makale

ATEŞTE YEŞEREN SANAT ÇİNİ

ATEŞTE YEŞEREN SANAT
ÇİNİ

Mefra Bilge DÖNMEZ
Bursa Osmangazi Kur’an Kursu Öğreticisi


Geleneksel İslam sanatları içinde, insana aslını gösteren bir levha-i ibrettir çini. Amacını öğütleyen, özünü gözler önüne seren, fıtratın sesini işittiren, aslı toprak olan çini eserlerinin her biri, sanattır. Tıpkı insanın mahiyeti gibi çamurdan müteşekkildir lakin üzerinde sergilenen fikriyat ve fiiliyat onu kıymetlendirir. Çini, beşeriyeti üzerinde yansıtır. Renkleri, dilleri, milletleri farklı lakin mahiyetçe aynı milyarlarca insanın üzerlerinde görünen ahlaki, millî ve dinî değerlerle itibar görmesi misali, nakkaşın üzerine işlediği mana, sevda, inanç ve dava çiniyi paha biçilmez bir boyuta taşır.
Tolstoy’a göre; “Sanatın gerçekçi ve yararlı olabilmesi için, uhrevi, millî, dinî ve ahlaki özellikler taşıması gerekir.” Bu hakikatli sözü mihenk kabul ederek geleneksel çini sanatımıza baktığımızda aşikâr olan odur ki camilerimizi süsleyen nakkaşlar, sanatın sırrını kavramış ve gerçek sanat eserlerini atiye miras bırakmıştır.
Kaynaklarda, Türk-İslam sanatında zirveye ulaşan en renkli iç ve dış mimari süsleme unsuru olarak tarif edilen çini sanatı, maviliğinde engin ufka bakar gibi ferahladığımız, karanfilinden gülünden gülşene daldığımız, asırların şahidi mihrapların, haşmetli fakat bir o kadar da mütevazı zineti olmuştur.
“Çeşitli devir ve bölgelere göre teknik değişiklikler göstererek zenginleşen çininin ilk örnekleri, tuğla üzerine renkli sırın kullanılması ile eski Mısır ve Mezopotamya’da oluşturulmuştur. Fakat çini büyük bir teknik çeşitlenme ile sürekli gelişmesini asıl İslam sanatında ve daha çok da İslamiyet’ten sonraki Türk sanatında ortaya koymuştur.” (Şerare Yetkin, “Çini”, md., Tdv İslam Ansiklopedisi, c. 8. s.329.)
Desenler kâh kâinat sergisinden timsaller sunar kâh hendese ilmi ile âlemin ölçü ve nizamından stilize edilerek suret bulur. Güzele ulaşmak sabır ister, emek ister, imanlı bir yürek ister. Nakkaşlar, Kuran’ın ruhlarında açtırdığı çiçeklerle camileri süsler. “Ayinesi iştir kişinin, lafa bakılmaz.” der ata yadigârı hikmetli sözlerimiz. Çiniler inancın, güzel ahlakın, sebatın makesi olur. Kesif bir aynada, kıymetli ruhların aksi okunur. Mevlana Celaleddin-i Rumi hazretleri “Halkın aynada gördüğünü pir, pişmemiş kerpiçte görür.” der. Hakikat öyle olsa gerektir ki; gördüğümüz bu emsalsiz suretler, erenlerin, pirlerin kerpiçte müşahede ettiği, Kur’an güneşinin ışığında, gönül gözlerinin nazar eylediği mehasindir. İbretle bakmak kifayet etmez bu paha biçilmez eserlere, hissetmek ve idrak etmek gerek. Zira murise hürmet, vârisin mirasını baş tacı bilerek kıymetini fehmetmesidir.
Çini, beşere mukavemet dersini fısıldayan bir üstad olur mabetlerde. Asırlar aksa da zaman nehrinde, dimdik ayakta durur. Ecdadın imanından, irfanından dem vurur. Mevlana hazretleri misal “hamdım, piştim, yandım” derken ateşte yeşeren çiçekleriyle kemale gidilen yolun sırrını haykırır.
“O Allah ki insanı pişmiş çamur gibi bir balçıktan yarattı.” (Rahman, 55/14.) Kur’an böyle buyururken çini ile ziynetlenmiş bir mihrabın önünde kul duaya durduğunda, hayretle temaşa ederken aslını, düşünmeden ve ibret devşirmeden geçebilir mi acaba? Toprağın bağrında açan çiçeklere bakarken ruhunda güzel ahlak filizlerini yeşertmek, ab-ı hayatı olan Kur’an’la kalbini serinletmek ve İslam güneşi ile ömrünü gülistana döndürmek dersini almadan fütursuzca çevirebilir mi bakışlarını?
Çinilerimiz ecdat tarafından gelecek nesillere yazılmış bir mektup gibidir. Devrin insanının halet-i ruhiyesini, insanın yaratılış gayesini, imanını, tevekkül ve teslimiyetini motiften kelimeleriyle yazar.
Şahsi kemalata vesile ilimlerin başlangıcında olduğu gibi, geleneksel İslam sanatlarında da insan bilmediğini kabul, acizliğini itiraf ettiğinde başlar o lahuti serüven. Kendini bilmek, haddini bilmek temel prensibinin peşi sıra gelir inkişaflar. Yeni şeyler öğrenmek, mahiyetini bilmekle mümkündür ancak. “İlim ilim bilmektir. İlim kendin bilmektir. Sen kendini bilmezsen nice okumaktır.” diyen Yunus Emre misali, fıtratının sırrına vakıf olduğunda başlar, sırrın sakladığı motiflerde yolculuk.
Marifet, “Güzel olanı idrak etmekte değildir. Güzeli herkes görür ve bilir. Asıl marifet, güzeli inşa edebilmek için sabır ve azimle bu yolda ilerleyebilmektir.” Pergel gibi kullanırken ellerini, tek parmağının üzerinde hassas bir ölçü ve nizam barındıran bu eşsiz sanatı icra edebilmektedir hüner. Çinide, hasbelkader bir dokunuşa yer yoktur. Her detayında hassas bir muvazenenin izi görülür. Kâinatın şaşmaz ölçüsü nakkaşın ilham vesilesi olur. Yıldızların, galaksilerin, peyklerin yörüngeleri misali bir ahenk görülür. Matematikten kimyaya, hendeseden ilm-i nebata kadar nice ilmin damıtılması ile vücut bulur. Asırlardır inkişaf eden toprağa şekil ve suret verme ilminin yanı sıra, teraküm etmiş bir ilimler hazinesinin neşv-ü nema bulmasıdır çini. Sırrının altında nice esrar saklı durur. Görenleri batınındaki mana ile buluşturur.
Zengin bir kültürel mirasa sahip ülkemizde, çini ile ziynetlenmiş pek çok İslam eserlerini görmek mümkündür. Konya Karatay Medresesi’nin kubbe ve pandantifindeki geometrik desenli çini motifleri, Edirne Selimiye Cami hünkâr mahfilinin çini panoları, Piyale Paşa Cami’nin mihrap çinileri, Bursa Yeşil Cami mahfilinin renkli sır tekniği ile yapılmış enfes görseli, Karaman’da İbrahim Bey İmareti’nin çini mihrabı bu harika sanat eserlerinin birkaç örneği olarak karşımıza çıkar. Kadr-u kıymetini idrak etmek, geleneksel çini sanatımızı özenle icra etmek ve nice şaheserleri istikbale ulaştırabilmek duasıyla…