Makale

DÜNYANIN KALBİ GAZZE’DE ATIYOR

DÜNYANIN KALBİ GAZZE’DE ATIYOR


Şeniz YILDIRIMER


Gazze… Zamanın ikiye ayrıldığı, bütün kavramların yeniden yazıldığı, hayatın anlamının yeniden sorgulandığı yer. Zaman o kadar dondu, akıl ve mantık o kadar durdu ki çaresizliğimize veremediğimiz anlamlar boynumuza sarılıyor, yüreğimizi sıkıştırıyor. Ciddi bir 21. yüzyıl paradoksu yaşanıyor. Bebek ve çocukların, masum insanların hunharca katledildiği bir dünyada artık hiçbir şey eskisi gibi olamaz. Orada hiçbir şey normal ve sıradan değil. Artık bizim hayatlarımız da normal ve sıradan olamaz. Yeni bir kalp acısı, yeniden ölümle yüzleşme, yeniden varoluş sancısı çekmek kaçınılmaz.
Gazze, bugün en büyük öğretmenimiz. Oraya aralıksız bombalar düşerken bütün dünyada sirenler çalıyor. Kulaklarımızda bu sesin uğultusu, gözlerimizin önünde Gazze’deki zulüm görüntüleri; zulmün ve acının doruğa ulaştığı yer. Biz, bu yaşanan dramla hayatımıza nasıl devam edeceğimize şaşırmışken Filistinlilerin onurlu direnişi karşısında sarsılıyoruz. Biz, Filistin’den geriye kalan dünyalılar, bütün kavramları ve hayatın anlamını onlardan yeniden öğreniyoruz.
Gazze, zalimin zulmünü bu kadar açıkça, alçakça, hayâsızca ve sınırsızca uygulamasının zıttına, mazlumun bu kadar imanlı, samimi, sabırlı, cesur ve onurlu direnişiyle bütün dünyaya maksimum iyilik ve kötülüğün karşılaştığı bir resim sunuyor. Bu resimden, her şeye rağmen iyiliğin ve iyilerin gücü yayılıyor.
Gazze, 21. yüzyılda “insanlık çok ilerledi” denilen bir çağda, kadın hakları, çocuk hakları, insan hakları bildirgelerinin her türlüsünün mevcut olduğu bir çağda, bu sloganları atanların art niyetlerinin, yalanlarının, alçaklıklarının aşikaren ortaya çıktığı, o bildirgelerin paçavraya dönüştüğü yerdir. Gazze, iyilik ve kötülüğün, zalim ile mazlumun, iman ile küfrün, kısacası hak ile batılın karşı karşıya geldiği yerdir.
Hak ile batılın ne demek olduğuna dair ayetlerden, hadislerden ve diğer kitaplardan çok şey okumuştuk. Fakat şimdi okuduklarımızın canlandığına şahit oluyoruz. Gazze’de Kur’an canlı yayında. Onlar ayetleri sadece okuyarak ilmel yakin değil, sadece görerek aynel yakin değil, bizzat nefislerinde yaşayarak hakkel yakin olarak tecrübe ediyorlar. Onlar şehitliğin ne olduğunu okumuyorlar, sadece başkalarının şehit olduğunu görmüyorlar, kendileri şehit oluyorlar. Dünyaya karşılık Allah’ı ve ahiret yurdunu tercih etmiş durumdalar; bilerek ve isteyerek. İmanlarındaki ihlas ve aşk, Gazze sınırlarını aşıyor, dünyanın geri kalanına müthiş mesajlar ulaştırıyor. Müslüman olsun olmasın, kalbi ve vicdanı olanlar bu mesajları alıyorlar. Kur’an’ın çağrısı ile dolu bu mesajların ışığı, zaten bir kıvılcım bekleyen kalplere ulaşıyor.
Gazze’de ayetler ete kemiğe büründü, bildiğimiz kavramlarsa kanla yeniden yazılıyor. Açlık, soğuk, barınaksızlık, her şeyden yoksunluk, yakınlarının kaybı ve halkının katledildiğine şahit olmak. Nefsi her yönden zorlayan, çok ağır sınavlardan geçiyorlar, hepsine sabrediyorlar; en büyüğü kendi canlarını feda edip şehit oluyorlar. Dünyaya karşılık Allah’ı seçiyorlar. Bütün bu yaşananlara şahit olurken ayetlerin anlamları yeniden canlanıyor: “Yoksa sizden öncekilerin çektikleriyle karşılaşmadan cennete girebileceğinizi mi sandınız? Onlar öylesine yoksulluk ve sıkıntı çekmişler, öyle sarsılmışlardı ki peygamber ve yanındakiler ‘Allah’ın yardımı ne zaman gelecek?’ demeye başladılar. Bilesiniz ki Allah’ın yardımı yakındır.” (Bakara, 2/214.) “Allah, kendi yolunda çarpışırken öldüren ve öldürülen müminlerin canlarını ve mallarını, karşılığında cennet vermek üzere satın almıştır. Bu, Allah’ın Tevrat’ta, İncil’de ve Kur’an’da yer almış gerçek bir vaadidir. Kim Allah’tan daha fazla sözüne bağlı olabilir! O hâlde yaptığınız bu alışverişten ötürü sevinin. İşte büyük bahtiyarlık da budur.” (Tevbe, 9/111.)
Çok acı çektiler, çekiyorlar ama tam bir teslimiyet örneği gösteriyorlar. Sabır, teslimiyet, cesaret, dünyadan feragat, şehitlik ve iman kavramlarını kanlarıyla, canlarıyla yeniden yazıyorlar. Satırlarda olan kavramlara vücut verip canlı örneklerini gösteriyorlar. Onlardan imanı yeniden öğreniyoruz. İmanın hakikatte bir seçim olduğunu, bu seçimin her ne pahasına olursa olsun, dünyaya karşılık tereddütsüz Allah’ı seçmeyi gerektirdiğini anlıyoruz. Bu seçim dünyaya ait ne varsa feda edebilmeyi gerektiriyor; en üst nişanesi ise canı feda edebilmek. Ve yine anlıyoruz ki geriye kalan bütün kavramlar ancak imanın ışığında anlam buluyor. İmanın ışığı, korkuyu cesarete, isyanı sabır ve teslimiyete, dünyevi tutkuları feragate, yaşam isteğini şehitliğe dönüştürüyor.
Onlar hakiki bir imana sahip olduklarını ispat ettiler. Ya biz? Bunca yaşananlardan sonra inandığımızı söylediğimiz bu kavramlara hâlâ aynı şekilde mi iman edeceğiz? En önemlisi imanımıza yeniden bir hayat vermeyecek miyiz? İşte ayet bizi uyarıyor: “Ey iman edenler! Allah’a, peygamberine, peygamberine indirdiği kitaba ve daha önce indirdiği kitaba iman edin. Allah’ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve ahiret gününü inkâr eden kimse iyice sapıtmıştır.” (Nisa, 4/136.)
Şahit olduğumuz hiçbir olay, hiçbir sahne bizden bağımsız değil. Aslında hiçbir olay “orada” ve “öteki” ile olmuyor. Şahit olduklarımızı dışsallaştırdığımız zaman, hayat yolculuğumuz ve tekâmülümüz adına elde edeceğimiz hiçbir şey yok. Her sahnede bizden bir yansıma var. Yaşanan her olaya bizim de bir katkımız var. Kâinat bir bütün ve bütün içindeki her parçanın, en küçük zerreye kadar o bütüne katkısı oluyor. Bu katkı olumlu yönde olursa ne âlâ! Olumsuz yönde olursa, dünyadaki kötülükler ve kötülüklerin şiddeti de artıyor. Filistin ve Doğu Türkistan bölgesinde artan zulümlerde olduğu gibi. Bu durum sadece Filistin’in, Doğu Türkistan’ın meselesi değil; bütün dünyanın ve bu bütünün bir parçası olduğumuz için bizim de meselemiz.
Hepimiz kişisel olarak kendimizdeki kibir, haset, kin, yalan, husumet vb. kirlerden arındırmakla mükellefiz. Kötülüklerin gittikçe artıyor olması bizim ödevimizi yeterince yerine getirmediğimizi gösteriyor. Olanlara ah vah etmemiz ya da zalimleri kınamamız bir şeyi değiştirmez. Değişmesini istediğimiz durumlar için, kendimizi değiştirmemiz ve iyiliğimizi olabildiğince çoğaltmamız gerekir. Fakat bunun için öncelikle kendi kötü yönlerimizden dolayı tövbe etmek gerekir. O kadar ki, oralarda yaşanan kötülükleri biz yapıyormuşçasına tövbe etmeliyiz. Bilerek, bilmeyerek yaptığımız kötülüklerden arınmak zorundayız. Dünyanın üzerine sürülen siyah lekeleri silmek için bunu yapmak borcumuz.
Kendimize, hayatımıza, dünyaya ve en çok bütün bunları bize bahşeden Yaratıcımıza karşı ödevimiz her zamankinden daha büyük, daha zor. Yeniden hayatın anlamını sorgulamanın, varoluş sancısını yeniden yaşamanın vakti. Her şeyde bir hikmet varsa, kötülüğün bir iyi yönü varsa, o da bizi kendimize getirmesidir. Gerçek iyilik gücüne ulaşabilmemiz için kalplerimizi arındırmamız gerektiğini anlamamıza bizi itmesidir. İşte bu yüzden:
Gazze bizi en şiddetli sarsıntı ile sarsıyor.
Gazze bizi imana ve hakikate çağırıyor.
Gazze bizi felaha ve selamete çağırıyor.
Gazze bizi dünyadan, suretten, hayalden, yok olacak olan her şeyden ebediyete çağırıyor.
Bütün yalanlar, ideolojiler, sloganlar, sahtelikler, hileler, kötülükler Gazze’nin ateşinde küle döndü.
Artık dünyanın kalbi orada atıyor!