Makale

VAHYİN İKLİMİNDE KUŞATICI BİR EMİR

VAHYİN İKLİMİNDE KUŞATICI BİR EMİR


Dr. Sema YİĞİT
DİB Başkanlık Müşaviri

Din bireyin hayatını şekillendiren bir inanç sistemi sunarken aynı zamanda insan-Allah, insan-toplum ilişkilerini belli kurallar ile düzenlemektedir. Bu kurallar dinî, ahlaki ve hukuki alanlarda ve hem bireyin hem de toplumun sorumluluk alanı içinde tanımlanabilmektedir. İnsanlığa gönderilen son vahiy olan Kur’an-ı Kerim’in temel hedeflerinden biri Allah’a ve diğer insanlara karşı yaratılış amacına uygun olarak davranan ahlaklı insanlar yetiştirmek ve bu bilince sahip olan bir toplumun kurulmasını gerçekleştirmektir. Kuralların ve sorumlulukların çerçevesi, Kur’an’da (Âl-i İmran, 3/104, 110, 114; Araf, 7/157; Tevbe, 9/67, 71, 112; Hacc, 22/41; Lokman, 31/17.) ve hadiste yer alan kullanımlar “emr-i bi’l-maruf nehy-i ani’l-münker” olarak formülleştirilmiş ve İslam’ın en önemli prensiplerinden biri olarak kabul edilmiştir. İslam âlimleri arasında kitap, sünnet ve icmaya dayanılarak bu faaliyetin vücubiyeti hususunda bir fikir birliği oluşmuştur.
Kur’an-ı Kerim’de peygamberlerin görevlerinden söz edilirken maruf ve münker kavramlarının kullanıldığı görülmektedir. Araf suresi 157. ayette anılan sıfatların, Hz. Muhammed’in kutsal kitaplarda geçen sıfatları olduğu, marufu emrettiği ve münkerden nehyettiği, Allah’ın onu yalnızca kendisine ibadet etmeyi ve şirk koşmamayı emretmekle ve kendinden başkasına ibadetten nehyetmekle görevli olarak gönderdiği ifade edilmiştir. Bu vazifeye büyük bir değer atfeden İslam âlimleri peygamberlerin gönderilme amacının, emr-i bi’l-maruf nehy-i ani’l-münker görevini icra etmek olduğunu söylemişlerdir (Gazali, İhya’ü ulumi’d-din, çev. Mustafa Çağrıcı (İzmir: DİB Yayınları, 2020), 2/441.) Peygamberlerin, insanların sadece iyi ahlaklı olmalarını sağlamakla değil, insanları Allah’a kayıtsız şartsız itaate ve kulluğa davet etmekle görevli oldukları vurgulanmıştır. Bu açıdan bakıldığında ümmetin sorumluluğu emr-i bi’l-maruf nehy-i ani’l-münker yapmak, bireyin sorumluluğu Allah’ın emir ve nehiylerine tabi olmak ve bunları hayata hâkim kılmak şeklinde belirlenmiştir.
Emr-i bi’l-ma’ruf ayetleri genel itibarıyla müminlerin övülen niteliklerinin sayıldığı ayetlerdir. Müminlerin ortak niteliklerinden bahseden Tevbe suresindeki 71. ayet, münafık karakterine işaret eden 67. ayetin karşılığı olarak görülmektedir. (Razi, Tefsiru’l- Kebir (Beyrut: Daru’l-İhyai’t-Türasi’l-‘Arabi,1420 /1999), XVI, 131.) Bu iki ayette iman edenlerle münafıklar arasında karşılaştırma yapıldığında marufu emretmek ve münkerden men etmek ayırıcı bir özellik olarak vurgulanmaktadır. Bunun dışında ayetlerde Allah yolunda harcarken eli sıkı ya da cömert olmak, namazı üşenerek ya da içtenlikle kılmak, Allah yolunda savaşmak gerektiğinde bahaneler üretmek ya da canını ve malını esirgemeden koşmak gibi karşıt niteliklerle Müslümanlar ve münafıklar tefrik edilmiştir. Münafıklar Allah’ı ve İslam’ı umursamaz, müminlerle dalga geçerler; müminler de Allah’a ve Resulü’ne kayıtsız şartsız bir itaat içindedirler.
Nüzul dönemine en yakın tefsir kaynaklarında emr-i bi’l-maruf ifadesi; tevhid, Allah’a ibadet ve itaat, tevhide bağlı olan hususları emretme, Hz. Muhammed’e ve getirdiklerine iman, dine ittibayı emretme anlamları ile karşılık bulmuştur. “En-nehyü ‘ani’l-münker” ifadesi de Allah’a şirk, Allah’ı inkârdan ve Hz. Muhammed’i yalanlamaktan, Allah’ın yasakladıkları ile amel etmekten ve nifaktan nehiy olarak açıklanmıştır. (Taberi, Camiu’l-Beyan, Mısır, 1373/1954, XVII, s.178-179; Sema Yiğit, Erken Dönem Kaynaklarda Maruf ve Münker, KURAMER, İstanbul, 2023, s. 84-93.) Müfessirler özellikle
Ebu’l-Aliye kanalıyla gelen “Kim imana çağırır ve putlara ibadetten nehyederse marufu emir, münkerden de nehiy yapmış olur.” rivayetini bu anlamlar için delil olarak nakletmişlerdir. (Mücahid, Tefsir-ü Mücahid, Katar, 1976, I, s.542; Yahya b. Sellam, Tefsir-ü Yahya b. Sellam, Thk: Hind Şelebi, Beyrut, Lübnan: Daru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1425/2004, I, s.676.)
İslam düşünürleri Kur’an-ı Kerim’in ve İslam’ın maruf ve münker üzerine kurulduğunu, bu kavramların dünyadaki tüm İslam’a aykırı yanlışlıkları düzeltmek için sarf edilen çabaları içine alacak bir genişlikte olduğunu dile getirmişlerdir. Kapsamı çok geniş olan maruf ve münker kelimeleri inanç, ibadet, ahlak ve tüm toplumsal hayatı ve ilahi hukuku içine alır. Emr-i bi’l-maruf nehy-i ani’l-münker emrinin maksadının, marufu kaybetmemek, iyiliği yerleştirmek ve münkerin oluşmasını engellemek, kötülüğü ortadan kaldırmak olduğu vurgulanır. Kelam alimleri marufun ve münkerin belirlenmesinde akıl ve din kıstasını kriter olarak belirlemişlerdir. Birçok Mutezili âlim, hüsun-kubuh yaklaşımlarının doğal bir sonucu olarak aklın güzel gördüğü eylemleri maruf, kötü olarak sıfatlandırdığı eylemleri de münker olarak kabul etmiştir. (Kadi Abdülcabbar, Şerhu’l- Usuli’l-Hamse, thk. Abdülkerim Osman, (Kahire: 1416/1996), s.141.)
Dolayısıyla akıl, bilgi ve bilgisizliğin iyi ve kötü olduğunu kavrayabildiği gibi adaletin iyi, zulmün de kötü olduğunu fark edebilecek kabiliyettedir. Bu bağlamda Maturidiler, fiillerin iyi ya da kötü olmasının akıl ile idrak ederek bilinebileceğini öne sürmüşlerdir. Bununla birlikte Ehl-i Sünnet kelam âlimleri ve özellikle Eşariler aklı değil nakli esas almışlardır. Eşariler marufu dinin iyi ve güzel gördüğü şeyler, münkeri de Allah’ın hoşnutluğunun olmadığı söz ve eylem (Cürcani, Kitabü’t-Ta’rifat (Beyrut: Mektebetü Lübnan, 1985), s. 221, 234.) olarak görmüşlerdir.
Marufu emir ve münkeri nehiy prensibi için temel kabul edilen Âl-i İmran suresinin 104. ayeti ulvi prensipleri ihtiva eden, müminlere dinlerinin emrine sarılmaları ve önceki ümmetlere benzeyerek ayrılığa düşmemeleri emredilen bir ayet olarak tefsir edilir. Ayet ümmetin birliğine ve tefrikadan uzak durmaya vurgu yapmaktadır. Ayette beyan edilen hayra davet, marufu emir ve münkeri nehiy olarak zikredilen üç vazife bulunur ve her mekâna, zamana ve şartlara uyum sağlayabilme açısından genel bir emirdir. İlki hayra; adalet, ihsan ve yardımlaşmaya davettir. İkinci vazife, bireyin ve toplumun menfaati ve istikrar için zaruri olan dinamikleri emreder. Son vazife ise bireyin ve toplumun zararına, fesadına sebep olan her şeyi nehy etmektir. İslam toplumu bu temel dinamikler yoluyla huzurlu bir toplum olma fırsatı bulur. Bu vazifeyi yerine getirdiğinde isyan, günah, zulüm ve fitneden uzak bir hayat mümkün olabilir. (İzzet Derveze, et-Tefsiru’l-Hadis, Ekin Yayınları, V, 543.)
Emr-i bi’l-maruf nehy-i ani’l-münker prensibinin önemi konusunda görüş birliği vardır; ancak bu vazifenin nasıl uygulanacağı ve kimlerin sorumlu olacağı konusunda fikir ayrılıkları doğmuştur. Bazı müfessirler söz konusu vazifenin, namaz ve zekâtın vücubiyeti gibi vacip sayıldığını, ancak sadece emretme işini yapacak bir grubun bu görevi yapmasının caiz olduğunu söylerler. Zeccac, Âl-i İmran suresinin 104. ayetinde “hayra davet ederler” ifadesindeki davetin imana davet olduğunu ve bu davetin halkın tamamı tarafından değil sadece âlimler tarafından yapılabileceğini belirtmiştir. (Zeccac, Me’ani’l-Kur’an ve İ’rabuhu, Beyrut: Daru’l-Hadis, 1994, I, s.453.) Genel olarak Âl-i İmran 104. ayette geçen “veltekün minküm” ifadesinin teb’iz (kısmilik) maksatlı bir ifade olduğu ve emr-i bi’l-maruf nehy-i ani’l-münker vazifesinin kifai farzlardan sayıldığı görüşü hâkimdir. Bu görevi ancak emir ve nehyin nasıl uygulanması gerektiği hususunda bilgi sahibi olanların yapabileceğine, aksi durumda iyiliğin veya kötülüğün ayırt edilememesi sebebiyle yanlışlıklar yaşanabileceğine dikkat çekilmiştir. Ayetin ifadesinde yer alan “minküm” ifadesindeki harfi cerrin “teb’iz” yani kısmilik ifade ettiği görüşü dışında “tebyin” yani umumilik manası taşıdığı da söylenmektedir. Razi bu görüşü savunmaktadır ancak ayette “min” harfi cerrinin getirilmesinin bir kolaylık sağladığı düşüncesi ile teb’izin yani ümmetin tamamının değil sadece bir kısmının sorumlu olduğunu söylemek mümkündür. Dolayısıyla bu sorumluluk liyakatli bir uzman grup tarafından yerine getirilirse, diğer bütün Müslümanların üzerinden sorumluluk kalkar. (Razi, Tefsiru’l-Kebir, III, s.20.)
Her ne kadar bir grubun sorumluluğu üstlenmesi uygun görülse de ümmetin sorumluluğunun tam anlamıyla kalktığı söylenemez. Hz. Peygamber’in, “Kim bir kötülük görürse eliyle, buna gücü yetmezse diliyle onu önlesin; buna da gücü yetmezse kalbiyle kötülüğe öfke duysun; bu ise imanın en zayıf derecesidir.” (Müslim, İman, 78; Salat, 232, Ebu Davud, Salat, 232, 248; Buhari, Melahim, 17; Tirmizi, Fiten, 11.) hadisinin, İslam’a ters düşen tutum ve eylemlere yönelik fiilî tedbir alma, sözle uyarma ve psikolojik muhalefet şeklinde tavır almanın vücubiyeti konusunda delil olduğu kabul edilir. Ehl-i Sünnet, kötülüğe karşı kalben muhalefet etmeyi yeterli görmüş ve bu görevin dil ile uyarma şeklinde yerine getirilmesinin uygunluğunu savunmuştur. (İbn Hazm, el-Fasl fi’l-Milel ve’l-Ehva ve’n-Nihal, Muhammed İbrahim Nasır-Abdurrahman Umeyre, Beyrut: Daru’l-Ceyl, 1996, IV, s. 171.) Genel olarak Ehl-i Sünnet âlimleri münkeri engelleme metodu olarak “dil” ve “kalp” araçlarını kullanmayı önermişlerdir. (Cihad Tunç, “İyiliği Emredip Kötülüğü Yasaklama Görevi”, Erciyes Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 3 (1987), s. 5.)
Allah’ın insanlarla iletişim biçimi olan vahiy, insana en güzel amelleri yapma konusunda sınanacağını haber verir ve uyulması gereken kaideleri ve ilkeleri bildirir. Hayatın akışı içinde karşılaştığı durumları iyi ya da kötü olarak tanımlayabilecek kabiliyette yaratılan insan maruf olana talip olacaktır. Bu süreçte birey olarak vazifeler üstlenirken bir arada yaşadığı insanlara karşı da kayıtsız kalmayacaktır. Toplumsal sorumlulukların ihmal edilmesi durumunda zararının tüm toplumu ilgilendireceğini ifade buyuran Allah Resulü (s.a.s.) “Allah’ın men ettiği hududu koruyan ile korumayan kimsenin misali, bir gemide kura ile yerlerini belirleyen kimselerin misali gibidir. Buna göre, bazıları geminin üst katına bazıları ise geminin alt katına yerleşirler. Geminin alt katında olanlar, susadıkları zaman üst kattakilere uğrayarak, ‘Kendi bulunduğumuz kattan bir delik açsak ve üst kattakilere zarar vermesek.’ derler. Bu durumda, eğer üst kattakiler onları bu istekleriyle baş başa bırakırlarsa hepsi birlikte batmaya mahkûmdur. Eğer onlara engel olurlarsa, hem onlar hem de kendileri kurtulur.” (Buhari, Şerike, 6.) diyerek ümmetini uyarmaktadır. Hz. Peygamber faziletli bir toplum önerisinde yardımlaşmanın ve toplumu ilgilendiren bir zararı engellemenin önemine işaret etmekte ve fikrî, içtimai, ahlaki kötülüklerle mücadelede toplumsal birliğe vurgu yapmaktadır. Emr-i bi’l-maruf nehy-i ani’l-münker prensibi ile Müslümanlar her alanda bireysel ve toplumsal sorumluluklarını yerine getirirken bunu inançlarının bir gereği olarak da yaptıklarının bilincini her daim diri tutarlar. Marufun peşinde, münkerin karşısında saf tutarak yaşayanlar ilahi övgüye layık olurlar.