Makale

EBU’L-HASAN EN-NEDVİ İSLAM DAVETİNİN BİLGE REHBERİ

EBU’L-HASAN EN-NEDVİ
İSLAM DAVETİNİN BİLGE REHBERİ

Enbiya YILDIRIM

İslam’ın gönüllere ulaşmasında kendisini din yoluna vakfeden samimi Müslümanların çok büyük payı vardır. Onlar gecelerini, gündüzlerini, ailelerini ve her türlü konforu terk ederek bu mübarek din için büyük emek sarf etmişlerdir. Bu çabalarının sonucunda da başta yaşadıkları muhitler olmak üzere uzak beldelerdeki insanlara da ulaşmak suretiyle manevi büyük bir fetih gerçekleştirmişlerdir. Çünkü bu güzel insanlar Allah Resulü’nün ahlakını ve siretini gönüllerine rehber edinmişler, bizim gibilere de davetin nasıl yapılacağını uygulamalı olarak göstermişlerdir. Burada dile getirdiğimiz çerçevede, İslam dünyasının son yüzyılda yetiştirdiği çok yönlü bilginlerinden biri hiç şüphesiz Ebu’l-Hasan Ali en-Nedvi’dir.
Bugünkü Hindistan’ın ilim merkezlerinden Leknev’de, Arap kökenli bir ailenin çocuğu olarak 1914 yılında doğdu. Babası ve annesi entelektüel insanlardı. Nitekim babası Hint âlimlerine dair dört ciltlik kitap yazmış biriydi. Hafız annesi de özellikle Hz. Peygamber (s.a.s) hakkındaki şiirleriyle meşhurdu. Elbette bu ortam onun yetişmesinde ve bilinçlenmesinde çok etkili olmuştur.
Nedvi, evde Kur’an okumayı öğrenip hafızlığını yaptıktan sonra mahalle mektebinde Urduca ve Farsça öğrendi. Babasını dokuz yaşında kaybedince eğitimiyle abisi ilgilenmeye başladı. Üniversiteye kadar geçecek olan süreçte başta Arapça olmak üzere İslami ilimler alanında ders aldığı hocalar gözetiminde kendini geliştirmeye çalıştı. 1927’de lisans eğitimi için şehrindeki “Arap Dili ve Edebiyatı” bölümüne girdi. O tarihte henüz on dört yaşındaydı. Burada özellikle Arapça ve Urduca yazılmış nice kitapları okuyarak birikimini artırdı. 1929’da da Hindistan’daki âlimler meclisine bağlı bir üniversite olan Daru’l-Ulum-i Nedvetu’l-Ulema’ya katıldı. Farklı İslam ülkelerinden gelen alanının uzmanı hocalardan istifade ederek zamanını çok iyi değerlendirdi. Okul dışında da boş durmadı ve Arapça eğitimi yanında İslami ilimlerin çeşitli dallarında medreselerde dersler aldı. Böylece donanımını zirveye taşıdı. Bölgenin ortak anlaşma dili olan İngilizceyi de çok iyi seviyede öğrendi. Ardından 1929’da Lahor’a gitti ve bazı şiirlerini Arapçaya çevirdiği büyük mütefekkir ve şair Muhammed İkbal ile tanıştı. Bu tanışma sonrasında İkbal’in onun üzerindeki etkisi derinleşerek arttı. Lahor’dayken büyük hadis âlimi Mubarekpuri başta olmak üzere önde gelen bilginlerden çeşitli dersler aldı. Daha sonraki gelişlerinde de hocaların ders halkalarına katılmayı sürdürdü. Manevi tarafını geliştirmek için de Çiştiyye tarikatına intisap etti ve tasavvufla iç içe bir hayat sürdü.
1934’te üyesi olduğu cemiyetin üniversitesinde hoca olarak göreve başladı ve hadis, tefsir, Arap edebiyatı ve mantık derslerine girdi. Birikimi, aktif hayatı, dergilerdeki yazıları, konferansları ve seyahatleri nedeniyle artık tanınmaya başladı ve 1941’de Mevdudi’nin davetiyle Cemaat-i İslami’nin kurucuları arasında yer aldı. Sonra buradan ayrılarak İdare-i Talimat-ı İslam adıyla bir cemiyet kurdu ve burada Kur’an ve hadis dersleri okutmaya başladı. 1947’de hacca gitti. 1961’de Nedvetu’l-Ulema’nın başkanı, Daru’l-Ulum’un da rektörü oldu. 1964 yılında ise bir gözünü kaybetti. Yazmaya ve konferanslara tüm hayatı boyunca ara vermeden devam etti. Türkiye de dâhil dünyanın her tarafında pek çok ülkeyi ziyaret etti ve başta bilginler olmak üzere Müslümanlarla bir araya gelerek konferanslar verdi. Uluslararası veya ülke içi kuruluşlara üye oldu. Çalışmalarından dolayı yurt dışında ödüller aldı. 1999 yılında ciddi sağlık sorunları yaşayarak kısmi felç geçirdi ve aynı yıl vefat etti.
Bir Eylem Adamı olarak Ebu’l-Hasan en-Nedvi
1944’te Hindistan İngilizlerden bağımsızlığını elde edene kadar hayatının otuz yılını sömürge rejiminin yönetimi altında geçiren ve bu arada akrabasından da şehitler veren Nedvi, farklı din mensuplarının yoğun olduğu bir coğrafyada yaşaması itibarıyla da ayrı bir tecrübe edinmişti. Arap ülkelerini saran ve Arap olmayan Müslümanları neredeyse ikinci sınıf insan konumuna indirgeyen Arap milliyetçiliği, İslam dünyasının değerlerinden uzaklaşması, çok iyi bildiği Batı kültürünün neden olduğu tahribat ve ahlaki çöküntü de onun gözlemlediği hususlardı. Hepsi bir yana, aldığı yoğun eğitim ona İslam’ın amacının ne olduğu hususunda derinlikli bir bakış açısı kazandırmıştı.
Edindiği tecrübe ve birikimi bir araya getirip iyi bir şekilde yoğuran Nedvi, tüm çalışmalarında ilmin önemi, inanç konuları, ticaret, imanı amele yansıtma, yönetim, siyaset, dinî hayatın ruhbanlık şeklinde değil Allah’ın istediği şekilde olması gerektiği, dinden uzaklaşma nedenleri, aydın kesime uluslararası boyutta özgüven kazandırılması, okumuş kesim ile İslami ilimlerle aralarındaki kopukluğun giderilmesi gibi ihtiyaç duyulan temel konular üzerinde durmuştur. Müminleri kendi öz değerlerine döndürmenin ve bu yolla ayağa kalkmanın, başka bir ifadeyle Müslümanlara özgüven kazandırmanın gayretindeydi. Nedvi, kitaplarında ve konferanslarında tarih boyunca Müslümanlar üzerinde etkisi olmuş büyük şahsiyetlerden örnekler vermeyi de çok önemsemiştir. Ayrıca kendisine kulak kabartanları gayretli olmaya motive etmiştir. Ona ve başarısına baktığımızda, kendi kahramanlarımızın hikâyeleriyle gençleri yetiştirmenin ne kadar önemli olduğunu daha iyi anlarız.
Nedvi’nin kendi tarihimiz üzerinden insanımıza kazandırmaya çalıştığı ruh o derece etkili olmuştur ki hem yazdıkları hem de konferansları çok geniş kitleler tarafından sevgiyle karşılanmıştır. Çünkü o, Müslümanlara var olduklarını hissettiriyor, özgüven aşılıyordu. Şu sözü bu çabasının özetidir: “Bugün, İslam âleminin karşı karşıya bulunduğu mesele ne gayrimüslimler arasında İslam’ı yaymak ne de yeni Müslümanlar kazanmaktır. Bunların hiçbiri İslam dünyası için problem değildir. Esas problem, Müslümanların İslam’dan uzaklaşmaları, yüzlerini Doğu’dan Batı’ya çevirmeleri, Avrupa’nın bayraktarlığını yaptığı sözüm ona medeniyet kervanına katılmaları, Avrupa’nın üzerine oturduğu değerlere bağlanmaları ve onun izini takip etmeleridir.”
Bir başka değerlendirmesinde de yapmamız gerekeni şu ifadelerle özetlemektedir: “Kanaatimce Müslümanların ilk önceliği şu olmalıdır: Herkesten ve her şeyden önce Müslümanların, İslam’ın evrensel ve ahirete kadar geçerli olacak bir sistem olduğuna inanmaları gerekir. Aynı zamanda, toplumu yönetmeye elverişli, çağın ihtiyaçlarına cevap veren ve asrın sorunlarına çözüm getiren yegâne sistem olduğuna kesin şekilde inanmaları, bu konuda herhangi bir tereddüde düşmemeleri icap eder. Tereddüt ve kuşku Müslümanların kendilerine olan güvenlerini sarsar. Çünkü zamanın gerisinde kalmış, tökezleyerek ilerlemeye çalışan bir din, tüm çağları kuşatıcı ebedî bir din olamayacağı gibi toplumun ihtiyaçlarına da cevap veremez. Onun için genelde bütün Müslümanların ve özelde ise topluma öncülük edecek olan davetçilerin İslam’ın üstünlüğüne ve toplumun maslahatlarına en uygun sistem olduğuna dair inançlarını tazelemeleri gerekir. Bu ilk adımdır. Diğer adımlar bundan sonra gelecektir.”
Nedvi’nin değerlerimize dönme çağrısı ve çabası bazılarınca son yüzyıldaki Selefilik hareketiyle irtibatlandırılmıştır. Suudi Arabistan’da büyük saygı görmesi de buna delil olarak gösterilmiştir. Oysa bu doğru değildir. Çünkü onun amacı, dinî hayatı güçlendiren köklerimizden ödün vermeden İslam’ı yaşamaktı. Bu yöntem Selefilik tarafından da benimsendiğinden ikisi arasında bir ilişki kurulmaya çalışılmıştır. Sonuç olarak, tüm Müslümanların sevgisini kazanmış bir bilgeyi bir harekete mahkûm etmek onun çabasını sınırlandırmak olur.
Nedvi’nin çağları aşan üslubu
Dünyayı tanıyan, değişik inanç mensuplarıyla bir arada yaşayan ve birkaç dil bilen davetçilerin hepsinde görülen durum Nedvi’de de çok belirgindir: Söylemi dengelidir, insan kazanmaya yöneliktir ve ötekileştirici değildir. Kitaplarını okuyan kimse, yazarın kendisiyle kucaklaşmaya çalıştığını anlar. Bunun yanında o, davet edeceği kitleyle ilgili önceden hazırlık yaptığından muhataplarını tanır ve ona uygun bir söylem gerçekleştirirdi. Bu yöntem, günümüz İslam davetçilerince örnek alınması gereken bir durumdur.
Bunun yanında, çalışmalarında İmam Gazali’nin İhya’sı, İbn Kayyım el-Cevziyye’nin Zadu’l-Mead’ı ile Şah Veliyyullah ed-Dihlevi’nin Huccetullahi’l-Baliğa’sının izlerini görmek mümkündür. Ayrıca zamanının büyük mutasavvıfı ve bilgini Abdulkadir Raypuri ile meşhur davetçi âlim Muhammed İlyas Kandehlevi onu dinin öğretilmesi hususunda nasıl bir yöntem takip etmesi hususunda çok etkilemişlerdir. Bu nedenle ıslahat, ruh terbiyesi, tebliğ ve toplumu irşad hususunda onların yöntemini takip etmiştir. Hatta Hindularla barış içinde yaşamak için üniversite bünyesinde İnsanlık Mesajı Hareketi ile İlmî İslam Akademisini kurmuştur. Bunun yanında Hayatu’s-Sahabe yazarı Muhammed İlyas Kandehlevi’nin oğlu Muhammed Yusuf Kandehlevi de etkilendiği kimselerdendir. Onun metodu da İslam büyükleri üzerinden dini sevdirmek şeklindeydi. Tüm bu saydığımız zevat, onun yöntem ve üslubunu belirleyen, nezaket dilini kuşanmasını ve ümmetçi olmasını sağlayan İslam büyükleriydi.
Nedvi’nin eğitim üzerine düşünceleri
Tüm hayatı ilimle geçen ve İslam dünyasındaki dinî eğitim sistemlerini yakından takip eden Nedvi, eksikleri çok iyi görebiliyordu. Bu nedenle İslam’ın kaynakları ile zorlaştırılmış gelenek arasındaki eğitim faaliyetlerinin güncellenmesi gerektiğini, maziyi birebir tekrar etmekle yetinmenin yanlış olduğunu düşünürdü. Ayrıca medreselerde hocalık yapanların âlim olmak yanında gençlerin psikolojilerini de bilmeleri, dünya malına ehemmiyet vermemeyi öğretmeleri, talebeyi peygamberlerin halefleri olarak yetiştirmeleri gerektiğini belirtirdi. Bu husustaki kusurumuzu şöyle özetlerdi: “Kanaatimce en büyük sorunumuz, hem İslam’ı iyi bir şekilde tanıyan hem de asrın şartlarını ve ihtiyaçlarını bilen şuurlu davetçilerin olmayışıdır. Müslümanların bir yandan inandıkları İslam’ın ne olduğunu iyice öğrenmeleri öte yandan içinde yaşadıkları toplumun şartlarını iyi değerlendirmeleri gerekir. Bu konudaki sorunlarımızın hâlâ devam ettiği kanaatindeyim.”
Nedvi, her konuda olduğu gibi bu konuda da peygamberleri kendimize örnek almamız gerektiğini dile getirmiştir. Elçilerin davet çalışmalarına baktığımızda ise şu hususların öne çıktığını söylemiştir: 1. Her durumda Allah’a iltica. 2. Maddi beklenti içinde olmama. 3. Yılmadan, ara vermeden, sıkıntılara sabrederek davet çalışmalarını kesintisiz yürütme. 4.Kalp ve beden de dâhil her şeyi davete verme. Daveti hayatın içindeki işlerden biri konumuna indirgememek. Elektriğin tellerde akması misali davetin tüm hücrelerde dolaşmasını sağlamak. 5. Davet için gençler yetiştirmek.
Eserleri
Arapça, Urduca ve İngilizce olarak yazdığı, keza konferanslarından ve derslerinden derlenen kitap ve risalelerin sayısı yüz yetmiş civarındadır. Bunları biyografi ve tarih, dinî ilimler ve siyer, dinî hayat ve toplumsal konular, İslami edebiyat ve seyahatnameler şeklinde dört başlık altında toplamak mümkündür. Türkçe dâhil dünyanın pek çok diline çevrilen kitaplarının öne çıkanları şunlardır: 1. Müslümanların Gerilemesi ile Dünya Ne Kaybetti. 2. İslam Fikir ve Davet Adamları. 3. İkbal’in Şahserleri. 4. Kitap, Sünnet ve Nebevi Siret Işığında Akide. 5. İbadet ve Yaşam. 6. Nebevi Siret. 7. Yeniden İslam’a. 8. Din ve Medeniyet Arasında. 9. Müslümanlar ve Filistin Davası.