Makale

MİLLÎ MÜCADELE’NİN FİKİR VE HAREKET LİDERİ

MİLLÎ MÜCADELE’NİN FİKİR VE HAREKET LİDERİ


Gökhan GÖKÇEK


Cumhuriyet’in 100 yılını devirdiğimiz şu günlerde bizi biz yapan, Türk milletinin temel ortak değerlerinden bahis açacak olursak bu anlamda ilk söyleyeceğimiz, şüphesiz “İstiklal Marşı” olacaktır. Birinci Cihan Harbi’nden mağluplar safında çıkan Osmanlı Devleti’nin işgal edilmiş topraklarını 200 yıldır bitmek bilmeyen savaşların ağır yüküne rağmen bir millet sırtlar. Nihayetinde büyük bir zafer elde edilir ve bağımsız Türkiye Cumhuriyeti kurulur. Türkiye’nin ortak sembolleri arasında yer alan İstiklal Marşı’nın şairi olan Mehmet Akif de en az İstiklal Marşı kadar 85 milyonun ortak paydasında sayılabilecekler arasındadır. Mehmet Akif; modern Türkiye Cumhuriyeti’nde İslamcı, şair ve düşünür olarak özetlenir. O daha çok verdiği vaazlarla, kelimeleri sadırlara taşıdığı şiirleriyle ve insanları tefekkür denizine iten düşünsel yazılarıyla maruftur. Bu bakımdan Mehmet Akif’e, tabiri caizse salt “fikir adamı” misyonu yüklenir. Ancak Mehmet Akif Ersoy bundan çok daha fazlasıdır. O aynı zamanda ittihatçı hatta ittihatçıların kurduğu gayr-i nizami harp örgütü olan Teşkilat-ı Mahsusa namına faaliyetler yürüten bir isimdir. Bununla birlikte cephede fiilen düşmana karşı savaşmasa da cephe ardında milleti Çanakkale Harbi’ne ve Millî Mücadele’ye kenetlemek namına köy köy, ilçe ilçe, il il dolaşan, fikriyle hürriyetin, sözleriyle istiklalin ve hitabıyla istikbalin cihadını yapan bir isimdir. Mehmet Akif, bu bakımdan hem bir fikir insanı hem de bu fikirlerin kuvveden fiile geçirmesini başarmış bir aksiyon insanıdır. Onun aksiyoner tarafını ise şüphesiz en çok Millî Mücadele döneminde görmekteyiz.
Osmanlı Devleti’nin deyim yerindeyse bel kemiğini kıracak olan 1877-1878 Osmanlı-Rus Harbi’nden namıdiğer 93 Harbi’nden 4 yıl önce dünyaya gelen Akif, Mehmet Tahir Efendi ile Emine Şerif Hanım’ın evlatlarıdır. Babası Arnavutluk’ta dünyaya gelir, akabinde İstanbul’a göç ederler. Fatih Medresesinde müderrislik yapacak kadar âlim bir zattır. Annesi de aslen Buharalıdır. Baytar Mektebi’nden mezun olan Akif, gençlik yıllarında Babanzade Ahmed Naim’in yazılarını takip eder. Güçlü bir dindarlıkla büyüyen Akif, devletin dağılma tehlikesi yaşadığı, gayrimüslim unsurların bir bir isyan ederek Osmanlı’dan bağımsızlıklarını kazandığını gördüğü atmosfer karşısında İslamcılık fikrine yönelir. Bu fikrin, devletin dağılmasının önüne geçeceğine inanarak çeşitli dergilerde kaleme aldığı yazılarda İslamcılık fikrini anlatır. Bu anlamda tutum sergileyen Akif, Balkan Harbi’nden sonraki süreçte Osmanlı coğrafyasını gezer. Akabinde patlak veren Birinci Cihan Harbi sırasında Millî Mücadele’yi örgütlemek ve halka istiklali anlatmak için cephe gerisinde büyük mücadeleler verir. Bir anlamda Millî Mücadele’nin manevi önderlerinden olacaktır. Çanakkale Harbi’nden sonra “Korkma! Cehennem olsa gelen, göğsümüzde söndürürüz / Bu yol ki hak yoludur dönme bilmeyiz, yürürüz!” diyen Akif için Millî Mücadele, Türk milletinin varoluş mücadelesidir. O yüzden âdeta karış karış Anadolu’yu gezer ve memleketteki herkesi bu haklı davaya destek olmaya davet eder.
Birinci Cihan Harbi’nin galipleri olan İtilaf Devletleri, Mondros Mütarekesi’ne dayanarak Osmanlı Devleti’nin topraklarını işgal ederler. Yine mezkûr anlaşmadan mütevellit oluşan kaosları bahane ederek yeni işgallerde bulunurlar. Tam bu sırada Osmanlı Devleti’nde bazı gruplar ortaya çıkar. Bunların ekseriyeti mandacılığı savunurlar veya işgale göz yumarlar. Bu fikirleri maalesef dönemin anlı şanlı şair ve yazarları da zikretmektedir. Ancak Türk milletinin istiklal ve mücadeleden başka bir çaresinin olmadığını düşünenler de vardı. Mehmet Akif de bunlardan biriydi. Ona göre; “Türklerin yirmi beş asırdan beri istiklallerini muhafaza etmiş oldukları müspet bir hakikattir. Türkler istiklal ve hürriyetsiz yaşayamazlardır.” (İkinci Meşrutiyet’ten Milli Mücadeleye Mehmet Akif, yayına hazırlayan Necmettin Turinay, TBMM Yayınları.) Bu anlamda işgalcilere karşı direnenlerin safına geçen Mehmet Akif; “Millî Müdafaa Cemiyetinin İrşad Heyeti”nde yer alır. Beyazıt, Fatih ve Süleymaniye gibi selatin camilerinde vaazlar verir. O dönemde çıkan her yayında hürriyet fikrini işler. Henüz Millî Mücadele’nin Mustafa Kemal Paşa öncülüğünde ulusal hâle gelmediği bu dönemlerde o âdeta, bu mücadelenin zeminini fikirlerini yayacak aksiyonu göstererek özenle hazırlar. Balıkesir Zağanos Paşa Camii’nde verdiği meşhur vaazından sonra işgalcilerin kendisine hayat hakkı tanımayacağını anlar. Gizli bir şekilde Millî Mücadele’nin kalbi ve karargâhı olan Ankara’ya, 24 Nisan 1920’de ulaşır. TBMM’nin açılışından bir gün sonra Ankara’ya ulaşabilen Akif, dönemin Şeyhülislamının İstiklal Harbi karşıtı fetvasından sonra çıkan isyanlar sebebiyle Ankara’ya ancak iki haftada varabilir.
Ankara’dan Anadolu’ya Sefer Vakti
TBMM’nin açılışından bir gün sonra Ankara’ya ulaşan Akif, hemen işe koyulur. O zaten hiçbir zaman bildiğini yapmaktan geri durmaz. Ankara’nın maneviyat merkezi olarak Hacı Bayram Veli Camii’nde 30 Nisan 1920’de vaazlarına başlar. Dergisi Sebilürreşad’ı burada yeniden yayımlar. Daha sonra Ankara’ya, TBMM’ye destek olan Türk milletinin manevi cephesini güçlendirmek için işgalcilerin tehditlerine rağmen Anadolu’ya hürriyet çağrısı seferine çıkar. Bu anlamda Eskişehir, Konya, Kastamonu, Burdur, Afyon ve Antalya’da vatandaşla buluşur. Camilerin kürsülerinden Millî Mücadele lehinde hitaplar gerçekleştirir. Vaazlarında Kur’an’dan sünnete, tarihten edebiyata kadar her türlü ilmin mecmuu olan bir üslupla milleti son bir kez daha gayrete davet eder. Özellikle Kastamonu Nasrullah Camii kürsüsünde söylediği şu sözler; kalplere birer mıh gibi saplanır: “Müslümanlar! Sakın ‘Millî Hareket’ aleyhinde olanların sözlerine kulak asmayınız. Çünkü onlar halkımızı köle hâline getirmek istiyorlar.”
O gidebildiği her yere giderek Türk milletini, haklı bir kıyama davet eder. Umutsuzluğun yayıldığı her dönemde Akif, sözleriyle TBMM’ye daima umut olmuş ve istikbali hatırlatmıştır. Şüphesiz atiyi hatırlatan ve Mehmet Akif’in aksiyonunu ortaya koyan en büyük eseri ise İstiklal Marşı’dır. Maarif Vekaleti’nin “ulusal marş” için düzenlediği yarışmaya, karşılığında bir ücret olduğu için katılmaz. Ancak Anadolu’nun çok büyük bir kısmının işgal edildiği o günlerde bunu kendisine bir vazife olarak addeder. İncelenen marşlar arasında onun kaleme aldığı bu şiir; TBMM’de defalarca ayakta okunur. Nihayetinde 12 Mart 1921’de “İstiklal Marşı” olarak kabul görür.
“Kahraman Türk Ordusu”na ithaf ettiği bu şiir, kıyamete kadar yaşaması için gayret ettiğimiz Türkiye’nin ortak değerleri arasında ilk sıradadır. Bizlere kudret ve kuvvet veren bu şiir, şüphesiz Mehmet Akif’in mücadeleci tarafının bir sonucudur. Bu anlamda merhum Mehmet Akif Ersoy’u salt bir şair ve fikir adamı olarak yorumlamanın, onu eksik anlamak olacağının altını çizmek gerekir. Bilvesile Mehmet Akif Ersoy konulu bu yazıdan mülhem; İstiklal Marşı’nın ithaf edildiği “Türk Ordusu”nu ve “İstiklal Şairi”ni rahmet ve minnetle yâd ediyorum.