Makale

KALEMİN DİLE GELDİĞİ SANAT Hüsn-İ Hat

KALEMİN DİLE GELDİĞİ SANAT Hüsn-İ Hat

Mefra Bilge DÖNMEZ
Bursa Osmangazi Kur’an Kursu Öğreticisi

Hüsn-i hat olarak isimlendirilen “Arap yazısını estetik ölçülere bağlı kalıp güzel bir şekilde yazma sanatı” kaynaklarda, “Cismani aletlerle meydana getirilen ruhani bir hendesedir.” (“Çini” md., TDV İslam Ansiklopedisi, c.16, s.427-437.) şeklinde tarif edilmiştir. Dünya üzerindeki hiçbir dilin alfabesinde görülmeyen bu benzersiz güzellik ve ahenk, bu tanımın ne denli yerinde olduğunu gözlere aşikâr kılmıştır.
“Başlangıçta ‘Arap hattı’ olarak nitelendirilen bu yazı stili, hicretten birkaç asır sonra İslam ümmetinin ortak değeri hâline gelmiş ve ‘İslam hattı’ vasfını kazanmıştır.” (“Çini” md., TDV İslam Ansiklopedisi, c.16, s.427-437.) Yazının sanatsal bir seviyeye yükselmesi ise İslamiyet’ten sonra hicreti takip eden bir asır içinde tedricen güzelleşerek hüsn-i hat üzerinde unutulmaz izler bırakmıştır.
Arapça “hatt” mastarından türeyen ve “yazı, çizgi, çığır, yol” (Derman, Uğur, TDV İslam Ansiklopedisi c.16, s.427-437.) manalarına gelen hat sanatı, hüsn-i hat ile ulaşılan yolculuğu ve fevkalade inkişafı hengâmında müminlere, çizgi ve yazılarıyla âdeta yol göstermiş, hayatlarında çığır açmış, sinelerinde saklı olgunluğa erişmelerinde rehber vazifesi üstlenmiştir.
Hattatlar, Peygamber-i Zişan’ın “Allah Teâlâ, birinizin yaptığı işi en iyi şekilde yapmasından memnun kalır.” (Beyhaki, Şuabü’l-iman, 4/334.) hadisi ile amel etmiş, hüsn-i hat sanatını “kalemin hakkını vermek” üzere tarif etmişlerdir.
Hat sanatı, Kur’an’ı Kerim’de adına sure indirilen, ilk nazil olan ayetlerde ismi geçen kalemin hayatımızda bıraktığı izi, resmeder. Bu eşsiz sanat, kamıştan kalemin yontulması ile başlar. “İnsana kalemle yazı yazmayı öğreten, bilmediğini bildirendir.” (Alak, 96/4-5.) ayetinde buyrulduğu üzere, kalem nice sırların başlangıcı, nice ilim kapılarını açan bir anahtar hükmündedir insanlık için. Kalem öylesine değerli öylesine vazgeçilmezdir ki İslam âleminde, kamışın kullanıma hazır hâle gelmesi için yontulması işlemi ve yonga adı verilen kamış kırpıntıları, hattatların dünyasında paha biçilmez bir değeri haizdir. Âdeta hürmete layık, israfı haram bir ekmek kırıntısı misali, atılıp saçılmaz ve hattatlar tarafından özenle toplanır. Asırlardır süregelen bu kıymetli alışkanlığı, en çarpıcı şekilde gözler önüne seren hadise, Fezail-i A’mal isimli eserde şu şekilde geçmektedir. Meşhur muhaddis İbn-i Cevzi, hadis yazarken yontulmuş kalem kırıntılarını muhafaza eder ve vefatında gasil suyunun bu talaş parçacıkları ile ısıtılmasını ister. O mübarek üstad, isteği üzerine gasledilir, lakin ömrünü ilme adayan o kıymetli muhaddisin kaleminin kırpıntıları o kadar fazladır ki yine de çuvallarda biriktirilmiş yongalar bitmez. (Kandehlevi Muhammed Zekeriyya, Fezail’i A’mâl, 114-115.) Bu tarihî hadiseden anlaşıldığı üzere İslam inancında yalnızca kalem değil, kalemin yongası bile fevkalade bir kıymete sahiptir.
Kamıştan kalemin hazırlanmasının ardından, kâğıdın aharlanması ile devam eder hüsn-i hatta ulaşan bu yolculuk. Yumurta akı, nişasta ve şap ile kâğıdın daha kaygan, pürüzsüz hâle gelmesi ve kalemin kolayca akıp geçmesi için elverişli, homojen bir zemin elde edilir. Kalemin ilme ve sanata ulaştıran serüveninde böylece tüm engeller bertaraf edilmiş olur. Ardından kaliteden ödün verilmemesi gereken mürekkep girer devreye. Kaliteden yoksun bir mürekkep, en fazla elli yıl dayanabilirken hakiki bir is mürekkebi bin yılı aşkın süre hattı muhafaza etmektedir. İşte bu sebeple keten tohumundan çıkan bezir yağı gibi maddelerden elde edilmesi tercih edilir.
“Rabbi yessir…” ile başlayan bu kıymettar yolculuk, nice şaheserlere ulaşır, temaşa ehlini hayran bırakır. Müslümanın hayatının vazgeçilmezi ifrat ve tefritten uzaklık, bu sanatta fevkalade güzellikte çıkar karşımıza. Hokkanın içine yerleştirilen lika, mürekkebin ne eksik ne fazla, tam kararında gelmesini sağlar kamışa. Her bir çizgisi noktalardan ibaret ölçülerle belirlenmiş harfler, dengeli ve ölçülü bir hayatın güzelliğini resmeder. İnsaniyetin ilk ve en önemli mertebesi olan güzel ahlakı dokuyan bir tezgâh gibidir hat sanatı ve düğüm misali her bir noktası ile örülür şerefyab ahlak abası. Bir peygamber duruşu gibi günahtan mahfuz, zelle misal en ufak bir aşma ve taşmadan beri, ölçü ve nizam dolu bir hayat serüveni gibi muntazamdır satırlar, imrenerek seyreder onları hayret dolu bakışlar.
Sülüs, rika, celi, divani, reyhani yazılarından her biri yerine ve zamanına uygun niteliğe göre tercih edilir. Mesela devletin üst düzey yazışmalarında celi divani muvafık görülürken, günlük yazışmalar ve mektuplarda rika tarzı kullanılmaktadır. Osmanlı bu konuda öylesine hassas tercihlerde bulunmuş, hat sanatının gelişimine öyle büyük katkılar sunmuştur ki, “Kur’an-ı Kerim, Hicaz’da indirildi, Mısır’da okundu, İstanbul’da yazıldı.” sözü dillere pelesenk olmuştur.
Bunun en kıymetli misali şüphesiz, Kayışzade Hafız Osman Efendi’nin hat sanatına kazandırmış olduklarıdır. Bugün tüm dünyada meşhur olmuş, ayet-berkenar hususiyetini, yani satır ve sayfa ölçülerini tespit etmiş, her bir sayfanın ayetle başlayıp yine ayetle bitmesi, ayetin bölünüp diğer sayfaya geçmemesi şeklindeki Kur’an’ın saklı bir mucizesini, ihlas ve samimiyet ile Kur’an’a ömrünü adamanın neticesinde açığa çıkarmak ona nasip olmuştur. Günümüzde Mushaflar 15 satıra tekabül eden bir sayfa düzeninde yazılıp basılmaktadır. Lakin bu ölçünün bilinmediği dönemlerde merhum Kayışzade Osman Efendi, sayfa için “müdayene” ayetini, satır nizamı olarak “İhlas” ve “Kevser” surelerini ölçü kabul ettiğinde, her sayfanın ayetle başlayıp ayetle bitmesi mucizesine şahit olmuş ve âdeta ezelden takdir-i Hüda’nın belirlediği sayfa ve satır ölçüsünü ilk defa açığa çıkaran bir hat üstadı olarak kabul edilmiştir tüm dünyada. (Bediüzzaman Said Nursi, Mektubat, s. 232.)
Evet, hüsn-i hat sanatının erbabı olan hattatlar, mucizatına şahit olduğumuz Kur’an-ı Kerim’in, sadece tilavetiyle değil lafzıyla da mucize olduğunu temaşa ettirir müdakkik gözlere. Her bir harfin esrarını fısıldar yüreklere. Nefesini tutup harflerin hassas bir ölçü barındıran kavislerinde edeple ilerlerken kamıştan kalemi, içli bir ney misali inleyerek yürekleri fetheder.
“Aşk olmadan meşk olmaz.” sözü, hüsn-i hat sanatından hayatımıza yansımıştır ve aslında bu sanatın gece gündüz, her daim bir sevda yolculuğunda seyredip azim ve istikrar dolu bir çalışmanın neticesinde ulaşılan bir münteha oluşunun hoş bir ifadesidir.
Asırlarca emek verilmiş, inkişaf etmiş bu kıymetli sanatı tarif etmeye kelimelerin kâfi gelmeyeceği aşikârdır. Biz de bir dua mahiyetinde Arif Nihat Asya’nın kıymetli dizeleriyle yazımızı nihayete erdirelim ve nice Hafız Osman, Hamit Aytaç, Necmeddin Okyay gibi üstadların tekrar yetişmesini Rabbimizden niyaz edelim.
Yüreklerden taşsın
Yine imanlar!
Itri, bestelesin tekbirini;
Evliya okusun Kur’an’lar!
Ve Kur’an’ı göz nuruyla çoğaltsın
Kayışzade Osman’lar!