Makale

DİN HİZMETLERİ VE DİN EĞİTİMİNDE ÜÇ PAYDAŞ KURUM

DİN HİZMETLERİ VE DİN EĞİTİMİNDE
ÜÇ PAYDAŞ KURUM


Prof. Dr. İbrahim Hilmi KARSLI
Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı

Diyanet, ilahiyat/İslami ilimler ve imam hatipler, dinî değerlerin eğitimi, öğretimi, yaşanması ve medeniyetimizin inşası konusunda sorumluluk üstlenmiş üç kurumdur. Her üç kurum da vaktiyle zor şartlarda kurulmuş, ancak milletimizin hayırları, destekleri ve yetkililerin teşvikleriyle gittikçe büyümüş ve bugün itibarıyla oldukça önemli bir noktaya gelmişlerdir. Bu güzide kurumlar son dönemlerde ülkemizin dört bir tarafında neşet etmiştir. Yine her üç kurum, kendilerine has yapılanmaları, din hizmetleri, müfredat ve programlarıyla İslam dünyasının büyük çoğunluğunda bulunmayan özellikler göstermektedirler.
Milletimizin bu üç kurumdan beklentileri büyüktür. Çünkü hem kendi yaratılışının anlamını hem neslinin dünya ve ahiret saadetini hem de ülkenin bekasını İslam’da görmektedir. Diyanet İşleri Başkanlığı, gerek din hizmetleri gerekse din eğitimi faaliyetleriyle toplumla iç içedir. Toplum ise doğru ile yanlışın, güzel ile çirkinin ve hak ile batılın mücadele alanıdır. DİB, teşkilat olarak tevhidin, hayrın, sulhun, hak ve hakikatin ikamesi için gayret göstermekte, yurt içi ve yurt dışında değişik alanlarda hizmet üretmektedir. Sadece milletimizin değil, diğer Müslüman toplulukların DİB’den beklentileri de gittikçe artmaktadır.
Aynı gaye etrafında çalışan üç paydaş kurum, birbiriyle organik bağlar içindedir. Âdeta birleşik kaplar misali, verilen din hizmetleri ve din eğitimi faaliyetlerinde birbirlerini desteklemektedir. Millet DİB’e bakıyor, ondan hizmet bekliyor. DİB de imam hatip ve ilahiyatlara bakıyor. Çünkü bütün hizmetlerini bu kurumlardan yetişen personelle yapmaktadır. Dolayısıyla onların başarısı DİB’in başarısına, aksi bir durum da DİB’in hizmetlerinin olumsuz yönde etkilenmesine sebep olmaktadır.
Yüksek din eğitimi ve istihdam alanlarının ihtiyaçları
Başlangıçta ilahiyat fakültelerinin kuruluş amacı, yüksek diniyat mütehassısları yetiştirmek ve üst düzey bilgi üretmek şeklinde belirlenmiştir. Bahsettiğimiz türden oldukça idealist ve genel ifadeler, bugün de ilahiyat fakültesi internet sitelerinde çokça mevcuttur. Ancak din eğitimi uygulamalarımıza baktığımızda, bu amaçların lisans düzeyinde dün olduğu gibi bugün de gerçekleştirilemediği bir gerçektir. Bu amaçları gerçekleştirmek daha çok lisans sonrası kariyer basamaklarında mümkün olabilmektedir.
Peki, ilahiyatlar/İslami ilimler fakülteleri, istihdam alanlarının ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde bilgi, beceri sahibi ve dinî değerlerle donanımlı elemanlar yetiştirebilmekte midir? Bu fakültelerden mezun olan öğrencilerin, İslami ilimler, felsefe ve din bilimleri yine medeniyet tarihimizle ilgili genel bir bilgi sahibi olduklarında şüphe yoktur. Ancak istihdam alanlarının ihtiyaçlarını karşılayacak bir bilgi ve pratik kazandıklarını söylemek zordur. DİB bu durumu, yaptığı imtihanlarda görmekte, ilgili ve yetkili herkes de bu tabloyu gözlemlemektedir.
Bugün ilahiyat/İslami ilimler mezunlarının, bilgi, beceri ve yetkinliklerini, daha ziyade meslek hayatına atıldıktan sonra deneme yanılma yoluyla kazandıkları anlaşılmaktadır. Yapılan bir alan araştırmasında mezunlar, büyük çoğunluğu itibarıyla yüksek din öğretiminin, yaptıkları göreve kendilerini hazırlamadığını belirtmişlerdir. Bu araştırmanın ortaya koyduğu bir diğer gerçek de mezunların fakültede aldıkları bilginin, hayatın gerçek sorunlarıyla bağının pek olmadığını belirtmeleridir. (Süleyman Akyürek, “Mezunlarına Göre Yüksek Din Öğretiminin Eksik Yönleri”, Uluslararası Yüksek Din Öğretimi Sempozyumu, (24-25 Ekim 2019, Malatya), İnönü Ün. Yay., 221)
Diğer taraftan ilahiyat/İslami ilimler fakültelerinin amaç, vizyon ve misyonları ile ilgili yapılan araştırmada şu sonuca varılmıştır: “Öğrencilerin belirli bir amaca yönlendirilmesi ve yeterlikleri konularında net hedefler ortaya konmamaktadır. Uygulamada da çalışma alanlarının gerektirdiği müşahhas bilgi ve becerilerden bahsedilmemektedir. Bu da önemli bir boşluk ve eksiklik oluşturmaktadır. Oysa hem hocanın hem program ve müfredatın hem de öğrencinin belirli bir hedefe yönelmesi nitelikli mezunların yetişmesi açısından oldukça önemlidir.” (Safinaz Asri, “Yüksek Din Öğretiminde Gelecek Perspektifini Etkileyen Unsur Olarak Amaç ”, Uluslararası Yüksek Din Öğretimi Sempozyumu, (24-25 Ekim 2019, Malatya), İnönü Ün. Yay., 89-90.)
Nitelikli elemana olan ihtiyaç
İmam hatiplikten müftülüğe birçok alanıyla din hizmetlerinin, köklü İslami referansları, tarih ve kültürümüze mal olmuş geçmişleri dolayısıyla dinî değerlere bağlı toplumsal kesimlerde değer verilen görevler olduğunda kuşku yoktur. Ancak bu hizmetlerin, geçen asırda başlatılan çağdaşlaşma politikaları, günümüzde seküler merkezli anlayış ve uygulamalar yine özlük hakları ve istihdam alanlarının sağladığı maddi imkânların sınırlı olmasının bir sonucu olarak birçok mesleğe göre fazla ilgi görmediği de bir gerçektir. Özlük hakları itibarıyla bu mesleklere teşvik edici çabalara rağmen, hâlâ bahsedilen hizmet alanlarına ilginin istenilen düzeyde olmadığını görüyoruz. Mezunların Diyanet hizmetlerine göre MEB’de öğretmenliğe ağırlık vermeleri de tespitlerimizi doğrulamaktadır. Din eğitimcisi Nurullah Altaş, mezun olan öğrencilerin her dördünden birisinin, Diyanet’i hiçbir şekilde düşünmediklerini, gündemine alan öğrencilerin ise öğretmenliğe atanmadıkları takdirde 3. veya 4. seçenekte maişet alanı olarak Diyanet’e yöneldiklerini ifade etmektedir. (Nurullah Altaş, “İlahiyat Fakültelerinin Geleceği Üzerine Bir Değerlendirme”, İbrahim Turan, Faruk Sancar (Ed.), Türkiye’de Yüksek Din Öğretimi, Samsun 2019, 190.)
Din hizmetleri, din eğitimi ve ilmî çalışmalarda verimliliğin geleceği açısından iki konuya dikkat çekilmesinde fayda vardır. Birincisi, imam hatip liselerinden ilahiyata gelen öğrenci kaynağının nitelikli hâle gelmesi ve zenginleştirilmesi için çalışmalar yapılmalıdır. Bu, dinî hayatımızı yine İslam düşünce ve medeniyetinin geleceğini doğrudan etkileyen temel bir meseledir. Çünkü eğitim ve irşad faaliyetlerinde verimlilik, dinî ilimlerde gelişme, düşüncede tecdid, kısaca medeniyetimizin inkişafı; ancak kabiliyetli, idealist, çalışkan, ufuklu elemanlarla mümkündür. Tabii ki müfredat ve programların iyi hazırlanması ve eğitim faaliyetlerinin verimli olması da buna ilave edilmelidir.
İletişim teknolojisinin hızla geliştiği, kültürler arası etkileşim ve sosyal değişimin alabildiğine arttığı günümüz şartlarında, din hizmetleri ve din eğitiminde kalite ve verimliliğin artırılması oldukça önemli bir hâle gelmiştir. Her alanda başarılı imam hatip mezunlarının bulunması elbette ki sevindirici bir durumdur. Ancak İslam dünyasının esas sorununun bir medeniyet sorunu olduğu, bunun çözümünün de yüksek din öğretiminde akademik ve ilmî kalitenin geliştirilmesine bağlı bulunduğu unutulmamalıdır. Şu hâlde, başarılı öğrencilerin ilahiyat fakültelerine kazandırılması konusunda, imam hatipli öğrenciler üzerinde tanıtım ve teşvike yönelik ciddi çalışmalar yapılmalıdır. Burada her üç paydaş kuruma da görevler düşmektedir. İkinci konu da şudur: Eğitim, hukuk ve tıp fakültelerinde olduğu gibi yüksek din eğitimine girişte de asgari yüzdelik başarı diliminin belirlenmesidir.
Diğer taraftan DİB, istihdam alanları ve faaliyet coğrafyası gittikçe genişleyen ve çeşitlenen bir kurumdur. Şu anda yurt dışında üst düzey müşavir, ataşe ve koordinatörler de dâhil olmak üzere toplam iki bin beş yüz civarında Diyanet personeli çalışmaktadır. Bu, Başkanlık personeli açısından önemli bir imkân oluşturmaktadır. Sınırlı ölçüde de olsa hac ve umre hizmetlerinin personele kutsal beldelerde görev yapma fırsatı sunması da buna ilave edilebilir. Aslında bu imkânlar, ilahiyat /İslami ilimler mezunlarının DİB’i tercih etmeleri açısından cazip bir durumdur. Çünkü yurt dışında çalışmanın prestiji ve bunun özlük haklarına yansımalarının iyi olması doğal olarak bunu akla getirmektedir. Ancak böyle olmadığına daha önce de işaret ettik. Burada kurumun etrafında oluşturulan yanlış algıların, gerçek yüzünün tanınmamasından kaynaklı olduğu anlaşılmaktadır. Şu hâlde yapılması gereken, ilahiyat/İslami ilimler öğrencilerinin, daha ilk yıldan itibaren DİB bünyesinde kendilerine sağlanacak istihdam alanları ve kariyer imkânları konusunda bilgilendirilmeleridir. Bu konuda fakülteler ve Başkanlığın ortak bir çalışma yapmasına ihtiyaç vardır. Böylece Başkanlığın yurt içi ve yurt dışında yürüttüğü etkili ve kapsamlı çalışmalar hakkında öğrencilere tatmin edici bilgiler vermek mümkün olacaktır.
Malum olduğu üzere DİB bir kamu kuruluşu olup din konusunda toplumu aydınlatmak sorumluluğu yasalarla kendisine verilmiştir. Vatandaş, din hizmetlerinde bir eksiklik ve aksama gördüğü zaman, haklı olarak Başkanlık yetkililerini muhatap almaktadır. Oysa personelin DİB’e gelmeden önce uzun bir tahsil hikâyesi vardır. İmam hatip ve ilahiyat yıllarını birlikte düşündüğümüzde on üç yıl gibi azımsanmayacak bir süre din eğitim ve öğretiminden geçmektedir. Dolayısıyla DİB’in hizmet kalitesi ve başarısı, personelin bu kurumlardan aldığı eğitim ve öğretimin kalite ve başarısıyla doğrudan ilişkilidir.
DİB’in, kendisinin yetiştirmediği elemanları istihdam etmek durumunda kalması, kurumsal olarak sunulan din hizmetlerinde birçok zorluğu beraberinde getirmektedir. Başkanlık bu zorlukları göğüslemekte büyük sıkıntılarla karşılaşmaktadır. Üstelik bu, devlet imkânlarının yerli yerince kullanılması açısından da bir problem oluşturmaktadır. Söz gelimi lisans eğitimi esnasında hemen hemen sıfır maliyetle yapılacak bir eğitimin, mesleğe başladıktan sonra tamamlanmaya çalışılması büyük masraflara ve maliyetlere yol açmaktadır.
İlahiyat/İslami ilimler mezunlarının DİB’de staj yapmaları
Mezunların DİB’de staj yapmamaları önemli bir eksikliktir. Ancak son zamanlarda bu konuda olumlu bazı adımların atıldığı görülmektedir. Mesela Cumhurbaşkanlığı İnsan Kaynakları Ofisi himayesinde, 2020 yılından itibaren üniversite öğrencileri için staj seferberliği başlatılmıştır. Sisteme başvuran fakülte öğrencilerinin tamamına staj teklifi götürülmüş ve kabul edenler Başkanlığın çeşitli kademelerinde staj görmüşlerdir. Son başvurular neticesinde yedi bini aşkın adayın, DİB’de staj yapması planlanmaktadır. Dolayısıyla gelecek yıllarda da ilahiyat/İslami ilimler Fakülteleri dekanlıklarının, öğrencilerin kurumumuzda staj yapmaları konusunda teşvik ve destekleri önem arz etmektedir.
Mezunlar, MEB okullarında olduğu şekliyle Başkanlığın cami, Kur’an kursu vb. hizmet alanlarında staj yapmamaktadırlar. Bazı fakülteler, il müftülükleriyle yapılan protokoller çerçevesinde mezunlarına din hizmetleri alanında staj yaptırmaktadırlar. Ancak bu oldukça sınırlı bir seviyede kalmaktadır. Dolayısıyla bu konunun, bütün ilahiyat/İslami ilimler fakültelerini kapsayacak şekilde düzenli ve verimli bir uygulama olması için, ortak bir norm hâline getirilmesi konusu ciddiyetle ele alınmalıdır.
DİB’e yönelik formasyon ve manevi rehberlik dersleri
Yüksek din öğretiminde pedagojik formasyon dersleri arasına DİB’in ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde bir düzenlemenin yapılması çoktandır ihmal edilen bir konudur. MEB’e yönelik öğretmenlik formasyonu uzun yıllardır verildiği hâlde Başkanlığın gerçekleştirdiği ve gittikçe genişleyen eğitim faaliyetlerine yönelik bir formasyonun verilmemesini anlamak zordur. Dolayısıyla Başkanlığın din hizmetlerinin daha etkili ve verimliliği açısından bu konu, vakit geçirilmeden ele alınmalı ve ihtiyaçları karşılayacak şekilde bir düzenlemeye gidilmelidir.
Bilindiği üzere DİB’in 4-6 yaş kurslarına toplum büyük bir teveccüh göstermektedir. Dolayısıyla hem lisans hem de lisans sonrası programlarda buna yönelik birtakım düzenlemelere gitmek icap ediyor. Mesela formasyon derslerinin içeriği zenginleştirilerek 4-6 yaş grubu kursların programına katkı sağlamak üzere, “değerler eğitimi” konulu bir derse yer verilmesi önemli bir ihtiyaçtır. Ayrıca din eğitimi zorunlu dersinin kredi sayısı artırılarak; “çocukluk dönemi din eğitimi”, “yetişkinlere yönelik din eğitimi” gibi bölümlere ayrılması, yine erken çocukluk ahlak ve değerler eğitimi alanında tezli/tezsiz yüksek lisans programlarının açılması ve bu programa Kur’an kursu öğreticisi olarak görev yapan adayların öncelikli olarak alınmasına ihtiyaç vardır. Bunlara ilave olarak “yaygın din eğitimi” seçmeli derslerinin eğitim programına dâhil edilmesi de bir diğer konudur.
Öte taraftan DİB, toplumun dezavantajlı kesimlerine manevi rehberlik ve destek vermek amacıyla çeşitli kurum ve kuruluşlarla protokoller yapmıştır. Bu bağlamda cezaevleri, hastaneler, kadın konuk evleri, yaşlı bakım evleri, sevgi evleri, KYK yurtları gibi alanlarda manevi rehberlik ve destek hizmetleri vermektedir. Malum olduğu üzere bu hizmet alanlarındaki hedef kitlenin özellikleri, beklentileri, ihtiyaçları birbirinden farklıdır. Her biri ayrı uzmanlığı gerektiren bu alanlarda, istihdam edilecek personelin yeterlikleri kısa süreli eğitim ve seminerlerle karşılanmaya çalışılmaktadır. Ancak söz konusu bilgi ve becerilerin lisans aşamasında kazanılması, daha gerçekçi ve kaynakların yerli yerince kullanımı açısından önemlidir. Bu bağlamda yüksek din öğretimi programları arasında manevi rehberlik ve destek derslerinin konulması, toplumun ihtiyacı olan hizmetlerin verimliliği açısından oldukça önemlidir.
DİB’in yurt dışı hizmetleri
Başkanlığın yurt dışı hizmetleri eskiye göre oldukça genişlemiştir. Müslüman topluluklarla kurulan ilişkiler gittikçe gelişmektedir. Geçen asrın son dönemlerinde Sovyetler Birliği ve Yugoslavya’nın dağılmasıyla birlikte bu coğrafyalarda yaşayan yaklaşık 150-200 milyon din kardeşimiz, dinî hayatlarını yaşamak için daha uygun şartlar elde ettiler. Bu Müslüman topluluklar, gerek personel eğitimi gerekse yayın ve kurumsallaşma konularında DİB’le işbirliği içinde olmak istemektedirler. Başkanlık, bütün bu farklı coğrafyalarda çalışırken istihdam alanlarının ihtiyaç ve şartlarını dikkate almak durumundadır. Başka bir ifadeyle, ilgili coğrafyanın sosyoloji ve kültürünü az çok bilen, iletişim becerisi yüksek elemanlara ihtiyaç duyulmaktadır. Özellikle farklı dilleri bilen personele ihtiyacın çok olduğu açıklama gerektirmeyecek kadar net bir durumdur.
Bütün bu ihtiyaçlar dikkate alındığında, yüksek din öğretiminin müfredat ve programlarını gözden geçirmelerinin, belki bir ileri aşama olarak ilahiyat/İslami ilimlerin kendi aralarında bir çeşitliliğe ve ihtisaslaşmaya gitmelerinin isabetli olacağı sonucuna varılmaktadır. Çünkü daha önce de belirttiğimiz gibi istihdam alanlarının bu denli çeşitlendiği bir toplum ve dünyada, tek tip ilahiyatçıyla ihtiyaçların karşılanabileceği düşüncesi pek makul gözükmemektedir. Şu halde bazı yüksek din öğretimi kurumları sadece DİB’e eleman yetiştirmeye, diğer bazıları da MEB’in ihtiyaçlarını dikkate alarak öğretmen yetiştirmeye odaklanabilir. Bu konuların, elbette ki bir bütünlük içerisinde ve doğuracağı sonuçlar itibarıyla çok yönlü istişarelerle konuşulması gerekir. Mesela İngilizce UİP yanında, Almanca, Rusça, Fransızca ve diğer yaygın dillerde de UİP (Uluslararası İlahiyat Programı) programlarının açılmasına ihtiyaç vardır. Yine Balkanlarda ve Orta Asya ülkelerinde yaygın bir selefi propaganda vardır. Bu ülkelerden çok sayıda öğrencinin selefi zihniyetle tanınan Arap üniversitelerinde eğitim gördükleri belirtilmektedir. Dolayısıyla ülkemizde sırf Balkanlardan gelecek öğrencilere bir ilahiyat fakültesinin tahsis edilmesi faydalı olacaktır. Mesela Trakya bölgesinde bir ilahiyat fakültesinin böyle bir görevi üstlenmesi mümkündür.