Makale

Mansıb ile iftihâr etmek öğünmek câh ile /Ehl-i fazl’a ârdır gerçi şerefdir câhile/ Ahî

Sözün Özü

Vedat Ali Tok
Mansıb ile iftihâr etmek öğünmek câh ile
Ehl-i fazl’a ârdır gerçi şerefdir câhile
Ahî
(Bir vazifeye sahip olmakla gururlanmak,
makamla övünmek faziletli insanlara ardır,
fakat cahillere şereftir.)


Dünyaya gelen, göçücüdür. İlk insandan bugüne milyarlarca canlı doğmuş ve ölmüş. Kimi iyi, kimi kötü hatıralarla, izlerle terk edip gitmişler bu dünyayı. Hani şairin dediği gibi dünya iki kapılı bir handan ibarettir. Bir taraftan doğumlar, diğer taraftan ölümler olmakta. Devir daim devam etmekte. Fakat şu bir gerçek ki hiçbir canlı baki değildir. Ancak Hüvel bâkî... O halde gerçek ve ebedî dünyanın tarlası olan yaşadığımız şu hayat içinde sorumluluklar, görevler, davranışlar bir disiplin istemektedir.

Kur’an’da buyruluyor ya: “Ey akıl sahipleri Allah’tan korkun.” Allah’tan korkmak, hâşâ, karşılaşılmak istenmeyen bir varlıkla karşılaşmaktan nefret etmek, korkmak şeklinde algılanmamalıdır elbette. Allah’tan korkmak, O’nun istemediği davranışlardan sakınmak anlamındadır. Allah’ın istemediği şeylerden biri de böbürlenmek, gurura kapılmak, kibir göstermektir. Bu yüzden Divan şairlerimiz bize hemen ölümü ve Allah’ın huzuruna çıkacağımızı hatırlatıyorlar. Meselâ Ahmedî mahlaslı şairimiz şöyle diyor:

Bî-bekâdur bu menzil ey ahbâb
“Fettekullâhe yâ ulî’l-elbâb”
Ey dost, bu menzil sonludur, geçicidir. “Ey akıl sahipleri Allah’tan korkun.”
Ahmedî beytinde, Talâk Sûresi 10. ayeti iktibas etmek suretiyle insanlara bir nasihatte bulunuyor.

İnsanları gurura, kibre götüren özelliklerden biri zenginliktir. Bu, eskiden beri değişmeyen bir durumdur. Ahî mahlaslı şairimiz bu âdeti şöyle özetlemiş bir beytinde:
Budur âdet ezelden ehl-i mâle
Ki mâla meyl eder bakmaz kemâle
Mal düşkünleri mala eğilim gösterir, olgunluğa bakmazlar. Bu eskiden beri âdettir.

Hâlbuki insanın saygı gösterilecek yönü aklı, fikri, olgunluğudur. Zenginlik gelip geçicidir. Sadece zengin olduğu için bir insana ihtiramda bulunmak, saygı değil riyakârlıktır, menfaatperestliktir. Zaten akıllı insan da zenginliği ile iftihar etmez. Bu, ancak cahillere yakışan bir hastalıktır. Diyor ya şair:

Câhilin fahrı câh u mâl iledir
Ârifin izzeti kemâl iledir (Ahî)

Cahil insanların övünç kaynağı makam ve maldır, âriflerin büyüklüğü de olgunluk iledir.

O halde Yunus Emre’nin şu hikmetli sözüne kulak vermeli: Mal da yalan mülk de yalan / Var biraz da sen oyalan. Çünkü şimdiye kadar dünya benimdir diyen nice hükümdar tacı tahtı bırakıp, göçüp gitti bu dünyadan.

Biz dünyanın yalan olduğunu, sırası gelenin mutlaka gideceğini sayfalarca anlatsak da bir şairin imbikten süzüp sunduğu bir beyti kadar etkileyici şekilde dile getiremeyiz. Bakın Kâşifî mahlaslı şairimiz sözün özünü nasıl da keşfetmiş:

Niceler dedi benimdir bu mekân
Ana benim dediği kaldı hemân
Pek çok kişi, bu mekân benimdir, dedi. Ona sadece –benim- dediği kaldı.

Makam, mevki deyince aklıma hep Hz. Ömer gelir. Bir makama talip olan insanların Hz. Ömer’in hayatını iyi öğrenmeleri gerekir.

Hz. Ömer, sert bir mizaca sahip olmasına rağmen insanlara karşı oldukça mütevazı davranmıştır. Geniş bir coğrafyaya, güçlü ordulara sahip bir devletin başkanı olması onu mütevazı ve sade bir hayat yaşamaktan alıkoyamamıştır. Hz. Ömer pahalı, süslü elbiseler giymekten kaçınmış, sıradan insanlar gibi çalışmaktan, uğraşmaktan çekinmemiştir. Tanımayan kimse onun Müslümanların halifesi olduğunu asla anlayamamıştır. Dışarıdan gelen elçiler Hz. Ömer’in köşkünü sorar, sonra da yaşadığı mütevazı mekânı görünce hayretler içinde kalırlarmış.

Hz. Ömer idarede görevlendirdiği memurlarına sert davranır, onların bir haksızlıkta bulunmalarına asla göz yummazdı. Halka karşı ise son derece şefkatle yaklaşır, onların varsa sıkıntılarını öğrenip dertlerine çare bulmak için gece gündüz uğraşıp dururdu. O, “Fırat kıyısında bir deve helak olsa, Allah bunu Ömer’den sorar.” korku ve hassasiyetini taşıyan bir yüreğe sahiptir. Hz. Ömer’in, aç torunlarını, tencerede taş kaynatmak suretiyle avutmaya ve uyutmaya çalışan yaşlı kadınla ilgili hikâyesini bilmeyen yoktur. O büyük insana dair başka bir hatıra:

Devlet Malı

Hz. Ömer (r.a.)’in halifeliği sırasında ashaptan biri, halifenin makamına ziyarete gider, selam verip oturur. Bu arada Hz. Ömer kendisiyle hiç meşgul olmuyor hatta selamını bile almıyordu. Hz. Ömer, işini bitirdikten sonra yanan mumu söndürür; başka bir mum yakar, sonra da gelen zatın selamını alır. Ziyarete gelen şahıs, Hz. Ömer’e niçin o mumu söndürüp başkasını yaktıktan sonra kendisiyle meşgul olmaya başladığını sorar. Hz. Ömer şöyle cevap verir:

-Evvelki mum devletin hazinesinden alınmış mumdu. O yanarken şahsi işlerimle meşgul olsaydım Allah indinde mes’ul olurdum. Sizinle devlet işi konuşmayacağımız için kendi cebimden almış olduğum mumu yaktım ondan sonra sizinle meşgul olmaya başladım.
Şimdi berceste beytimize geçelim. Yalnız beyit içinde bulunan bazı kelimelerin bugünkü karşılıklarını da verelim ki beyitle yabancılığımız kalmasın.

Mansıb devlet hizmeti, memuriyet, makam, rütbe, derece demektir. İftihar; övünmek, gurur duymak. Câh; makam, itibar. Ehl-i fazl; faziletli, erdem sahibi. Âr; utanılacak durum. fiair câh ile (makam ile) ve cahile kelimeleri ile cinas sanatı yapmıştır.

Şairimiz Ahî diyor ki insanı ölçen çeşitli teraziler vardır. Bunlardan biri de makam mevkidir. Bir makama geldim diye gururlanan insan aslında büyük bir cehalet göstermektedir; çünkü makamla, mevki ile öğünmek arifler için utanılacak bir durumdur. Arif olan bilir ki makam sahibi olmak, gururlanma vesilesi değildir. Makam sahipliği ağır sorumluluk gerektirir. Arif olan makamına layık olma çabası taşır, sorumluluğunu yerine getirmek için uğraşır.