Makale

Kur’an insanlık için şifa kaynağıdır

Kur’an insanlık için
şifa kaynağıdır

Doç. Dr. İbrahim Hilmi Karslı
Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi

“Ey insanlar! İşte Rabbinizden size bir öğüt, kalplerde olabilecek her türlü (darlık ve hastalık) için bir şifa, inananlar için bir rehber ve rahmet (olan Kur’an) geldi.” (Yunus, 57)

Kur’an’ın Furkan, Zikir, Beşir vb. birçok ismi vardır. Fakat yukarıdaki ayet mealinde de geçtiği gibi, bunların içerisinde belki de en etkileyici ve anlam zenginliğine sahip olanlardan biri “şifa”dır. Bunun en önemli sebebi, muhtemelen kelimenin Türkçemize geçmiş olması ve yediden yetmişe herkes tarafından anlaşılan bu mana içeriği ile kullanılıyor olmasıdır. Kelime, dilimizde bedenî ve psikolojik bütün hastalık ve rahatsızlıklardan kurtuluşu ve iyileşmeyi ifade etmektedir. Kur’an’da bu anlamda kullanıldığını da tespit ediyoruz. (fiuara, 80) Ancak burada görüldüğü gibi, “şifa” kelimesi Kur’an’ın bir sıfatı olarak geçmekte ve kalple ilgili olarak kullanılmaktadır.

Kalpler için şifa olan, aslında bedenler için de şifadır. Ancak Kur’an kalpleri muhatap alır ve bütün vurguları ona yapar. Çünkü insanın dünyadaki ve ahiretteki saadeti kalbe bağlıdır. Kalp sağlam olursa gidişat sağlam olur, ama kalp hastalanırsa düşünce ve fiiller de hasta olur. Zira insan kalbiyle idrak eder, onunla sever, onunla kin tutar. Onunla ister, onunla reddeder. Orası âdeta ruhsal sırların ve manevi sıfatların yatağıdır. Bu bakımdan kalbe hâkim olan insana hâkim olur. İşte Kur’an’ın hedefi insan, insanın manevî hayatının merkezi de kalp olduğu için, Kur’an’ın şifa özelliği burada tecelli etmektedir.

Kur’an insanlığa şifadır, çünkü çıkmış olduğu bu hayat yolculuğunda insana rehberlik eder, böylece onu başıboşluk, kararsızlık ve şüpheler girdabına kapılmaktan kurtarır. Binbir çeşit ideoloji, inanç, dünya görüşü, hayat tarzı arasında kılavuzsuz bir şekilde bocalamasına fırsat vermez. Gerek iç gerek dış dünyasından gelen ayartma ve saptırmalar karşısında şaşkına dönmesine müsaade etmez. Hayatın gelgitleri ve kasırgaları karşısında onu yapayalnız bırakmaz. Hayatının her alanında tutunacağı ilahî buyrukları önüne koyar. Kime kulluk edecek, nasıl kulluk edecek, ahlakını neye göre belirleyecek, hangi prensiplere göre yaşayacak, neyi hak neyi batıl görecek, neyi sevecek neden nefret edecek? İşte Kur’an bütün bu konularda insanı rehbersiz bırakmamıştır. Aksi halde insanın hali nice olurdu acaba?

Kur’an insanlığa şifadır, çünkü onu yalnız bırakmaz, bütün varlığın sahibinin ona “veli/dost” olduğunu ilan eder. Öyle dost ki, bütün mülkün sahibi, dilediğini aziz, dilediğini de zelil kılan, şefkat talep edenlere şefkat eden, imdat isteyenlerin imdadına yetişen, ahiret ve dünyanın maliki, en yüce ve en güzel sıfatların sahibi. Böylece insana en büyük müjdelerden biri olan “Allah’ın dostluğu” müjdesi verilmiş olur. Çünkü o, daima bir yerlere sığınmak, birilerine bağlanmak ister. Ancak bu şekilde iç dünyasındaki huzursuzluğu giderir. İşte Kur’an, sığınılacak ve bağlanılacak yerin yaratılmış ve aciz varlıklar değil, ezelî ve ebedî Allah olduğunu insana bildirir. Mümin insan da, hayatı boyunca O’nun dostluğuna erebilmeyi amaç edinir. Bunun için dur durak bilmeden çalışır ve çabalar.

Kur’an insanlığa şifadır, çünkü hayatın dünyadan ibaret olmadığı ve asıl hayatın ölümden sonra başladığı ve ebedi olduğunu ilan eder. Onu faniliğe mahkûm, çürüyüp gidecek bir varlık olmaktan kurtarır. Böylece ölümün insanda ve özellikle ileriki yaşlarda oluşturduğu kaygı ve korkuları ortadan kaldırır. Hatta bazı kimselerde meydana gelmesi muhtemel olağandışı korku ve fobileri hafifleterek insanların normal bir psikolojiye sahip olmalarını sağlar. Hatta ilahî aşka mazhar olmuş bazı kimselerde bir sevinç kaynağı haline bile gelebilir. İleriki yaşlarda insanların kendilerini ibadete vermeleri, bir nevi ölüm korkusunun ruh dünyalarında meydana getirdiği tedirginlik ve karamsarlık dalgalarını, umut ve sevinç atmosferine dönüştürebilme çabalarıdır.

Kur’an insanlığa şifadır, çünkü insanın önüne hayatı çok önemli bir fırsat olarak koyar. Ona sonsuz değerde böyle bir şansı tanır. Çünkü bu hayat, hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın duymadığı, hiçbir beşerin hayal edemeyeceği nimet ve güzelliklere (Buhârî, Tefsir, 32/1) nail olma zeminini oluşturur. Öyle nimetler ki, insanın bu dünyada peşine düşüp amaç edindikleri onların yanında pek değersiz ve sönük kalır. Amaç edinilecek, nefes tüketilecek şeyler olmadığı anlaşılır. Bu şüphesiz ki, insana verilebilecek en büyük müjdelerdendir. Kur’an bu şansı varlıklar arasında da sadece insana tanır.

Kur’an insanlığa şifadır. Çünkü insan, kaygıları, sıkıntıları, şüpheleri, gelecek endişeleri ve duygusal çatışmaları olan bir varlıktır. İşte bütün bunların tedavi ve şifası Kur’an’ın emir ve tavsiyelerine bağlanmakla mümkün olmaktadır. Böylece insan içindeki kin ve husumetin ağırlığını atmakta, mutsuzluğuna sebep olan haset hastalığından kurtulmakta, ikiyüzlülük ve kibir gibi manevi ve psikolojik rahatsızlıklardan özgürlüğe kavuşmaktadır. Taklit, taassup ve kötü niyetin pençesinden kurtulmaktadır. İç dünyasında yaşadığı dalgalar sakinleşmekte, gönül huzuruna erişmektedir. Kalbindeki kasvet dağılmakta ve geleceğe ümit ve arzuyla bakmaktadır. Böylece hayat, insanı bitkin hale getiren anlamsız bir koşuşturmaca olmaktan kurtulmaktadır. Allah’a mülaki olma ve sonsuz güzelliklere kavuşma arzusuyla yaşanan bir hayır yarışına dönüşmektedir.

Kur’an insanlığa şifadır. Çünkü çağımızın yaygın hastalığı olan “yabancılaşma”nın da bir çaresidir. İnsanın kendi kendisine yabancılaşması ve diğerleri ile sıcak ilişkiler kuramamasının ilacıdır. Zira Hz. Peygamber, “Sevmeyen ve sevilmeyen insanda hayır yoktur.” (Ahmed b. Hanbel, II, 400, 5) der. Yine yabancılaşma, insanın gerçeklerden kopması, yalnızlık duygusu, güçsüzlük ve umutsuzluk duygularını da beraberinde getirmektedir. Ancak Kur’an, bütün imkânsızlıkların kuşattığı, ümit ışıklarının söndüğü şartlarda dahi insana yeni kapılar aralamakta ve ayağa kalkıp yürümenin yollarını göstermektedir.

Kur’an insanlığa şifadır. Çünkü insanı kendisiyle barışık hale getirir. Mümin Allah’ın kendisine olan ihsanına karşı derin bir şükran duygusuna sahiptir. Manevi boşluğa düşmek diye bir şey onun için söz konusu değildir. Çünkü bütün hayatı bir anlam arayışı içerisinde geçmektedir. Ölüm sonrası hayatı garanti edebilmek için büyük bir kararlılık içerisinde çalışıp çabalar. İstikamet ve geleceğe ümitle bakmak onun şiarıdır. Önüne çıkan her türlü zorluk ve sıkıntıya karşı metanet sahibidir. Çünkü her zorlukla beraber bir kolaylık bulunduğuna, (İnşirâh, 5-6) musibetlerin Allah’ın bir takdiri olduğu ve sabretmesi gerektiğine inanır. (Bakara, 155)

Kur’an’ın insana bahşettiği bu şifa ve rahmet iklimini herhalde en dokunaklı şekilde anlatanlardan biri Seyyid Kutup’tur. Yazımızı onun cümleleriyle tamamlayalım. Kur’an’a dair duygularını o, şu şekilde dile getirmektedir: “Hamd olsun Allah’a, bana Kur’an’ın gölgesinde bir müddet yaşamayı nasip etti. Orada hayatımda hiç tatmadığım nimetleri tattım. Hayatı yücelten, onu kirlerden arındıran ve mübarek hale getiren bu nimetin lezzetini orada hissettim... Ben aciz bir kulum. İnsana yapılan bu ulvi ve yüce ikram, ne büyük bir lütuftur. Hayatın bu kitap vasıtasıyla vardığı o yükseklik, ne büyük bir yüksekliktir. Kerem sahibi Allah’ın insanoğluna bahşettiği bu kıymetli makam ne büyük bir makamdır. Kur’an’ın gölgesinde, yeryüzünde dalgalanan İslam dışı hayat tarzını, dünya ehlinin önem verdiği küçük ve değersiz şeyleri yükseklerden temaşa ederek yaşadım.... (Bk. Seyyid Kutub, fî Zılâli’l-Kur’an, mukaddime)