Makale

MAHŞERE DOĞRU: KÜÇÜK KIYAMET

MAHŞERE DOĞRU:
KÜÇÜK KIYAMET

Suat OKUYAN
DİB Basılı Yayınlar Daire Başkanı

Yükümüz iyilik, niyetimiz Rıza-i Bari, kutlu devletimizin gölgesinde ve aziz milletimizin duaları ile istikametimiz Kahramanmaraş ve afet illeri!

Asrın felaketi olarak nitelendirilecek bir mahşere doğru, Dr. Muhlis Akar hocam ve mahdumum Ömer Faruk ile imkânlarımız nispetinde gagasında su taşıyan serçeler misali gönüllerimizin harlandığı, yaralarımızın dağlandığı bu felakete bir nebze de olsa çare olmak, kardeşlerimizle kucaklaşmak, birlikte ağlaşmak, ıstıraplarını paylaşmak ve yardımlaşmak üzere yola koyulduk. Ne olmuştu ve nasıl olmuştu? Ne yapacaktık, kiminle yapacaktık? Afetzedeler, kardeşlerimiz ne durumda? İlk aktarılanlar şehirlerimizin baştanbaşa harap olduğu izlenimini veriyordu. Karmakarışık, tarifi mümkün olmayan duygular içerisinde içimiz buruk bir şekilde yol alıyorduk.

Yol güzergâhımızda Kayseri’ye uğruyoruz. Bizi Melikgazi ilçe müftümüz mesai arkadaşları ile karşılıyor. Kahramanmaraş merkezli ve beraberinde dokuz şehirde yıkıcı etkisi olan bu felaketin hissedildiği Kayseri’de bulunan yapılar çehresinde âdeta dayak yemiş delikanlı gibi bir yanı mağrur diğer yanı ise mahzun ama her hâliyle vakur bir görünümle bizi karşılıyordu. Yaşanan korku gözlerdeki feri alıp götürmüş, her zaman dik ve azametli bir pehlivan edasıyla göğsünü omzuyla çatmışçasına heybetle yürüyen insanların âdeta belleri kırılmış gibiydi. Karşılaştığımız bu manzara felaketin merkezinde olanlar hakkında açıkçası bizi daha da endişelendiriyordu.

Kahramanmaraş’ın Pazarcık ilçesi merkezli 6 Şubat 2023 Pazartesi günü şafağında saat 04.17’de insanoğlunun çeyiz sandığı gibi üzerine ihtimam gösterdiği yeryüzü depreşmiş, umut bağladığı, kendini güvende hissettiği yapılardan; ruhları sarsan, bedenleri yoran bir korkuyla depreşen toprağın sırtında, yaratıcının mülkünde bir eman bulmak için Kayseri’de yükseklere, bağlara ve bahçelere göç etmiş topyekûn şehir.

O’nun kudretine mümin olmak!

Zelzele felaketin merkezine üç buçuk saat mesafede bu denli hissedilirken âdeta küçük kıyametin yaşanmış olduğu zelzelenin merkezinde ise yeryüzü sakinleri asırlar boyunca atalarının kâh döktükleri kanlarıyla yoğurarak kâh akıttıkları terleri ve gözyaşlarıyla bereketlendirerek kendilerine tevarüs eden ve güven içerisinde yaşayageldikleri, her biri içlerinde biriktirdikleri hatıralarıyla müstesna vatan toprağı, ata yadigârı şehirlerde maruz kaldıkları bu zelzelenin şiddeti karşısında ruhlarının derinliklerine, bedenlerinin iliklerine ve azalarının zerrelerine kadar sarsılmışlardı.

Buna mukabil misafirliklerinin ve muvakkat olan bu yolculuklarının akıbetinin farkında olanlar hırçınlaşan bu küheylanın ve delilenen bu tayın mutlak sahibine yönelmiş, korku dolu yüreklerle, kırık ve titrek seslerle ama ümit içerisinde O’nun kudretine mümin olarak “Allahuekber! Lailaheillallah! Salavat!” nidalarıyla O’nun rahmetinde teselli bulmaya, O’nun inayetiyle O’nun yegâne sahibi olduğu selamet limanına sığınıyorlardı.

Enkaz altında yuvalar!

Düne kadar karı koca eşlerin birbirini tamamlayarak hayat verdiği, şen şakrak evlatlarının sesleriyle şenlendirdiği, nine ve dedelerin dualarıyla ısıttığı nice yuvalar enkaz olmuş; öpmeye, dokunmaya ve koklamaya kıyılmayan nice nazik bedenler betonların altında ruhlarını ötelere yolculamıştı. Nicesinin ise gayretleri vardı “Kimse yok mu?”” diye seslenenlere duyurarak sesini, karanlık enkazlarda sıkışan bedenlerini tekrar gün ışığı ile buluşturup tenlerini tazelemek; fani dünyanın meşakkatlerine katlanmaya devam edecek olan, hayatın çilesini ve ekmeğini paylaştıklarının öksüz, yetim, kimsesiz kalmaması için!

Bir bedene nefes olmak!

Anadolu’nun bağrı bir defa daha yarılmıştı! Bağrı yarılmış Anadolu’nun kara toprağında bahtı kara nice Anadolu evladı maruz kaldığı bu afette de yine kardeşlerinin nasırlı ama müşfik elleriyle hayat bulacaktı. Başta devletimiz bütün kurum ve imkânları ile bu aziz milletin askeri, polisi olmak üzere her yaştan kadın ve erkek gönüllüleri vakitle yarışırcasına yürek yangınına dönüşen illerimizde canlara derman olmak için Hızır misali koştular. Canhıraş ve olağanüstü gayretleri ile bir cana değmek, soluksuz kalan her bir bedene nefes olmak için nefeslerinden ve nefislerinden vazgeçtiler. Zira gün yardımlaşma, gün dayanışma, gün paylaşma, gün yaraları sarma, gün birlikte ayağa kalkma günüydü.

Sevdası insan olan, insan yaşadıkça yaşayan!

İnsan sükûneti arzular, dinginliği özler. Kaba gürültüler, mekanik sesler rahatsız eder insanı. Bu defa öyle değil! Makinalar çalışsın, vinçler hareket etsin, ekskavatörler boş durmasın. Hilti sesleri mütemadiyen beyinleri tırmalasın. Çekiçler, murçlar ne varsa eşelesin betonu ve bir yol açsın ulaşmak için bir cana. Ve gayret göstersin, çabası kesilmesin kimsenin kavuşturmak için bir canı diğer cana. Anneyi yavrusuna, evladı babasına, kardeşi kardeşine, komşuyu komşusuna, kediyi merhametli yüreklere…

Sevdası insan olan, insan yaşadıkça yaşayan, onun gözündeki ışıkla gözleri ışıyan, mahareti ve yüreği olan herkes, saatlerce, günlerce, haftayı aşan saatlerce, geceyi gündüz yaparak, gündüzü fırsat bilerek, parmak uçlarını parçalarcasına, yorgunluk ve uyku nedir bilmeden, sofra yolu gözlemeden insanüstü bir çabayla enkaza kardeş betona yoldaş oldular.

Kendini adamış insanlar!

Bir insan, bir can düşünün ve bir yürek hayal edin. Yerkabuğunun ayağının altından kaydığı o şafak vaktini ailesi ve evlatlarıyla bütün cesameti ile yaşamış, zelzelenin şiddetini ruhunun derinliklerinde ve bütün azalarında hissetmiş, depremin yeryüzünde imar edilmiş yapılar, meskenler, yollar, parklar, tarlalar ve bahçelerde bıraktığı izleri müşahede etmiş bir yürek hayal edin.

Bir insan düşünün maruz kaldığı bu afet sonucunda ailesinden, yakınlarından sevdiklerinden ayrı düşen, kavuşmaları mahşere kalmış. İçlerinde ailesinden de eşi ve evlatları olmak üzere on sekiz yakınını kaybetmiş bir insan. Yine ailesinden de fertlerin bulunduğu sekiz yakınını elleri ile toprağa vermiş bir başka can. Öz evlatlarını ve yakın akrabalarını yitirmiş bir acılı yürek.

Ağlamak yetmez, anlamak ve hissetmek lazım. Öğrenmek ve öğretmek lazım acısını yaşayamadan, yasını tutamadan, hayatta kalan komşularına ve camisine sığınmış mahalle sakinlerine kol kanat gerenleri. Onların acılarına ortak olanları. İhtiyaçlarına çare, çilesine ortak, dertleriyle hemdert, dev yüreklerin bu aşkını ve imanını. Bir hikâye bir kahraman değil, on hikâye on kahraman değil; destan yazılacak satırlarında, ağıt yakılacak mısralarında kafiye olacak nice yüzlerle adanmış gönüllü yüreğin dalları kırılmış nice çınara, nice ağaca ve nice fidana can suyu olduğunu yarınlarda kitaplarında yazarların okuyacak, avazlarında şairlerin dinleyeceğiz.

“Elemim bir yüreğin kârı değil paylaşalım!”

Mezarlık, sevdiklerini ve yakınlarını ötelere yolculayanlar için belki de dünyanın en soğuk yüzü: Kapıçam mezarlığı. Şimdilerde ise Kahramanmaraş’ın en soğuk yüzü... Zelzelenin ve felaketin toprağa yazılan mersiyesi. Her biri belki onlarca, belki yüzlerce kitap yazdıracak acıların, hüzünlerin, kederlerin, fotoğrafların ve ağıtların simgesi binlerce kabir.

İnsan takatinin tükendiği, burada şahit olduklarından sonra duyguları dile dökmenin tarifi gayri kabil-i imkân olduğu bir makbere. Bu denli bir kabristanın bir insan ömrü içinde meydana gelmesinin mümkün olamayacağı gerçeği bir milleti millet yapan unsurlardan elem ve acının bir abidesi olarak tüm insanımızın maşeri vicdanında makes bulacağı aşikârdır.

Âdeta küçük bir kıyametin yaşanmış olduğu Kahramanmaraş merkezli deprem afetinde Kahramanmaraş’ta beş günlük süre ile katıldığım gönüllü afet çalışmaları sonrasında gitmiş olduğum Göksun, Pazarcık, Gölbaşı, Malatya, Doğanşehir, Adıyaman, Gaziantep, Nurdağı, Islahiye, Hassa, Kırıkhan, Hatay, Belen, İskenderun ve Osmaniye’de yaşanmış olanların hepsi bir afetin neticesi olarak önümüzde duruyor. Bir savaş yaşanmış olsaydı bu denli bir yıkım olur muydu bilinmez ancak İstiklal Şairi Merhum Akif’in Birinci Dünya Savaşı yıllarında şahit olduğu felaketi dizelerinde betimlerken ifade ettiği gibi netice itibarıyla;

“Âh! Karşımda vatan nâmına bir kabristan

Yatıyor şimdi… Nasıl yerlere geçmez insan?” dediği noktadayız.

Ebedî âlemin bu nahif ve mahzun yolcuları!

Nice yüreklere ve nice kalplere şahit oldu gökyüzü ki beden bulsaydı; evladının, ciğerparesinin, anasının, babasının, atasının, kardeşinin, torununun, dedesinin, ninesinin ve nice sevdiklerinin enkaz altından soğuk da olsa ulaştığı bedenine dünya gözüyle şahit olduğu son hatırasına gözü yaşlı, gönlü yaslı, dilinde dua ile sahip çıkarak ebediyet yolculuğunda toprağa verirken hıçkırıklarına ve feryadına kayıtsız kalmamak için yüreği patlar, ağlamaktan göz pınarlarında damla kalmaz kururdu. Belki de bu yüzdendir ki günlerdir bir damla düşüremedi toprağa bulutlarından.

Ebedî âlemin bu nahif ve mahzun yolcularını katına davet eden yüceler yücesi merhameti sonsuz olanın huzuruna en güzel şekilde çıkmalarına ve yakınlarının kendileri için vazife addettikleri son görevlerinde eşlik etmek için burada sayılarını ve isimlerini ifade edemeyeceğin nice kadın ve erkek Diyanet personeli hocamızı hayırla ve minnetle yâd etmeden geçemeyeceğim.

Elem ve ıstıraba ortak olmak!

Yüce gönüllü vefakâr din görevlisi kardeşlerim her bir ebediyet yolcusunu cennet yolcusu olarak karşılayıp, yıkayıp teyemmüm ettirerek, kefenlerine kâfur, sabun parçaları, misk kokuları katarak sarıp, her birinin tek tek cenaze namazını kılarak kendi öz yakınlarının cenazelerini teşyii edercesine kabre indirerek ve ardından dua okuyup kabri başında telkin vererek O’nun vasii rahmetine tevdi etmişlerdir. Her bir vazifeyi icra ederken yüksünmeden onu bir rahmet ve sevap vesilesi görerek bu milletin öz parçası olarak vatan görevi duygusuyla bu elem ve ıstıraba ortak olmuşlar böylece milletimizin yüreğindeki ateşi bir nebze de olsa soğutmuşlardır.

Sabır ve kararlılıkla çalışmak!

Bugün içinden geçtiğimiz zaman dilimlerinde bu travmayı ve yaşadığımız afetin yaralarını milletçe saracağız. Devletimiz kurumları ile yaraları saracak, tedbirleri elbette alacaktır. Ancak altında bağımsızlık içerisinde güvenle yaşadığımız bu gök kubbe, gölgesinde huzur bulduğumuz al bayrak, gönlümüzün teskin olduğu ezanları ile ebedî huzura davet eden mabetlerimiz, yarınlara umutla bakmamızı müjdeleyen çocuklarımız ve okullarımız, geleceği inşa edecek gençlerimiz ve onların yetiştiği üniversitelerimiz, ülkemizi mamur kılacak işgücü ve ekonomimizi canlı tutacak ve üretecek iş insanlarımız ile hep birlikte sabır ve kararlılıkla çalışacak ve vatanımız başta olmak üzere tüm insanlığın umudu olmaya devam edeceğiz.

“Çürümez bahçesi, çiçeği ‘iyi niyet’ olanın!”