Makale

HÜZÜN Kİ EN ÇOK YAKIŞANDIR ÂŞIKLARA

HÜZÜN Kİ EN ÇOK YAKIŞANDIR ÂŞIKLARA

Dr. Lamia LEVENT ABUL
DİB Süreli Yayınlar ve Kütüphaneler Daire Başkanı

Hüzün ki en çok yakışandır âşıklara.

Yandık, yakıldık; ama hüzünden yana asla yakınmadık.

Şems-i Tebrizî

Hüzün, istenmeyen bir şeyin başa gelmesinden veya geçmişteki bir kayıp sebebiyle duyulan keder ve üzüntü duyma hâli olarak tarif edilir. Söz konusu keder ve hüzün dünyevi ya da uhrevi olabilir. İnsanoğlu bazen geçmişte yaşadığı birtakım kayıplar ve sıkıntılar sebebiyle üzülür. Bazen de gelecekte olmasını arzu ettiği veya meydana gelmesinden korktuğu hususlardan dolayı endişe ve hüzne kapılır. Eğer geçmişteki hata ve günahlarından nedamet duyar ve gelecekte kendisini nasıl bir akıbetin beklediğini bilmemekten dolayı hüzünlenirse bu muteber olan bir hâl olarak görülür. Çünkü böylesi bir hüzün, kişiyi muhasebe yapmaya götürür. Kendisini sorgulayan insan hatalarından dersler çıkararak tövbe eder ve hâlini düzeltir. Hüzün, kalbi sıkarak kulun gaflet vadisine düşmesine ve dağılmasına mani olan bir hâldir. Süluk ehlinin bir vasfı olan hüzün hakkında Ebu Ali Dekkak şöyle demiştir: “Hüzün sahibi, hüzünlü olmayanların senelerce kat edemedikleri Allah’a giden yolu bir ayda kat eder. Allah, kalbi hüzün içinde olan tüm kullarını sever.” (Kuşeyri, Risale, Dergâh Yay. s. 228.)

Sufiler dünyevi konulardan ziyade kulun Rabbi ile olan ilişkisi bağlamında hüzne yaklaşırlar. Onlara göre hüzün, dünyevi veya nefsani bağlar yüzünden Allah’a yakınlaşamayan, O’nunla ünsiyet kuramayan salikin bu ayrılıktan duyduğu acı ve keder hâlidir. Tasavvufta hüzün bir fazilet ve yüksek makamdır. Hüzün, kulun ilahi mazhariyetlere yönelik istek ve arayışının ifadesidir. Rahatlık içinde olan kul bir arayış içinde olmaz. Hüzün, kulun içinde bulunduğu durum hakkında düşünmesini ve böylece kendi yetersizliklerini görmesini sağlayarak nefsini temizlemesini ve daha yüksek makamlara çıkmasını sağlayan bir araç mesabesindedir. (Süleyman Uludağ, “Hüzün”, TDV İslam Ansiklopedisi, c. 19, s. 73-76.)

Sufiler için en yüce makam Hak Teâlâ’ya en yakın olunan makamdır. Yüce Mevla’ya yakınlaşma gayreti içinde olan sufiler yakınlık sırrına erince manevi bir heyecan, büyük bir coşku, aşk, vecd ve hüzün hâli yaşarlar. Hucviri hüznü, muhabbet yolunda Sevgiliden (Cenab-ı Hak) uzakta kalmaktan dolayı duyulan elem olarak görür. Hüznü vecd bahsinde açıklayan Hucviri’ye göre vecd ve vücud birer mastardır. Bunlardan birincisi hüzün, öbürü ise bulma manasına gelir. Sufiler bu tabirleri sema esnasında tezahür eden iki hâl için kullanırlar. Bu hâllerden biri hüzün diğeri ise arzu edilen şeyin elde edilmemesidir. Hüznün hakikati Sevgiliyi yitirmek ve murat edilen şeyden men olunmaktır. Vecdin yani bulmanın hakikati ise murat edilen şeyin elde edilmesidir. Hüzün ve vecd arasındaki farka gelince bir kimsenin kendi nefsi ile ilgili üzüntüsü hüzün, sevdiği bir zatla ilgili olan üzüntüsü ise vecddir. Vecd ifadeye sığmaz. Çünkü o, sevgiliden uzakta kalmaktan duyulan elemdir. Elemin kalemle beyan edilmesi mümkün değildir. (Hucviri, Keşfu’l-Mahcub, Dergâh Yayınları, s. 467.)

Sınama yurdu olan dünyada insan, hüzün ve kedere sebep olan türlü hadiselerle karşılaşır. Ancak dünyanın kederleri de dünya gibi kalıcı değil fânidir. İnsanı hüzün ve kederle malul kılan Hak Teâlâ, bunları insanın manen tekâmül etmesine vasıta kılmıştır. Eğer insan hüznün tesiriyle kendi içine doğru bir seyrüsefere çıkarsa muhasebe etme imkânı elde eder. Çünkü insanın iç dünyasına dönmesi ancak hüzün ve acı gibi bir gücün tesiriyle mümkün olur. İnsan hüzün ve kederin içinde bunalıp şekva ederse hüzün deryasında boğulabilir. Böylece insan hem kendinden hem de Rabbinden uzak olmak gibi bir afete uğrar. Hz. Yakup, çok sevdiği oğlu Yusuf’u kaybetmesiyle hüzün duymuş ve bu acıyla Rabbine iltica etmişti: “Ben tasa ve üzüntümü ancak Allah’a arz ederim.” (Yusuf, 12/86.) Hüzün, gönlün mahzun ve kırık olmasıdır ki Hak Teâlâ, gönlü kırıklarla beraberdir. O, kendisine iltica eden kullarından hüznü ve kederi gidermek suretiyle lütufta bulunur. (Fatır, 35/34.)

Hüzünle dost olmuş sufilerin başında Hasan Basri hazretleri gelir. O, Allah sevgisini temel alan tasavvuf anlayışına karşılık Allah korkusunu esas alan Basra zühd okulunun temsilcisi olarak kabul edilir. Allah’tan ve O’nun gazabından duyduğu korku sebebiyle devamlı hüzünlü ve gözü yaşlı bir hâldedir. Ebu Nuaym, onun hakkında, “korku ve hüzünle dost olmuş, kaygı ve kederle kaynaşmış, uyku ve istirahati yitirmiş” ifadelerini kullanır. Hasan Basri’nin hüznü, ahiretin ebedîliği karşısında dünyanın sonlu ve sınırlı olması ve insanın en büyük vaaz olan ölümle karşı karşıya olması gerçeğinden kaynaklanır. Bu sebeple insan kısa dünya hayatının her anını değerlendirmelidir. Kur’an-ı Kerim’de insana korku veren ayetleri dinî anlayışının merkezine alan Hasan Basri, hüzünlü olmayı Kur’an’a inanmanın alameti olarak görür. Öldükten sonra kendisini rüyasında sevinçli ve mutlu gören ve sebebini soran Malik b. Dinar’a, insanın dünya hayatında hüznü ne kadar sürekli olursa ahirette de sevincinin o kadar sürekli olacağını söylediği rivayet edilir. (Uludağ, “Hüzün”, c. 19, s. 76.)

Rasim Özdenören Gül Yetiştiren Adam adlı eserinde, biz hüzün peygamberinin ümmetiyiz der. Peygamber Efendimiz mütebessim bir çehreye sahipti ancak zaman zaman o da hüzünlenirdi. O, hüznünün sebebini, “Yemin ederim ki ben Allah’ın elçisi olduğum hâlde hakkımda ne yapılacağını bilmiyorum.” (Buhari, Cenaiz, 3.) hadis-i şerifinde ortaya koyar. Diğer taraftan bir insanın bu dünya hayatında karşılaştığı sıkıntıların çok daha fevkinde sıkıntılar yaşamıştı. Kendisine kol kanat gerecek yakınlarının hepsini kaybetmişti. Babasını, annesini, dedesini, amcasını ve evlatlarını toprağa vermişti. O, nübüvvetinin onuncu yılında, önce hamisi olan amcası Ebu Talib’i ve üç gün sonra da çok sevdiği eşi Hz. Hatice’yi kaybettiğinde de çok üzüldü, hüzünlendi. Bu üzüntüsünden dolayı bizzat kendisi bu yıla hüzün senesi adını verdi. Oğlu İbrahim vefat ettiğinde söylediği sözler ise hüznün ne kadar insani bir hâl olduğunun ifadesidir âdeta: “Göz yaşarır, kalp hüzünlenir. Biz ancak Rabbimizin razı olacağı sözleri söyleriz. Ey İbrahim! Seni kaybetmekten dolayı gerçekten üzgünüz.” (Buhari, Cenaiz 43.)