Makale

KUTSAL BİR HAZİNE OLARAK TOPRAK -KUR’ÂN MERKEZLİ BİR ANALİZ

AĞIRKAYA, G. “Kutsal Bir Hazine Olarak Toprak -Kur’ân Merkezli Bir Analiz-” Diyanet İlmî Dergi 58 (2022): 547-586

Araştırma makalesi /
Research article

KUTSAL BİR HAZİNE OLARAK TOPRAK -KUR’ÂN MERKEZLİ BİR ANALİZ-

SOIL AS A SACRED TREASURE

-A QUR’AN-CENTRİC ANALYSİS-

Geliş Tarihi: 12.01.2021 Kabul Tarihi: 25.05.2022

  • GÜVEN AĞIRKAYA

DR. ÖĞR. ÜYESİ

ADIYAMAN ÜNİVERSİTESİ

İSLAMİ İLİMLER FAKÜLTESİ

orcid.org/0000-0002-0688-7306

guvenagirkaya@gmail.com

ÖZ

Hergün üzerinde dolaştığımız yerkürenin en ince ama yaşamsal kabuğu olan toprak söz konusu olduğunda, onun tarihinin insanlıktan daha eski olduğunu belirtmek gerekir. Nitekim bütün kutsal kitaplar, insanın özünün topraktan yaratıldığını beyan etmektedir. İnsanın topraktan yaratılması öz itibarıyla metafizik ve tarihsel bir olgu olsa da, canlı yaşamın sürdürelebilirliğinin toprakla mümkün olduğu ve gelecekte de bu vakıanın değişmeyeceği açık bir gerçektir. Bu gerçek, apaçık bir şekilde ortada olduğu halde insan merkezli gücün bu yaşamsal faktöre çoğu zaman hoyrat davrandığına sayısız örnek vermek mümkündür. Bu babta yapılan araştırmaların toprak konusunu “ekonomik” kıskaçtan bağımsız ele aldıklarını söylemek zordur. Özellikle günümüzdeki hemen bütün araştırmalar ve yatırım planlamaları iktisadî hesaplarla yapılmaktadır. İktisadî kaygılarla yapılan planlamaların hedefi doğal olarak ekonomik getiri olmaktadır. Bir başka ifadeyle fiyatı, pazarı ve alıcısı olmayan bir olgu “değer” ifade etmemiş olmaktadır. Bu araştırmada toprak, iktisadî bir meta değil bizatihi fiyat biçilemeyecek yaşamsal ve metafizik bir değer olarak mütalaa edilerek toprağın ehemmiyetine dikkat çekilmiştir.

Anahtar Kelimeler: Tefsir, Kur’ân, Toprak, Yaşam Döngüsü, Ekonomi, Değer.

ABSTRACT

When it comes to the earth, which is the thinnest but most crucial crust of the world we live on every day, its history is older than humanity. Although the emergence of man from soil is primarily a philosophical and historical phenomenon, it is an undeniable fact that living life may be sustained with soil, and this fact will not change in the future. Although this is self-evident, there are several instances of how anthropocentric authority often mistreats this crucial aspect. It is difficult to demonstrate that research on this topic address the soil problem, independent of economic goals. Almost all studies and investment plans, in particular, are based on economic calculations. Naturally, the goal of plans designed with economic considerations is economic profit. In other words, a phenomenon that lacks a price, market, or buyer does not represent "value." The significance of the soil is underlined in this study by viewing it as a living and metaphysical value, other than an economic commodit, that cannot be priced in and of itself.

Keywords: Tafsir, Qur’an, Soil, Life Cycle, Economy, Value.

SUMMARY

It should be noted that its history is older than humanity when it comes to the earth which is the thinnest but vital crust of the earth we live on every day. As a matter of fact, the last scripture states that the essence of man was created from the soil. Although the creation of man from soil is essentially a metaphysical and historical phenomenon, it is an indisputable fact that the sustainability of living life is possible with soil and this fact is not going to be not changed in the future. Although this fact is obvious, it is possible to give countless examples of how anthropocentric power often treats this vital factor roughly.

Nowadays, the possibilities of human production have progressed so much and it is challenged to keep track it. While these possibilities often aim higher levels they also slowly kill soil and environment which are the main materials of production and life cycle. Nobody can denie the fact of reality of danger that environment has faced in modern times. For this reason, it can be said that the problematic point is not the awareness but the laxity in taking precautions.

The land is a sacred treasure that all life cycles depend on it, when it disappears, even the most advanced production possibilities cannot re-establish it, and yet its value is stuck between economic purposes. Land is sacred because first human was created by soil and it is a main element of life, and also when a human dies he or she will be buried underground and finally they will be resurrected from it in the other world. It is a treasure; because it is a home of millions organisms that human being still can not completly understand them even though all advanced technologies are avaliable for him.

The innumerable opportunities and bounties in the world have been given to man; it requires people to act against them in accordance with the purpose of creation, not to abuse them. It should not be forgotten that damaging the soil or letting it be destroyed will also means not fulfilling the responsibilities of the caliphate entrusted by Allah. Because the land belongs to Allah, together with its contents and what is on it. For this reason, the earth-centered environmental crisis are moral and metaphysical problems rather than economic, technical, academic or scientific problems. The distance man puts between transcendental being has led to a secular land imagination. With a secular approach, it does not seem possible to develop a true, appropriate and good vision of abstract values.

Even highest price to be given to the land without being abstracted from pragmatism and knowledge-oriented approaches will not express its value. Every price given to land will speed up seeing it as a commodity. However, land is not a market material with certain price but it is a unique treasure that has precious in itself. When humanity wages war on the land, it must realize that it is actually destroying itself and its civilization. No matter how important the facts that surround people from all sides, such as industry, technology or economic inputs; when it comes to make a decision, they have to understand that human can live without industry or technology but land. Hence, extremely radical decisions and precautions should be taken swiftly.

The common wisdom of mankind is that the value of the earth is not in partial solutions, but by knowing and willing to every individual from small to large; in the classical expression, he should seek determination in a “global soil consciousness” to which he will participate by means of punishment. Because it seems difficult to speak of a global consciousness and to achieve success before each individual starts to correct their own behavior against the land. When individuals who reach this consciousness start to correct their own behaviors and imaginations; this consciousness will spread incrementally towards its goal.

It is difficult to indicate that studies on this subject deal with the soil issue, regardless of economical purposes. Especially, almost all researches and investment plans of today are made with economic calculations. The target of the plans made with economic concerns is naturally economic benefit. In other words, a phenomenon that does not have a price, market and a buyer does not express “value”. In this research, the importance of the soil is emphasized by considering the land not as an economic commodity but as a vital and metaphysical value that cannot be priced in itself. Thus, it is aimed to contribute to the studies in this field with a theological perspective.

GİRİŞ

İ

nsan, gören bir gözle kâinatı incelediğinde muhteşem bir yaşam döngüsüne şahit olacaktır. Bu döngü öylesine ince, zarif ve uyumlu dizayn edilmiştir ki nice akıl sahibi sadece bu intizama bakarak tek yaratıcı ilâhın varlığına iman etmiştir. Gerçekten de zerreden küreye bütün kâinat ve varlıklar aşkın bir yaratıcının varlığına işaret etmektedir. Bundan olsa gerek ki Kur’ân, evrendeki kozmolojik düzenin her bir parçasını (Allah’ın varlığına işaret eden) bir âyet olarak takdim eder.[1] Ve bütün bu âyetlerin hemen hepsinde aklı sürekli düşünmeye teşvik edici bir üslup vardır. Bu durum teakkul, tezekkür, tefekkür, tedebbür gibi farklı kavramlarla ifade edilse de hepsi akla işlevsellik kazandırmaya matufdur. Ancak bu işlevsellik çağrısının kalıbı gramatik olarak da sıradan bir düşünme fiiline değil meşakkat çekerek yapılacak bir eyleme dönüktür.

Kâinat dikkatli bir gözle incelendiğinde nimet olmayan bir varlık tespit etmek imkânsızdır. Her şey o kadar yerli yerinde yaratılmış ve öyle bir ahenkle dizayn edilmiştir ki bütün varlık Gazzâlî’nin (ö. 505/1111) ifadesiyle “daha iyisi, daha kusursuzu ve daha mükemmeli mümkün olmayacak”[2] bir yapıdadır.

İnsan, varlık âleminin en mükerremi olarak yaratılmıştır. Ancak ona verilen yeti ve tanınan seçme özgürlüğüyle kendisini çok yüce/değerli kılması veya aşağılık bir duruma düşürmesi de mümkündür.[3] Kur’ân hem insanın Allah tarafından özenle yaratıldığına hem de zaaf sahibi olduğuna dikkat çeker.[4] İnsanla ilgili âyetler, insanın sorumluluk yüklenebilir bir yetide (halife olarak) yaratıldığını ancak zaaflarına yenik düşüp kendisine tevdi edilen emanete sahip çıkmadığında son derece değersiz ve zararlı bir varlık olacağına işaret eder. İnsan, bu çift yönlü yapısı ve sahip olduğu özellikler sebebiyle şerefli kılınmış, evrendeki sayısız nimet onun hizmetine verilmiştir.[5] Bu hizmete verme (teshîr) olgusunu Kur’ân aynı zamanda emanet olarak ifade eder.[6] Bu bir anlamda insan-varlık arasındaki ilişkinin nasıl olması gerektiğinin de ifadesidir. Zira insandaki emanet bilinci onu sürekli dikkatli, hassas ve özenli olmaya davet eder. Ancak tarihî örneklere bakıldığında insanın bu davet karşısındaki sınavında çok başarılı olduğunu söylemek son derece zordur.

Kur’ân’da insan-varlık ilişkisi düzleminde ifade edilen temel nimetlerden biri de topraktır. Toprak sadece insana gıda temin eden bir üretim aracı değil insanın kendisinden yaratıldığı,[7] yaşam döngüsünün kendisine bağlı olduğu[8] ve öldükten sonra yine kendisine döneceği[9] özel bir hususiyete sahiptir. İnsanın şerefli/kutsal bir varlık olduğunu belirten ifadelerden aynı zamanda onun kendisinden yaratıldığı toprağın da bir kutsiyeti olduğu anlamını çıkarmak mümkündür. Her ne kadar günümüzde toprak daha çok iktisadî getirisi yönüyle ele alınsa da, onu metafizik bir yaklaşımla farklı bir boyutta değerlendirmek mümkündür. Zira toprak, metafizik bir düzlemde değerlendirilip insanlar bu konuda eğitilmediğinde bu büyük nimetin, önü alınamayan tüketim çılgınlığına kurban gitmemesi mümkün değildir. İnsan, imar etmeye yetenekli olduğu kadar tahrip etmeye de en az o kadar kabiliyetlidir. Bu araştırmada toprak sadece pazar getirisi olan, dolayısıyla kendisine biçilen fiyat oranında itibar gören bir olgu nazarıyla değil; bizatihi değerli olan, Allah tarafından kutsiyetine işaret edilerek insana emanet edilen ve iktisadî kaygılardan bağımsız bir değer olarak mütalaa edilmiştir.

1. KUR’ÂN’DA TOPRAK

1.1. Kur’ân’da Toprakla İlgili Lafızlar

Toprak, Kur’ân’ın muhtevasında farklı lafızlarla ifade edilen ve muhtelif gerekçelerle vurgulanan bir gerçekliktir. O, kimi zaman insanın yaratılış özünde yer verilen bir hammadde, kimi zaman canlı organizmaların yaşam alanı ve kimi zaman da ölüm ve diriliş konusunda üzerinde durulan kutsal bir emanettir. Kur’ân’da toprakla ilgili olarak temelde dört farklı lafız kullanılmaktadır:[10] i) “تراب/toprak”, ii) “ارض/yeryüzü”, iii) “طين/su karıştırılmış toprak; çamur, balçık”, iv) “الثرى/ıslak toprak”.

i) “تراب/toprak”: Kur’ân’da on yedi defa geçen “تراب/toprak” kullanımı[11] daha çok ilk insanın yaratılışında kullanılan bir hammadde olarak zikredilmektedir. Bu âyetlerde insanın topraktan yaratıldığı hususuna dikkat çekilerek ölümden sonraki dirilişe inanma konusunda ayak direten inkârcılarla vesvese veren şeytana karşı akla matuf örnek ve kanıtlar sunularak, ilk defa yoktan insanı var eden Yüce Allah’ın, insan öldükten sonra da aynı şekilde onu tekrar diriltmeye kadir olduğu ifade edilmektedir.[12]

ii) “ارض/yeryüzü”: Arz lafzına lügavî kaynaklar “insanların üzerinde bulundukları zemin”, “semanın mukabili olan cisim” gibi anlamlar vermektedir.[13] Mezkûr lafız Kur’ân’da çeşitli bağlamlarda ve farklı irablarla toplamda dört yüz altmış bir defa zikredilmektedir.[14] Bu ifadelerin kimi canlılar için yaşam kaynağı olan tarımsal faaliyetlerin gerçekleştirildiği toprak[15] anlamında kimi de ülke veya şehir gibi coğrafî bölgeleri[16] ifade etmek için kullanılmıştır.

Kur’ân-ı Kerîm, insanın yaratıldığı öz olma vasfı dışında insan-toprak ilişkisinin ilk olarak Hz. Âdem’in cennetten çıkarılıp dünyaya indirilmesiyle başladığını haber vermektedir.[17] İnsan, Allah’ın kendisine verdiği akıl ve irade gibi niteliklerle yeryüzünde hem şerefli[18] hem de sorumlu kılınmıştır. İnsanla ilgili kullanılan “halife”[19] ve “emanet”[20] kavramlarını bu bağlamda değerlendirmek yanlış olmayacaktır. M. Esed’in (ö. 1992) Bakara 2/30 âyetinin “ben yeryüzünde bir halife yaratacağım” kısmını mülkiyetin kendisine emanet edileceği anlamında “ben yeryüzünde ona sahip çıkacak birini yaratacağım”[21] şeklinde açıklaması da zikredilen emanet-sorumluluk bağlamına işaret etmektedir. Doğrudan veya dolaylı olarak insanın hilafetinden bahseden âyetlerden hareketle insanın hak ve adaleti gerçekleştirmek, faydalı ve iyi işler yapmak üzere ağır bir sorumluluk yüklenerek, bir bakıma Yüce Allah’ın güvenine de mazhar olarak yeryüzüne gönderildiği anlaşılmaktadır.[22] Zira insanın yeryüzünde varoluş hikmeti yeryüzünü imar etmek, kulluk/ibadet yapmak ve kendisine tevdi edilen halifelik sorumluluğunu icra etmektir.[23]

Arz lafzının geçtiği âyetlerde dikkat çeken hususlardan biri “arzın asıl sahibinin ve yaratıcısının, topraktaki bolluk ve bereketi meydana getirenin Yüce Allah olduğu” vurgularıdır.[24] Buna göre göklerin, yerin ve bu ikisi arasında olan herşeyin mülkiyeti Yüce Allah’a aittir.[25] Nitekim birçok âyette yeryüzü bizzat Allah’a izafe edilerek zikredilmiştir.[26] Yer, Yüce Allah tarafından canlılar için var edilmiş;[27] insan yer, gök ve bunları ayakta tutan tüm kozmolojik düzen üzerinde düşünmeye davet edilmiş[28] ve bu davete icabet edenlerden övgüyle bahsedilmiştir.[29] Arz/yeryüzü lafzının kullanıldığı âyetlerin bir kısmı da kıyamet tasvirleri hakkındadır. Bu âyetlerde dünya hayatının biteceği ve yeryüzünün de birtakım kozmolojik değişikliklere uğrayacağı farklı anlatım tarzlarıyla tasvir edilmektedir.[30]

iii)طين/çamur: Tîn lafzı “su karıştırılmış toprak, çamur, balçık” gibi anlamlara[31] gelip Kur’ân’da farklı konularla ilişkili olarak toplamda on iki yerde zikredilmektedir.[32] Bu âyetlerin iki tanesi Hz. İsa’nın gösterdiği mucize;[33] bir tanesi Firavun’un kule yapma isteği;[34] bir tanesi Lut kavminin helak edilmesi[35] ve sekiz tanesi de insanın yaratılışıyla[36] ilgilidir.

iv) الثرى/Islak toprak: “الثرى” lafzı Kur’ân’da sadece bir âyette[37] geçmekte olup gerek klasik sözlüklerde gerekse Kur’ân lügatlerindeıslak toprak anlamında[38] ele alınmakta ancak bu lafızla kastedilenin mutlak anlamda toprak olduğu ifade edilmektedir.[39] Göklerde, yerde ve bu ikisi arasında bulunan bütün varlığın Yüce Allah’a ait olduğu birçok âyette defaatle ifade edilmiştir. Sadece Tâhâ 20/6 âyetinde, toprağın altındakilerin de Allah’a ait olduğu belirtilmiştir. Müfessirler mezkûr âyetle ilgili farklı tevillerde bulunsalar da her hâlükârda, hiçbir şeyin Cenâb-ı Hakk’ın mutlak egemenliği dışında düşünülemeyeceğine dikkat çekildiği açıktır.[40]

1.2. İnsanın Yaratıldığı Öz Olarak Toprak

Kur’ân’ın üzerinde durduğu temel meselerden biri insanın yaratılış özünün topraktan alınmış olmasıdır.[41] İnsanlığın ilk atası kabul edilen Hz. Âdemi konu edinen âyetlere göre Yüce Allah onu “iki eliyle” yaratmış,[42] yani onu özel bir yaratışla varlık alanına çıkarmıştır. Kur’ân, döllenmenin gerçekleşmesi ile başlayan tabii süreci de zikreder ancak ilk insanın yaratılması, sonraki zamanlarda herhangi bir insan ferdinin yaratılmasından farklıdır. Konuyla ilgili âyetlerin insanın yaratılması meselesinde üzerinde durduğu husus ilâhî irade ve yaratıcı kudretin yaratılışın her aşamasını belirlediği gerçeğidir.[43] Aslen topraktan yaratılmış olan ve Yüce Allah’ın “ruhum”[44] dediği varlık ilkesinden bir soluk üflediği gelecekteki bu yeryüzü hükümranına bizzat O, “isimlerin tamamını”[45] öğreterek bu isimlerin gösterdiği varlıkları kavratmış, nihâyetinde meleklerin ona secde etmesini istemiştir.[46] Ancak Yüce Allah’ın “ruhumdan” dediği türünden beyanların, ontolojik bir olguyu değil -tıpkı “Allah’ın evi” terkibinde olduğu gibi- şereflendirme ve amaç belirtme mânası taşıyan mecâzî bir anlatım olduğu unutulmamalıdır.[47] Aynı şekilde meleklerin Âdem’e secde etmeleri de ona ibadet etme manasında değil insanı şereflendirme ve Allah’ın emrini yerine getirme itibarıyla doğrudan doğruya Yüce Allah’a ibadettir.[48]

Kur’ân’da çeşitli sûrelerde zikredilen Hz. Âdem, genellikle insanı temsil eder ve Âdem’in hikâyesi her insanın hikâyesi demektir.[49] Kur’ân’da ilk insanın yaratıldığı madde muhtelif sûre ve âyetlerde farklı kavramlarla ifade edilmiştir. Bunlar “تراب/toprak”,[50]ماء/su”,[51]طين/çamur”,[52]سلالة من طين/süzme veya akışkan çamur”,[53]طين لازب/yapışkan çamur”,[54]صلصال/kurumuş çamur”,[55]حما مسنون/değişime uğramış kara balçık”,[56] ve “نطفة/nutfe”dir.[57] Burada insanın yaratılış aşamalarının tamamını tek tek incelemek araştırmanın sınırlarını aşacaktır. Konunun toprak olması hasebiyle insanın yaratılışıyla ilgili âyetlere bakıldığında toprak ve suyun en önemli unsur olduğu görülmektedir.[58]

İnsanın toprak ve toprakla ilgili çeşitli aşamalardan yaratılmış olması bir tenakuza değil ilâhî kudretin kontrolündeki bir planlamaya işaret etmektedir. Bu yaratılışın belli bir zaman aldığını ilgili âyetlerden çıkarmak mümkündür.[59] Ancak insanın istenilen kıvama gelmesi ve yaratılma aşamaları asla ilâhî iradeden bağımsız bir tekâmül nazariyesine kapı aralamaz. Zira ilgili bütün âyetlerde insanın yaratılması olayında birinci derecede vurgulanan etkin unsur Allah’ın irade ve kudretidir.

Hz. Peygamber’den (s.a.s.) nakledilen hadislerde de ilk insan (Âdem) Allah tarafından, yeryüzünün her tarafından alınan farklı toprakların bir araya getirilmesinden yaratılmıştır. İnsanların faklı renk, karakter ve istidatlara sahip olmaları da bu toprağın çeşitliliğine atfedilmiştir: “Allah (cc), Âdem’i yeryüzünün her tarafından aldığı bir avuç topraktan yaratmıştır. Bu sebeple âdemoğullarının, o topraklara izâfeten kimi kızıl, kimi beyaz, kimi siyah, kimi de bu renklerin karışımındaki renklerde; yine karakter olarak kimi yumuşak, kimi sert, kimi iyi huylu, kimi kötü huylu olarak dünyaya gelmiştir.[60]

Hem insanın topraktan yaratılmış olması hem de toprağa verilen yaşamsal değer Kur’ân’da Yüce Allah’ın varlığına işaret eden kozmolojik delillerden sayılmıştır.[61] Zira insanın ilk başta canlılıktan uzak bir varlık olan topraktan yaratılmasına rağmen diğer varlıklardan şerefli kılınması ve bütün organizmalar için toprağın yaşamsal bir değer ifade etmesi son derece aşkın bir varlığa işaret eder ki; Kur’ân, insanın bütün bu eşsiz düzenden hareketle Yüce Allah’ın sonsuz güç ve kudret sahibi tek yaratıcı olduğunu belleyip kavramasını ister.[62]

1.3. Toprak Örnekli Dilsel Temsil ve Kullanımlar

Yeryüzünde -az veya çok- yaşamış her medeniyetin entelektüel birikiminde toprakla ilgili deyim, atasözü ve temsillerin olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Toprak sadece deyim, atasözü veya temsillere değil şiir, türkü, mani, masal, ağıt gibi folklorik birçok unsurun konusu olmuştur. Kur’ân’da da toprak ve toprakla ilgili kavramlar hem deyimsel ifadelere hem de bazı temsillere konu olmuştur. Aşağıdaki örnekler konunun anlaşılmasına katkı sağlayacaktır:

Örnek-1) Yeryüzünün bütün genişliğine rağmen dar gelmesi”: Tebük Seferi’ne (Recep 9/Ekim 630) imkânları olduğu halde katılmayıp pişmanlık duyan ama tevbeye de hemen yönelmeyen üç kişiye karşı, sefer dönüşünde Hz. Peygamber’in (s.a.s.) ve Müslümanların ilişkilerini kesmeleri[63] sonucunda bu üç kişinin yaşadıkları psikolojik halleri “bütün genişliğine rağmen yeryüzü onlara dar gelmişti”[64] şeklinde ifade edilmiştir. Yine Huneyn Savaşı’nın yaşanacağı yere hareket eden kalabalık orduyu gören bazı Müslümanlar “bu ordu hezimete uğratılamaz” türünden sözler sarfetmiş[65] ve Müslümanlar savaş meydanında ilk başta bir hezimet yaşamışlardı.[66] Zira Müslümanlar sayılarının çokluğuna aldanmış ve zaferi verenin asker çokluğu değil Yüce Allah olduğunu unutmuşlardı.[67] Müslümanların yaşadıkları bu sıkıntı ve sağa-sola kaçışmaları ile gelen hezimet neticesinde yaşadıkları ruh halleri aynı şekilde “bütün genişliğine rağmen yeryüzü size dar gelmişti”[68] sözüyle ifade edilmiştir. Bu ifade, onların şaşkınlıklarını, yaşadıkları endişe ve korkudan kaçıp kurtulacakları bir yer bulamadıklarını ve kalplerinin daraldığını anlatan bir teşbihtir.[69]

Örnek-2) “Yere çakılıp kalmak”: Hicretin dokuzuncu yılında Bizans’ın bazı Hristiyan Arap kabileleriyle beraber Medine’ye kuzeyden bir saldırı yapacağı söylentilerinin artıp bu haberlerin Hz. Peygamber’e (s.a.s.) ulaşması üzerine o da Tebük Sefer’i için talimat vermiş ve daha öncekilerin aksine bu defa seferin istikametini gizlememiş; zor bir sefer olacağını ve askerlerin ona göre hazırlık yapmalarını istemişti. Ayrıca havanın sıcak olduğu, hurma hasadının yaklaştığı ve önemli bir kıtlığın yaşandığı bir dönemdi; dolayısıyla sefere çıkmak son derece meşakkatliydi.[70] Münafıklar katılmamak için izin isterken bazı Müslümanlar da sefere hazırlık konusunda gevşeklik göstermiş ve işi ağırdan almışlardı.[71] Bu gevşeklik “Ey iman edenler! Size ne oldu ki, ‘Allah yolunda seferber olunuz’ denilince yerinize çakılıp kaldınız; yoksa âhiretten vazgeçip dünya hayatına mı razı oldunuz? Fakat dünya hayatının nimetleri âhiret saadetinin yanında pek az bir şeydir”[72] âyetiyle kınanmış ve Müslümanlar uyarılmıştır. İşte sefere katılma konusundaki gevşeklik hali “yere çakılıp kaldınız” sözüyle ifade edilmiştir.

Örnek-3) Gökler ve yer durduğu sürece”: Kur’ân’da cehennem ve cennet hayatının ebediliği “gökler ve yer durduğu sürece onlar orada ebedî kalacaktır”[73] şeklinde ifade edilmiştir. Müfessirler bu ifadeler hakkında genellikle iki ihtimal üzerinde durmuşlardır: i) “Gök ve yer” ifadeleriyle âhiretteki gökler ve yer murat edilmiştir ki onlar ebedi olarak var edilmişlerdir. ii) Bu ifade sonsuzluk ifade eden mecâzî bir kullanımdır.[74]

Örnek-4) “Ne yer ağladı onlara ne de gök”: Önemli bir kimse öldüğünde Araplar onun ölümünü yüceltmek ve ona saygılarını ifade etmek için “gök ve yer ağladı ona, rüzgâr ağladı ve güneş karardı” gibi ifadeler kullanmışlardır.[75] Ayrıca bazı hadis metinlerinde de müminlerin ölümü sebebiyle gök ve yerin ağladığı ifade edilmiştir.[76] Kur’ân’da Firavun ve etrafındakilerin Kızıldeniz’de boğulmaları anlatıldıktan sonra onların arkalarından üzülmeye değer olmadıkları “Gök ve yer onların ardından ağlamadı”[77] şeklinde ifade edilmiştir. Böylece Firavun ve etrafındakilerin kendilerini zannettikleri gibi büyük ve değerli olmadıkları beyan edilmiştir.[78]

Örnek-5) “Dünyaya saplanmak”: A‘râf Sûresinde Allah’ın kendisine âyetler verdiği hâlde, onlarla alakasını kesip, şeytanın kendisini peşine taktığı, bu yüzden de azgınlardan olan kimsenin heva ve hevesine uyarak geçici olanı tercih etmesi “dünyaya saplanmak” olarak ifade edilmiştir.[79] Bu kullanım değersiz olanı kıymetli olana tercih etmeyi veciz bir şekilde ifade etmektedir. Türkçedeki “dünyaya tapmak” ve “dünyaya kazık çakmak” deyimleri de bu anlamı ifade etmektedir.[80]

Yukarıda verilen örneklerin dışında Kur’ân’da toprak mevzulu birçok deyimsel ifade ve temsiller bulmak mümkündür. Örneğin insanlık neslinin çoğalmasına vesile olan nutfenin rahimlere bırakılması tohumlara teşbih edilerek, kadınlar, mecâz yoluyla ekinliğe (tarla) benzetilmiştir.[81]

Gösteriş için ve insanları minnet altında bırakarak infakta bulunan kimse, yalçın ve pürüzsüz bir kayanın üzerindeki ince toprak örtüsüne tohum eken, ancak -elverişli arazilere bereket getiren sağanak- yağmurun kayanın üzerindeki toprağı içindeki tohumla birlikte götürmesi sonucu hiçbir ürün alamayan bir çiftçiye benzetilmiştir.[82] Hak olan İslâm’ı kabul eden mümin verimli toprağa, hakkı inkâr edenler ise çorak toprağa teşbih edilerek[83] adeta şöyle denmek istenmiştir: “Güzel ürünler veren bereketli topraklar gibi olun, faydasız bitkiler çıkaran işe yaramaz (çorak) topraklar gibi olmayın.”[84]

1.4. Temizleyici Olarak Toprak

Binlerce organizmanın yaşam döngüsüne kaynaklık eden toprak, aynı zamanda temizleyici ve arındırıcı bir özelliğe de sahiptir. İslâm’ın emrettiği birçok ibadet için temizlik şart koşulmuştur. Bir Müslümanın ibadet etmesi ancak bu hazırlık safhasını (abdest-gusül) yerine getirmesiyle mümkündür. Temizlikte kullanılabilecek birincil madde ise sudur. Ancak suyun bulunmadığı veya bulunup kullanma imkânının olmadığı durumlarda ise toprak veya toprak cinsinden bir şeyle ibadetin hazırlık aşaması olan temizlik icra edilir. Teyemmüm diye isimlendirilen bu ameliye büyük ve küçük hükmî kirliliği (hades) gidermek gayesiyle iki eli temiz toprak veya toprak cinsinden sayılan bir maddeye sürmek sûretiyle yüzü ve iki kolu meshetmekten ibaret, abdest ve gusül yerine geçen hükmî bir temizliktir.[85] Teyemmümün meşruiyeti Kur’ân[86] ve Hz. Peygamber’in (s.a.s.) sünnetiyle sabittir.[87]

Toprak kaynaklı bir temizlik olan teyemmüm, kaynaklarımızda her ne kadar sembolik (hükmî) bir temizlik olması yönüyle ön plana çıkmış olsa da onda dezenfekte edici vasıfların olduğu müsellemdir. Hz. Peygamber’in kirlenmiş bazı kapların hem su hem de toprakla temizlenmesi gerektiğini ifade eden beyanları[88] da topraktaki bu temizleyici özelliği izhar eder mahiyettedir. Nitekim günümüzde yapılan bilimsel çalışmalarda da toprağın temizleyici vasıflara sahip olduğu ifade edilmektedir. Örneğin şâyet toprağın temizleyici özelliği olmasaydı sadece mezar topraklarının dahi hastalıktan geçilmemesi gerekirdi. Zira toprağa gömülenler arasında bulaşıcı hastalık taşıyan birçok kişi de bulunmaktadır. Topraktan antibiyotik üretme çalışmaları da toprağın bakteri ve virüsleri öldürücü/temizleyici özelliğini izhar etmektedir. Nitekim toprak mikrobiyolojisi profesörü S. A. Waksman (ö. 1973) toprak bakterilerinden antibiyotik elde etmeyi başarmış ve tüberküloza (verem) karşı yapılmış ilk antibiyotik olan streptomisini keşfiyle 1952’de Nobel Tıp Ödülünü kazanmıştır.[89]

Toprağın temizleyiciliği yanında arındırıcı özelliği de vardır. Toprağın insan vücudundaki statik (durgun) elektriği izole etmesi bu arındırma özelliğine örnek verilebilir. Aslında statik elektrik sadece insanda değil birçok varlıkta oluşabilen bir enerjidir. Doğada birbirinden farklı veya aynı olan iletken veya yalıtkan iki maddenin temas etmesi veya sonra ayrılması veya sürtünme meydana getirmesi sebebiyle statik elektrik kendiliğinden oluşur.[90] Örneğin lastik tekerlekli vasıtalarda, hava ile sürtünme kuvveti sebebiyle seyir halinde iken; fırtınalı havalarda atmosferdeki bulutlarda; çok yüksek hızla mesafe kateden uçaklarda yüksek sürtünme kuvveti sebebiyle statik elektrik toplanır. Bu sebeple toplanan statik elektriğin devamlı topraklama veya başka bir sistemle boşaltılması gerekir. Örneğin uçaklarda oluşan bu enerji kanatlarındaki sivri uçlar vasıtasıyla sürekli olarak boşluğa atılır. Aksi takdirde iniş esnasında meydana gelebilecek şiddetli deşarzlar sebebiyle uçak infilak etme tehlikesiyle karşı karşıya kalır.[91] Bina ve fabrika gibi elektrik kullanan tüm yerlerde statik elektrik çeşitli yollarla toprağa boşaltılır aksi takdirde büyük tehlikelere sebebiyet verme olasılığı son derece yüksektir. Topraklama ile hem tesisler hem de insanlar tehlikeli gerilim seviyelerine karşı korunur.[92]

Aşırı derecede statik elektrik yükünün insan bedeninde birikmesi, insan vücudundaki normal elektrik dengesini bozabilir ve sinir sistemi üzerinde olumsuz etkiler bırakabilir.[93] Yün bir halıda yürümek, yazı yazmak veya kıyafet değiştirmek gibi basit sebepler dahi tehlikeli bir statik elektriğin oluşması için yeterlidir.[94] Aslında insan vücudu genel itibarıyla oldukça iyi bir iletkenliğe sahiptir. Ancak teknolojik gelişmelerle birlikte kullanımı yaygınlaşan sentetik türü kıyafetler, sadece insan bedenini topraktan izole etmekle kalmaz aynı zamanda elektrostatik yüklerin oluşmasına da sebep olur. Eğer insan anti-statik olan iletken sayılabilecek ayakkabı kullanır ve iletken bir zemin üzerinde bulunursa vücudunda oluşan yük toprağa gidecektir.[95] Bütün bunlar da toprağın yaşamsal değerinin ne kadar önemli olduğunu göstermektedir.

1.5. Allah’ı Zikredici Olarak Toprak

Lügavî olarak “bir şeyi anmak, hatırlamak, hatırında tutmak” gibi anlamlara gelen[96] zikir/zikr lafzını dinî literatürde “Allah rızasına matuf; kalb, lisan ve bedenle yapılması mümkün olan sözlü ve amelî eylemleri kapsayan davranışların tümü” olarak tarif etmek[97] mümkündür. Kur’ân’da zikir kavramı geniş bir anlam alanına sahiptir. Yüce Allah’ı onun ulûhiyyetiyle bağdaşmayacak her türlü eksiklik ve noksanlıktan tenzih etmeyi ifade eden[98] tesbih kavramı da Allah’ı zikretmenin bir parçasıdır.[99] Zira zikir, tesbihi de içine alan umumi bir kavramdır.

Kur’ân’da canlı-cansız veya âkil-gayr-ı âkil ayırımı yapılmaksızın bütün varlıkların Yüce Allah’ı tesbih ettikleri ifade edilmektedir. Konuyla ilgili âyetlerde evrenin ve içindeki her şeyin; meleklerin, dağların, taşların, ağaçların, otların, kanat çırpan kuşların; güneş, ay ve yıldızların; hayvanların, gök gürültüsünün devamlı Allah’ı tesbih ettiği, ancak insanların bunu tam anlamıyla anlayamadıkları ifade edilmektedir.[100] Bu zikri/tesbihi ifa edenlerden biri de yeryüzüdür. Mezkûr husus İsrâ Sûresinde şöyle ifade edilmektedir: “Yedi gök, yer ve bunların içinde bulunanlar Allah’ı tespih ederler. Her şey O’nu hamd ile tespih eder. Ancak, siz onların tespihlerini anlamazsınız…”[101]

Kâinat ve içindeki her varlığın Allah’ı tesbih etmesi müfessirler tarafından farklı değerlendirmelere konu olmuştur.[102] Kimi müfessirler bu tesbihi hakiki anlamında alarak her varlığın kendilerine mahsus bir lisanla Yüce Allah’ı tesbih ettiklerini; kimileri de bu tesbihi söz konusu varlıklardaki işleyişin Allah’ın yüceliğine delalet etmesi anlamında tevil etmişlerdir.[103] Ancak varlıkların tesbihini hakiki anlamda ele alan tercihlerin daha kuvvetli olduğunu ifade etmek mümkündür. Zira mecâzî anlamı tercih eden birçok müfessir varlıkların kendilerine mahsus bir lisanla Allah’ı tesbih etmelerini de imkân dışı saymamıştır.[104] Söz konusu ihtilaflar bir yana farklı teviller yapılsa bile evrende Allah’ı tesbih eden varlıklardan biri de topraktır. Toprağın tesbih ettiği seleften gelen bazı rivâyetlerde de zikredilmiştir.[105]

1.6. Toprağa Dönüş (Ölüm) ve Topraktan Diriliş

Gerek dinlerin gerekse ideolojilerin temel konularından biri ölümdür. İnsan hayatına değer katan, insanın varlık, evren, yaşam ve ölümle ilgili sahip olduğu anlam tasavvurudur. Bu varlık alanı anlamdan arındırıldığında bir başka ifadeyle varlık, yaşam ve ölüm anlamsızlaştı(rıldı)ğında, insanca var olmanın ve yaşamın görünmez zemini kaybedilecektir. Zira hayat yakın ve uzak/öte anlamıyla bir bütündür.[106] Yani hayatın bir parçası yaşam diğer parçası ölümdür. Dolayısıyla hem var olmanın hem de hayatın anlamı ölümle sıkı sıkıya bağlıdır. Şâyet öldükten sonra börtü-böcek olacak isek insanî var olmanın; bir hesap yok ise ahlaklı olmanın yani insan olmanın ve hayatın anlamı olmayacaktır.[107]

Bütün dinlerde ve beşerî sistemlerde insan hayatı saygın kabul edilerek onun korunması için tedbir alınmış, onun ihlâl edilmesi cezalandırılma sebebi sayılmıştır. İslâm’da haram addedilen birçok fiil bu amaca matuftur. Dolayısıyla ölüm gerçek ve mukadder olsa da insanın dünyaya gelmesinin amacı öl(dür)mek değil yaşa(t)maktır.[108] Bu sebeple İslâm inancında haksız yere bir insanı öldüren bütün insanları öldürmüş, bir insanı kurtaran ise bütün insanlara hayat vermiş addedilir.[109] Hayat, ölümle bir bütün olduğu içindir ki insan yaşamını kaybedebilir, ölebilir ama hayatını kaybetmez.[110]

İnsan öz itibarıyla topraktan yaratılmış,[111] dünyadaki hayatının son bulmasıyla tekrar yaratıldığı toprağa dönecek ve Âhiret günü için Allah’ın kudretiyle tekrar topraktan çıkarılıp diriltilecektir.[112] Kur’ân’da bu hakikat şu sözlerle ifade edilir: “(Ey insanlar!) Sizi topraktan yarattık, (ölümünüzle) sizi oraya döndüreceğiz ve sizi bir kere daha oradan çıkaracağız.”[113]

Allah Resûlü (s.a.s.) de insanda acbü’z-zeneb adı verilen ve hiçbir zaman çürüyüp yok olmayan bedene ait maddî bir unsurun bulunduğunu[114] ve (o gün) gökten inecek bir su sayesinde insanın bir bitkinin topraktan çıkışı gibi hızlıca canlanıp ortaya çıkacağını haber vermiştir: “Sonra Allah gökten bir su indirir ve bu sayede ölüler, bitkinin yerden bitişi gibi (kabirlerinden) çıkarlar. İnsan cesedi bütünüyle çürüyüp yok olur, ancak acbü’z-zeneb müstesna, insanlar bundan yaratılır.”[115] Konuyla ilgili hadislerde anlatılmak istenen husus, toprağa karışan insan bedeninin tekrar yaratılmasına esas teşkil edecek maddî bir unsurun toprakta veya bedenin çürüyüp yok olduğu herhangi bir mekânda varlığını koruyabilmesidir.[116] Kıyamet günü geldiğinde -ki mutlaka gelecek[117]- kabirler açılacak,[118] yeryüzü içinde barındırdığı ağırlıkları çıkarıp dışarı atacak[119] ve Allah insanları ilk defa nasıl topraktan yaratmış ise yerden ot bitirir gibi tekrar topraktan çıkarıp diriltecektir.[120]

2. ANÂSIR-I ERBAANIN BİR ELEMENTİ: TOPRAK

Anâsır lafzı lügavî olarak “asıl, kök(en), soy-sop, şeref, değer, hürmet, asâlet” gibi mânalara gelen “unsur” lafzının çoğuludur.[121] Anâsır-ı erbaa “dört unsur” demek olup klasik felsefede toprak, su, hava ve ateş elementleri için kullanılan bir kavramdır.[122] Çok eski çağlardan beri bu dört elementin evrenin temel unsuru olduğu dile getirilmiş ve filozoflar tarafından tartışılmıştır. Bu dört unsurla ilgili tasavvur, Müslümanlar arasında İslâm kültürünün inanç ve esaslarına göre şekillenmiştir. Buna göre Allah, âlemin temelini dört şeyden oluşturmuştur. Bir başka ifadeyle Allah toprağı, suyu, havayı ve ateşi dünyaya direk yapmış ve insanlığın hizmetine sunmuştur.[123]

Kaynaklarda toprak konusunda yapılmış farklı tanımlamalar bulunmaktadır.[124] Tanımlardaki farklılığın sebebi toprağın çeşitli görünümler arz etmesi ve herkesin topraktan beklediği yarar ve fonksiyonlara göre tarifler yapmış olmasıdır.[125] Yapılan tarifler beraber değerlendirildiğinde toprağı “Arzın dışını ince bir tabaka halinde kaplayan, kayaların ve organik maddelerin türlü ayrışma ürünlerinin karışımından meydana gelen, içerisinde ve üzerinde geniş bir canlılar âlemi barındıran, bitkilere durak yeri ve besin kaynağı olan, belli oranlarda su ve hava kapsayan üç boyutlu bir varlık”[126] şekilde tanımlamak mümkündür:

Yeryüzü katmanını oluşturan anakaya; iklim, anamateryal, arazi yapısı (topoğrafya), organizmalar ve zaman gibi çeşitli etkenlerle toprağa dönüşür.[127] Toprak oluşumunda önce kayalar toprak anamateryaline dönüşmekte daha sonra bu anamateryalden toprak meydana gelmektedir. Hem anamateryalin oluşumu hem de bundan toprakların meydana gelişi fiziksel, kimyasal ve biyolojik birçok olayın sonucunda gerçekleşir.[128] Birkaç santimetrelik bir toprağın oluşumu için farklı unsurların yanında ayrıca uzun bir zaman sürecine ihtiyaç vardır. Bu süreç, farklı şartlara göre binlerce yılı bulabilmektedir.[129] Tarıma imkân veren bir toprak tabakasının gerekliliği düşünüldüğünde insanın faydalanabileceği bir toprağın oluşumu için binlerce belki milyonlarca yıldan bahsetmek gerekecektir.

Bitkisel ve hayvansal hayata ait mikroorganizmalardan, en kuvvetli mikroskopla bile görülemeyecek kadar küçük mikroorganizmaların sayısız türleri toprak içinde yaşamakta, gelişmekte ve ölmektedir.[130] Dolayısıyla bir santimetreküplük verimli toprakta dahi milyonlarca canlı organizma vardır ve tamamen araştırılması insanın yetenek ve olanaklarını aşan bir durumdur.[131] Her araştırmada bilim insanlarının yeni bulgulara ulaşması ve toprak bünyesinde deveran eden yaşam döngüsünün yeniliklere açık olması bunun açık bir göstergesidir. Eğer toprakta mevcut olan mikroorganizmalar sayesinde toprağa düşen bitkisel ve hayvansal artıklar ayrışmayıp kalsaydı, bugün yeryüzü cesetlerle örtülmüş olarak hayattan yoksun olacaktı.[132]

Toprak, bünyesinde çok fazla canlı barındıran, dünyadaki en çeşitli habitatlardan[133] biridir. Doğanın hiçbir yeri toprak toplulukları kadar yoğun değildir. Örneğin tek bir gram toprak, yüzbinlerce türe ayrılan bir milyara yakın bakteri içerebilir. Zira toprağın son derece karmaşık olan fiziksel ve kimyasal yapısı bu canlılar için yaşam kaynağıdır. Mikroorganizmalardan insanlara tüm bitki ve hayvanlar toprakla etkileşim halindedir. Topraktaki tüm organizmalar toprak yapısının oluşumuna ve korunmasına dâhil olarak insanlar için ekosistemin temel işleyişini idame ederler.[134]

Toprak içerisinde değişik boyutlarda, çeşitlilikte ve farklı görevleri icra eden, kimi kısa süreli kimi kalıcı olan canlılar yaşamaktadır. Bütün toprak canlıları arasında gerçekleşen besin ilişkileri, toprak organik maddesinin ayrışması ve besin elementlerinin mineralizasyonu gibi küresel döngüleri yönetirler.[135] Toprak canlıları ve özellikle mikroorganizmalar topraktaki bitkisel ve hayvansal artıkları parçalayarak bir yandan enerji ihtiyaçlarını karşılarken; diğer taraftan bu organizmaların faaliyetleri sonucunda gerçekleşen olaylar toprak verimliliği üzerinde olumlu etkiler yapar.[136] Bitkiler (üreticiler) ayrıştırıcı canlılara organik karbon temin ederken; ayrıştırıcı canlılar da organik bitki artıklarını ayrıştırır ve besin elementlerini toprağa tekrar vererek bitkilerin büyümesini ve kominite yapılarını dolaylı olarak düzenlerler.[137]

Birçok canlı türünün yaşam zemini olan toprak çoğu zaman canlı bir varlık olarak tanımlanmıştır.[138] Yukarıda toprakla ilgili verilen sınırlı bilgiler dahi bu varlığın “canlı” sıfatını fazlasıyla hak ettiğini göstermektedir. Bu canlı varlık insanlık için ne ifade etmektedir? İstedikleri gibi üzerinde tasarruf edecekleri veya fiyat etiketi vuracakları bir pazar malı mı yoksa saygı duyacakları meta-ekonomik, kutsal bir emanet mi? Bu soruların cevabını ekonomik analizlerin arasında bulmak son derece zordur. Çünkü ekonomik hesaplarla bakıldığında bizzat toprağın hiçbir değeri yoktur.[139] Bu sebeple toprağın değeri konusundaki sıkıntılar sadece bilimsel değil aynı zamanda metafizik bir problemdir. S. Hüseyin Nasr’ın şu ifadeleri de bu problemi özetler mahiyettedir: “İnsanla tabiat arasındaki dengenin bozulduğunu pek çok kimse kabul etmektedir. Ama bu bozulmanın insanla Allah arasındaki uyumun bozulmasından kaynaklandığını herkes fark etmiş değildir.”[140]

Bugün çeşitli gerekçelerle madde ötesi olandan sırt çevirmiş modern insanın bilimsel analizler ve ekonomik planlamalarla çevrenin temel parçası olan toprakla ilgili problemleri çözmesi zor görünmektedir. Herşeyden önce maddi şeyleri ait oldukları yere yerleştiren bir yaşam tarzının geliştirilmesi gerekmektedir. Maddî olanın meşru yeri ise birincilik değil ikinciliktir.[141] Bu tür bir yaklaşımın ise aşkın olandan/alandan bağımsız mütalaa edilmesi mümkün değildir. Zira kutsalla bağlarını koparmış bir doğa, savaşılması ve mağlup edilmesi gereken vahşi bir hammadde kaynağı olarak görülmektedir.[142]

Varlık, Allah’ı dikkate almadan düşünülüp anlaşılacak bir olgu değildir. Zira evrendeki bütün varlıklar Allah ile bir irtibat halindedir. Yüce yaratıcı insandan ayrı ve kopuk bir kâinat var etmediği gibi; kendisinden de uzak ve bağımsız bir varlık dünyası oluşturmamıştır.[143] Bu irtibatı dikkate almadan onları anlamaya çalışmak neredeyse imkânsızdır.

Kur’ân’da Allah’ın varlıkla ilişkisine dair verilen anekdotlar İslâmî çevreciliğin metafizik bir arka plana sahip olduğunu göstermektedir.[144] Çevrenin uğradığı tahribat, modern insanın doğal çevreyi ontolojik olarak bağımsız bir gerçeklik düzeni ve ilâhî çevreden kopuk bir şey olarak görmek istemesinin bir neticesidir; zira ilâhî çevrenin bereketi olmasa doğal çevre bereketsiz kalır ve ölür.[145]

Kur’ân, kâinatı metafizik alandan bağımsız olarak tanıtmaz. Yeryüzü sadece insan için değil bütün canlılar için yaratılmıştır.[146] Kur’ân her canlıyı “sizin gibi bir ümmet/topluluk” olarak insana tanıtır.[147] Evrendeki her bir varlığın Allah’ı tesbih etmesi onun saygın ve değerli olduğunu göstermektedir.[148] Bu meyanda her can sahibinin gerek varlık amacını icra etme gerekse aşkın varlıkla ilişkisi bağlamında kutsal olduğunu ifade etmek yanlış olmayacaktır. Varlıkların kutsal addedilmesi İslâm çevreciliğinin metafizik temelini oluşturur.[149] İnsanın özü toprak ve sudan yaratılmıştır. İnsan, kendilerinden dünyaya geldiği ana babasına nasıl hürmet etmesi gerekiyorsa toprak ve suya da aynı şekilde saygı göstermelidir.[150] Mamafih içerisinde milyonlarca canlı organizma barındıran ve bütün evren için yaşamsal bir değer ifade eden toprak da canlıdır ve kutsaldır. İnsanlığın, bu kutsallığı kabul edip buna dair bir bilinç kazanmadıkça onunla ilgili tasarrufları dizginlemesi zor görünmektedir.

3. META-EKONOMİK BİR DEĞER OLARAK TOPRAK VE KALKINMA

2019 yılında başlayan Covid-19 salgını, dünyada başta sağlık olmak üzere ekonomik, sosyal, siyasal, eğitim, gıda temini gibi birçok konuda küresel problemlere yol açmıştır. Dünya, bir yandan süregelen bu salgınla mücadele ederken diğer yandan her ülke kendi vatandaşlarının sağlık, beslenme, eğitim, güvenlik, barınma gibi problemleriyle baş etmeye çalışmaktadır. İnsanın temel gereksinimleri, hayatın idamesi için bütünü oluşturan parçalar mesabesinde olsa da bunlar arasında ehemden mühime doğru bir derecelendirme yapmak kimi zaman elzem olmaktadır.

Şüphesiz insanların temel ihtiyaçlarının ilişkili olduğu birincil alanlardan biri ekonomidir. Ekonomi, TDK sözlüğünde “insanların yaşayabilmek için üretme, ürettiklerini bölüşme biçimlerini ve bu faaliyetten doğan ilişkilerin bütünü” olarak tanımlanmaktadır.[151] Düşünce yapıları ile ekonomi arasında sıkı bir ilişki vardır. Ekonomik güç her dönemde önemini muhafaza etmiş olsa da hiçbir dönemde modern çağdaki kadar putlaştırılmamıştır. Bugün üretimin geliştirilmesi ve servet birikimi çabaları çağdaş dünyanın en yüce amaçları haline gelmiştir.[152]

İnsanlığın bugün küresel birçok kriz yaşadığı yadsınamaz bir gerçektir. Ekonomik krizlerin kendilerini doğrudan hissettirmelerinin, en önemli krizin ekonomik olduğunu ispatlamaya yeterli gelmeyeceği aşikârdır. Bazı krizler zamana yayılıp varlığını yavaş yavaş hissettirdiği için geç farkedilmeye müsaittir. Ama bunların en büyük zararı, farkedildiklerinde artık tedbir için geç kalınmış olması ya da bir kanser uru gibi bünyeyi sarmış olmasıdır. İşte dünyanın bugün yaşadığı en büyük krizlerden biri doğal çevreyle ilgilidir. Zira modern insan elde ettiği bilimsel ve teknik güçten duyduğu coşku içinde dünyayı kirleten bir üretim sistemi ve insanı sakat bırakan bir toplum türü kurmuştur. Servetin durmadan artmasıyla herşeyin yoluna gireceği zannedilmiş paranın adalet, güzellik, sağlık gibi değerlerin kaybını karşılayabileceği düşünülmüştür. Hâlbuki ekonomizmi putlaştırmanın kaçınılmaz sonucu insanın önemini yitirmesidir.[153]

İnsan hayatı için fiyat biçilemeyecek kadar önemli olgular vardır. Bunlar toplumların din, kültür, ahlak gibi değerleriyle de ilişkilidir. İnsanın midesinin doymaya ihtiyacı olduğu kadar ruhunun ve aklının da çeşitli gıdalara ihtiyacı vardır. Midelerin doyması için gıda üretimi, ruhların doyması için metafizik kaynaklar (din) ve akılların beslenmesi için eğitim insanlığın temel gereksinimlerindendir. Ekonomik büyüme denildiğinde akla ilk olarak ekonomide belli bir dönemde üretilen mal ve hizmet miktarındaki artış gelmektedir.[154] İnsanların tüm faaliyetlerini üretim ve tüketim olarak sınıflandırmak işaret edilen değerlerin doğru mütalaa edilmesine ve anlamlandırılmasına engel olacaktır. Zira üretim-tüketim hesaplarını şekillendiren ekonomik kaygılardır. Hâlbuki insan hayatında iktisadî olmayan birçok faaliyet mahza kendi amaçları uğruna yapılır. Toprak mahza bir üretim aracı mıdır; yoksa bunların da ötesinde kendi başına amaç olan bir şey midir?[155] Bu sorulara verilecek cevabın doğruluğu ancak varlığın metafizik arka planını hesaba katan bir yaklaşımla mümkün olacaktır. Metafizik bir yaklaşım “varlığın emanet olduğunu, emanetçi olan insanın kendisine ait olmayan bu emanet üzerinde keyfî tasarruflarda bulunamayacağını, sergilediği davranışlardan ötürü birgün emanetin asıl sahibi olan Yüce Allah’a hesap vereceğini” dikkate alarak bir insan-çevre ilişkisi geliştirecektir. Aksi takdirde üretim ve tüketim üzerine kurulu düzenler, evrenin yasalarına (fıtrata) uymayan bir ölçekte, karmaşıklıkta ve yıkıcılıkta sürüp gittikçe çevre kriziyle mücadele başarılı olamayacaktır.[156]

İnsan hayatına sadece ekonomik hesaplamalarla bakıldığında değerlerden bahsetmek son derece zordur. Zira artık ölçütler kar-zarar getirisine ve pazar fiyatına endekslidir. Bir faaliyetin yürütülme ya da durdurulma kıstasını ekonomik hesaplamalar belirlediğinde insan ve toplum için hayatî öneme sahip değerlerin niceliğin egemenliğine kurban gitmesi işten bile değildir. Bu meyanda bir şey “ahlaka aykırı ya da çirkin, ruhu zedeler ya da insanı yozlaştırır, dünya barışını tehdit eder ya da gelecek kuşakların mutluluğunu tehlikeye atar” nitelikte bile görülse ekonomik olduğu yadsınmadığı sürece var olma, gelişme ve yayılma hakkına sahip sayılacaktır. Çünkü ekonominin ana konusu mallar ve bunların arz edileceği pazardır. Söz konusu malların aslında ne olduklarını -yani insan yapısı mıdırlar yoksa Tanrı vergisi midirler ya da istenildiğinde yenilenebilirler mi yoksa yenilenemezler mi- anlama çabası yoktur. Ekonomi üstü değerleri ne olursa olsun pazara çıkan mallar alım-satım konusu olarak aynı işlemi görürler.[157] Örneğin toprak, endüstriyel üretimle arttırılamayacak bir varlıktır.[158] Ne var ki piyasa, bu ayrıntıların hiçbirini gözetmez, pazara gelen her mala bir fiyat etiketi vurarak sanki hepsi aynı önem ve anlamdaymış gibi düşünmemizi sağlar.[159] Bu sebeple beş liralık petrol ile aynı fiyattaki buğday ya da su eşit kabul edilir. Hâlbuki biraz daha derinden bakıldığında ikisi eşit değildir. Çünkü petrol olmadan insan yaşayabilir ama ekmek ve su olmadan yaşayamaz.

İnsanın hayatında vazgeçemeyeceği birçok unsur mevcuttur. Bu gereksinimler farklı yaşam biçimi ve yaklaşım tarzlarına göre farklılık arz etse de en temel ihtiyaçlar evrenseldir. Örneğin herkes için kriz sayılacak olan “köfte ya da pasta bulamamak” değil açlıktır. Bu sebeple toplumlar hayatları için zorunlu gördükleri gereksinimleri ehemden mühime doğru derecelendirme yoluna gitmediklerinde hayatî öneme sahip birçok değeri kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kalabilirler. Zira doğa boşluğa imkân tanımamaktadır. Ruhsal bir boşluk yüce bir davranış nedeni ile doldurulmadığında, ister istemez ekonomik hesaplamalarda akılcı gerekçesini bulan daha aşağı bir şeyle dolacaktır.[160] Ekonomik düşünce, pazar-piyasa ve para-fiyat merkezli olduğu sürece ekonomi üstü (meta-ekonomik) değerlerle ilgilenmesi zordur. Bu kısır döngü hayatın kutsallığını silip atar çünkü fiyatı olan bir şeyde kutsallık aranmaz.[161] O zaman “değer” kavramını ekonomik kaygıların ve piyasa-fiyat-para üçlüsünün dışında düşünmek gerekecektir. Dolayısıyla burada “değer” olarak ifade edilen bir şeyin fiyatı, ederi, bedeli ya da kıymeti değil; soyut önemidir.

Toprak -yukarıda ifade edildiği üzere- insanın kendisinden yaratıldığı,[162] hayatın kendisiyle devam edebildiği[163] ve öldükten sonra da kendisine döneceği[164] paha biçilmez bir hazinedir ve bu hazine hergün insanın doymak bilmez hırslarına ve tüketim çılgınlığına yenik düşmektedir. İnsanın Yüce Allah tarafından dizayn edilen eko-sistemi şartlarına riâyet etmeyerek kulanıp tahrip etmesi aslında kendi uygarlığına savaş açmasıdır. Doğal çevrenin en önemli üyelerinden olan toprağın gereğince kullanımı teknik ya da ekonomik değil metafizik bir sorun arz etmektedir.[165] Zira insanoğlu çevreyi (ve toprağı) manevi boyuttan soyutlanmış, sadece gelir getiren bir madde olarak gördüğünde ona karşı insafını yitirmektedir.[166] Hâlbuki toprak herşeyden önce kendi başına meta-ekonomik bir değerdir. Bu bakımdan belli bir anlamda onun kutsal olduğunu kabul etmek yanlış olmayacaktır. Çünkü öncelikle onu insan yaratmamıştır. Dolayısıyla insanın kendi yapamayacağı ve bozduktan sonra yeniden yaratamayacağı şeylere kendi yapımı olan şeyler gibi aynı tutum ve ruh içinde davranması akılcılığa aykırıdır.[167]

Cehalet ve açgözlülük toprağın verimliliğini tekrar tekrar tüketip koca uygarlıkların çökmesine neden olmuşsa da hiçbir geleneksel öğreti yoktur ki toprağın ekonomi üstü değerini kabul etmemiş olsun. Bugün insanın sahip olduğu ekoloji bilgisi toprakla ilgili yapılan yanlışları idrak edecek bir seviyededir. Eğer suistimallere izin veriliyorsa bunun sebebi yoksulluktan ötürü onu engelleyecek gücün olmaması değil; toplum olarak her hangi bir ekonomik üstü değere bağlı sağlam bir inanç temelinin bulunmayışındandır. Böyle bir temel olmadığında inancın yerini ekonomik hesapların alması kaçınılmazdır.[168] Tabiat-insan etkileşiminden hareketle onun değerli olduğu yargısı elbette yanlış değildir. Ancak çevre ve toprağın metafizik arka planını dikkate alarak onların ilâhî kudretin eserleri olduklarını, bu yüzden de öz bir değer ifade ettiklerini ve iyi davranışı hak ettiklerini kabul etmek fayda merkezli yaklaşımdan daha isabetli görünmektedir.[169]

Yeryüzü milletlerinin sosyo-kültürel yönlerden birbirini etkilemeleri tabii bir süreçtir. İletişim imkânlarının son sürat geliştiği bir çağda bu etkilenme daha hızlı ve etkin rol oynamaktadır. Bu etkileşimde çoğunlukla güçlü taraf etkin rol oynamakta; zayıf taraf ise pasip kalmaktadır. Son dönemlerde galip aklın ekonomiyle ilişkili olarak dünyaya dayattığı kavramlardan biri de kalkınmadır.[170] İlerleme, büyüme, gelişme, azgelişmişlik, gerikalmışlık gibi birçok kavram da aynı dayatmanın farklı tesmiyeleridir. İktisadi kalkınma sözü, dünyanın sanayi çağını yaşadığı döneme uygun bir deyimdir.[171] Bugün dünyayı hegemonyası altında tutan ilerleme anlayışı ise Avrupa’da doğmuş ve oradan yeryüzünün diğer bölgelerine sirâyet etmiştir.[172] Bu bağlamda küresel kalkınma, toplumların batı tipi modernleşme sürecini içermektedir. Batı tipi modernleşme ise özü itibarıyla gelişmiş batı değerlerinin tüm dünyada egemen olmasıdır.[173] Burada problematik nokta kalkınma kavramının nereden geldiği değil; bu kavramın birey ve toplumların kültürlerinde ifade ettiği anlamdır. Dolayısıyla kalkınma ve gelişme “iktisadî yapı ile birlikte sosyal ve kültürel yapının batı standartlarına uygun olması”[174] ya da “geri kalmış ülkelerin dış yardım ve ekonomik düzenlemeler yoluyla gelişmiş ülkelere yetişme çabası” sürecini ifade ediyorsa kalkınma kavramı aynı yapıdaki terimlerle birlikte ekonomik ezilmişliği ve sömürülmeyi dile getirecektir.[175] Buna mukabil “teker teker herkesin işgücünün, zekâsının, heyecanının ve azminin seferber edilmesiyle geniş kapsamlı bir imar hareketi”[176] veya “ekonomik boyutla sınırlandırılmayan, toplumu sosyolojik, psikolojik ve politik tüm boyutuyla kuşatan bir süreç” türü tanımlamalar, kalkınma kavramının özümsendiğini ve sanayi devrimiyle dünyaya hükmeden egemen güce karşı hissedilen geri kalmışlık kompleksini kırdığını ifade etmek mümkündür.

İktisadi kalkınma süreçleri sadece iktisadî değil, sosyal ve insancı tüm boyutları; iktisadî ve sosyo-kültürel tüm olguları birleştirerek müreffeh bir toplum oluşturan bir süreçtir. Bu sürecin içerisinde hem ekonomik hem de etik, estetik, normatif ve nitel boyutlar vardır.[177] Bu sebeple kalkınma malla (nicelikle) değil insanla, onun eğitimi, örgütlenmesi ve disiplini ile başlar.[178] Kalkınma, insanın dünyaya, eşyaya ve manaya bakış açılarının; düşünce-davranış yapısının değişmesi; inancın şuura dönüşmesi gibi çok önemli gerekler ister.[179] Dolayısıyla kalkınmayı nicesel ölçüler ve büyük soyutlamalar içinde düşünürsek, sorunun iç yüzünü görme fırsatını kaçırırız.[180]

Birkaç istisna dışında kalkınma, son zamanlara kadar bir “ekonomik olgu” olarak görülmüştür.[181] Büyüme ekonomisi, üretimdeki artışların ölçülmesi bağlamında miktar (nicelik) anlayışı üzerine kurulmuştur. Bu yaklaşım ekonomideki sadece fiziki değişimleri dikkate almakta diğerlerini ise dışlamaktadır.[182] Pazar ya da piyasadaki eğilim, arz ile talep arasında bir eşitlik kurmaktır.[183] Dolayısıyla piyasa ve ekonomik hesaplar üzerinden gelişme, büyüme ve kalkınma kavramlarını tahlil etmek niceliğe dayalı bir sonuca götürecektir ki yanıltıcı olmaları neredeyse kaçınılmazdır. Çünkü gelişme ya da kalkınma sadece niceliğe dayalı hesaplara bağlı olmayıp gelişmenin bir tarafı ekonomik (niceliksel) büyüme ise diğer tarafı toplumsal (niteliksel) gelişme olup her ikisi birbirine sıkıca bağlıdır. Örneğin toplumsal büyüme gerçekleşmiyorsa ekonomik büyüme de gerçekleşmiyordur.[184]

Her bilim kendine ait sınırlar içinde yararlıdır; ötesine geçtiğinde zararlı ve yıkıcı olacaktır. Ekonomi bilimi bugün “ötekilerin yerini gaspetmeye” çok daha meyilli görünmektedir; çünkü insan doğasının kıskançlık ve açgözlülük gibi bazı temel güdülerine hitap etmektedir.[185] Ekonomi biliminin gayr-i iktisadî değerleri piyasa-fiyat düzleminde değerlendirmesi ve kısa vadeli para-mal girdilerine sebep olmasını, ekonomik kalkınma olarak değerlendirmek mümkün değildir. İnsanın ilişkili olduğu her varlığın fiyat eksenli değerlendirilmesi, kalkınmanın gerektirdiği entelektüel birikim ve çabanın kutsiyetine halel getirecektir. Toprak ve üstünde yaşayan yaratıklara “üretim faktörleri” olarak baktıkça bu kargaşadan kurtulmanın yolu görünmemektedir.[186] Binâenaleyh yeryüzündeki yaşam döngüsünün vazgeçilmez parçası olan toprağın değeri ekonomik hesapların çok ötesinde bir anlam ifade etmektedir.

Dünyanın başlangıcından beri insanların büyük ekseriyetinin hayatı, kendileri ve aileleri için gıda, mesken ve yiyecek bulmakla geçmiştir.[187] İnsanın bu arayışı zaman ve mekâna bağlı olarak farklı şekillere bürünse de hiçbir zaman bitmemiştir. İşte bütün bu faaliyetlerin varlığı ancak toprakla mümkündür. Büyüme ile birlikte toplum refahını ilgilendiren istihdam ve işsizlik, gelir dağılımı, doğal kaynakların kullanımı, demokratik hak ve özgürlüklerdeki gelişmeler ve kültürel değişim gibi konularda iyileşmelerin olup olmadığı günümüz anlayışında en çok dikkat çeken konular haline gelmiştir.[188] İktisatçılar, sosyologlar ve politikacılar ekonomisi gelişmiş ülkelerle diğerlerini ayırt etmek için “az gelişmiş”, “geri kalmış” veya “üçüncü dünya” gibi deyimlemeler kullanmaktadır.[189] “Az gelişme” konusu etrafında oluşan adlandırma denemesi, hangi kavram etrafında olursa olsun bir “ayırma” ve “temel sayılan özelliği belirleme” amacı gütmektedir. Gelişmeye sınır çizilemediğine göre hiçbir ülkenin gelişmenin sonuna vardığı söylenemez. Özellikle kaynakların yeterince kullanılıp kullanılmaması bakımından da “gelişmiş ülkeler” ile “az gelişmiş ülkeler” arasında kesin bir ayırım yapmak mümkün değildir.[190] Burada özellikle “doğal kaynaklar” mevzusu hayatî öneme sahiptir. Toprak bu doğal kaynakların anası mesabesindedir. Çünkü insan, ürettikleri konusunda doğrudan ya da dolaylı olarak doğal kaynaklara ve dolayısıyla toprağa bağımlıdır. İnsanın üretme yeteneği ne kadar gelişirse gelişsin “üretim faaliyeti” veya “dönüştürme” için doğal kaynakların varlığına muhtaçtır.[191] Toprağın kullanım biçiminin uygarlıkların var olma veya yok olma durumlarını belirlemesi de buradan kaynaklanmaktadır. Ancak bu araştırmada vurgulanan husus toprağın değerinin sadece yaşam döngüsünden kaynaklanmadığı; birçok madde ötesi olgudan hareketle onun Allah’ın bir emaneti olduğu ve mahza bir değer ifade ettiği; bu sebeple hak etmediği davranışlara maruz kalması için insanın bir gerekçe sunamayacağıdır. Yüce Allah kâinatı en güzel şekilde[192] ve muazzam bir ölçüde/dengede[193] yaratmıştır. Allah’ın verdiği halife sıfatı, insana bu ölçü ve dengeyi koruma sorumluluğu yüklemektedir. Zira halife demek vekil demektir. Bu vekil, bu âlemi belli bir düzen ve ahenkle yaratan Zât’ın emanetine sadık olmakla mükelleftir.[194]

Yukarıda yapılan tahlillerden de anlaşıldığı üzere gelişme ya da kalkınma kavramları nicel kıstaslar üzerinden değerlendirildiğinde soyut değerleri konumlandırmak mümkün değildir. Örneğin çok gelişmiş bir sanayiye sahip, kişi başına düşen milli gelirin yüksek olduğu bir ülkenin toprağını endüstri ile kirletmesi durumunda; o ülkenin hangi kategoride ele alınacağı çevre ve toprak tasavvuruyla yakından ilgilidir. Ekonomik ilerlemenin maddi ölçütlerle ele alındığı bir yaklaşımda mezkûr ülke gelişmiş; ama maddi ölçütlerin yanında mahza soyut değerlerin önemsendiği yaklaşımlarda geri kalmış sayılacaktır. Zira yaşam döngüsü dikkate alındığında gelişmeyi geciktiren şey siyasî, ictimaî veya kültürel engeller değil, toprağın ve tabii kaynakların istismarıyla erişilen yüksek hatta yaygın hayat seviyesidir.[195] Toprak üstündeki canlılar için geçerli olan, eşit ölçüde ve hiçbir duygusallık korkusuna yer vermeksizin toprağın kendisi için de geçerlidir.[196] İnsanla tabiat arasındaki farklılık bir derece farklılığı olup, insanın tabiatı ve içindekiler üzerinde keyfî tasarruflar yapabileceğini değil; bilakis belli bir sorumluluk duygusuyla ve israf etmeden kullanmasını gerektirmektedir.[197] Bu sebeple çevre-insan ilişkisini özne-nesne ilişkisinden ziyade “öz değere sahip iki bütünün, varlığa saygı temelinde yükselen birlikteliği” olarak algılamak ve öğretmek en güzeli olacaktır.[198] Bu bilince erişmeden çevre ve dolayısıyla toprakla ilgili yaşanan krizleri doğru okumak mümkün görünmemektedir. Bunun da metafizik arka plandan bağımsız olması neredeyse imkânsızdır.

SONUÇ

İnsanlığın üretim imkânları, bugün takip etmekte zorlanılacak kadar ilerlemiştir. Bu imkânlar bir taraftan sürekli daha yüksekleri hedeflerken diğer taraftan üretim ve yaşam döngüsünün anamateryali olan toprağı ve çevreyi yavaş yavaş öldürmektedir. Çevrenin modern dönemde karşı karşıya kaldığı tehlike aslında kimsenin inkâr etmediği bir vakıadır. Bu sebeple problematik noktanın farkındalık değil önlem alma konusundaki gevşeklik olduğu söylenebilir.

Toprak, yaşam döngüsünün kendisine bağlı olduğu, yok olduğunda en gelişmiş üretim imkânlarının dahi tekrar var edemeyeceği ve buna rağmen kıymeti ekonomik hesapların arasına sıkışmış kutsal bir hazinedir. Zira insan ondan yaratılmış, onunla yaşamını sürdürmekte, ölünce ona dönecek ve öteki âlemde yine ondan diriltilecektir. Ayrıca insanın elindeki tüm gelişmiş imkânlara rağmen hala tam olarak çözemediği milyonlarca organizmaya ev sahipliği yapmaktadır.

İnsana ilâhî irade tarafından verilen halifelik misyonu yeryüzünü imar etme ve sorumluluk eksenli bir kavramdır. Yeryüzündeki sayısız denilecek çoklukta imkân ve nimetin insana verilmiş olması; insanın onları hor kullanmasını değil onlara karşı yaratılış amacına uygun davranmasını gerektirir. Toprağa zarar vermenin ya da yok olmasına göz yummanın aynı zamanda Yüce Allah’ın verdiği halifelik emanetinin sorumluluğunu ifa etmemek anlamına geleceği unutulmamalıdır. Çünkü toprak, içindekiler ve üzerindekilerle beraber Yüce Allah’a aittir. Bu sebeple toprak merkezli çevre krizi ekonomik, teknik, akademik ya da bilimsel olmaktan öte ahlakî ve metafizik bir problemdir. İnsanın aşkın varlıkla arasına koyduğu mesafe seküler bir toprak tasavvuruna sebep olmuştur. Seküler bir yaklaşımla soyut değerlere dair doğru, yerinde ve insanın hayrına bir tasavvur geliştirmek mümkün görünmemektedir.

Pragmatizm ve enaniyet odaklı yaklaşımlardan soyutlanmadan toprağa verilecek en yüksek fiyat dahi onun değerini ifade etmeye yetmeyecektir. Toprağa verilen her fiyat onu meta olarak görmeyi hızlandıracaktır. Hâlbuki toprak fiyatı olan bir pazar malzemesi değil bizzat kendisi değerli olan eşsiz bir hazinedir. İnsanlık toprağa savaş açtığında aslında kendisini ve uygarlığını yok ettiğinin farkına varmalıdır. Sanayi, kalkınma, teknoloji ya da ekonomik girdiler gibi her taraftan insanı kuşatan olgular ne kadar önemli olursa olsun; insan bir seçim yapmak zorunda kaldığında sanayi ya da teknoloji olmadan yaşayabileceğini ama toprak olmadan yaşayamayacağını vakit tükenmeden anlamalı ve acilen son derece radikal kararlar ve önlemler almalıdır.

İnsanlığın ortak aklı toprağın kıymetini parçacı çözümlerde değil küçükten büyüğe her ferdin bilerek ve isteyerek; klasik ifade ile azmü cezmü kast eyleyerek katılacağı “küresel bir toprak bilinci”nde aramalıdır. Çünkü her bir fert toprak karşısında kendi davranışlarını düzeltmeye başlamadan küresel bir bilinçten bahsetmek ve başarı kaydetmek zor görünmektedir. Bu bilince varan bireyler evvela kendi davranışlarını ve tasavvurlarını düzeltmeye başladıklarında; bu bilinç dalga dalga yayılarak hedefine yürüyecektir.

KAYNAKÇA

Abdülbâkī, Muhammed Fuad. el-Mu‘cemü’l-müfehres li-elfâzi’l-Kur’âni’l-Kerîm. Kâhire: Dâru’l-Hadîs, 2001.

Âfiye, Muhammed Semih. el-Kur’ân ve ulûmu’l-ard. ez-Zehra li’l-İ’lami’l-Arabî, 1994.

Akalan, İlhan. Toprak Bilgisi. Ankara: Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Yayınları, 1988.

Âlûsî, Ebü’s-Senâ Şihâbüddîn Mahmûd b. Abdillâh. Rûhu’l-me‘ânî fî tefsîri’l-Kur’âni’l-Azîm ve’s-seb‘i’l-mesânî. thk. Ali Abdülbârî Atiyye. 5 Cilt. Beyrût: Darü’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1994.

Avcı, Casim. “Hilâfet”. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi. 17/539-546. İstanbul: TDV Yayınları, 1998.

Bakırtaş, Yasin. Dünya’da ve Türkiye’de Ekonomik Kalkınma, Küresel Kalkınma Odaklı Sorunlar Yeni Model Arayışları. Ankara: Nobel, 2014.

Bayrakdar, Mehmet. İslâm ve Ekoloji. Ankara: DİB Yayınları, 1997.

Begavî, Ebû Muhammed Hüseyin b. Mes‘ûd b. Ferrâ. Me‘âlimu’t-tenzîl fî tefsîri’l-Kur’ân. thk. Abdürrezzak el-Mehdî. 5 Cilt. Beyrût: Dâru İhyâi’t-Turâs, 1999.

Berber, Metin. İktisadi Büyüme ve Kalkınma: Büyüme Teorileri & Kalkınma Ekonomisi. Trabzon: Derya Kitabevi, 4. Basım, 2011.

Beyhâkî, Ahmed b. Hüseyin. Şuabü’l-îmân. thk. Abdülali Abdülhamid Hâmid. 14 Cilt. Riyad: Mektebetü’r-Rüşd, 2003.

Bilgin, Abdülcelil. Kur’an’daki Deyimler ve Zemahşeri’nin Keşşaf’ı. Ankara: Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi, 2007.

Bolay, Süleyman Hayri. “Âdem”. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi. 1/358-363. İstanbul: TDV Yayınları, 1988.

Boynukalın, Mehmet. “Teyemmüm”. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi. 41/50-52. İstanbul: TDV Yayınları, 2012.

Buhârî, Ebû Abdullah Muhammed b. İsmâîl. Sâhîhu’l-Buhârî. thk. Muhammed Züheyr b. Nâsır en-Nâsır. 9 Cilt. Dâru Tavki’n-Necât, 2001.

Burunkaya, Mustafa. “Statik Elektriğe Karşı Koruma için Güvenli Bir Topraklama Sistemi ve Antistatik Çalışma İstasyonunun Kurulması”. Politeknik Dergisi 11/2 (2008), 93-98.

Cerrahoğlu, İsmail. “Kur’an’da İnsanın Yaratılış Sahnesinin Düşündürdükleri”. Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 20/1 (1975), 85-95.

Cevherî, Ebû Nasr İsmail b. Hammâd. es-Sıhâh tâcu’l-luga ve sıhâhu’l-Arabiyye. thk. Ahmed Abdülgafûr Attar. 6 Cilt. Beyrût: Dâru’l-İlm li’l-Melayîn, 1987.

Çakır, Meriç - Makineci, Ender. “Toprak Faunası: Sınıflandırılması ve Besin Ağındaki Yeri”. İstanbul Üniversitesi Orman Fakültesi Dergisi 61 (2011), 43-55.

Çeli̇k, Aysun. “Âlemin ve Âdemin Dört Ana Unsuru: Garîb-Nâme’de ‘Anâsır-ı Erbaa’”. Eski Türk Edebiyatı Araştırmaları Dergisi 2/1 (2019), 312-339.

Çepel, Necmettin. Toprak İlmi. İstanbul: İstanbul Üniversitesi Orman Fakültesi Yayınları, 1988.

Demir, Şehmus. “Çevre Sorunu ve Kur’an’ın Çevreye Yaklaşımı”. Diyanet İlmî Dergi 44/4 (Aralık 2008), 75-88.

Ebû Dâvûd, Süleymân b. el-Eş’as b. İshâk es-Sicistânî el-Ezdî. es-Sünen. thk. Muhammed Muhyiddin Abdülhamid. 4 Cilt. Beyrût: el-Mektebetü’l-Asriyye, ts.

Ebü’ş-Şeyh el-Esbahânî, Ebû Muhammed Abdullah b. Muhammed b. Ca’fer b. Hayyan Ensarî. el-Azame. thk. Rızaullah b. Muhammed İdris el-Mübarekfuri. 5 Cilt. Riyad: Dârü’l-Âsıme, 1987.

Elmalılı, Hamdi Yazır. Hak Dini Kur’an Dili. 9 Cilt. İstanbul: Eser Kitabevi, ts.

Erbaş, Muammer. “Rabbimizin Bizlere Kutsal Emanetleri: Toprak, Su, Hava”. Diyanet Aylık Dergi (Erişim 26 Kasım 2020). https://dergi.diyanet.gov.tr/makaledetay.php?ID=30779

Ergene, Abdüsselam. Toprak Biliminin Esasları. Konya: Öz Eğitim Basım Yayın Dağıtım, 7. Basım, 1997.

Esed, Muhammed. Kur’an Mesajı. çev. Cahit Koytak - Ahmet Ertürk. İstanbul: İşaret Yayınları, 5. Basım, 2002.

Ezherî, Muhammed b. Muhammed. Tehzîbu’l-luga. 8 Cilt. Beyrût: Dâru İhyâi’t-Turâsi’l-Arabî, 2001.

Fazlıoğlu, İhsan. Kendini Bulmak. İstanbul: Papersense Yayınları, 6. Basım, 2018.

Fîrûzâbâdî, Ebü’t-Tâhir Mecdüddîn Muhammed b. Yakub b. Muhammed. el-Kâmûsu’l-muhît. Beyrût: Müessesetü’r-Risâle, 2005.

Gazzâlî, Ebû Hâmid Muhammed b. Muhammed. İhyâü ulûmi’d-dîn. 4 Cilt. Beyrût: Dâru’l-Ma‘rife, ts.

Günay, Turhan. İslâm ve Kur’an’da Ağaç, Yeşil ve Toprak. İstanbul: TEMA Yayınları.

Halil b. Ahmed, Ebû Abdurrahman. Kitâbü’l-Ayn. thk. Mehdi el-Mahzûmî - İbrâhim es-Sâmerrâî. 8 Cilt. Dâr ve Mektebetü’l-Hilâl, ts.

Hamitoğulları, Beşir. “İktisadi Vahşi Büyümenin Bunalımları ve İslam Kalkınma Modelinin Vadettikleri”. İktisadi Kalkınma ve İslam. 9-33. İstanbul: İslami İlimler Araştırma Vakfı Yayınları, 1987.

Hançerlioğlu, Orhan. Ekonomi Sözlüğü. İstanbul: Remzi Kitabevi, 5. Basım, 1993.

Hâzin, Alaeddin Ali b. Muhammed b. İbrâhim el-Bağdadi. Lübâbü’t-te’vîl fî meâni’t-tenzîl/Tefsîrü’l-Hâzin. 4 Cilt. Beyrût: Darü’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1994.

İbn Âbidîn, Muhammed Emin b. Ömer b. Abdülaziz. Reddü’l-muhtâr ala’d-dürri’l-muhtâr. 6 Cilt. Beyrût: Daru’l-Fikr, 2. Basım, 1992.

İbn Düreyd, Ebû Bekr Muhammed b. el-Hasan el-Ezdi el-Basri. Cemheretü’l-luga. thk. Remzi Münir Ba’lebekkî. 3 Cilt. Beyrût: Dârü’l-İlm li’l-Melâyîn, 1987.

İbn Hanbel, Ebû Abdullah Ahmed b. Muhammed. el-Müsned. 45 Cilt. Müessesetü’r-Risâle, 2001.

İbn Hişam, Ebû Muhammed Cemaleddin Abdülmelik. es-Sîretü’n-nebeviyye. thk. Mustafa es-Sekka vd. 2 Cilt. Mısır: Matbaatu Mustafa el-Bâbi’l-Halebî, 2. Basım, 1955.

İbn Mâce, Ebû Abdullah Muhammed b. Yezid. es-Sünen. thk. Şuayb Arnavut - Adil Mürşid vd. 5 Cilt. Dâru’r-Risâleti’l-Âlemiyye, 2009.

İbn Manzûr, Muhammed bin Mükerrem bin Ali Ebü’l-Fadl Cemâleddîn. Lisânu’l-Arab. 15 Cilt. Beyrût: Dâru Sâdır, 1994.

İbn Sîde, Ebü’l-Hasan Ali b. İsmail. el-Muhkem ve’l-muhîtü’l-a‘zam fî’l-luga. thk. Abdülhamid Hindavî. 11 Cilt. Beyrût: Darü’l-Kütübi’l-İlmiyye, 2000.

İbnü’l-Cevzî, Ebü’l-Ferec Cemâlüddîn Abdurrahmân b. Alî b. Muhammed el-Bağdâdî. Zâdü’l-mesîr fî ilmi’t-tefsîr. thk. Abdürrezzak el-Mehdi. 4 Cilt. Beyrût: Daru’l-Kitabi’l-Arabî, 2001.

İbnü’l-Hâim, Ebü’l-Abbâs Şehâbeddîn Ahmed b. Muhammed b. İmâd. et-Tibyân fî tefsîri garîbi’l-Kur’ân. thk. Dâhî Abdülbâkī Muhammed. Beyrût: Dârü’l-Garbi’l-İslamî, 2002.

Karaman, Hayrettin vd. Kur’an Yolu. 5 Cilt. Ankara: Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, 2006.

Karlığa, H. Bekir. “Anâsır-ı Erbaa”. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi. 3/149-151. İstanbul: 1991.

Ki̇raz, Celil. “Bir Tefsir Problemi Olarak Bütün Varlıkların Allah’ı Tesbîh Etmesi”. Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 15/2 (2006), 100-132.

Kurtubî, Ebû Abdillâh Muhammed b. Ahmed b. Ebî Bekr b. Ferh. el-Câmi‘ li-ahkâmi’l-Kur’ân. thk. Ahmet el-Berdûnî - İbrahim Ettafeyyiş. 20 Cilt. Kâhire: Dâru’l-Kütübi’l-Mısriyye, 1964.

Kutluer, İlhan. “İnsan”. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi. 22/320-323. İstanbul: TDV Yayınları, 2000.

Martı, Huriye. “Çevre Ahlâkı ve Eğitim: Çevre Kirliliği mi, Bilinç Kirlenmesi mi?” 2. Uluslararası Çevre ve Ahlak Sempozyumu: Bildiriler Kitabı. ed. Ahmet Pınarbaşı - Murat Pala. Adıyaman: Adıyaman Üniversitesi Yayınları, 2014.

Mustafa, İbrahim vd. el-Mu’cemü’l-vasît. 2 Cilt. Dârü’d-Da‘ve, ts.

Müslim, Ebü’l-Hüseyn Müslim b. Haccâc b. el-Câmiu’s-sahîh. thk. Muhammed Fuad Abdülbâkī. 5 Cilt. Beyrût: Dâru İhyâi’t-Turâsi’l-Arabî, ts.

Nasr, Seyyid Hüseyin. İnsan ve Tabiat. çev. Nâbi Avcı. İstanbul: İnsan Yayınları, 2. Basım, 2020.

Nesefî, Ebu’l-Berekât Abdulah b. Ahmed. b. Mahmud. Medâriku’t-tenzîl ve hakâiku’t-te’vîl. thk. Yusuf Ali Büdeyvî. 3 Cilt. Beyrût: Dâru’l-Kelimi’t-Tayyib, 1998.

Ortaş, İbrahim. “Toprak İnsan Uygarlık İlişkisi”. Yaşamın Her Karesinde Toprak. ed. Yıldız Aksoy. 1-26. İstanbul: İstanbul Aydın Üniversitesi, 2017.

Özdemir, İbrahim. “Kur’an ve Çevre”. İslami İlimler Dergisi 1/2 (Güz 2006), 161-183.

Özdemir, İbrahim - Yükselmiş, Münir. Çevre Sorunları ve İslâm. Ankara: DİB Yayınları.

Özel, İsmet. “Kalkınma? İlerleme? Varolma?”. İktisadi Kalkınma ve İslam. 227-235. İstanbul: İslami İlimler Araştırma Vakfı Yayınları, 1987.

Râgıb el-İsfahânî, Ebü’l-Kāsım Hüseyn b. Muhammed b. el-Mufaddal. el-Müfredât fî garîbi’l-Kur’ân. thk. Safvân Adnan ed-Dâvûdî. Dimeşk: Dârü’l-Kalem, 1992.

Râgıb el-İsfahânî, Ebü’l-Kāsım Hüseyn b. Muhammed b. el-Mufaddal. ez-Zerîa ilâ mekârimi’ş-şerîa. Kahire: Dârü’s-Selâm, 2007.

Râzî, Ebû Abdillâh Fahrüddîn Muhammed b. Ömer b. Hüseyn et-Taberistânî. Mefâtîhu’l-gayb. 32 Cilt. Beyrût: Dâru İhyâi’t-Turâsi’l-Arabî, 1999.

Schröder, Wolfgang. “Die Tiere des Waldes-Glieder im Ökosystems”. Rettet den Wald. ed. Horst Stern. München: Kindler Verlag GmbH, 1979.

Schumacher, Ernst Friedrich. Küçük Güzeldir. çev. Osman Deniztekin. İstanbul: E Yayınları, 1979.

Süyûtî, Ebü’l-Fazl Celâleddîn Abdurrahman b Ebî Bekr. Mu’terakü’l-akrân fî i’câzi’l-Kur’ân. 3 Cilt. Beyrût: Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1988.

Tabakoğlu, Ahmet. “İslam İktisadı Açısından ‘Kalkınma’”. İktisadi Kalkınma ve İslam. 241-251. İstanbul: İslami İlimler Araştırma Vakfı Yayınları, 1987.

Taberî, Muhammed b. Cerîr. Câmiu’l-beyân an te’vîli âyi’l-Kur’ân. thk. Ahmed Muhammed Şakir. 24 Cilt. Kâhire: Müessesetü’r-Risâle, 2000.

Tirmizî, Ebû İsa Muhammed b. İsa b. Sevre es-Sülemî. Sünenu’t-Tirmizî. thk. Beşşar Avvad Maruf. 6 Cilt. Beyrût: Dâru’l-Garbi’l-İslamî, 1998.

Türk Dil Kurumu (TDK) “Sözlükler” (12 Ekim 2020). http:// sozluk.gov.tr/

Toktaş, F. Ünal. “Statik Elektrik”. Elektrik Mühendisliği 330-331 (Mayıs 1986), 60-64.

Topaloğlu, Bekir. “Ölüm”. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi. 34/34-35. İstanbul: TDV Yayınları, 2007.

Tütengil, Cavit Orhan. Az Gelişmenin Sosyolojisi. İstanbul: Belge Yayınları, 4. Basım, 1984.

Wardle, David A. vd. “Ecological Linkages Between Aboveground and Belowground Biota”. Science 304/5677 (11 Haziran 2004), 1629-1633. https://doi.org/10.1126/science.1094875

Yavuz, Yusuf Şevki. “Acbü’z-zeneb”. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi. 1/319-320. İstanbul: TDV Yayınları, 1988.

Yeşilyurt, Temel. “Çevre Problemine Alternatif Bir Yaklaşım ‘Doğanın Epistemolojik Analizi’”. Harran Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 5 (1999), 217-248.

Yurdagür, Metin. “Tesbih”. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi. 40/527-528. İstanbul: TDV Yayınları, 2011.

Yüceer, İsa. “Kur’an’da Toprak ve Yeryüzü Lafızları”. Acta Turcica 1 (Ocak 2012), 193-206.

Zebîdî, Muhammed b. Abdirrezzâk el-Hüseynî Ebü’l-Feyz Murtaza. Tâcu’l-arûs min cevâhiri’l-kâmûs. 40 Cilt. Dâru’l-Hidâye, ts.

Zemahşerî, Ebü’l-Kāsım Mahmut b. Amr b. Ahmed. el-Keşşâf an hakâiki gavâmizi’t-tenzîl. 4 Cilt. Beyrût: Daru’l-Kitabi’l-Arabî, 1987.



[1] el-Bakara 2/164; el-Enâm 6/95-99; Yûnus 10/5, 67; er-Rad 13/2-4; en-Nahl 16/66-69; el-Enbiyâ 21/31, 32; er-Rûm 30/20-25; el-Câsiye 45/3-5.

[2] Ebû Hâmid Muhammed Gazzâlî, İhyâü ulûmid-dîn (Beyrût: Dârul-Marife, ts.), 4/258.

[3] et-Tîn 95/4-5.

[4] el-Bakara 2/30-31; en-Nisâ 4/1; el-Arâf 7/11; el-Hicr 15/26-31; el-Ahzâb 33/72; Sâd 38/71-73.

[5] el-İsrâ 17/70.

[6] el-Ahzâb 33/72.

[7] Âl-i İmrân 3/59; el-Kehf 18/37; el-Hac 22/5; el-Mümin 40/67; er-Rûm 30/20; Fâtır 35/11.

[8] Yûnus 10/31.

[9] Tâhâ 20/55.

[10] Bu konuyla ilgili bk. İsa Yüceer, “Kurânda Toprak ve Yeryüzü Lafızları”, Acta Turcica 1 (Ocak 2012), 193-206.

[11] Muhammed Fuad Abdülbâkī, el-Mucemül-müfehres li elfâzil-Kurânil-Kerîm (Kâhire: Dârul-Hadîs, 2001), “t-r-bmd., 187-188.

[12] el-Hac 22/5.

[13] Ebül-Kāsım el-Mufaddal er-Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât fî garîbil-Kurân, thk. Safvân Adnan ed-Dâvûdî (Dimeşk: Dârül-Kalem, 1992), 73; Ebül-Feyz Murtaza ez-Zebîdî, Tâcul-arûs min cevâhiril-kâmûs (Dârul-Hidâye, ts.), 18/223.

[14] Abdülbâkī, el-Mucemül-müfehres,a-r-dmd., 33-40.

[15] el-Bakara 2/61; Yâsîn 36/33; er-Rahmân 55/10-12.

[16] el-Mâide 5/21; el-Arâf 7/110; Yûsuf 12/21, 56; İbrâhîm 14/14; el-İsrâ 17/104; Tâhâ 20/57.

[17] el-Arâf 7/22-25.

[18] el-İsrâ 17/70.

[19] el-Bakara 2/30; el-Enâm 6/165; Yûnus 10/73; en-Neml 27/62; Fâtır 35/39; Sâd 38/26.

[20] el-Ahzâb 33/72.

[21] Muhammed Esed, Kuran Mesajı, çev. Cahit Koytak - Ahmet Ertürk (İstanbul: İşaret Yayınları, 2002), 11-12.

[22] Casim Avcı, “Hilâfet”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 1998), 17/539.

[23] Ebül-Kāsım el-Mufaddal er-Râgıb el-İsfahânî, ez-Zerîa ilâ mekârimiş-şerîa (Kahire: Dârüs-Selâm, 2007), 82-83.

[24] Âl-i İmrân 3/189; er-Rûm 30/26; Fussilet 41/9-12.

[25] Âl-i İmrân 3/189.

[26] en-Nisâ 4/97; el-Arâf 7/73; Hûd 11/64; el-Ankebût 29/56; ez-Zümer 39/10.

[27] el-Bakara 2/29; er-Rahmân 55/10.

[28] el-Bakara 2/164; Âl-i İmrân 3/190; el-Arâf 7/185; el-Enbiyâ 21/30-31; er-Rûm 30/50.

[29] Âl-i İmrân 3/191.

[30] Abdülbâkī, el-Mucemül-müfehres,a-r-dmd., 33-40.

[31] Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, 533; İbrahim Mustafa vd., el-Mucemül-vasît (Dârüd-Dave, ts.), 2/574.

[32] Abdülbâkī, el-Mucemül-müfehres,t-y-nmd., 533.

[33] Âl-i İmrân 3/49; el-Mâide 5/110.

[34] el-Kasas 28/38.

[35] ez-Zâriyât 51/33.

[36] el-Enâm 6/2; el-Arâf 7/12; el-İsrâ 17/61; el-Müminûn 23/12; es-Secde 32/7; es-Sâffât 37/11; Sâd 38/71, 76.

[37] Tâhâ 20/6.

[38] Ebül-Abbâs Muhammed b. İmâd İbnül-Hâim, et-Tibyân fî tefsîri garîbil-Kurân, thk. Dâhî Abdülbâkī Muhammed (Beyrût: Dârül-Garbil-İslamî, 2002), 226; Muhammed Semih Âfiye, el-Kuran ve ulûmul-ard (ez-Zehra lil-İlamil-Arabî, 1994), 60; Ebû Bekr Muhammed İbn Düreyd, Cemheretül-luga, thk. Remzi Münir Balebekkî (Beyrût: Dârül-İlm lil-Melâyîn, 1987), 2/1034; Ebû Nasr İsmail b. Hammâd el-Cevherî, es-Sıhâh tâcul-luga ve sıhâhul-Arabiyye, thk. Ahmed Abdülgafûr Attar (Beyrût: Dârul-İlm lil-Melayîn, 1987), 6/2291; Ebül-Hasan Ali b. İsmail İbn Sîde, el-Muhkem vel-muhîtül-azam fîl-luga, thk. Abdülhamid Hindavî (Beyrût: Darül-Kütübil-İlmiyye, 2000), 10/187; Ebül-Fadl Cemâleddîn İbn Manzûr, Lisânul-Arab (Beyrût: Dâru Sâdır, 1994), 14/111.

[39] Ebül-Fazl Celâleddîn es-Süyûtî, Muterakül-akrân fî icâzil-Kurân (Beyrût: Dârül-Kütübil-İlmiyye, 1988), 2/134; Ebüs-Senâ Şihâbüddîn el-Âlûsî, Rûhul-meânî fî tefsîril-Kurânil-Azîm ves-sebil-mesânî, thk. Ali Abdülbârî Atiyye (Beyrût: Darül-Kütübil-İlmiyye, 1994), 8/477; Âfiye, el-Kuran ve ulûmul-ard, 60.

[40] Hayrettin Karaman vd., Kuran Yolu (Ankara: Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, 2006), 3/625.

[41] Âl-i İmrân 3/59; el-Kehf 18/37; el-Hac 22/5; el-Mümin 40/67; er-Rûm 30/20; Fâtır 35/11; el-Müminûn 23/12.

[42] Sâd 38/75.

[43] İlhan Kutluer, “İnsan”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 2000), 22/321; Süleyman Hayri Bolay, “Âdem”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 1988), 1/358.

[44] el-Hicr 15/29.

[45] el-Bakara 2/31.

[46] Kutluer, “İnsan”, 22/321.

[47] Kutluer, “İnsan”, 22/321.

[48] İsmail Cerrahoğlu, “Kuranda İnsanın Yaratılış Sahnesinin Düşündürdükleri”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 20/1 (1975), 90.

[49] Cerrahoğlu, “Kuranda İnsanın Yaratılış Sahnesi”, 88.

[50] Âl-i İmrân 3/59; el-Kehf 18/37; el-Hac 22/5; el-Mümin 40/67; er-Rûm 30/20; Fâtır 35/11; el-Müminûn 23/12.

[51] el-Enbiyâ 21/30; en-Nûr 24/45; el-Furkān 25/54.

[52] el-Enâm 6/2; el-Arâf 7/12; el-İsrâ 17/61; el-Müminûn 23/12; es-Secde 32/7; es-Sâffât 37/11; Sâd 38/71, 76.

[53] el-Müminûn 23/12.

[54] es-Sâffât 37/11.

[55] el-Hicr 15/26, 28, 33; er-Rahmân 55/14.

[56] el-Hicr 15/26, 28, 33.

[57] en-Nahl 16/4; el-Kehf 18/37; el-Hac 22/5; el-Müminûn 23/13-14; Fâtır 35/11; Yâsîn 36/77; el-Mümin 40/67; en-Necm 53/46; el-Kıyâme 75/37; el-İnsân 76/2; el-Mürselât 77/20-23; Abese 80/19.

[58] Cerrahoğlu, “Kur’an’da İnsanın Yaratılış Sahnesi”, 87.

[59] el-İnsân 76/1.

[60] Ebû Abdullah Ahmed b. Muhammed İbn Hanbel, el-Müsned (Müessesetür-Risâle, 2001), 32/353, 413; Süleymân b. el-Eşas b. İshâk Ebû Dâvûd, es-Sünen, thk. Muhammed Muhyiddin Abdülhamid (Beyrût: el-Mektebetül-Asriyye, ts.), “Sünnet”, 17; Ebû İsa Muhammed et-Tirmizî, Sünenut-Tirmizî, thk. Beşşar Avvad Maruf (Beyrût: Dârul-Garbil-İslamî, 1998), “Tefsir”,3.

[61] el-Enâm 6/95-99; er-Rad 13/2-4; en-Nahl 16/66-69; er-Rûm 30/20-25; el-Câsiye 45/3-5.

[62] er-Rûm 30/20; Fussilet 41/39.

[63] Ebû Muhammed Abdülmelik İbn Hişam, es-Sîretün-nebeviyye, thk. Mustafa es-Sekka vd. (Mısır: Matbaatu Mustafa el-Bâbil-Halebî, 1955), 2/531-535.

[64] et-Tevbe 9/118.

[65] İbn Hişam, es-Sîretün-nebeviyye, 2/444.

[66] İbn Hişam, es-Sîretün-nebeviyye, 2/443-444.

[67] Ebül-Kāsım Mahmut ez-Zemahşerî, el-Keşşâf an hakâiki gavâmizit-tenzîl (Beyrût: Darul-Kitabil-Arabî, 1987), 2/259.

[68] et-Tevbe 9/25.

[69] Zemahşerî, el-Keşşâf, 2/318.

[70] İbn Hişam, es-Sîretün-nebeviyye, 2/516.

[71] İbn Hişam, es-Sîretün-nebeviyye, 2/548-549.

[72] et-Tevbe 9/38.

[73] Hûd 11/107-108.

[74] Ebû Muhammed Hüseyin b. Mesûd el-Begavî, Meâlimut-tenzîl fi tefsîril-Kurân, thk. Abdürrezzak el-Mehdî (Beyrût: Dâru İhyâit-Turâs, 1999), 2/465; Zemahşerî, el-Keşşâf, 2/430.

[75] Zemahşerî, el-Keşşâf, 4/276.

[76] Tirmizî, “Tefsir”, 45; Ahmed b. Hüseyin Beyhâkî, Şuabül-îmân, thk. Abdülali Abdülhamid Hâmid (Riyad: Mektebetür-Rüşd, 2003), 12/295.

[77] ed-Duhân 44/29.

[78] Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kuran Dili (İstanbul: Eser Kitabevi, ts.), 6/4300.

[79] el-Arâf 7/175-176.

[80] Abdülcelil Bilgin, Kurandaki Deyimler ve Zemahşerinin Keşşafı (Ankara: Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi, 2007), 65.

[81] el-Bakara 2/223.

[82] el-Bakara 2/264.

[83] el-Arâf 7/58.

[84] Karaman vd., Kuran Yolu, 2/540.

[85] Mehmet Boynukalın, “Teyemmüm”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 2012), 41/50-51.

[86] el-Mâide 5/6, ayrıca bk. en-Nisâ 4/43.

[87] Muhammed Emin b. Ömer İbn Âbidîn, Reddül-muhtâr alad-dürril-muhtâr (Beyrût: Darul-Fikr, 1992), 1/229.

[88] Ebül-Hüseyn Müslim b. Haccâc b. Müslim, el-Câmius-sahîh, thk. Muhammed Fuad Abdülbâkī (Beyrût: Dâru İhyâit-Turâsil-Arabî, ts.), “Taharet”, 91,93; Ebû Abdullah Muhammed b. Yezid İbn Mâce, es-Sünen, thk. Şuayb Arnavut - Adil Mürşid vd. (Dârur-Risâletil-Âlemiyye, 2009), “Taharet”, 31; Ebû Dâvûd, “Taharet”, 37; Tirmizî, “Taharet”, 68; İbn Hanbel, el-Müsned, 15/314, 16/225, 350, 27/348, 34/179.

[89] The Nobel Prize (NP), “The Nobel Prize in Physiology or Medicine 1952” (Erişim 29 Ekim 2020).

[90] F. Ünal Toktaş, “Statik Elektrik”, Elektrik Mühendisliği 330-331 (Mayıs 1986), 60.

[91] Toktaş, “Statik Elektrik”, 60-61.

[92] Mustafa Burunkaya, “Statik Elektriğe Karşı Koruma için Güvenli Bir Topraklama Sistemi ve Antistatik Çalışma İstasyonunun Kurulması”, Politeknik Dergisi 11/2 (2008), 93.

[93] Toktaş, “Statik Elektrik”, 61.

[94] Burunkaya, “Statik Elektriğe Karşı Koruma”, 94.

[95] Toktaş, “Statik Elektrik”, 64.

[96] Ebû Abdurrahman Halil b. Ahmed, Kitâbül-Ayn, thk. Mehdi el-Mahzûmî - İbrâhim es-Sâmerrâî (Dâr ve Mektebetül-Hilâl, ts.), 5/346; İbn Manzûr, Lisânul-Arab, 4/308.

[97] Elmalılı, Hak Dini Kur’an Dili, 1/540-541.

[98] Metin Yurdagür, “Tesbih”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 2011), 40/527.

[99] Ebul-Berekât Abdulah b. Ahmed en-Nesefî, Medârikut-tenzîl ve hakâikut-tevîl, thk. Yusuf Ali Büdeyvî (Beyrût: Dârul-Kelimit-Tayyib, 1998), 3/31.

[100] Bk. er-Rad 13/13; el-İsrâ 17/44; el-Hac 22/18; Nûr 24/41; er-Rahmân 55/6; el-Haşr 59/24.

[101] el-İsrâ 17/44.

[102] Farklı görüşler için bk. Celil Kiraz, “Bir Tefsir Problemi Olarak Bütün Varlıkların Allahı Tesbîh Etmesi”, Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 15/2 (2006), 100-132.

[103] Muhammed b. Cerîr et-Taberî, Câmiul-beyân an tevîli âyil-Kurân, thk Ahmed Muhammed Şakir (Kâhire: Müessesetür-Risâle, 2000), 17/454-456; Begavî, Meâlimut-tenzîl, 3/135-136; Zemahşerî, el-Keşşâf, 2/669-670; Ebül-Ferec Cemâlüddîn İbnül-Cevzî, Zâdül-mesîr fî ilmit-tefsîr, thk. Abdürrezzak el Mehdi (Beyrût: Darul-Kitabil-Arabî, 2001), 3/26-27; Ebû Abdillâh Fahrüddîn Muhammed b. Ömer er-Râzî, Mefâtîhul-gayb (Beyrût: Dâru İhyâit-Turâsil-Arabî, 1999), 20/347-348; Ebû Abdillâh Muhammed b. Ahmed el-Kurtubî, el-Câmili ahkâmil-Kurân, thk. Ahmed el-Berdûnî - İbrahim Ettafeyyiş (Kâhire: Dârul-Kütübil-Mısriyye, 1964), 10/266-268.

[104] Zemahşerî, el-Keşşâf, 3/129; Râzî, Mefâtîhul-gayb, 24/402-403.

[105] Ebû Muhammed Abdullah b. Muhammed b. Cafer Ebüş-Şeyh el-Esbahânî, el-Azame, thk. Rızaullah b. Muhammed İdris el-Mübârekfûrî (Riyad: Dârül-Âsıme, 1987), 5/1727; Begavî, Meâlimut-tenzîl, 3/136; İbnül-Cevzî, Zâdül-mesîr, 3/27; Alaeddin Ali b. Muhammed el-Hâzin, Lübâbüt-tevîl fî meânit-tenzîl/Tefsirül-Hazin (Beyrût: Darül-Kütübil-İlmiyye, 1994), 3/131.

[106] İhsan Fazlıoğlu, Kendini Bulmak (İstanbul: Papersense Yayınları, 2018), 22.

[107] Fazlıoğlu, Kendini Bulmak, 23.

[108] Bekir Topaloğlu, “Ölüm”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 2007), 34/34.

[109] el-Mâide 5/32.

[110] Fazlıoğlu, Kendini Bulmak, 22.

[111] Âl-i İmrân 3/59; el-Kehf 18/37; el-Hac 22/5; el-min 40/67; er-Rûm 30/20; Fâtır 35/11; el-Müminûn 23/12.

[112] Tâhâ 20/55; Nûh 71/18.

[113] Tâhâ 20/55.

[114] Müslim, “Fiten”, 142-143; İbn Mâce, “Zühd”, 32; Ebû Dâvûd, “Sünnet”, 24; İbn Hanbel, el-Müsned, 14/38, 15/323, 16/290.

[115] Ebû Abdullah Muhammed b. İsmâîl el-Buhârî, Sâhîhul-Buhârî, thk. Muhammed Züheyr b. Nâsır en-Nâsır (Dâru Tavkin-Necât, 2001), “Tefsir”, 78/3; Müslim, “Fiten”, 141.

[116] Yusuf Şevki Yavuz, “Acbüz-zeneb”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 1988), 1/320.

[117] el-Mümin 40/59.

[118] el-İnfitâr 82/4.

[119] ez-Zilzâl 99/2.

[120] Nûh 71/17-18.

[121] İbn Düreyd, Cemheretül-luga, 2/1153; Muhammed b. Muhammed Ezherî, Tehzîbul-luga (Beyrût: Dâru İhyâit-Turâsil-Arabî, 2001), 3/212; Ebüt-Tâhir Mecdüddîn el-Fîrûzâbâdî, el-Kâmûsul-muhît (Beyrût: Müessesetür-Risâle, 2005), 441; Cevherî, es-Sıhâh, 2/750; İbn Manzûr, Lisânul-Arab, 4/581.

[122] H. Bekir Karlığa, “Anâsır-ı Erbaa”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (İstanbul: 1991), 3/149.

[123] Aysun Çelik, “Âlemin ve Âdemin Dört Ana Unsuru: Garîb-NâmedeAnâsır-ı Erbaa’”, Eski Türk Edebiyatı Araştırmaları Dergisi 2/1 (2019), 317.

[124] Abdüsselam Ergene, Toprak Biliminin Esasları (Konya: Öz Eğitim Basım Yayın Dağıtım, 1997), 10-11; Necmettin Çepel, Toprak İlmi (İstanbul: İstanbul Üniversitesi Orman Fakültesi Yayınları, 1988), 7-9.

[125] Çepel, Toprak İlmi, 7-8.

[126] İlhan Akalan, Toprak Bilgisi (Ankara: Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Yayınları, 1988), 8.

[127] Çepel, Toprak İlmi, 16.

[128] Ergene, Toprak Biliminin Esasları, 35.

[129] Ergene, Toprak Biliminin Esasları, 76.

[130] Ergene, Toprak Biliminin Esasları, 279.

[131] Ernst Friedrich Schumacher, Küçük Güzeldir, çev. Osman Deniztekin (İstanbul: E Yayınları, 1979), 133.

[132] Ergene, Toprak Biliminin Esasları, 279.

[133] Habitat: Bitkinin doğal olarak yetiştiği yer. Bk. Türk Dil Kurumu (TDK), “Sözlükler” (Erişim: 12 Ekim 2020).

[134] İbrahim Ortaş, “Toprak İnsan Uygarlık İlişkisi”, Yaşamın Her Karesinde Toprak, ed. Yıldız Aksoy (İstanbul: İstanbul Aydın Üniversitesi, 2017), 5.

[135] Meriç Çakır - Ender Makineci, “Toprak Faunası: Sınıflandırılması ve Besin Ağındaki Yeri”, İstanbul Üniversitesi Orman Fakültesi Dergisi 61 (2011), 44-47.

[136] Ergene, Toprak Biliminin Esasları, 279.

[137] David A. Wardle vd., “Ecological Linkages Between Aboveground and Belowground Biota”, Science 304/5677 (11 Haziran 2004), 1629-1633 akt. Çakır - Makineci, “Toprak Faunası”, 51.

[138] Turhan Günay, İslâm ve Kuranda Ağaç, Yeşil ve Toprak (İstanbul: TEMA Yayınları), 42.

[139] Orhan Hançerlioğlu, Ekonomi Sözlüğü (İstanbul: Remzi Kitabevi, 1993), “Toprakmd., 30.

[140] Seyyid Hüseyin Nasr, İnsan ve Tabiat, çev. Nâbi Avcı (İstanbul: İnsan Yayınları, 2020), 24.

[141] Schumacher, Küçük Güzeldir, 253.

[142] Temel Yeşilyurt, “Çevre Problemine Alternatif Bir YaklaşımDoğanın Epistemolojik Analizi’”, Harran Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 5 (1999), 218.

[143] Huriye Martı, “Çevre Ahlâkı ve Eğitim: Çevre Kirliliği mi, Bilinç Kirlenmesi mi?”, 2. Uluslararası Çevre ve Ahlak Sempozyumu: Bildiriler Kitabı, ed. Ahmet Pınarbaşı - Murat Pala (Adıyaman: Adıyaman Ünv. Yayınları, 2014), 1504.

[144] Mehmet Bayrakdar, İslâm ve Ekoloji (Ankara: DİB Yayınları, 1997), 37.

[145] Yeşilyurt, “Çevre Problemine Alternatif Bir Yaklaşım”, 225.

[146] er-Rahmân 55/10.

[147] el-Enâm 6/38.

[148] Şehmus Demir, “Çevre Sorunu ve Kuranın Çevreye Yaklaşımı”, Diyanet İlmî Dergi 44/4 (Aralık 2008), 84.

[149] Bayrakdar, İslâm ve Ekoloji, 38.

[150] Muammer Erbaş, “Rabbimizin Bizlere Kutsal Emanetleri: Toprak, Su, Hava”, Diyanet Aylık Dergi (Erişim 26 Kasım 2020).

[151] Schumacher, Küçük Güzeldir, 34. Türk Dil Kurumu (TDK) “Sözlükler” (12 Ekim 2020).

[152] Schumacher, Küçük Güzeldir, 351.

[153] Schumacher, Küçük Güzeldir, 138.

[154] Metin Berber, İktisadi Büyüme ve Kalkınma (Trabzon: Derya Kitabevi, 2011), 2.

[155] Schumacher, Küçük Güzeldir, 126-127.

[156] Schumacher, Küçük Güzeldir, 253.

[157] Schumacher, Küçük Güzeldir, 49-58.

[158] İbrahim Özdemir - Münir Yükselmiş, Çevre Sorunları ve İslâm (Ankara: DİB Yayınları, 1997), 37.

[159] Schumacher, Küçük Güzeldir, 60.

[160] Schumacher, Küçük Güzeldir, 140.

[161] Schumacher, Küçük Güzeldir, 54.

[162] Âl-i İmrân 3/59; el-Kehf 18/37; el-Hac 22/5; el-Mümin 40/67; er-Rûm 30/20; Fâtır 35/11; el-Müminûn 23/12.

[163] el-Enâm 6/95-99; er-Rad 13/2-4; en-Nahl 16/66-69; er-Rûm 30/20-25; el-Câsiye 45/3-5.

[164] Tâhâ 20/55; Nûh 71/18.

[165] Schumacher, Küçük Güzeldir, 126.

[166] Martı, “Çevre Ahlâkı ve Eğitim”, 1506.

[167] Schumacher, Küçük Güzeldir, 128.

[168] Schumacher, Küçük Güzeldir, 131-140.

[169] Martı, “Çevre Ahlâkı ve Eğitim”, 1506-1507.

[170] Yasin Bakırtaş, Dünyada ve Türkiyede Ekonomik Kalkınma, Küresel Kalkınma Odaklı Sorunlar Yeni Model Arayışları (Ankara: Nobel, 2014), 9-10.

[171] İsmet Özel, “Kalkınma? İlerleme? Varolma?”, İktisadi Kalkınma ve İslam (İstanbul: İslami İlimler Araştırma Vakfı Yayınları, 1987), 227.

[172] Özel, “Kalkınma? İlerleme? Varolma?”, 229.

[173] Bakırtaş, Dünyada ve Türkiyede Ekonomik Kalkınma, 10.

[174] Ahmet Tabakoğlu, “İslam İktisadı AçısındanKalkınma’”, İktisadi Kalkınma ve İslam (İstanbul: İslami İlimler Araştırma Vakfı Yayınları, 1987), 241.

[175] Hançerlioğlu, Ekonomi Sözlüğü, 201.

[176] Schumacher, Küçük Güzeldir, 243.

[177] Beşir Hamitoğulları, “İktisadi Vahşi Büyümenin Bunalımları ve İslam Kalkınma Modelinin Vadettikleri”, İktisadi Kalkınma ve İslam (İstanbul: İslami İlimler Araştırma Vakfı Yayınları, 1987), 14.

[178] Schumacher, Küçük Güzeldir, 201.

[179] Hamitoğulları, “İktisadi Vahşi Büyümenin Bunalımları”, 16.

[180] Schumacher, Küçük Güzeldir, 230.

[181] Bakırtaş, Dünyada ve Türkiyede Ekonomik Kalkınma, 13.

[182] Berber, İktisadi Büyüme ve Kalkınma, 2.

[183] Hançerlioğlu, Ekonomi Sözlüğü, 328.

[184] Hançerlioğlu, Ekonomi Sözlüğü, 80.

[185] Schumacher, Küçük Güzeldir, 55.

[186] Schumacher, Küçük Güzeldir, 228.

[187] Rostow, İktisadî Gelişmenin Merhaleleri, 79.

[188] Berber, İktisadi Büyüme ve Kalkınma, 6.

[189] Cavit Orhan Tütengil, Az Gelişmenin Sosyolojisi (İstanbul: Belge Yayınları, 1984), 1-4.

[190] Tütengil, Az Gelişmenin Sosyolojisi, 2-3.

[191] Schumacher, Küçük Güzeldir, 58-59.

[192] es-Secde 32/7.

[193] el-Kamer 54/49.

[194] İbrahim Özdemir, “Kuran ve Çevre”, İslami İlimler Dergisi 1/2 (Güz 2006), 179.

[195] Rostow, İktisadî Gelişmenin Merhaleleri, 31.

[196] Schumacher, Küçük Güzeldir, 131.

[197] Özdemir, “Kuran ve Çevre”, 179.

[198] Martı, “Çevre Ahlâkı ve Eğitim”, 1506-1507.