Makale

MEVLÂNA’NIN KU?ATICILIĞI VE HO?GÖRÜSÜ

MEVLÂNA’NIN KUfiATICILIĞI VE HOfiGÖRÜSÜ


Tülay Çankaya
Din Hizmetleri Uzmanı
Amasya Müftülüğü

“Ben yaşadığım müddetçe Kur’ân’ın kölesiyim. Ben Hazret-i Muhammed’in ayağının toprağıyım. Eğer biri, benim sözümden bundan başka en ufak bir şey bile nakledecek olursa, o kimseden de onun sözünden de uzağım.”
Mevlâna Celaleddin-i Rumi

İnsanlık tarihi hayatı ilgilendiren her alanda yetiştirdiği seçkin insanlarla doludur. Gerek tefekkür, araştırma, gerekse keşif ve buluşlarla yakından ilgilenmeyi hayat gerekliliği ve tarzı olarak hisseden marifet ehli insanlar, bir anlamda diğer insanların akıl, gönül ve ruh inkişaflarına ayna olmuşlardır. Mevlâna da kendisinden önceki büyük düşünürleri doğru anlayıp özümseyebilmiş bir düşünce adamı ve insandaki fiziksel, ruhsal gelişime ışık tutabilmiş, onu doğru yorumlamış ender şahsiyetlerden birisidir.
Mevlâna, 30 Eylül 1207 (6 Rebiülevvel 604)’de Belh’te dünyaya gelmiştir. Belh’te siyasi istikrar bozulduğunda ailesi ile birlikte 13. asrın ortalarında Horasan dağları ile bozkırlarından gelerek Selçuklu devletinin başkenti olan Konya’ya yerleşmiştir. Görüşleri ve felsefi çalışmaları ile Selçuklu devletinin yönetimi tarafından büyük saygı görüp, fikirlerinden istifade edilmiştir. İlmin, irfanın ve şairce duygunun buluştuğu bir bilge kişi olarak, toplumun gündelik hayatıyla yakından ilgilenmiş ve insan ruhunun problemlerine ikna edici çözümler sunmuştur. Ünü çağının ve yaşadığı coğrafyanın sınırlarını aşan Mevlâna; sufi kimliğinin yanı sıra, âlim, şair ve mütefekkir bir şahsiyettir. İslam dünyasında hürmet belirtmek için önemli kişilerin isimlerinin önünde kullanılan “Efendimiz” anlamındaki “Mevlâna” lakabı Mevlâna Celaleddin Muhammed ile birlikte özel bir isime dönüşmüştür. Onu yücelten ve kendi deyimiyle ‘gönüllerde yer bulmasını’ sağlayan, engin hoşgörüsü, sevgi insanı olması, insanlara bir yandan özgüven aşılarken diğer yandan korkularını giderip zihinsel bakımdan arınmalarını sağlayarak onlardaki dinsel taassubu yıkmış olmasıdır. Onun, “Putperest olsan da, mecusî olsan da…, tövbeni bin kez bozmuş olsan da gel!... Bizim dergâhımız, umutsuzluk dergâhı değildir.” sözleri onu evrensel yapmış; o yüzden cenaze törenine, her inanç ve anlayıştan kişiler tarafından ona duyulan büyük sevgi ve saygıdan dolayı, o devirde papazlar ve hahamlar da dahil, kültürel bakımdan çok farklı inançların mensupları katılmıştır.

Günümüzde taassup, hoşgörüsüzlük, cimrilik, bencillik, başkalarının kusurlarını araştırma, gerginlik ve öfke gibi yerilen hususiyetlerin dünya insanları arasında yayılmış olması sonucu ortaya çıkan bunalımlara karşı o, asırlar ötesinden gönderdiği sözlerle bir bilgi kaynağı olarak insan aklını nur ile yıkamış, akıl ve gönülleri kirden kurtarmış, bir veli hüviyetiyle gönüller coşturmuş, bir pir, bir mürşit olarak insan kalbini saflaştırmıştır. Bizlerin bir kuş sütü eksik olan sofralarımıza, şu markayı giyiyorum, bu markayı kullanıyorum gösterişiyle böbürlendiğimiz bu zamana inat, evinin sofrasında bir kâse çorbadan fazlasını görünce öfkelenmesi, dünya malına hiç yüz vermeyerek maddenin çok ötesine geçebilmiş olması, hiç şüphesiz Mevlâna’yı daha da yüceltmiştir.

Toplumlara özgürlük ve demokrasi getirme adına işlenen cinayetler ve savaşlar, bitmek bilmeyen kıyımlar ve yaşanan yıkımlar, bizi yeniden durup düşünmeye sevk etmekte ve Mevlânalar yetiştirmiş kültür ve medeniyeti yeniden okumaya yöneltmektedir. Biz, Mevlâna’nın beslendiği kaynaktan beslenmekteyiz. Tasasavuf büyükleri üzerine çalışmalar yapan ünlü Alman İslam bilimcisi Annemarie Schimmel, “Türklerin niçin Batı’ya yönelme gerekliliği duyduğunu anlamıyorum; Mevlâna gibi bütün insanlığa yol gösteren bir ışık varken…” diyor. Geleceğimizin sevgiyi, huzuru, hoşgörüyü yakalayabilmesi için Mevlâna gibi sevgi kahramanlarımızla, dünyaya sevgi ve hoşgörü mesajlarımızı sürekli ulaştırmak zorundayız.

Mevlâna’yı ve kendimizi daha iyi tanıyabilmek ve daha iyi anlayabilmek ümidiyle…