Makale

Muallim Naci

Tarih boyunca muhtelif sebeplerden ötürü insanların evini barkını terk ederek göçmen durumuna düştüğü, başka ülkelere sığındığını biliyoruz. Zaman zaman göçmenleri hafife alan, onların insanlık onurunu rencide eden davranışlar sergilendiğine de üzülerek şahit oluyoruz. Bu merhametsizliğin sebebi ve çaresi nedir sizce?

Muallim Naci

Biraz insafı olanlar gözünde göçmenleri hafife almak, dine, insanlığa en fazla aykırı görünen şeylerdendir.

Belalara uğramış, vatanından ayrılmış, bin türlü zorluklar çekerek güven içinde olacağına inandığı payitahta düşmüş bir çaresizi hafife almak ve onunla eğlenmekten bilinmez ki ne lezzet alınır!

Kalbindeki onulmaz yaraların devamlı etkisiyle çehresi acının cismi kesilmiş olan bir garibin “Dili İstanbul şivesine uymuyor, başına koca sarık sarıyor, beldeki o sekiz arşın kuşak nedir?” diye bunların gülünecek şeyler sayılmasını hoş karşılayabilmek için hayli katı yürekli olmak gerek.

Bu insanlık dışı hareketi yapanlar düşünmezler mi ki felek kendilerini de öyle belalara uğratacak kadar acımasızdır.

Vatanından göç, öyle eğlence mevsiminde İstanbul’dan kalkıp da Çamlıca’daki köşke geçivermeye benzemez, insanın ciğerini sızlatır. Anasını ağlatır, ocağını darmadağın eder.

Göçmenlerin en muhtereminin kim olduğunu düşünen Müslümanın vicdanı şüphe yoktur ki “erbab-ı hicret”in kalplerinin kırılması gibi bir mürüvvetsizliği hiçbir vakitte reva göremez.

Bu gibi şeylere kayıtsız bir nazarla baktıran “fesat ahlâk” dedikleri bulaşıcı hastalık olduğunu bilirim, fakat bu yaranın tedavi çarelerini bilecek kadar hekim değilim.

(Muallim Naci, Seçmeler, İstanbul: Morpa Yay., 2007, s.281, 282.)

Abdullah Harmancı

Bu merhametsizliğin sebebi, kanımızda kaynaşan kötülük cinidir.

Bizim gibi olmayanların bize zarar vereceği düşüncesidir.

Bizim gibi olmayanların bizim ahengimizi bozacağı düşüncesidir.

Açıkçası Kur’an’ın “yurtlarından çıkarma” diye çok şiirsel bir biçimde ifade ettiği bu acı gerçeği, ancak yaşadığımız zaman hakikaten idrak edebiliriz.

Suriyelilere pek de insanca olmayan bir biçimde bakan arkadaşların yüzleri beni çok korkutur.

Onları, dünyanın herhangi bir şehrinde, bir parkta, her şeylerini yitirmişlerken görüveririm ansızın.

İnsan anahtarını kaybetse iki hafta içi yanar.

Yurdunu kaybeden insanlar için bir dakika durup kalbimizin titremesine izin verelim.

Kendimizi bir Avrupa kentinde nereye gideceğimizi düşünürken hayal edelim.

Bendeniz Avrupa şehirlerini dolaşırken en çok şunu düşündüm.

Birkaç gün sonra dönebileceğimiz bir şehrimiz var.

O sebeple burada hayattan kâm alarak ve saatlerimizin bile geçmesine üzülerek hayat sürüyoruz.

Ama eğer bu caddelere mahkûm olsak ne yapardık?

Hâlbuki unuttuğumuz bir şey daha var: Anadolu göçmenlerle doludur. Kendi dindaş ve soydaşlarımızın da bir zamanlar “biz”e sığındıklarını ve şimdi “biz” olduklarını ne çabuk unuttuk?

Kaç dostumuzun gözlerinde; Kafkasların, Balkanların, güney ülkelerinin rüzgârları kaynaşmaz ki?

Bütün şifaların kaynağı kalbimizdedir.

Bütün şifaların kaynağı benimsemede, özdeşleşmede, kaynaşmada, anlamada, inanmada, sevmededir.

Suriyeli çocuk İbrahim’in kendisiyle aynı yaşta ve aynı addaki Türk kardeşini trafik kazasından kurtardığı bir öykü yazmıştım. Hâlbuki Türk İbrahim’in babası, Suriyelilere verip veriştiriyordu. O bunu yaparken Suriyeli çocuk İbrahim, Türk kardeşini ölümden kurtarıyordu.

Yoksa bu da mı bir metafordu?