Makale

Değerlerin kalıcılığı

Değerlerin kalıcılığı

Prof. Dr. Muhammet Şevki Aydın

Daha önceki bir yazıda belirttiğimiz gibi (bk. Aydın, Ağustos-2010) değer, insana özgüdür. İnsan bir bakıma değer oluşturma, değer sahibi olma özelliğiyle diğer varlıklardan ayrılmaktadır, denebilir. Değer oluşturma, insanın hayata gözlerini açtıktan sonra başlattığı anlam arayışıyla doğrudan ilgilidir. İnsanın anlam arayışı, kendisini ve çevresini, çevresinde olup bitenleri anlamlandırma çabasıdır. Bu anlam arayışı geliştiği oranda insan, biyolojik anlamda insan olmaktan kültürel anlamda insan olmaya doğru ilerlemektedir. Varlığı ve hayatı anlamlandırma çabası, iyi desteklenip geliştirildiği takdirde bireyin kendi dünya görüşünü oluşturmasını; dolayısıyla hayata ve varlığa ilişkin bütüncül bir bakış açısı kazanmasını sağlamaktadır.

Anlamlandırma, değerlendirmeyi içermektedir. Böylesine bir anlamlandırma yapan, aynı zamanda hayatına yön vere(cek ola)n değerleri/ilkeleri, sahip olduğu dünya görüşü doğrultusunda oluşturma çabası içindedir. Bu süreçte birey, iyi-kötü, doğru-yanlış, güzel-çirkin vb. şeklindeki değerlendirmeler yapmaktadır. Birey, her şeye atfettiği bu değerlendirmeleri belli ölçütlere bağlamaktadır ki işte bunlar değerlerdir. Anlamlandırma sürecinde ilerleyerek gelişen bireyin değerler paketi, hem nicelik hem de nitelik itibariyle git gide zenginleşmektedir.

Kendi değerlerini oluşturan birey, herkes ve her şeyle ilişkisini inandığı/benimsediği bu değerlere göre belirlemektedir. Onun sahip olduğu değerler arasında tam bir anlam bütünlüğü bulunduğundan dolayı bu birey, hayatını tutarlı hâle getirme gücüne erişmiş olmaktadır. Çünkü varlığı ve hayatın anlamını kavrama çabası, bireyin var olma çabasıyla örtüşmektedir. Hayatı ve varlık dünyasını anlamlandırmaya çalışan birey, bu anlam(landırm)a ufku içinde kendi öz varlığına bir yer bulma amacına sahiptir. Birey, oluşturduğu anlamı “hayat dünyası”na taşır, ona katar ve o anlama göre hayatını düzenlemeye çalışır. Sonuçta, bireyin sahip olduğu değerler manzumesindeki bütünlük ve iç tutarlılık, onun hayatına aynen yansıyıverir.

Sözünü ettiğimiz bu anlam/değer ile hayat arasındaki ilişki gerçekte tek yönlü değildir. Bireyin oluşturup benimsediği değerler ile onun hayatı arasındaki ilişki, diyalojik bir alış veriş şeklindedir. Aralarında karşılıklı etkileşim söz konusudur. Değerler, hayatı etkileyip onu şekillendirdiği gibi, ondan etkilenmektedir de. Birey, inandığı değerlerin ifade ettiği anlamla hayatını sürdürürken yeni durumlarla etkileşim sonucu yeni öğrenmeler gerçekleştirir; dolayısıyla idrak dünyasına yeni anlamlar katar. Sonra bu yeni kazanımlarıyla kendi temel kaynaklarına ve değerlerine yeniden yönelir; onları yeniden anla(mlandır)maya çalışır. Sahip olduğu anlamları daha da zenginleştirir ve onlarda derinleşir. Bu süreçte ister istemez, değerlerde birtakım değişmeler olabilir. Böylece değerler, doğrudan etkilediği hayattan aynı zamanda etkilenerek yenilenmiş olur.

Hayata nispetle değerlerin etkileme gücü elbette öndedir. Ancak bu, değerlerin etkilenmediği anlamına gelmemektedir. Sözgelimi, değerler ekonomik gelişmeyi etkileyip yönlendirirler. Ancak, aynı zamanda ekonomik hayattaki gelişmelerden de, değerler etkilenebilmektedir. Elbette, ekonomik hayatın değerleri etkilemesinden ziyade, değerlerin ekonomi dünyasını etkilemesi söz konusudur.

Esasen bu etkileşim, değerlerin hayatla bağının doğal sonucudur. Değerler bireyin hayatı anlamlandırması bağlamında oluşturduğu ilkeler olarak onun hayatını düzenleyici, tutum ve davranışlarını belirleyici rol oynadıkları için onların daima bireyin hayatıyla doğrudan irtibatlı olması, onunla bütünleşmesi gerekmektedir.

Hayat ise, kuşkusuz dinamiktir, canlıdır, sürekli yenilenmektedir. Hayatla bütünleşen değerler sistemi de, ister istemez hayatın bu dinamizminden etkilenmektedirler. Hayatın dinamizmi, değerlere de sirayet etmektedir. Burada önemli olan, birey ve toplum için bunun bir başkalaşma, kendine yabancılaşma, değerlerden yoksunlaşma değil de, kendi var oluş düzeyini yükseltme, olgunlaşma yolunda ilerleme şeklinde gerçekleşmesidir. Tıpkı, farklı bedensel gelişim safhalarından geçen bireyin hep aynı kişi olduğu gibi.

Esasen hayat şartlarındaki değişime paralel bir yenilenmenin değerlerde de gerçekleşmesi istenen durumdur; bunun olmaması anormaldir, yanlıştır. İşlevsel değerler sistemi, sürekli böylesi bir etkileşim sayesinde canlılığını korur, ona sürekli bir şeyler eklenir ve bir şeyler ondan kopar. Bu, değerin yenilenmesi (teceddüd) anlamına gelmektedir. Değerin kalıcılığı canlılığına, canlılığını koruyup geliştirmesi ise kendini yenileyebilmesine bağlıdır.

Söz konusu yenilenmeyi kendi bünyesinde gerçekleştir(e)meyen değerler, hayatla bağını koparır. Zira onlar, böylece canlılıklarını ve onun sonucunda da işlevselliklerini yitirirler ve artık o hayatta kullanılamaz hâle gelirler. Uygulanabilirliğini kaybeden değer, mevcut hayatta yer alamaz, tarihe karışır.

Kendi aralarında hiyerarşik yapıya sahip olan değerlerin, aşağıdan yukarıya doğru çıkıldıkça evrensellik düzeyi artar. Evrensellik düzeyi yüksek olduğu oranda değer, uzun ömürlü/kalıcı olur. Ancak, bu evrensel değerlerin de, hem anlam çerçevesi itibariyle hem de uygulamaya yansıyan somut kalıpları itibariyle yenilenmesi gerekmektedir. Evrensel nitelikli değerler, insanın varlık dünyasıyla ve hayatla organik bağını sürekli canlı tuttuğu takdirde bu yenilenme hep sürüp gider.
Meseleye İslam açısından bakılırsa, dinin sabiteleri durumunda olan değerler evrensel niteliktedir. Söz gelimi, yalan söylememek, haksızlık etmemek, anne-babaya saygılı olmak gibi değerler, dinin sabiteleri olup asla zaman aşımına uğramazlar, değiş(tirile)mezler. Ancak teorik düzlemde böyle olmasına rağmen bu evrensel nitelikli her bir değerin anlam çerçevesi, içeriği farklı kültür havzalarında, yöreden yöreye, hatta farklı kültürel düzeye sahip olan her bir bireye göre farklılaşabilmektedir. Zira herkes, sahip olduğu idrak düzeyine/kültürel özelliklerine göre bu değerleri anlam(landırm)aktadır.

Dahası, değerin anlam çerçevesinin/içeriğinin güncelliği önemli olduğu gibi, o içeriğin somutlaştığı kalıplarının da güncelleştirilmesi gerekmektedir. Değerlerin içeriğinin güncelleşme düzeyi, onların günlük hayata katılım biçimini, hayatın içindeki somut açılımlarını, tezahür biçimleri olan davranış kalıplarını belirlemektedir.

Bu yüzdendir ki, her kuşak değişmeyen bu değerleri yeniden yorumlamak zorundadır. Onların canlılıklarını korumanın yolu, sürekli yorumlanarak güncellenmelerinden geçmektedir. Tarihin belli bir döneminde kazandığı anlam çerçevesini ve bu anlamın somutlaştığı kalıp(lar)ı hiç değiş(tiril)meden kalan değerler, günün/çağın hayatından kopuk hâle gelerek canlılıklarını; dolayısıyla işe yararlılık özelliklerini kaybederler. İşe yaramayan, uygulan(a)mayan değerlere güven kaybolur ve bu değerler terk edilirler.

Söz gelimi, anne-babaya saygılı olma (Ve bi’l-valideyni ihsana. Bakara, 83; Nisa, 36.; En’âm, 151; İsrâ, 23.), zaman aşımına uğramayacak İslâmî bir değerdir. Ancak, bu saygılı olma kavramının içeriği ve bunun hayata yansıyan somut tezahürleri, bireyden bireye, kültürel yöreden yöreye ve çağdan çağa farklılaşmıştır/ farklılaşacaktır. Kimileri, anne-babaya itaat etmeyi (Kur’an istemese de) onlara saygının olmazsa olmazı sayarken, kimileri böyle düşünmemektedir. Kimileri, anne-babanın yanında yaşı ne olursa olsun zaruret olmadıkça konuşmamayı saygının gereği gibi görürken; kimi ise, saygının bunu asla gerektirmediği kanaatindedir.

Mesela, Müslümanların çevre bilincini oluşturan değerlerin anlam çerçevesi ve bunun uygulamaya yönelik somut kalıpları, dünküyle kıyas kabul etmeyecek kadar bugün farklılaşmıştır/farklılaşmalıdır. Çünkü dün adeta hiç sözü edilmezken bugün sadece insanlığı değil, tüm varlık dünyasını tehdit eden çevre sorunu söz konusudur. Aile hayatına, kadın algısına ilişkin İslamî değerleri, günümüz Müslümanlarının hepsinin anlam(landırm)ası ve yorumu aynı olmadığı gibi, dünküyle de aynı değildir/olmamaldır.

Bir değerden diğerine yorum ve uygulama farklılıklarının dozu değişmektedir. Bir yalan söylememeye ilişkin içerik ve uygulamaya yönelik farklılaşmanın boyutlarıyla, bir aile hayatına ilişkin değerlerde farklılaşmanın sınırları ve boyutları aynı değildir. Birinciye nazaran ikincide farklılaşma elbette daha ileri düzeydedir. Çevre konusunda bu fark daha ileri düzeydedir.

Üstelik, bu yorumların her birinin ne kadar İslamî olduğunun yeniden sorgulanmasına ihtiyaç vardır. Bir dönemde veya bir kültür havzasında yapılan bir yorumun (isabetsiz olma ihtimali şöyle dursun) isabetli bulunması, bir sonraki dönemde veya kültürel çevrede de onun mutlaka isabetli bulunmasını gerektirmemektedir. Dinî değerleri zaman içinde hep yeniden sorgulayıp anlam(landırm)a uğraşı, dinin özüne dönmek, dini hakikatleri çağın gerekleriyle buluşturmak için yapılan bir değerlendirme ve yeniden düşünme faaliyetinden başka bir şey olmayacaktır. Bu faaliyet, değerleri temel kaynaklara ve tarihsel tecrübeye müracaat ederek çağdaş bir terminoloji içinde yeniden tanımlayıp açıklamayı içerecektir. Değerlerin hayata katılması, hayatla bütünleşmek suretiyle canlılığını ve bunun tabiî uzantısı olarak işlevselliğini koruması, benimsenmesini/benimsetilmesini kolaylaştırması, güncellik düzeylerine bağlıdır.

Bunları yapmamızı sağlayacak bir eğitim sistemimiz var mı? Aldığımız din eğitiminin niteliği, bize bu gücü kazandırıyor mu? Diyanet İşleri Başkanlığı’nın 2004 yılından beri bütün eğitim kurumlarında gerçekleştirmeye çalıştığı şey, insanımızın İslâmî değerleri ezberlemekle yetinen değil; onları anlamlandırıp özümsemek suretiyle benimseyen ve onlara göre hayatını dizayn etmeye çalışan özgür/bağımsız, ahlâkça gelişmiş dindarlar olarak yetişmelerine katkı sağlayacak din eğitimini hayata geçirmektir.

Kaynak
Aydın M. Şevki, “Değerler ve Din Eğitimi”, Diyanet Aylık Dergi, Ağustos, 2010.