Makale

PROF. DR. FERİDUN M. EMECEN İLE TARİH ŞUURU ÜZERİNE…

PROF. DR. FERİDUN M. EMECEN İLE TARİH ŞUURU ÜZERİNE…

Mahir KILINÇ

Prof. Dr. Feridun M. Emecen, doktora derecesini Osmanlı tarihi alanında İstanbul Üniversitesinde (1985) tamamladı. 1989 yılında doçent, 1995 yılında profesör oldu. İstanbul Üniversitesinde çeşitli idari görevler yürüten Prof. Emecen, hâlen İstanbul 29 Mayıs Üniversitesinde Edebiyat Fakültesi Dekanı’dır. Osmanlı tarihinin farklı alanlarında birçok eser ve araştırmaları bulunan Prof. Emecen özellikle Osmanlı klasik dönemi ve öncesinde sayılı uzmanlarından biridir. Fetih ve Kıyamet 1453, Yavuz Sultan Selim, Osmanlı’nın İzinde, İlk Osmanlılar ve Batı Anadolu Beylikler Dünyası, Osmanlı Klasik Çağında Hanedan, Devlet ve Toplum, Osmanlı Klasik Çağında Savaş, Osmanlı Klasik Çağında Siyaset yayınlanmış kitaplarından bazılarıdır.

Sizin bizatihi öğrencilerinize sorduğunuz sorulardan başlamak istiyorum müsaadenizle. 46 yıldır tarihle hemhâl olmuş biri olarak tarih sizce nedir ve ne işe yarar?

Tarihin aslında çok basit bir tanımı var o da: “Tarih, kendimizi tanımak ve bilmektir.” Bu basit tanımlamadan da anlaşılacağı üzere tarih, kendini bilmeyi, tanımayı ve bir ölçüde de ondan tecrübe kazanmayı temin eder. Bu tanımak ve bilmek mefhumu bana göre çok önemli. Çünkü bugünkü toplumumuzun mahiyeti, karşılaştığı problemler vs. bunların kaynakları, çoğu defa tarihî bilgiye muhtaçtır. Dolayısıyla bugün karşı karşıya kaldığımız meselelere çözüm bulabilmemiz ancak tarihin bize kazandırmış olduğu bilgi birikimiyle olabilir. Eğer bunu bilmezsek alacağımız kararlarda, yapacağımız işlerde ciddi anlamda hatalı yollara sapabiliriz.

Tarih, canlı bir organizma gibi bugüne kadar yaşayan ve bundan sonra devam edecek bir olgudur. Yani tarihin bir bütün olarak sadece maziyi değil geleceği de kapsayan bir çerçevesi olduğunu unutmamamız gerekiyor. Ancak tarih ders verir biz de ona göre hareket ederiz, düşüncesiyle de hareket etmememiz gerekir. Tarih, kazandığımız tecrübeyi değişen zamanın şartlarına uygun olarak bugünün farklı meselelerine farklı çözümler üretebileceğimiz bir temel oluşturur.

Tarihi, sadece geçmişteki bilgi ve tecrübelerden haberdar olmak için mi yoksa tarihi, bir şuur oluşturabilmek için mi okumalıyız?

Tarih şuurunun millî bilinci temin etme yönündeki faydası tabii ki çok önemli. Kendi toplumunu tanımaya yönelik bir iş yapmak, tarihi bu şekilde tavsif ve tasnif etmek aynı zamanda işin içerisine bu şuuru da katmış oluyor. Çünkü kendinizi tanımlayamadığınızda ciddi bir kimlik endişesi yaşamanız mümkün. Ancak millî şuur kazandırma meselesinde bazen bu durum çok abartılı bir hâle gelebiliyor yani bunu bir toplum mühendisliği gibi dizayn etmek söz konusu olabiliyor. Bu, menfaatlere uygun çarpıtılmış ve abartılmış bir tarih algısını beraberinde getiriyor. Millî şuur kazandırmak dediğimiz zaman aklımız hemen bu düşünceye gidiyor. Dolayısıyla bu durum da tehlikeli bir hâl alıyor. Çünkü yanlış bir tarih algısıyla besleniyoruz. Yani geçmişteki birtakım insanları büyütmek, olduğundan farklı bir yere koymak gibi çok daha değişik ve onu da buna göre örnek almak gibi bir fikir içerisinde olabiliyoruz. Bu, tarihçiler olarak karşı karşıya kaldığımız en çetin problemlerden biridir.

O yüzden tarihi bu anlamda hamaset yüklü literatür yerine doğru bilgilerle mücehhez araştırmalardan okuyup bilirsek bizi yanlışa yönlendiren bilgi ve düşüncelerden de ciddi anlamda arınmış oluruz. İşte o zaman ancak kimlik, kültür, medeniyet bağlamında doğru bir tarih şuuruyla yaklaşım elde edebiliriz.

Bir toplumun ya da bir ferdin tarih şuuruna ermesi için neler yapması gerekir ve bu şuur o kişiye ya da topluma neler kazandırır?

Kendi tarihini bilmek çok mühimdir ki bu beraberinde bir şuuru da getirir. Röportajın başında da belirttiğim gibi kendimizi ve yaşadığımız toplumu bilmiş ve anlamış oluruz. O yüzden toplumun ya da kişinin bunu elde edebilmesi için evvela sağlam araştırmaların ve bunun üzerinden yapılmış olan çalışmaların yaygınlaştırılması gerekir. Biz akademisyenler olarak tarihî çalışmalarımızı türlü şekillerde yapıyoruz. Fakat yazdıklarımızı okutabilecek dili kullanamıyoruz ve popüler olarak topluma yansıtamıyoruz. O zaman ne oluyor? Oradaki boşluğu dolduran birtakım meraklı insanlar çıkıyor. Tarihten bihaber ama hasbelkader 3. ve 4. elden kaynakları okuyup bunları gerçekmiş gibi kaleme alan, kendini de tarihçi olarak tanımlayanlar ortaya çıkıyor. O yüzden sağlıklı bir temele ulaşabilmek için akademik çalışmaların yaygınlaşması ve onu temin edebilecek birtakım desteklerin verilmesi aynı zamanda da bunların popüler kesime yansıtılabilecek bir dille çoğaltılması gerekiyor. Bunu yaparsak işi başarabiliriz ama yapamazsak dediğim gibi boşlukları dolduranlar elbette olacaktır.

Doğru tarihî kaynaklardan istifade eden, doğru bilgilerle mücehhez olan insan ve toplumun bakış açılarında çok ciddi bir değişim olacak. “Ben hiç değişmedim.” çok yanlış bir söylemdir. İnsan değişir ve şahsın da kendini geliştirmesi anlamında değişmesi lazım. Topluma bir katkı yapacaksak değişerek katkı yapabiliriz. Çünkü ne düşünürsek düşünelim zaman değişiyor. Ona karşı koymak mümkün değildir, izole yaşamak da aynı şekildedir. Yani dünyadan haberdar olmak ve kendimizi bir yere koymak zorundayız. Yoksa zaten yok olup gideriz. Tarih, bu noktada devreye girer ve bizi kendimize getirir.

Halk arasında meşhur olmuş bir söz var: "Tarih tekerrürden ibarettir." Burada geçen tekerrür ifadesini nasıl anlamalıyız?

Hayatınızda da benzer olaylarla karşı karşıya kalabilirsiniz ama onun neticesi her zaman aynı olmayabilir. Çünkü her benzer olayın aynı zaman, zemin ve koşullarda gerçekleşmesi mümkün değildir. Mazi, sanılanın aksine canlı bir organizmadır. Dolayısıyla aynı kalması ve değişimin hiç olmaması mümkün değildir. Aynı zaman ve koşullarda gerçekleşmeyen tek bir olay, farklı şartlarda benzer şekilde ortaya çıkabilir ama aynı sonuçları vermez. Tarih tekerrürden ibaret dediğiniz zaman tekerrürlerin ileride aynı şekilde devam edeceğini ve aynı sonuçları doğuracağını düşünürsünüz ama yanılırsınız. En büyük tehlike olarak gördüğümüz şey de budur. O yüzden tarih tekerrürden ibaret değildir. Örneğin ben tarihçi olarak bir olayı araştırdığımda ilmî ve akademik iş yapmış olurum ancak ortaya koyduğum çalışma her zaman olayı bire bir aydınlatabilecek bir çerçeve sağlamayabilir. Ben yine orada kendi yorumlarımı eklerim o da bir ölçüde kurguyu getirir. Ama bu kurgu daha akademik ve olayların kendi tarih akışında olan bir kurgudur. Yani romancının kurgusu gibi değildir.

Türkiye’deki tarih yazıcılığıyla ilgili neler söylemek istersiniz?

Günümüzde Türkiye’de tarih yazıcılığına yönelik gelinen merhalede bazı arkadaşlarımız, çok karamsar ve yeteri kadar çalışma yapılamadığı, pek çok tarih bölümü olmasına rağmen buralara nitelikli insanlar kazandırılamadığına dair görüşlere sahipler. Ama ben bu kadar karamsar değilim. Evet, arkadaşlarımızın haklı olduğu yönler var ama bunun yanı sıra birkaç dil bilen ve kaynak diline hâkim olan gençler de yetişiyor. Zihnini toplumun farklı meselelerine kafa yoran genç akademisyenler çeşitli çalışmalar yürütüyor. Dolayısıyla böyle bakıldığında ben bu akademik çalışmaların uzun vadede çok daha faydalı olabileceğini düşünüyorum. Ancak bu yapılan çalışmalar içinde gördüğüm en büyük eksiklik, toplumun kendi ihtiyaçlarına göre projelendirilmiş çalışmalar olmaması ve dağınık yapılması. Bir de bu çalışmaların hitap ettiği kesimlerin bunları toplayabilecek bir bilgi hafızası oluşturmamaları. İşte bu çalışmaların bir şekilde bir yerde toplanması, tavsif ve tasnif edilmesi gerekmektedir. Kısacası bir hafıza oluşturulması lazım. Maalesef bizde bir hafıza yok, çok fazla değil üç dört sene öncesi yazılan herhangi bir meseleyle ilgili eserlerden haberdar olamayabiliyoruz. Her müessesenin ya da devletin hafızasını oluşturacak, bunları ihtiyaçlar nispetinde raporlayacak sağlam arşivcilere ihtiyaç var.

Günümüzde popüler gayelerle yazılan pek çok kitap, televizyonlarda yayımlanan pek çok dizi var. Siz bu çalışmaları tarihin ya da tarihî kahramanların bilinmesi ve sevdirilmesi açısından faydalı buluyor musunuz?

Şu anda dünyamız, dijital bir dünya. Yeni yetişen nesiller bizim yerimizi alacaklar ve bu toplumu onlar yönetecekler. Dolayısıyla onlara yönelik bu anlamda hem seyir hem dijital anlamda tarihi anlatabilecek, maziyi ortaya koyabilecek yeni arayışların olması gerekiyor. Bunun en eski ayağı dizi ve romanlardı. Şimdi onun bir ötesine geçtik, farklı bir dijital dünya var. Tarihle alakalı akıllı telefonlarda uygulamalar, oyunlar bulunuyor. Tarihteki olaylardan esinlenerek oluşturulan, kurgu olduğu belirtilerek yapılan her iş, ister film ister dizi ister roman ister oyun olsun tarihe ilgiyi artırması noktasında önemlidir. İnsanlar, bu kurguların gerçek yüzünü merak ederek doğru kaynaklara yönelebilir. Dolayısıyla bütün bunlar, aslında zihinlerde tarihle ilgili bir merak uyandırabiliyor. Burada size söyleyeceğim şudur ki popüler olan tüm unsurlar her ne kadar tarihi çarpıtıyor da olsa bizim eleştirilerimize rağmen tarihe olan alakayı arttırıyor.

Osmanlı klasik dönemi ve öncesi tarihi alanında sayılı uzmanlardan birisiniz ayrıca Türk Tarih Kurumu şeref üyeliğine ve Türkiye Bilimler Akademisi üyeliğine sahipsiniz. Bunca yıllık birikiminizin oluşmasında etksi olan tarihçiler kimlerdir desem ilk olarak kimleri ve hangi eserlerini sayabilirsiniz?

Akademik dünya çok farklı bir mecra. Burada herhangi birinin tesiri altında kalmak söz konusu olabilir tabii. Bize ışık tutan eski tarihçiler elbette var. Göstermiş olduğu çabaları itibarıyla Osmanlı tarihini dünya tarihi içerisinde konumlandırmaya çalışması açısından Halil İnalcık Hoca’nın yeri çok farklıdır mesela. Çünkü Osmanlı tarihini dünyaya tanıtan bir çabası oldu. Biz kendi içimizde çok kapalı kaldık ve kendi yaptığımız çalışmaları dünya tarihi içerisindeki bağlamına oturtamadık. İnalcık Hoca bunu yapmaya çalıştı ve yaptığı çalışmalarla gerçekten başardı da. Amerika’da, İngiltere’de yetiştirmiş olduğu doktorantlarıyla beraber bu çabanın içerisinde oldu. Halil İnalcık Hoca’nın ektiği tohumlar var ve bunlar çok önemli. Bugün dünyada çok az çalışılmış ama bir o kadar da dünya tarihine yön veren bir devlet olarak Osmanlıları görmek ve bunu dünya tarihi literatürüne kabul ettirmek lazımdı. Halil İnalcık Hoca da bu yolu tarihçilere açtı. Kendisine rahmet olsun…