Makale

HZ. PEYGAMBERİMİZ VE VEFA

HZ. PEYGAMBERİMİZ
VE VEFA


Nagihan AYDIN

İnsan, yeryüzüne eşref-i mahlukat olarak gönderilmiştir. Varlıkların en şereflisi olma özelliği akıl ve irade noktasında insana bazı sorumluluklar yükler. Gerek bireysel gerek sosyal ilişkiler söz konusu olduğunda her tabanda sergileyeceği tutum ve davranışların bu sorumlulukların yerine getirilmesine yönelik olması beklenir. İnsanın sorumluluk alanı oldukça geniştir ve yerine getirildiğinde pek çok güzel erdemi içinde barındırır. İnsan sorumluluklarını doğru anlama ve yaşantısına geçirme noktasında en güzel örnek şüphesiz âlemlere rahmet olarak gönderilen Hz. Peygamber’in (s.a.s.) hayatıdır.
Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.) yaşadığı toplumda, adalet, doğruluk, emanete riayet etmek, sözünde durmak gibi manevi değerleri aynı zamanda da sevgide bağlılığı, minnettarlığı, sözünde durmayı, dostluğu sürdürmeyi ve sadakati ifade eden, neredeyse bütün manevi erdemleri kapsayan vefa duygusunu hayatı boyunca yaşamış ve etrafındakilere bunu hissettirmiştir. Peygamberliği öncesinde ve sonrasında bütün insanlığın onayını almış seçkin şahsiyetinin rayihası geçmişten günümüze insanlık için kılavuz olmuştur.
Peygamberlik vazifesi gelmeden önce aile, sosyal ve ticari hayatında doğruluğu, adaleti, şefkat ve merhameti, sabrı, yakınlarını gözetmeyi, haksızlığa karşı durmayı benimsemesi onun üstün ahlak özelliklerini daha o dönemde gözler önüne sermişti. “el-Emin” (Müsned, III, 425) olarak anılması da onun her dönemde ne kadar güvenilir ve kendisinden emin olunan bir yüce şahsiyet olduğu farkındalığının bir ifadesiydi.
Vefa duygusu Hz. Peygamber’in en önemli ahlak özelliğiydi. Yakınları başta olmak üzere bu duyguyla yaklaşımları her kesimden insana şifa oluyordu. Bilmeliyiz ki vefa en çok toplumsal huzur ve barışın korunmasında etkili olmaktadır. O dönemde bile yalan söylememenin, ahitlere sadık kalmanın, emanetlere sahip çıkmanın da tek yolu vefa duygusunun yaşanmasından geçiyordu. Bununla ilgili Peygamberimizin hayatında pek çok güzel örnek bulmak mümkündü. Nitekim Hz. Hatice (r. anha), Peygamber Efendimizin ahlak özelliğini risaletin geldiği vakit şöyle tanımlıyordu: “Vallahi! Allah seni kesinlikle utandırmaz. Çünkü sen, akrabalık bağlarını sıkı tutar, doğru söz söyler, bakıma muhtaç olan kimselere yardım eder, elinde avucunda olmayana verir, misafiri ağırlar ve haksızlığa uğrayanlara destek olursun.” (Buhârî, Bed’ü’l-vahy,1; Müslim, İman, 252)
Risaletiyle birlikte onun ilk vefası Rabbine karşı olanıydı. Rabbine iman etmek, ibadetleri yerine getirmek, emir ve yasaklarına riayet etmek ahde vefasının ilk basamağıydı. Rabbinin verdiği nimetlere şükretmesi ve sürekli hamt ile meşgul olması bu duygunun bir tezahürüydü. Davasına bağlılığı onun her koşulda vefakâr olduğunu göstermişti. Nitekim kendisi kararlılıkla bu vefayı şöyle dile getirmiş: “Güneşi sağ elime, ayı sol elime verseler davamdan vaz geçmem.”(İbn’ül-Esîr, el-Kâmil fi’t-Tarih, II, 64) demişti. Hicretten önceki yıllarda müminlerle birlikte yaşadıkları onca sıkıntıya rağmen sabır ve şükürle davasına sarılması da bu sözlerinin hayat bulmuş haliydi. O yıllarda yaşadığı sıkıntıları kendisiyle paylaşan ve onu koruyup, destek olan amcası Ebu Talip ve eşi Hz. Hatice’yi kaybetmesiyle ağır bir üzüntü duymuş ve bu sebeple nübüvvetin bu onuncu yılına “senetü’l-hüzn” denilmiştir.
Rahmet Peygamberi daha doğmadan önce babası Abdullah, altı yaşına geldiğinde ise annesi Amine ahirete göç etmişti. Vefatından sonra annesi Amine’yi, Ebva’da ziyaret etmiş ve mezarını temizleyip içindeki şefkat ve merhamet dolu hislerle gözleri dolmuştur. Kendisine iyilik ve ikramda bulunan herkesi dualarında hayırla yâd etmiş ve ashabına da unutturmamıştır. Ailesine karşı üstün vefa örneği gösteren Peygamberimiz, kendisini himaye eden amcası Ebu Talip başta olmak üzere, amcasının eşi Fatıma Hatun’a “Annemden sonraki annem”(TDV İslam Ansiklopedisi- Fatıma Bnt Esed) sözleriyle son derece vefalı olmuş, onların bu güzel himayesini her zaman anlatmıştır. Amcasının düşkünlük döneminde Hz. Ali’nin (r.a.) bakımını üstlenerek yanında himaye etmesi de bunun bir göstergesidir. Küçük yaşlarda sütanneye verilmesi sebebiyle, sütanneleri ve süt kardeşlerine elinden geldiği kadar hizmet etmiş, onlara hediyeler, erzak, her türlü ikramda bulunmaktan ve göndermekten de geri kalmamıştır. Kendisine küçük yaşlardan beri bakan dadısı Ümmü Eymen’e ömrü boyunca hep ikramda bulunmuş, “Bu, benim ev halkımdan sağ kalan tek kişidir!”(TDV İslam Ansiklopedisi- Ümmü Eymen) diyerek iltifatta bulunarak onu daima sevgi ve muhabbetle anmıştır.
İlk eşi Hz. Hatice ile kurduğu aileyi, cennette kendisine bir köşk hazırlandığını söylediği eşini, hayatı boyunca hayırla anmış, her fırsatta onunla ilgili güzel cümleler söylemiştir (Buhârî, Nikâh, 109; Müslim, Fedâilü’s-sahâbe, 78). Hz. Aişe’nin (r. anha) naklettiğine göre en zor zamanlarında yanında olan Hz. Hatice ile ilgili hatıralarını Peygamberimiz sürekli yadedip onun için istiğfarda bulunmuştur (TDV İslam Ansiklopedisi- Hatice). Hz. Hatice’nin vefatından sonra kesilen kurbanlardan merhum eşinin sevdiklerine de göndererek ona olan vefasını göstermiştir (Buhârî, Edep, 23). Medine’ de ziyaretine gelen, kız kardeşi Hale’nin sesini Hz. Hatice’ye benzettiği için gözleri dolmuş ve onu hiç unutmadığını dile getirmiştir. Hz. Hatice için Rahmet Peygamberi: “Yüce Allah, bana Hatice’den daha hayırlı bir eş vermemiştir. Bütün insanlar bana inanmazken o bana inandı. Herkes beni yalanlarken o doğruladı. İnsanlar (yardımlarını) benden esirgediklerinde o bana malıyla destek oldu. Yüce Allah, bana başka kadınlardan değil ondan çocuklar ihsan etti” sözleriyle ona karşı vefasını dile getirmiştir (TDV İslam Ansiklopedisi- Hatice).
Üstün ahlak özellikleriyle ümmetine ve bütün insanlığa örnek olan Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.), yakınlarına olduğu kadar ashabına ve dostlarına karşı da oldukça vefalıydı. Bu vefa bağını korumak ve sürdürmek adına Mekke’den Medine’ye hicret ettiğinde kan bağından ziyade ashabını, Ensar ve Muhacir olarak kardeş aile ilan etmiş ve İslam’ın öngördüğü kardeşliği kalıcı kılmıştır. Fedakârlık ve isarın yaşandığı bu kardeşlik bağı o dönemde sağlam bir toplumun inşasında en önemli etken olmuştur. Habeşistan’a hicret eden ashabına her türlü ikram ve himayesini açan Habeşistan kralının elçileri yıllar sonra Peygamberimizi ziyarete gelmişlerdi. Bunun üzerine Peygamberimiz bu elçilerle yakından ilgilenmiş ve bizzat kendisi ikramda bulunmuştu. “Bunlar Habeşistan’a göç etmiş olan ashabıma yer göstermiş, ikram etmişlerdir. Buna karşılık şimdi ben de onlara hizmet etmek isterim.” diyerek ashabına yapılan bu iyiliğin karşılığında vefa ile muamelede bulunmuştur (Beyhâkî, Şuabu’l-İman, VI, 518, VII, 436).
Rabbine karşı ahde vefasını hiç unutmayan Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.), günümüzde önemini yitiren pek çok ahlaki değerin canlı bir örneğiydi. Öyle ki, Hz. Aişe kendisine Peygamberimizi soranlara: “O’nun ahlakı Kur’an’dı.” (Buhârî, Müsâfirîn, 139) diye açıklamıştı. Sevginin, saygının, adaletin, hoşgörünün, samimiyetin, ahde vefanın, kadirşinaslığın, doğruluğun, emniyetin can bulduğu yüce bir şahsiyet olan sevgili Peygamberimiz, başta aile hayatı olmak üzere sağlam bir toplumun oluşturulması için gerekli olan ahlaki reçeteyi önce hayatında yaşamakla, sonra da ashabına göstererek asırlara hükmeden bir miras bırakmıştır. Son zamanlarda unutulan bu değerlerin tekrar topluma kazandırılması kuşkusuz ilk önce emanet, sorumluluk ve en önemlisi güven telakki edecek vefa yapısının oluşmasıyla sağlanacaktır. Ümmeti olarak bizim görevimiz de sevgili Peygamberimizin aziz mirasına sahip çıkarak, Onun hayatındaki vefa örneklerini hayatımıza tatbik ederek gelecek nesillere aktarmak olacaktır. Kur’an ve sünnet ışığında kurulacak bu vefa yapısı onarıcı ve koruyucu etkileriyle hayatımızda kaybolan değerlerin de yaşaması ve büyümesi için zemin oluşturacaktır. Çünkü toplumu dimdik ayakta ve dengede tutan, bütün dinamiklerin doğru çalışmasını sağlayan en büyük erdem vefa duygusudur.