Makale

KURAKLIK İÇİMİZDE

KURAKLIK İÇİMİZDE

Aydın HIZ

Oturup bir ağacın altında düş kuramıyorsak, dallarındaki kuşların neşesiyle sevinemiyorsak, bir hayvanın gözlerindeki masumiyeti göremiyorsak, bitkilerin, çiçeklerin kokusunu içimize çekemiyorsak kuraklık bizim içimizdedir.

İnsan, içindeki kuraklığı ve yoksulluğu dışarıda yapıp ettikleriyle gidermek istiyor. Karanlıkta iğneyi kaybeden Nasrettin Hoca’nın aydınlık yerde aramasına benzemiyor mu bu durum? Hoca’nın bize anlatmak istediği kadim bir insanlık sorunu sanki bu hâl. Oysa içimizdeki kuraklığı ve yoksulluğu, zenginliğe çevirebilecek, yeşillendirebilecek şey, fıtratımızdaki hakikatle buluşmaktan geçiyor. Doğamızı keşfetmek için doğaya gitmemiz, orada ilahi neşidenin ruhunu bulmamız gerekmektedir. İnsanlığın yapaylıkta aradığı mutluluk nüvesi ruhumuzu tatmin etmiyor çünkü. Sahip olmak, hükmetmek, menfaatle örülü bütün ilişki biçimlerine teslim olmak bizi daha fazla yoksullaştırıyor. Bazen az, çoktan daha değerlidir. Bereket, çoğullaşmadan çoğalmaktır çünkü. Ruhunu maddiyatla tatmin etmeye çalışmak, hırsların değirmeninde kişinin kendini öğüte öğüte tüketmesinden başka nedir ki?

Her şeyi geride bırakmaya, şehirden uzaklaşmaya karar verdim. Yapılması gerekenler listesi duvarda asılı kalsın, bütün randevular boşlansın bugün. Bir gün kendimle baş başa kalmaya kararlıyım çünkü. Çantamı hazırlayıp doğaya çıkmalı, mutluluğu tabiatın içinde aramalıyım. Dağlara gitmeli, türküler söylemeliyim avazımın çıktığı kadar. Sesimi yankılayarak büyüten şu karşıki dağların yüceliğinde bulmalıyım kendimi. Tabiatın koynunda aramalıyım huzuru ve mutluluğu. Biliyorum ki şehir arkamda kaldıkça yeni bir dünya açılacak önümde. Yaratılışın sürekliliğine tanıklık edeceğim; tohumdan fidana, çiçekten meyveye, ağaçtan ormana, karıncalardan kelebeklere, kuşlardan ceylanlara...

Kirlenmiş ruhumu doğanın içinde arındıracak, yeniden keşfedeceğim fıtratımı.

Şehrin kalabalığı içinde koştukça her şeye geç kaldığımın farkındayım. Yola çıkarken dar vakitlerim geride kalsın istiyorum. Zaman ormanda yavaşlar çünkü. Hayatın gerçek ritmi burada bulur kendini. Olması gerektiği hızda ve yavaşlıkta akar her şey.

Yollar daralıyor giderek, asfaltın sert ve pürüzsüz yüzü kayboluyor. Toprağa bastıkça rahatlıyorum. Patikalardan bir yol buluyorum kendime. Yürüdükçe yükseliyorum dağın zirvesine doğru. Önümde bir dünya açılıyor; geride kalanları silen, hükümsüzleştiren, anlamsızlaştıran bir âlem: Kuşlar, böcekler, çiçekler ve ağaçlar... Bakışlarım kırılmıyor yapay engellerle, ufkum genişliyor gökyüzü ile yeryüzünün birleştiği noktada. Uzaklar ne kadar yakın burada. Bir rayiha deryasındayım sanki. Otların, çayırların ve çiçeklerin kokusunu içime çekerek ferahlıyorum.

Yapraklarından serinlik sarkan bir ağacın altına oturuyorum.

Huzuru dallarından kuş cıvıltıları dökülen ağaçlarda bulabilirim belki. Başkasına ev olmanın, ona yardım etmenin, korumanın ve kollamanın değerini bir ağaç öğretebilir bana. İnsan, kendisinden başkasına yardım ettikçe mutluluğu çoğalır. Dalların arasındaki yuvayı görüyor musunuz? Sanatla örülmüş iplik iplik otların tabanı çamurla sıvalı. Yeni hayatların nüvesidir bir kuşun sıcacık yumurtaları. Kuluçkaya yatmış bir annenin umutla bekleyişine tanıklık etmektir mutluluk. İlk kıpırdanış, canlılığa dair ilk hareket, kabuğundan dışarıya ilk bakış... Dünyadan ilk nefes, aralanmış göz perdesinden sızan ilk ışığa şahit olmak... Rüzgârın yaprakları bir ninni gibi okşadığı ürpertili bir dokunuştadır mutluluk. Gözlerimi kapatıp bir yaprak olmayı denemeliyim burada. Bir yaprağın çizgilerinde renklere ve ışıklara dokunmalıyım. İçimizdeki baharları dirilten bu esintiye teslim olmalı ve esintinin dağların, bayırların rayihasını bohçalayıp bize sunduğu ziyaretle ruhumu doyurmalıyım. Gözlerimi açıp gölgesine sığındığım ağaçların dallarındaki tomurcukları izlemeliyim. Hepsinde de kırılgan ve narin can belirtileri var. Tomurcuklar, beyaz ile pembeliğin iç içe geçtiği minik bir bohçadır ki, çiçek açacağı, meyveye duracağı günleri bekliyor. Güneşi görecek, yağmurla şımaracak, rüzgârla oynaşacak ve İlahi tasarımın yansıması olarak kendine mahsus kokusunu ve tadını içinde pişirecek. Ve gün gelecek kabuğuyla sırlayacak kendini. Meyve! Sen ne güzel bir yaratılışsın!

Ağaçlarla kardeş olduğunu fark etmeli insanlık.

Toprağın derinliklerine ve etrafa doğru yayılan kökleri, yaslanınca bize güven veren gövdesi, dua için diz kıran bir eren gibi göğe doğru uzatmış dalları ve sabahın nurunu emmiş ışıl ışıl yapraklarıyla bir ulu ağaç bizim yaratılıştan kardeşimizdir.

Ağaçların altında bir müddet dünyanın güzelliklere açılan penceresinden içeriye dalmalı ve bir ağacın düşlerine misafir olmalıyım. Yorgun ruhumu mavi gökyüzünün altında dinlendirmeliyim. Güngörmüş iri gövdesinden ululuğu, göğe doğru yükseldikçe incelen dallarından canlılığı öğrenmeliyim. Sonra devam etmeliyim usul adımlarla ormanda yürümeye. Havada uçan kuşlar olsun mihmandarım. Varmak için değil, yolda olmak için yürünmeli buralarda. Kaybolmalıyım. Kuşların zarif kanat çırpınışlarını, tüyleriyle tarttıkları rüzgârları, gökyüzünde kavisler çizerek ahenkli uçuşlarını seyre dalmalıyım. Bütün tabiat gibi kuşların da bir lisanı var. Ruhumuza özgürlüğü talim ettirirken gökyüzündeki çizdikleri ahenkli uçuşlarıyla sonsuzluğun yolunu ve yordamını öğretirler bize.

Kuşlar kanatlansın içimde. Semaya doğru havalansın ilahi bir muştu gibi gönlüm. Kartal gibi süzülsün, serçe gibi serilsin göğün yüzüne. Süleyman Peygamber’e yoldaş olsam da çözsem kuşların dilini. Göç yollarında mevsimleri olsam turnaların. Yollarını beklediğim baharlarda çiçek açsam renk renk. Bir ağacın serinliğinde yuva olsam.

Başımı kaldırmış kuşları seyrederken yolun kenarındaki çiçeklere de bakmayı unutmamalıyım. Çünkü Allah, cemal sıfatıyla mutluluğu bulacağımız çiçekleri bir güzellik neşidesi olarak yaratmıştır. Rengârenk güller, yaseminler, menekşeler, zambaklar... Şu gelinciğe bakar mısınız? Duruşundaki asalet ve yaratılışındaki zarafet hayran olunası bir güzelliktir. Çiçeklerin sesleri, sessizliğe gömülüdür, onlarla konuşmayı denemeliyim. Sessizliğin alfabesini çiçeklerden öğrenebilirim ancak. İlk öğreneceğim şey, nazenin bir zarafet ve kırılgan bir asalettir. Kalbinizi, bir çiçeğin kalbine yaslarsanız, kırmamayı ve kırılmamayı, bir bataklık bile olsa etrafımızı güzelleştirerek güzel kalmayı öğrenebiliriz. Güzellik de bir rahmettir, gönlümüzde sürgün verir çiçek çiçek. İçim titriyor, huşu ile ürperiyorum gördüğüm çiçek bahçesinde. Renk ve kokularındaki çeşitlilik, Yüce Rabbimizin cemalinden bir yansıma değil midir? Duyabilenler için yapraklarındaki meltemin esintisi, ilahi bir ürperti değil midir?

Ruhumu tabiatın ırmağında yıkamalıyım. Ağaçların yapraklarından, güllerin tomurcuklarından dökülen esinti ile arınmalıyım. Dağların içinde, ağaçların arasında başımı göğe kaldırıp gözlerimi yumarak derin bir nefes almalıyım içime. Tıpkı doğduğumda ciğerlerimi yakan ilk nefesi içime çektiğim gibi yeniden doğmama fırsat vermeliyim. Sayılı nefeslerimin farkındalığı ile ruhumu emanet edeceğim güne kadar hayatım böylece güzelleşsin. Ben olmalıyım yeniden. Çünkü tabiat, kendimiz olamamanın bütün dar kalıplarından soyuyor bizi. Başkasının kabulleri geride kalıyor. Ben ve tabiat; hakikatin iki aynası, iki gölgesi, iki sureti olarak varız.

Ormandan çıkmadan önce böceklere, kelebeklere ve hayvanlara da tanıklık etmeliyim. Hepsi de yaratılıştan kardeşimiz, ilahi paydaşımız, tabiatın içinde hayat yoldaşlarımızdır. Kimisinde güç, kimisinde korku, kimisinde çalışkanlık, kimisinde cesaret... Bütün bunları kendi ruhumda toplayabilirsem, öğrenebileceğim dersler alırsam bir günlük orman yürüyüşüm amacına ulaşmış demektir. Dağda yaşayan hayvanların adımlarındaki uyum, yürüyüşlerindeki ahenk, algılarındaki rikkate dikkat etmeliyim. Rızıkları için çalışırken ihtiyaçlarından fazlasını biriktirmemeleri ne kadar önemli değil mi?

Gün akşama dönüyor, ufuk kızarmakta yavaş yavaş.

Umalım ki şehre doğru yola çıkmadan önce bulutlar uğurlasın beni. Fıtratımızdaki benzerlik, bu ayrılığı yağmurlarla süslesin. Boşalsın cümle damlalar gökyüzünden aşağı, yeryüzünü ve beni temizlesin. Bolluk ve bereket aksın nehirler. Irmakların sesleri dökülsün kulaklarıma. Saçlarımın ucundan damla damla gözyaşlarıma karışsın yağmurlar. Ormandan, ağaçlardan, kuşlardan, kelebeklerden ayrılma vaktidir şimdi. Hüzün de bizimle gelsin şehre. Çünkü doğal olan bütün duyguları, içimizdeki bohçada biriktirerek arınabiliriz şehrin yapaylığından. Yüreğimiz gökten inen rahmet damlalarıyla bereketlensin. Bu yağmur ıslatsın yanaklarımızı da ağlamayı ve sonra bulutların ardından açan güneşle birlikte gülmeyi de yeniden öğrenelim.