Makale

GÜZEL AHLÂKIN ÖZÜ EDEP VE HAYÂ

GÜZEL AHLÂKIN ÖZÜ EDEP VE HAYÂ

Dr. Lamia LEVENT ABUL

Güzele Talip Olmak

Güzel olanı aramak ve güzel yaşamak, insanın bu hayattaki gayelerinden biridir. Yüce Rabbimiz hangimizin daha güzel işler ortaya koyacağını sınamak için hayatı ve ölümü yarattığını (Mülk, 67/2) buyurarak bu gayeye işaret eder. Kendisi güzel olan ve güzeli seven, bizleri de en güzel şekilde yaratan Allah Teâlâ, fıtratımızdaki güzellikleri yansıtan bir hayat yaşamamızı ister. Rabbimizin hoşnut olduğu bir hayat yaşamak, yaratılışını yani ahlakını güzelleştirmekten geçer. Edep ve hayâ da bu güzel ahlakın nüvesini teşkil eder ki buna sahip olanın her hâli, her işi güzelleşir.

Edebin sözlük anlamlarına baktığımızda da hep güzelle, güzel şeylerle ilişkilendirilen anlamlara sahip olduğunu görürüz. “Hayret etme, çok beğenme” şeklindeki birinci kök anlamına göre edep, güzelliği dolayısıyla insanı şaşırtan, takdirini kazanan şey anlamına gelir. Yani bir kimsenin sahip olduğu güzel meziyetleri ve faziletleriyle başkalarında hayranlık ve takdir hissi uyandırmasıdır. İkinci anlamı ise “davet etmek”tir. Bu kök anlamıyla ise edep; insanları takdire değer ve meziyet sayılan hususlara davet eden, bilgisizlik ve kötü davranışlardan alıkoyan hususlar anlamına gelir (Mustafa Çağrıcı, “Edeb”, DİA, c. 10, c. 412). İslam âlimlerinin deyimiyle edep, “hep güzel şeylerle birlikte olma” hâlidir ve bunun neticesinde kişi, söz ve davranışlarıyla edep timsali olur. Güzeli arayanlar da o güzel örneğin davetine uyar ve böylece edeplenerek çevrelerine güzellik katarlar.

Bu dünyada tekâmül yolunda olan insan, edep ve hayâ ile kemalat kazanır. Bu hasletlerle nefsini ve haddini bilir. Başta Yaradan’a sonra da yaratılmışlara karşı hüsnüedep ile muamele eder. Hz. Mevlana, “Allah’tan edebe muvaffak olmayı dileyelim. Edebi olmayan kimse Allah’ın lütfundan mahrumdur.” diyerek edepten yoksun kimsenin âdem olamadığını, insanla hayvanat arasındaki farkın edep olduğunu ifade eder. Edep öyle bir haslettir ki onunla hemhâl olanlar güzeli kuşanmış olur. Bu manada olmak üzere şair şöyle der:

Edeb bir tâc imiş nûr-i Hudâ’dan,

Giy o tâcı emîn ol her belâdan.

Hayâ ve Edep Sultanı

Yüce Allah’ın edebiyle edeplenen (Süyûtî, Câmiu’s-sağîr, I, 12) ve en güzel örnek olarak bizlere gönderilen Hz. Peygamber (Ahzab, 33/21), edep ve hayâsıyla güzel ahlakın kemalini temsil eder. Bizzat Yüce Rabbimizin ahlakını övdüğü Efendimiz (Kalem, 68/4); sözüyle, bakışıyla, sükûtuyla, tebessümüyle, hilim ve hayâsıyla bir edep sultanıydı. Onun bu yüksek edep ve ahlakını Enes b. Malik (r.a.) anlatıyor: “Peygamber Efendimiz (s.a.s.) kesinlikle hakaret etmez, mübarek ağızlarından kaba bir söz çıkmaz ve lanet etmezdi. Birimizi azarlayacak olsa: ‘Allah iyiliğini versin, ona ne oluyor ki!’ derdi.” (Buhârî, Edep 38-44) O (s.a.s.), insanlarla iyi geçinmeyi, merhameti, güler yüzü, tatlı dili, öfkelenmemeyi, zarar vermemeyi, kibirlenmemeyi, kötülüğe iyilikle mukabele etmeyi ve affetmeyi yaşayarak öğretti bizlere. Edep dairesinden ayrılmamak Efendimiz’in sözlerini yaşamakla olur: ”İnsanlar bize iyi davranırsa onlara iyilik yaparız şayet kötü davranırlarsa onlara kötülük yaparız diyen zayıf karakterli kimselerden olmayın. Kendinizi, insanlar iyi davranırsa onlara iyilikle mukabele etmeye, şayet kötülük yaparlarsa onlara zulmetmemeyi içinize (bir ilke olarak) yerleştirin.” (Tirmizî, Birr, 63)

Sahabe-i güzin, Efendimiz’in genç bir kızdan daha hayâlı olduğuna dikkatimizi çekiyorlar (Buhârî, Edep 73). Onun Rabbine karşı bu edebi ise her an O’nun huzurunda bulunduğu idrakinde olmasından kaynaklanıyordu. Nerde olursak olalım bizi gören ve duyan, şah damarımızdan daha yakın olan Hak Teâlâ, utanmaya ve huzurunda edeple davranmaya en layık olandır.

Sevgili Peygamberimiz, ihsan şuuruyla kulluk ettiğinden ashabını ve elbette bizleri de numune-i imtisal olan edep ve hayâsıyla buna davet ediyordu. Efendimiz, evinde geç saatlere kadar oturan misafirlerine rahatsızlığını ifade etmekten dahi imtina edecek bir edebi haizdi. Onun söylemekten hicap duyduğu hususları ashabına Cenab-ı Hak vahiyle bildiriyordu. Zira Cenab-ı Hak hakikati söylemekten hayâ etmez: “Ey iman edenler! Yemek için çağrılmaksızın ve yemeğin pişmesini beklemeksizin (vakitli vakitsiz) Peygamber’in evlerine girmeyin, çağrıldığınız zaman girin. Yemeği yiyince de hemen dağılın. Sohbet için beklemeyin. Çünkü bu hareketiniz Peygamber’i üzmekte, fakat o (size bunu söylemekten) hayâ etmektedir. Ama Allah, hakkı söylemekten hayâ etmez...” (Ahzab, 33/53)

Utanmadıktan Sonra Dilediğini Yap!

Utanmak insani bir haslettir. Efendimiz’in haber verdikleri üzere insanlık tarihinin başlangıcından itibaren her peygamberin öğrettiği kulluk edebinin başında hayâ gelmektedir. Resulüllah (s.a.s.), bu öğretiyi şöyle dile getirmiştir: “Utanmadıktan sonra dilediğini yap.” (Buhârî, Edeb, 78) Bu hadis-i şerif bizlere hayânın iki yönünü gösterir. Eğer kişide hayâ namına bir ahlak yoksa o kişiden her türlü fenalık beklenir. Büyüklerimizin “Allah’tan korkmaz, kuldan utanmaz.” sözüyle kastettikleri insan tipidir bu. Böyle kimseler yaptıkları edep dışı davranışlardan rahatsız olmazlar. Yüzleri kızarmaz, nedamet duymazlar. Bunlar için ar ve hayâ perdesi yırtılmış denir. Kur’an-ı Kerim’de en hayırlı giysinin takva elbisesi olduğu buyurulur (A’râf, 7/26). İslam âlimleri, takva elbisesinden kastın hayâ olduğunu söylemişlerdir. Çünkü takva, Cenab-ı Hakk’a karşı haşyet ve korku duymak, O’ndan sakınmak anlamına gelir. Takva elbisesine bürünen, edep ve hayâ sahibi olur. Edep sınırını aşan davranışlarda bulunan ve herhangi bir rahatsızlık duymayan kişinin işte bu hayâ elbisesi/perdesi yırtılmış demektir. Diğer taraftan kişinin her ne yapıyorsa yapmadan önce düşünmesi, Allah’tan ve insanlardan utanmasına sebep olacak bir iş değilse onu gönül rahatlığıyla yapması, eğer Allah’tan ve insanlardan utanmasını gerektirecek bir iş ise onu terk etmesi anlamına gelir hayâ. Böylece insanın hayâsı, onu kötülüklerden alıkoyan bir perde olur.

Hayâ, insanın ahlakını güzelleştiren, zarifleştiren ve Hak katında değerli kılan bir ziynet olarak görülmüştür. Arsızlık, nerede ve kimde olursa olsun çirkinliğe sebep olur. Hayâ ise nerede ve kimde olursa olsun kişiyi zarifleştirir (Tirmizî, Birr 47). Büyük İslam âlimi Maverdî, ar ve hayânın iyilik alameti olduğunu, arsızlık ve hayâsızlığın ise kötülük alameti olduğunu söyler. Ona göre hayâdan mahrum olmuş bir insanı artık kötülükten ve haramdan alıkoyacak bir engel kalmaz. Bu kişi istediğini yapar ve nefsinin arzu ettiği gibi yaşar (İmam Maverdî, Edebü’d-Dünya ve’d-Din, çev. Ali Akın, Temel Neşriyat, İstanbul 1982, s. 396-397).

Hayâda Hayat Var

Hayâ günlük hayatta daha ziyade utanma, sıkılma, çekinme karşılığı olarak kullanılıyor. Hayâyı çekinmek, sıkılmak olarak anlamak onun anlamını da daraltmak olur ki İslam ahlakçıları onu daha geniş manalarda kullanmışlardır. Hayâ, İslam ahlakının özüdür (İbn Mâce, Zühd, 17) ve nefsin çirkin davranışlarından rahatsız olup onları terk etmek manasına gelir. Bu anlamıyla utanma duygusunun esasında dışarıya değil içe, nefse yönlendirilmesi gerektiğini anlarız. Yani insanın kendisinde bulunan kötü huyları fark etmesi bunları güzel olanlarla değiştirmesidir.

Ölümün zıddı olan dirilik ve canlılık hayânın bir diğer manasıdır. Hayat kelimesinden türeyen, hayat veren şey anlamına gelen hayâ, kişinin olduğu kadar toplumun da manevi hayatının diri ve canlı olması için takınılması gereken ahlaka işaret eder. Hz. Peygamberin hayânın imandan bir parça olduğunu buyurması, hayânın bu hayati önemini vurguladığını söyleyebiliriz.

Sevgili Peygamberimiz bir gün ashabına Allah’tan hakkıyla hayâ etmelerini söylediğinde onlar şaşırmış ve Allah’tan hayâ ettiklerini söylemişlerdi. Resul-i Ekrem’in bunun üzerine söyledikleri hayânın anlam genişliğini de göstermektedir: “Bu, sizin anladığınız gibi değildir! Allah’tan hakkıyla hayâ etmek, baş ve başta bulunan organlarla, karın ve karnın içine aldığı organları (her türlü günah ve haramdan) korumak, ölümü ve (toprak altında) çürümeyi daima hatırlamaktır. Ahireti arzu eden, dünyanın süsünü terk eder. Kim bu şekilde davranırsa Allah’tan gereği gibi hayâ etmiş olur.” (Timizî, Sıfâtü’l-kıyâme, 24) Efendimiz’in (s.a.s.) de vurguladığı gibi hayâlı olmak, nefsini terbiye etmek ve tümüyle güzel ahlakla ahlaklanmak manasındadır. Kişinin hem Cenab-ı Hakk’a hem insanlara hem de kendi nefsine karşı edep dairesi içinde söz ve davranışlarda bulunması hayâlı olmanın gereğidir.

Ailede Edep ve Hayâ

İnsanı ve toplumları ahlaki yozlaşmalardan uzaklaştıran, onurlu ve şerefli kılan, sahip olduğu dinî ve ahlaki değerlerdir. Aile, bu değerlerin öğretildiği/öğrenildiği ilk mekteptir. Edep ve hayâ, bu mektepte evlatlarımıza öğreteceğimiz erdemlerin başında gelmeli. Ebeveynler olarak her hâlimiz ve sözümüzle edep dairesi içerisinde yaşama gayretinde olursak nesillere bu değerleri en güzel şekilde aktarabiliriz. Aile ocağında bu değerlerle yetiştirilen çocuklar ve gençlerle daha sağlıklı ve ahlaklı toplumlar inşa edebiliriz.

Peygamber Efendimiz (s.a.s.), evlatlarımıza bırakacağımız en değerli mirasın güzel terbiye olduğunu buyuruyor. Terbiye, çocuğun oturma kalkma, yeme içme, konuşma, büyüklerine ve çevresine karşı davranışlarında takınması gereken adab-ı muaşeret kurallarını kapsadığı gibi doğruluk, dürüstlük, yardımseverlik, paylaşmak, merhametli ve hayâlı olmak gibi ahlaki erdemleri de kapsar. Bu ahlaki değerlerin öğretilmesi öncelikli olarak evlatlarımıza sağlam bir Allah inancını yerleştirmekle mümkün olur. Çocuklarımızı Allah’a gönülden bağlı, O’nu seven ve saygı duyan, emir ve yasakları konusunda sakınan bir inanç üzere yetiştirdiğimizde bu inanç, onların söz ve fillerinde de edepli olmalarını sağlayacaktır.

Çocuklarımız özellikle sanal mecralarda bir takım hayâsız paylaşımlara maruz kalabiliyor. Mahremiyet sınırlarının aşıldığı bu yayınlar konusunda çocuklarımızı bilgilendirmek önem arz etmektedir. Evlatlarımızı söz konusu mecralardan uzaklaştırmak yerine onlara, sanal mecraları nasıl kullanacakları konusunda rehberlik edebiliriz. Bu mecralarda iyi ve faydalı içerikler ve paylaşımlar üretmek konusunda onları teşvik edebiliriz. Kötülüklerin yaygınlaşmasını ve alenileşmesini önleminin yolu iyilik ve güzelliklerin çoğaltılmasıdır.

İster sanal ortamlarda isterse gündelik hayatta olsun her zaman ahlaki hassasiyetlerin korunması ve gözetilmesi gerektiğini evlatlarımıza benimsetmeliyiz. Bu hususta onlara öğreteceğimiz temel düstur, herkesin içinde yapmaktan utanılacak bir şeyin yalnızken de yapılmamasıdır. Rabbimizin her an bizimle olduğunu ve hiçbir şeyin O’ndan gizli olmadığı şuurunu aşılamak, onları toplum içinde hem de bireysel hayatlarında kötülüklerden uzaklaştırır. Böylelikle nefsine ve iradesine sahip çıkan iyilik ve güzellikleri çoğaltan nesiller yetişir.