Makale

BU TEŞKİLATTA ÇALIŞMAK, BU TEŞKİLATTAN EMEKLİ OLMAK

BU TEŞKİLATTA ÇALIŞMAK,
BU TEŞKİLATTAN EMEKLİ OLMAK
Dr. Mehmet BULUT
DİB Emekli Başkanlık Müşaviri

Memur sıfatımla, görevli kimliğimle Başkanlıktaki son günüm. Sabah odama geldim. İçimde, hangisinin ağır bastığı belirsiz farklı duygular. Hüzün mü, sevinç mi, yoksa her ikisi mi? Bilemedim… Masamın başına geçtim. Bu teşkilatta geçirdiğim günler, aylar, yıllar gözlerimin önünde hızlı bir resmigeçit yaptı. İlk defa cübbeyi sırtımıza geçirip mihraba geçtiğimizde, ilk hutbemizi okumak üzere minbere çıktığımızda, ilk ezanımızı okumak için mikrofonun başına geçtiğimizde, ilk vaazımızı vermek üzere kürsüye çıktığımızda, müftülük makamına ilk defa oturduğumuzda, genel idari hizmetlerin çeşitli kademelerinde çalışmak üzere ilk defa masamızın başına geçtiğimizde, birim amiri olarak ilk defa sorumluluk yüklendiğimizde, cübbe ve sarığımızla Reislik makamını ilk defa ihraz ettiğimizde nasıl ki bir heyecan fırtınası yaşamışsak, bunları, unutulmaz birer hatıra olarak zihnimizin bir köşesine kazımışsak, devlet memuru olmanın doğal neticesi olarak emekli olmanın da heyecanı veya hüznü yahut da her ikisi birden olabilecekti. Allah’ın lütuf ve keremiyle bir hizmeti tamamlamış olmanın insana verdiği huzuru da unutmamak gerekirdi. Bu düşünceleri kendime telkin ederken bu teşkilatta görev alma bahtiyarlığına ermiş ve gençliğini, olgunluk çağını din hizmetine adamış her kademedeki mensubumuzun benzer duygular yaşayabileceğini düşündüm ve o gün yapmam gereken işe dönmeye karar verdim.

Tam bu sırada odamın kapısı tıklandı. Binamızın güvenlik görevlisiyle birlikte bir kurye içeri girip vazo içinde bir çiçeği masamın üzerine koydu. Alışkın olmadığımdan, şaşkınlıkla “Nereden geliyor bu?” diye sorabildim sadece. Görevli, vazoya iliştirilmiş mini zarfı açtı, içindeki notu bana uzattı. Sürprizi yapan çocuklarımdı: “Sevgili Babamız! Kırk seneyi aşkın zamandır emek verdiğin, oradan kazandığın helal maişetinle bizleri büyüttüğün değerli kurumuna bugün veda ediyorsun. Hayırlı olsun, güzel başlangıçlara vesile olsun...”

Son cümleyi okumadan notu masamın üzerine bıraktım. Hissiyatım zirve yapmış ama aynı zamanda içime bir ferahlık doğmuştu. Kendimi toparladığımda yazılarımızda, konuşmalarımızda çok fazla dile getirmediğimiz bir hususu fark ettim: Evet, bizler din ve diyanet hizmetlerinde bulunurken bir taraftan da çoluk çocuğumuzun maişetini temin ediyoruz.

Bu vesileyle okuyucularıma dünden bugüne Diyanet teşkilatında çalışmanın ve bu teşkilattan emekli olmanın mahiyeti üzerine özet bazı bilgiler arz etmek istedim.

Yoldan gelip geçenlere eziyet verecek şeyleri bir kenara bırakan kişinin bu amelini bile iyilik olarak niteleyen bir peygamberi kendisine rehber edinmiş kişiler olarak hiçbir hizmet sahibinin hizmetini ve mensup olduğu teşkilatı küçümsemeyiz. Milletin iyiliğine olan bütün hizmetler ve bu hizmetleri yerine getirenler takdir ve hürmete şayandır. Ancak kabul edilmelidir ki din hizmetlerinin ayrı bir hassasiyet ve önemi, buna bağlı olarak bu hizmette bulunanların da farklı bir kadr ü kıymeti vardır. Bu kesim, üstlendikleri hizmetler dolayısıyla insanlar nezdinde de ayrı bir itibara sahiptir.

Reislik teşkilatında klasik memur anlayışıyla görev yapmak makbul bulunmamıştır. Zaman ve mekânla mukayyet kalarak din hizmetinin verilemeyeceği genel kabuller arasındadır. Fedakârlık, içtenlik, diğerkâmlık, adanmışlık bu hizmetin olmazsa olmaz gerekleri olarak görülmüştür. Son nefesine kadar mihrapta kalmayı arzu eden hizmetlilerin sayısı az değildir.

Bu teşkilatta görev yapmak yanında bu teşkilattan emekli olmak ve emekli hayatı yaşamak da farklılık arz eder. Şöyle ki resmî prosedürün bir gereği olarak emekli olan din gönüllülerinin; imam hatip, müezzin, müftü ve vaizlerin, merkez teşkilatının çeşitli kademelerinde çalışan personelin emekli olduklarında dinî-hayrî hizmetlerden uzak kalmaları düşünülemez.

Fiilî durum bir yana, dikkat çekicidir ki 1950 hatta 1965 yılına kadar Reislik mensuplarının ve bilhassa hayrat hademesinin, emekliye sevkleri diğer devlet memurlarından farklı olmuştur. Mesela ilk üç Diyanet İşleri Reisi M. Rifat Börekçi, M. Şerefettin Yaltkaya ve Ahmet Hamdi Akseki, yaş hadleri geldiği hâlde emekliye sevk edilmeyerek vefatlarına kadar bu zatların görevde kalmaları sağlanmıştır.

3 Haziran 1930 tarihli Askerî ve Mülkî Tekaüt Kanunu’nun 3. maddesi, mülki memurlardan 65 yaşını bitirenlerin emekliye sevklerini; ancak iktidar ve ihtisasından istifade mümkün olanların her sene için çıkartılacak İcra Vekilleri Heyeti kararıyla istihdamlarının sağlanabileceği, bu sürenin de beş yılı geçemeyeceği hükmünü içermekteydi. Bu kanun hükmü Reislik mensupları için de uygulanmıştır. Ayrıca 1931’de sırf Diyanet İşleri Reisi olanların emeklilikleri hakkında çıkartılan 1842 sayılı tek maddelik bir kanunla, reislerin, İcra Vekilleri Heyeti kararıyla yaş haddinden istisna tutularak görevlerine devam ettirilebilecekleri hükmü getirildi. Nitekim bu kanun hükmü uygulanarak İcra Vekilleri Heyetinin 6 Eylül 1931 tarihli ve 11711 sayılı kararıyla, Diyanet İşleri Reisliğine getirildiğinde zaten yaşı bir hayli ilerlemiş olan M. Rifat Efendi’nin görevine devamı sağlandı. Aynı kanun maddesi, ikinci Diyanet İşleri Reisi M. Şerefettin Yaltkaya için de uygulandı.

8 Haziran 1949’da çıkartılan 5434 sayılı Emekli Sandığı Kanunu’nun yaş hadleriyle ilgili 40. maddesinin (c) bendi ile 65 yaşlarını doldurmasına rağmen Bakanlar Kurulunca Diyanet İşleri Başkanlarının, Diyanet İşleri Başkanlığınca Müşavere Heyeti başkan ve üyeleriyle müftü ve vaizlerin, Vakıflar Genel Müdürlüğünce de hayrat hademesinin, görevlerini yapmaya yetersizlikleri belirtilinceye kadar; dersiamların ise kaydıhayat şartıyla çalıştırılabileceği hükmü getirildi. Bu durumu Başkanlık 2 Ağustos 1949 tarihli ve 4943 sayılı yazı ile müftülüklere bildirmiş ve müftü ve vaizlerin “mukaddes vazifelerini azami ihtimam ve gayretle yapmaktan geri kalmamalarını” istemişti.

Hem Osmanlı dönemi mevzuatında hem de Diyanet İşleri Reisliği çerçevesinde hazırlanan ilk yasal düzenlemelerde müftüler için bir yaş sınırlaması getirilmemiş, bu zevat, kaydıhayat şartıyla hizmette kalabilmişlerdir. Dönemde, ilerlemiş yaşlarına rağmen çok sayıda muvazzaf müftünün olması da bunu göstermektedir. Yukarıda sözü edilen 1949 tarihli yasal düzenlemede de görüldüğü gibi yakın zamana kadar, diğer bazı görevliler yanında müftü ve vaizler de yaş haddinden istisna tutularak istihdamları sağlanabilmiştir. Esasen bu yıllarda müftülüğe tayinde de bir yaş sınırlaması yapılmamıştı.

1935 yılına kadar vaizler memur değil hayrat hademesi kapsamında hizmet etmişler ve emeklilik yönünden diğer memurların sahip oldukları haklardan tam olarak yararlanamamışlardır. Memur sınıfına alındıklarında da uzun yıllar ilim tahsili ile meşgul olmaları, vaizliğe girince de yaşlarının bir hayli ilerlemiş olması sebebiyle birçoğu emekliliğe hak kazanamadan 65 yaşına gelmişlerdi. Kuruluş yıllarında Reislik bütçelerine eklenen “müstahikkîn-i ilmiye” başlığıyla bir fasıl bulunuyordu ve bu ödenek artık hizmet edemez hâle gelmiş ve emeklilik hakkı da elde edememiş başta vaiz ve dersiamlar olmak üzere din hizmetinde bulunmuş zevata ödeniyordu. Bu, bir emekli maaşı değil küçük bir maddi destek konumundaydı. Çok cüzi bir miktar olsa da böylece ilim ehlinin mağduriyetleri hafifletilmeye çalışılmıştır. Bu tertipten ücret alan görevli sayısının 1927 yılı itibarıyla 50-100 civarında olduğu tahmin edilmekteydi.

1943 yılında, Reislik Zat İşleri Müdürlüğünce hazırlanan ve 65 yaşını doldurmuş olmaları nedeniyle emekliye sevkleri öngörülen vaiz listesini inceleyen Müşavere Heyeti, ayrı bir liste oluşturarak bunların emekliye sevk edilmeyip görev sürelerinin uzatılmasını uygun bulmuştu. Gerekçe olarak ise yeterli sayıda vaizin bulunmayışı, ayrıca listede yer verilen vaizlerin ihtisas sahibi olmaları ve hizmetlerine ihtiyaç bulunması gösterilmişti.

Öte yandan hayrat hademesi, 1965 yılına kadar diğer devlet memurları için cari emeklilik haklarına tam olarak sahip değildi. 1928 ve 1935 tarihli Hayrat Hademesi Nizamnamelerinde cami görevlilerinin emekliliklerine ilişkin hükümler yer almamış ancak 1935 tarihli nizamnamenin 38-42. maddelerinde, görevlilerin arzu etmeleri hâlinde, ölüm hâlinde mirasçılarına verilmek üzere aylıklarından yüzde beşi kesilerek Vakıf Paralar Müdürlüğüne yatırılabileceği belirtilmişti. Bu süreçte hayrat hademesi için belirlenmiş bir hizmet süresi de söz konusu değildi; sağlıkları elverdiği müddetçe görevlerine devam etmek durumundaydılar. Hizmet edemeyecek duruma gelmiş olanlar için “mezuniyet-i daimeye sevk” olarak ifade edilen bir uygulama söz konusuydu. Buna göre bir hayrat hademesi, hastalık ve ileri yaşlılık gibi mazeretlerle görev ifa edemeyecek hâle gelmişse bu kişi sürekli izne çıkartılmakta ancak yerine yeni bir görevli de tayin edilememekte, mezuniyete sevk edilmiş kişinin görevi vekâletle başka birine verilmekteydi. Bu durumda vekile, aralarında farklı bir anlaşma yoksa mezuniyete sevk edilmiş görevlinin maaşının yarısı verilmekteydi. Tahmin edileceği gibi bu da ayrı bir mağduriyet sebebi olmaktaydı. Çünkü bölüşülen ücret her iki tarafın da ihtiyacını karşılamaktan çok uzaktı. Sözü edilen mezuniyete sevk keyfiyeti 1928 tarihli Cami Hademesi Nizamnamesi’nin 35. maddesinde şöyle yer almıştı: “Hizmeti 25 seneyi geçen kimselerin bizzat hizmet yapamayacak ve hariçte de kesp ve ticaretle meşgul olamayacak derecede maluliyeti tabip raporuyla tebeyyün ettiği takdirde bunlar daimi mezuniyete sevk olunup yerlerine vekil tayin olunur.” Görüldüğü gibi, cami görevlilerinin mezuniyet-i daimeye sevkleri de kolay olmamış, birtakım şartlara bağlanmıştır.

Yukarıda sözü edilen 1949 tarihli kanunun ilgili maddesi, hayrat hademesinden 65 yaşını doldurduktan sonra vazifelerini yapmaya yetersizlikleri Vakıflar Genel Müdürlüğünce -bu yıllarda hayrat hademesi idari yönden Vakıflar Genel Müdürlüğüne bağlı olduğu için emeklilik işlemleri de bu teşkilata aitti- belirtilinceye kadar çalışabileceği hükmünü amirdi. Buna göre 65 yaşını doldurduktan sonra vazifelerini yapmaya yetersizlikleri Vakıflar Genel Müdürlüğünce belirtilinceye kadar bu zevat, görevlerine devam edeceklerdi.

Daimi mezuniyete sevk edilen hademenin maaşının yarısının kendisine diğer yarısının ise talip çıkması hâlinde vekiline verilerek hizmetin sürdürülmesi uygulamasına 1951 yılında son verilmiş; daimi mezuniyete sevk edilenler için ayrı bir tertipten istihkakları verilmek üzere bütçeye ek ödenek konmuştur.

Burada izaha çalışılan durumun maaşlı hayrat hademesine ilişkin olduğunu, köylerde imamlık yapanların ise bu kadar bir hakka bile sahip olmadıklarını belirtmeliyiz. Şu var ki 1970’lerde çıkartılan kanunlarla imamlarımıza kadro tahsis edildiğinde belgelendirilen eski hizmetleri emekliliklerinde değerlendirilmiştir.

Son olarak, ücret ve emeklilik konusunda yaşanan zorlukların Reislik mensuplarının hizmetlerinin önünde bir engel teşkil etmediğini, din-i mübin-i İslam’a hizmeti kendilerine gaye edinmiş bu bahtiyar zümrenin kişisel maddi problemlerini dava etmeyi kendilerine yakıştıramadıklarını belirtelim.