Makale

HAKİKATLİ VAİZLER: AĞAÇLAR

HAKİKATLİ VAİZLER: AĞAÇLAR

Süreyya MERİÇ

Yasak ağaçtan koparılan bir meyve ile başlamıştır insanlığın tarihi. Ağaçlar ilk imtihanıdır insanoğlunun. Belki de bu yüzden biraz da mahcubiyet duyarak tarih boyunca dostluklarını esirgememişlerdir insanlardan. Baharda çiçeklerle karşılarlar bizleri. Eşsiz lezzette meyveleriyle şifa olurlar bedenimize. Gölgesinde dinlendirir, kokularıyla mest ederler. Kışın sobada gürül gürül yanan odun ateşidir, yazın kurduğumuz salıncak, sonbaharda yağmurlarda kol kanat geren müşfik el…

Bir ağaç sizi kendine hayran bırakabilir. Hermann Hesse gibi kaleme kâğıda sarılıp ağaçlara olan tutkunuzu, kelimelere dökebilirsiniz: “Ağaçlar hep en etkileyici vaizler olmuştur benim için. Ormanlar ve korularda halklar ve aileler hâlinde yaşayan ağaçlara hayranım ben. Tek başına duran ağaçlara daha da hayranım. Yalnız insanlar gibidir onlar. Şu ya da bu zaaftan ötürü sıvışıp giden münzeviler gibi değil, yalnızlaşmış bütün insanlar gibi…”

İçinde bir âlem taşır ağaç. Yardıma koşmadığı yer yoktur. Bir çocuğa tahta at olur, bir arabacıya yoldaş, bir çobana dayanak. Tekkede çorbayı karıştıran el olur. İnsanoğlu da kendi yolunda pişerken bir ağaç ona kıvamını buldurur. Çeyiz sandığı olur, içinde genç bir kızın hayallerini taşıyan. Yiğit bir askerin elinde ok olur, düşmanı can evinden vuran. Kabza olur zalime meydan bırakmayan. Oymalı bir rahle olur, karinin önünde, o da dinler ilahi kelamı huşuyla; mabette minber olur, imamın gür sesi yükselirken o da bütün zarafetiyle ışıldar cemaatin önünde. Çınar olur üç kıtaya kök salan…

Bütün bunların yanında bir ağaç Hesse’nin de dediği gibi aslında hakikatli bir vaiz olur dinlemeyi bilene. Her sonbahar yapraklarına bir bir veda etmeyi, her kış köşesine çekilip sükûnetle beklemeyi, baharda yeniden hayata bağlanıp çiçek açmayı, yazın dalındaki meyveyi paylaşmayı öğretir gören gözlere. Gölgesini ona sığınanlardan esirgemez, dalları arasına yuva yapan kuşlara sırt çevirmez, göğsüne yaslanan âdemoğlunu yanından kovmaz. Ömürleri bizden uzundur, neler görmüş, kaç fırtına atlatmışlardır. İmparatorlukların kurulduğuna, yıkıldığına şahit olmuşlar, dünya savaşlarını görmüşler, dalları arasında şair saklamışlardır. Ne savaş uçaklarından ne de atılan bombalardan yılmışlardır. İnsanlar, mevsimler gelip geçmiş; onlar ise hep orada yeryüzünün kadim nöbetçileri olarak kalmışlardır. Bir ağaç olarak kalmış, insanlığın kaderinden paylarına düşen kedere sessizce razı olmuş, milyonlar yerinden yurdundan sürülürken çöküşü ve yıkımı sessizce yaşamışlardır.

Yaşları bin yılları geçen ağaçları düşünün. 2016 yılında, oldukça yakın bir tarihte Zonguldak’ta keşfedilen ağaç, bu yıl 4116 yaşına girdi ve dünyanın bilinen en yaşlı porsuk ağacı oldu. Dört bin yıllık bir ömür. Medeniyetler doğup büyürken, ülkeler kurulup dağılırken, insanlık yaşayıp ölürken o ağaç oradaydı. Hafızasına neleri kaydetti kim bilir? Susuz geçen yazları, bereketli kışları, coşkun selleri, depremleri, savaşları, kıtlıkları… Halka halka kaydetti koca bir tarihi. Yapılan incelemeler, porsuk ağacının oldukça sağlıklı olduğunu ve insanlar tarafından zarar görmediği sürece dört bin yıl daha yaşayabileceğini gösterdi. Dört bin yıl daha nöbet yerini terk etmeyen muvazzaf bir asker gibi bütün canlıları koruyup kollayacak, yolculara dinlence, kuşlara yuva olacak. İnsan eli ona kötü niyetlerle yaklaşmadığı sürece bir bu kadar daha ömür sürecek.

Gülibrişim: Bir ağaç düşünün ki görür görmez kalbinizden vursun sizi. Yaz ortasında pembe çiçekleriyle kalbinize sürur versin. Bir yelpaze gibi salınsın çiçekler dalda. İsmi de kendi gibi olsun, şiir gibi olsun.

Manolya: Her dem yeşil yapraklarını mayıs ayıyla birlikte iri beyaz çiçeklerle dolduran bu ağaç şairin mısralarına dokunur, sazendenin notalarına konuk olur: “Koklamaya kıyamamam/ Benim güzel manolyam”

Çınar: Çınar ağacı denildiğinde ilk akla gelen Osmanlı İmparatorluğunun simgesi olduğudur. İhtişamlı ve uzun ömürlü olan bu ağaç, toprağın derinliklerine kök salar. Şeyh Edebali’nin evinde Osman Gazi’nin gördüğü bir rüyadır çınar ağacı, gölgesine dağları denizleri sığdırır. Belki de bu sebeple Osmanlı, fethettiği yerlere ulu bir cami inşa ederken caminin avlusunu da bir çınarla bezemiştir.

Erguvan: Osmanlı İmparatorluğu’nun simgesi çınardan imparatorluğun incisi İstanbul’a ve de İstanbul’u renklerine boyayan erguvana geçmemek olmaz. Hicabın ve hicranın rengini temsil eden erguvan bütün güzelliğiyle Boğaz’ı baştan başa dolaşır.