Makale

Yeni dünyada Rumî'nin izleri

Yeni dünyada Rumî‘nin izleri

Lamia Levent / DİB / Uzman

Amerika’da tanınan ismiyle Rumî’nin, çağları aşan çağrısının Yeni Dünyadaki yankısı gönüllere hidayet nurları saçmaya devam ediyor. Şiirleri Amerika’da çok satılanlar listesinde hâlâ zirvedeki yerini koruyan Rumî’nin, Yeni Dünyadaki izlerini takip ettik…

Samimi ve uzun maillerinden sonra ilk defa sabahın altısında karşılaştık onunla. Işıltıyla parlayan gözlerinin derinliklerinde bir sanatkârın inceliğini ve zarafetini fark etmemek mümkün değildi. Yüzündeki tebessüm aramızdaki mesafeyi bir anda eritti, çok yakın iki arkadaş gibi selamlaştık. Yaklaşık üç saat süren yolculuğumuz boyunca manevi arayışlarını ve Rumî’nin vesilesiyle gelen hidayetini bizimle paylaştı. Yakın ve içten tavırları, kalbinden taşan heyecanı ile bir sufi ile beraberdik.

İslam’ın doğduğu ve yayıldığı topraklardan binlerce kilometre uzaklarda, İslam’ı karalayan tüm karşıt kampanyalara rağmen hidayete ulaşmış Amerikalı kardeşlerimizle bizi buluşturmaya götüren bu yolculuk, rehberimiz Greg’in hikâyesiyle daha bir anlam kazandı. Aslında Greg’in hikâyesi İslam’ı seçen çoğu Amerikalının hikâyesiyle benzer özellikler taşıyor. Profan ve kutsaldan arınmış Amerikan hayat tarzı, insanların ruhlarının derinliklerinde hissettikleri karşı koyulmaz çağrının peşinden gitmelerine engel olamıyor. İnsanların bu çağrıyı takip ederek buldukları ışık, bir anda onları başka âlemlere taşıyan bir mürşide dönüşüyor.

İslam hakkında hiçbir bilgisi olmayan Greg, koyu Hristiyan bir ailede yetişmiş ve ailesi tarafından Katolik okuluna gönderilmiş. Ancak kilise ve orada anlatılanlar hiçbir zaman Greg’in kalbindeki ve kafasındaki sorulara yeterli cevapları verememiş. O hep alternatif arayışlar içerisinde olmuş. Ruhunun ve kalbinin çırpınışları onu sanata, müziğe ve resme yakınlaştırmış.

Hani derler ya, aramakla bulunmaz, fakat bulanlar hep arayanlardır diye. Evet, aslında Greg de arayanlardandı, onu nereye götüreceğini bilmediği arayışına sonunda cevap hiç beklemediği bir yerden gelir. Bir gün, doğum günü için eşine özel bir hediye almak ister. Bir kitapçının raflarında şiir kitaplarını karıştırırken, aniden rafların birinden bir kitap önüne düşer. Aslında rastgele düşmemiştir o kitap, ona gönderilmiş bir cevaptır bu. Üzerinde “Heart” yazan kitap ilgisini çeker ve aldığı bu hediyeyi eşi de çok beğenir. O günden sonra her akşam eşiyle beraber kim olduğunu bilmedikleri, ancak onlarla aynı dili konuşan kitabın satırları arasında kaybolurlar. Bir süre sonra bu onlara yeterli gelmez ve Amerika’da Rumî’yi bilenlerle tanış olmak isterler. İşte bu tanışıklık ve aşk onları İslam’a ulaştıran yolun başlangıcı olur.

Greg bunları anlatırken, kısa bir zaman önce tanıştığım Amerikalı çifti hatırladım. Edebiyat öğretmeni olan çift, uzun zamandır Rumî’yi evlerinde okumaktalar. Onun üslubundan ve anlattıklarından öyle etkilenmişler ki, acaba daha fazla nasıl öğreniriz, sorusu onların İslamla tanışmalarına vesile olmuş. Sohbetin sonunda aradıklarını bulmanın sevincini, inci gibi dökülen gözyaşlarıyla öyle güzel ifade etti ki; Rumî’nin de dediği gibi aynı dili konuşmanın değil, aynı insani duygulara sahip olmanın daha önemli olduğunu bir kez daha anlamış oldum.

Greg’le yolculuğumuz yemyeşil ormanın içinden kıvrılarak giden yolda devam ederken, yüzünden eksik olmayan tebessümü ile ilk namazını ve seccadesini anlattı. Alemlerin yaratıcısına secde etmenin şuuruna vardığında, secde edeceği uygun bir yer arar ve en temiz yer olduğunu düşündüğü yatağında namazını kılmaya başlar. Secdenin Yüce Yaratıcıya ibadetin zirvesi olduğunu ifade ederken “Allah değil, ALLAH!” deyişi, onun kalbi duyuşunu bize de aksettirdi. Daha sonra Greg bunu arkadaşlarıyla paylaşır, onlar kendisine bir seccade hediye ederler. İlk defa seccade ile tanışan Greg, secdenin anlamının başta Yardana, sonra insanın kendine saygının gereği olduğunu söyledi.

Etrafı kaplayan devasa ağaçlar içinde kuş cıvıltıları ve hafif çiseleyen yağmurun altında toplantı yerine vardığımızda, üç saatlik yolculuk bizim için unutulmaz anların ve hissedişlerin yaşandığı kısa bir ana dönüşmüştü sanki. İslam’ı sonradan seçerek hidayete ermiş 20’den fazla Amerikalı Müslümanla geçireceğimiz bir günlük programımız başlamıştı. Farklı dillerden, dinlerden ve inançlardan gelen bu insanları burada buluşturan ortak nokta İslamdı. Çoğunda dikkatimi çeken ilk şey, yüzlerinde itminana ermiş, aradığına ulaşmış bir insan yüzünün sükûnetiydi. Her daim tebessümlü yüzleri, dillerinden eksik etmedikleri salavat ve dualarla mümince bir tevekkül ve teslimiyet içerisindeydiler.

Hepsinin ayrı bir hikâyesi vardı ve içtenlikle bizimle paylaştılar. Kimi çok genç yaşında arayışlarına başlamış, kimi evlenip üç çocuk sahibi olduktan sonra hayatın anlamsızlığına yenik düşmek istememiş, kimi ise kendini hep buraya ait hissetmiş; ancak onların hikâyesi de, Greg’in hikâyesinde olduğu gibi, İslamla şereflenmekle neticelenmiş.

Bir gün süren toplantı boyunca, iki oturum yapıldı ve her oturumu Kur’an ve salavatlarla başlatıp, yine salavat ve dua ile bitirdiler. Kendi içlerinde daha derin ilme ve tecrübeye sahip olan Michel bilgi ve tecrübelerini bizimle paylaştı. İkinci oturumda tasavvuf ağırlıklı konuşmalar yapıldı. Cemaatle kılınan namazlarda bizleri en çok etkileyen ise imam ve müezzinin Amerikan aksanı ile okudukları Kur’an ve ezan oldu. Kültürler arası farklılıkların getirdiği güçlüklere rağmen, Kur’an kıraatini sonradan öğrenen bu insanların tatlı bir aksan ile okudukları Kur’an bizleri çok etkiledi.

Günün sonunda unutulmaz hatıralarla evimize dönerken, Rumî’nin hiç silinmeyecek izlerini takip edenlerin, nasıl İslam ile Kur’an ile tanış olduklarına şahit olmuştuk. Rumî’nin İslami bilgiyi insanların anlayışlarına yakınlaştırmak için seçmiş olduğu gönül dili, gönül kapılarını açan bir anahtara dönüşmüştü. İslam’ı Asya steplerinden, Afrika çöllerine kadar taşıyan ve tanıtan dervişler misali, İslam Amerika’da yine sufilerin gönül sesiyle yayılıyor. Gönülden söylenen sözler tüm önyargıları ve korkuları aşarak, yine gönüllerde yankı buluyor.