Makale

MÜTEŞABİH AYETLER NEDEN İNDİRİLDİ?

MÜTEŞABİH AYETLER NEDEN İNDİRİLDİ?

Prof. Dr. Cağfer KARADAŞ

Hocam kafama takılan, Âl-i İmran suresinin 7. ayetinde Kur’an’ın “bir kısım ayetlerinin muhkem, bir kısmınınsa müteşabih olduğu” bildirilmekte. Yüce Allah neden tüm insanların anlamakta zorlandığı müteşabih ayetleri indirmiş? Kur’an’ın hepsi açık ve anlaşılır olan muhkem ayetlerden oluşsaydı daha iyi olmaz mıydı?

Olurdu elbet. Yüce Allah dileseydi bütün Kur’an ayetlerini muhkem indirirdi. Başka alanlarda da benzer sorular hep sorulmuş. Örneğin “Allah dileseydi bütün insanları hidayete erdiremez miydi?”, “Bütün insanları tek ırk tek renk yapamaz mıydı?” gibi. Ama Yüce Allah Kur’an’ı böyle indirmiş, evreni böyle düzenlemiş, insanı ya kadın ya da erkek yaratmış, ırklara ve kabilelere bölmüş. Dönüp bunları sorgulamamızın bize kazandıracağı bir şey yok. En iyisi var olanı olduğu gibi kabul edip onun üzerinden en iyiye, en faydalıya ve en güzele ulaşma çabası içinde olmamızdır.

İyi ama insanların kafasına takılıyor, zihnini meşgul ediyor. En azından bir açıklama yapılamaz mı?

Bunda haklısınız. Eskiler buna, işin hikmetini anlama çabası demişler. Bu çaba, son derece kıymetli ve faydalıdır. Ancak bunun sınırını da iyi bilmek gerekir. Söz gelimi bazılarının iddia ettiği gibi “Allah’ın muradını tespit” iddiası çok cüretkâr bir yaklaşımdır. Biz Allah’ın muradını tespit değil, O’nun buyruklarının ve yarattıklarının hikmetini kavrama çabası içinde olabiliriz. Son sözümüz de eskilerin ihtiyat ve tevazuyla söyledikleri gibi “Ne murat ettiğini ancak Allah bilir.” şeklinde olmalıdır.

Öyleyse işin hikmetini anlama ve açıklama gibi bir çaba içinde olabiliriz.

Elbette. Bu güzel ve övülecek bir çabadır. Hem Yüce Rabbimiz hem de Sevgili Peygamberimiz bunu teşvik etmişler, sahabeden beri âlimlerimiz Allah’ın buyruklarının ve işlerinin hikmeti üzerinde kafa yormuşlardır.

Müteşabih ayetlere gelsek.

Bu ayetlerin inişinin birçok hikmeti bulunmaktadır. Bunların en başında Ragıb İsfehani ve Safedi’nin dediği gibi Rabbimizin imkân olarak verdiği akıl ve düşünme yeteneğimizi kullanmaya teşviktir. Yüce Allah, her şeyi bilmektedir ama hiçbir şeyi de boşa yaratmamıştır. İnsanı akıl, irade ve güçle donatarak hem halife hem de en güzel biçimli varlık kılmıştır. Verilen bu imkânların etkin bir şekilde kullanılması, işlerin sağlam ve doğru yapılması insan olmanın bir gereğidir. İnsan aklını ve iradesini evreni anlamak, tanımak ve ondan faydalanmak için kullandığı gibi Allah’ın indirdiği Kur’an’ı anlamak ve buyruğundan en güzel biçimde yararlanmak için de kullanmalıdır. Aksi takdirde verilen aklın ve düşünme yetisinin boş, gereksiz ve işlevsiz olması söz konusudur. Yüce Allah, hikmet ve adalet sahibi olduğuna göre O’nun her buyruğunun ve her yarattığının bir hikmeti vardır. O, adaleti gereği çalışan ile çalışmayanı ayırır; iyilik yapana ödül, kötülük yapana ceza takdir eder. Öyleyse insan muhkem ayetleri anladığı gibi müteşabih ayetleri de muhkem ayetlerin imkânı ve ölçüsü çerçevesinde anlama çabası içinde olmalıdır.

Fakat bunu herkes yapabilir mi? Herkes bu ayetleri anlayabilir mi?

Tabii ki anlayamaz. İşte ikinci hikmet burada ortaya çıkmaktadır. Müteşabih ayetlerin ikinci hikmeti, İmam Maturidi’nin dediği gibi ilmin ve ilim sahiplerinin değerlerinin anlaşılması içindir. “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” (Zümer, 39/9.) ayeti de buna işaret etmektedir. Yüce Allah, müteşabihi zikrettiği Âl-i İmran suresinin 7. ayetinde bilen âlimleri râsih olarak nitelemiş ve övmüştür. Râsih, derin ve engin bilgiye sahip âlim demektir. Böylesi bir bilgiye sahip olan kişi hem müteşabih ayetlerin hikmetini ve anlamını Allah’ın izin verdiği ölçüde kavrar hem de kul olma bilinci içinde “İnandım, bütün bunlar Rabbimin katındandır.” diyerek iman eder ve teslimiyet gösterir. Böyle kişinin imanı taklidî değil tahkiki imandır, yani delile dayalı köklü ve sağlam iman. Bilmeyen insanlar da bilenlere müracaat eder, onlardan bu ayetlerin hikmetini, doğru açıklamasını öğrenmeye çalışırlar ve böylece imanlarını güçlendirirler.

Burada bilmeyenler kınanmıyor. Sanki onlardan bilenlere müracaat etmeleri isteniyor.

Tam da öyle. Nitekim Anadolu insanı ne güzel ve yerinde söz söylemiş: “Bilmemek ayıp değil, öğrenmemek ayıptır.” İşte bu, Anadolu irfanının inceliğidir. Nitekim Yüce Allah “Şayet bilmiyorsanız bilgi sahiplerine sorun.” (Enbiya, 21/7.) buyurmaktadır. Zaten herkesin her şeyi bilmesi mümkün değildir, gerekli de değildir. Herkes yaptığı işi ve mesleğini en iyi bilecek, diğer insanlar da onların bilgilerine, hünerlerine ve zanaatlarına saygı duyacak, işlerine güvenecek ve gerektiğinde müracaat edecekler. Bu sadece dinî ilimler için değil, her ilim dalı ve meslek için geçerlidir. Bir âlimin ilmine saygı duymak neyse bir fırıncının veya marangozun zanaatına, mimarın ve mühendisin bilgisine, tabibin maharetine saygı duymak da aynıdır.

Bütün bunlar güzel de sonuçta ne olacak? Bu yaptıklarımızla biz nereye ulaşacağız ve ne kazanacağız?

Çok güzel bir soru. İşte müteşabih ayetlerin üçüncü hikmeti burada saklı. Bu dünya bir imtihan alanı ve yarış meydanıdır. İmtihanı kazanan, yarışta başarılı olan elbette kazanacak ve bir ödüle ulaşacaktır. Öyleyse bu ayetlerin bir hikmeti de Allah’ın kullarını onlarla imtihan etmesidir. Bu bir iyi niyet ve irade sınamasıdır. Ayette de geçtiği gibi müteşabih ayetler karşısında insan iki türlü davranış sergiler. Bir kısmı, aşırı yoruma gitmek veya kafasına göre tevil yapmak suretiyle ayetleri istismar eder; diğer bir kısım ise bu ayetlerin Allah katından olduğuna inanarak hikmetini anlamaya çalışırlar. İstismar edenleri Yüce Allah “kalplerinde eğrilik bulunanlar” diye nitelerken doğru ve samimi çaba içinde olanları “râsih âlimler ve akl-ı selim sahibi kişiler” olarak nitelemektedir. İmtihanı kazandıracak doğru ve samimi davranış, bilen insanların muhkem ayetler çerçevesinde bunları açıklaması, bilmeyen insanların da bu açıklamalara kulak vermesi ve her ikisinin de “O’na inandık, bu ayetlerin hepsi Rabbimizin katındadır.” (Âl-i İmran, 3/7.) diyerek samimi kalple iman etmeleridir.

Bu ayetleri tam olarak açıklama iddiasında bulunabilir miyiz?

Tabii ki hayır. Bizim görevimiz Yüce Allah’ın vermiş olduğu aklı ve düşünme yeteneğini samimiyetle kullanmak, iyi niyetli bir çaba içinde olmaktır. Bu ancak Yüce Allah’ın hem kâinattaki işaretlerini hem de Kur’an’daki ayetlerini anlama gayreti içinde olmakla gerçekleşir. Zaten Yüce Allah bizden tam bir açıklama değil, samimiyet ve dürüstlük içinde hareket etmemizi ve hidayet üzere olmamızı istemekte; hakkımızdaki değerlendirmesini de bunlar üzerinden yapacağını bildirmektedir. Müteşabih ayetini takip eden “Ey Rabbimiz hidayete erdirdikten sonra kalplerimizi eğriltme.” (Âl-i İmran, 3/7.) duası da buna işaret etmektedir. Bu yüzden ihtiyatlı âlimlerimiz bu ve benzeri konularda açıklama yaptıktan sonra “En doğrusunu Allah bilir.” veya “Muradının ne olduğunu ancak Rabbimiz bilir.” diye sözlerini bağlamışlardır.