Makale

ZAMANI DUYANLAR BİLİR, YAŞAMAK ANIMSAMAKTIR

ZAMANI DUYANLAR BİLİR,
YAŞAMAK ANIMSAMAKTIR

Sümeyye ÖZGEN

Zaman, içinden konuşur. Yitip gitti sandığımız, yok saydığımız, unuttuğumuz, bölünemeyen, ölçülemeyen ve akışı parçalanamayan zaman, içinden konuşur. Yeryüzündeki en kadim ses zamanın sesidir. Bütün dillere müdahil, bütün dillerden azade ama hiç değişmeyen sesiyle, o en eski sesiyle konuşur zaman. Sessiz, gürültüsüz ve içinden. Bunu Ay’a bakanlar bilir. Dışındaki ve içindeki bütün sesleri susturup gece göğe bakanlar, orada, gökyüzünde tanıdık bir yüze bakar gibi seyrederken Ay’ı, zamanın sesini duyabilir. Uzayın o derin ve karanlık boşluğunda, yüzündeki sonsuz göz iziyle doğar üzerimize her gece ve üzerindeki sonsuz göz iziyle seyreder bizi Ay. Onun diliyle içinden ve gürültüsüz konuşur zaman ve der ki: Hiçbir şey öylece geçip gitmez. Hiçbir şey yok olmaz. Yaşamak anımsamaktır.

Hilalden dolunaya, menziller boyunca bir döngüdür Ay. Bizim döngümüz hilalle, menzilimiz Allah’ın ayı Muharrem’le başlar. Muharrem, haram kılınmış. Muharrem hürmete layık. Kamerî ayların ilki ve yeni bir yıl. Mah-ı Muharrem; Mekke’den Yesrib’e, çölün ıssızlığında ve karanlığında yolu aydınlatan hale. Muharrem; öfkeden, kandan ve savaştan koşulsuz şartsız barışa ve dostluğa hicret. Muharrem; Veda Tepesi’nde Efendimizin ufukta görünüşüyle üzerimize doğan ay. Muharrem; bereket, esenlik, dostluk, kardeşlik ve birlik için kutlu bir milat. Ay’a bakanlar bilir bunu, içinden konuşur zaman ve der ki: Kötülükten iyiliğe, savaştan barışa, öfkeden sevgiye, çokluktan birliğe yapılan bütün hicretler milattır. Bizim miladımız Muharrem’le başlar.

Zaman, içinden güler. Bunu bir tohumu seyredenler bilir. Sert ve ölü gibi duran küçücük bir tohumun içinde gümbürdeyen taptaze hayatı hissedenler, içinden sessizce gülen zamanı duyabilir. Her tohum henüz bitmemiş bir şiirdir. Çünkü her tohum geçmişi, geleceği ve bugünüyle bütün bir hayatı aynı anda içinde taşır. Tohumun diliyle içinden, sessizce güler zaman ve der ki: Hiçbir şey öylece geçip gitmez. Hiçbir şey yok olmaz. Yaşamak anımsamaktır.

Bir tohuma bakanlar anımsayabilir, Allah’ın ayı olan Muharrem’in içine gizlenmiş, geçmişi geleceği ve şimdisiyle zamanı içinde taşıyan Aşure’yi. Yalnızca bir tohuma bakanlar anımsayabilir, göklerden bırakılmış kutsi bir tohum gibi on gecenin içine gömülmüş Aşure’nin içinde taşıdığı hatıraları. O hatıralar bizi ve dağılmış zihnimizi yaratılışta, zamanın en başında birleştirir ilk. İlk, babamız Âdem’i; ilk günahı, ilk pişmanlığı, ilk tövbeyi ve ilk tövbenin kabul edilişini hatırlatır bize Aşure.

Sonra Allah ile dostluğu sünnet olarak bırakan İbrahim’in doğuşunu ve ateşten kurtuluşunu. Gecelerce göğe ve Ay’a bakan Yusuf’un içindeki ve dışındaki bütün kuyulardan kurtuluşunu. Yakup’un yıllarca gözyaşı dökerek dindiremediği hasret ateşinin sönüşünü, kavuşmayı, vuslatı. Bitti denilen yerde yarılarak her şeyi yeniden başlatan Kızıldeniz’i, zulmün kısacık bir anda Allah’ın rahmetiyle suda boğuluşunu, kurtuluşu ve Musa’nın sevincini. Eyüp’ün şifa buluşunu, Yunus’un kendine ettiği zulümden kurtuluşunu. Şifayı, selamı, sabrı, vefayı, Allah için cihadı. Cansız bir tohumun içinde bir ağacı; bir ağacın gövdesinde bir gemiyi; tek bir geminin yeryüzündeki hayatın yeni ve taptaze başlangıcını içinde taşıdığını ve Hz. Nuh’u hatırlatır bize Aşure. Aşure’yi anlamak Hz. Nuh’u anlamaktır en çok. Hz. Nuh’u anlamak, denizin olmadığı bir yerde, bütün alaylara kulaklarını tıkayarak Allah’ın emrettiği o gemiyi yapmayı ve sabrı anlamaktır. Küçük bir tohumun diliyle içinden, sessizce güler zaman ve der ki: Bütün tufanların içinde Allah’a yürekten inananlar, sabredenler ve dağılmışlar için, kurtarıcı olarak bekleyen bir Nuh’un Gemisi mutlaka vardır.

Zaman içinden ağlar. Bunu suya bakanlar duyabilir. Zamanın, tarihin coğrafyaların içinden akan suyun taşıdığı o hiç değişmeyen özü görebilenler zamanın içinden ve sessizce ağladığını duyabilir. Su, yerden göğe yağmur, yürekten göze gözyaşı halinde bir döngüdür. Suyun diliyle içinden ağlar zaman ve der ki: Hiçbir şey öylece geçip gitmez. Hiçbir şey yok olmaz. Yaşamak anımsamaktır.

Suya bakanlar anımsayabilir, Fırat’ın yanı başında suyun sesini duyarken üstelik, suya hasret ölen Hüseyin’i. Suya bakanlar bilir, Hüseyin toprağa düştüğünden beri bir yanımız Fırat gibi küskün, diğer yanımız çöl gibi suskun. Onun toprağa düşüşü, fırtınada savrulan bir gül yaprağının toprağa düşüşüdür. Onun toprağa düşüşü Efendimizden emanet kalan vefa atının kanlar içinde dizlerinin üzerine çöküşüdür. Hüseyin’in adını duydukça yüreğimiz kor, içimiz hep Kerbela’dır bizim. Bu yüzden susuyoruz asırlardır, dudaklarımız derin derin çatlıyor, akıp giden suları gördüğümüzde. Hüseyin’in toprağa düşen başını her hatırlayışımızda bu yüzden taşa dönüyoruz. Bu yüzden akıp giden suya bakmak, duruşuyla asil, mücadelesiyle onurlu, ölümü bir kutluluk, zalime boyun eğmeyi zillet sayan, “Yarabbi! Eğer sırtım toprağa düşecekse, düşüşümü ümmetin silkinip kalkmasına vesile kıl!” diyen Hüseyin’i ve Kerbela’yı hatırlamaktır. Kerbela’yı hatırlamak, aşureyi ve Allah’ın ayı olan Muharrem’i, anlamaktır. Suyun diliyle içinden, sessizce ağlar zaman ve der ki: Hiçbir şey öylece geçip gitmez. Hiçbir şey yok olmaz. Yaşamak anımsamaktır. Çünkü aynı Allah’a ve aynı Peygamber’e inanan bütün insanların sevinçleri de acıları da hüzünleri de ortaktır.