Makale

BİR BAĞIMSIZLIK DESTANI

BİR BAĞIMSIZLIK DESTANI

Nermin TAYLAN

Sakarya Savaşı boyunca acımasızlığı ile tanınan Prens Andrew, Yunan veliaht prensi George’un dört oğlundan en küçüğü, aynı zamanda Yunan kralı Konstantin’in de kardeşiydi. Yunan Küçük Asya Ordusu adını verdikleri İşgal Ordusu komutanı General Papoulas’ın emrinde kolordu komutanı olarak 23 Ağustos ile 13 Eylül 1921 tarihleri arasında Sakarya Meydan Muharebesi’nde görev yapmıştı. Türkleri ilelebet bu topraklardan sürmek yahut var oldukları topraklarda varlıklarına son vermek için bu topraklara gömmek niyetiyle Anadolu’ya gelen Prens, savaş boyunca yaptığı zulümlerle tanınmış, işgal ettiği her köyü yakıp yıkması ve dahi köy ahalisine çektirdiği türlü işkencelerle ün salmıştır.

Öyle ki savaşta Prens Andrew’ın emrinde görev yapan bir Yunan askeri, savaş sonrasındaki anılarında şöyle diyordu: “Her şeyi yakmamız emrini bizzat Prens vermişti.” Yine o yıllarda görev yapan bir Yunan fotoğrafçısı, “Ayrıldığımız her yeri yakıyoruz. Dehşet verici bir manzara.” diyecekti.

Yunan veliaht prensi George, o vakitlerde Anadolu’ya gelmişti. Aslında amacı babası Kral Konstantin’in ordusu Türkleri geçip Anadolu’ya girerken Ankara’ya giren ilk birliğin başında bulunmaktı. Cepheden yüzlerce metre geride askerlerinin işini tamamlamasını ve yıllardır hayalini kurduğu zaferin bir an evvel gerçekleşmesini büyük bir heyecanla bekliyordu. Geleceğin kralı olarak görülen veliaht prens George, Kral Konstantin Ankara’ya girerken babasının yanında gözükecekti. Diğer bir prens Andrew’in 2. kolordusunun ise Ankara’ya ilk giren birlik olması için elden gelen yapılıyordu.

Yani Yunan tarihinin en görkemli zaferi için hazırlanan senaryo tam olarak buydu. Kral ailesinden Prens Andrew’in kolordusu Ankara’yı ele geçirecek, Kral Konstantin ve Prens George da büyük bir törenle Ankara’ya ilk girecek ve böylece Yunan halkı bu zaferi kralın ailesine borçlu olacaktı.

Tersine dönen senaryo

Senaryo buydu ancak Prens Andrew, Küçük Asya Orduları Komutanı Papoulas’ın emrini dinlemedi ve kolordusunu Güzelce Kale’ye kaydırdı. Ordu artık bölünmüştü ve bunu gören Mustafa Kemal Paşa, bölünen orduyu tümüyle yok etmek için Fevzi Paşa ve İsmet İnönü ile müthiş bir plan yaparak Yunanlıların “Groton Felaketi” diye adlandırdıkları Güzelce Kale Muharebesi’nde Prens Andrew’in kolordusuna büyük zayiatlar verdirerek Yunan ordusunu Sakarya Nehri’nin batısına çekilmek zorunda bıraktı.

Yapılan stratejik hareketler neticesinde savaş Yunanlıların umdukları gibi gitmedi. Yunan orduları Türk kuvvetleri karşısında ardı ardına hezimete uğrayıp sürekli geri çekilmek zorunda kaldı. İzmir’in işgalinden bu yana ilerleyen Yunan ordusu artık durdurulmuş, savaşta cepheler kızıştıkça Türk halkı da kadını erkeği, yaşlısı genci ordusu için büyük bir çaba sarf etmişti. Cepheye silah taşıyan anneler evlatlarını değil önce cephaneyi düşünmüş, Yunan askerine sır vermemek için nice babalar canından olmuş, yeter ki vatan elden gitmesin diyen gençler şehadete koşmuş, Vatan toprağı namustur diyen nice yiğitler toprak uğruna canından geçmişti.

Papoulos’un ordusu bu sıralarda Sakarya Irmağı’nın doğusuna sıkışmış, neredeyse yok edilmekle karşı karşıya kalmıştı. Tek kurtuluş yolları Sakarya’nın batı tarafıydı ki böylece tüm köprüleri havaya uçurmak suretiyle Türklerin kendilerine saldırmalarını engellemiş olacaklardı. Sakarya’nın batısı doğal bir sığınak ve aslında hayallerinin gerçekleşeceği mahal olacaktı. Papoulos bu şekilde “Gordion düğümü”nü çözerek Batı Anadolu’ya sonsuza dek yerleşmeyi amaçlayan “Megala İdea”yı yani “Büyük Yunan Ülküsü”nü Sakarya’nın bulanık sularına gömecek emrini verdi.

Sakarya Savaşı kazanıldı ancak subayların çoğu şehit olmuştu. Yunan ordusu Ankara önlerinden çekilip Afyon-Eskişehir ekseninde İngiliz destekli muazzam bir savunma hattı kurmuşlardı. İngilizler bu savunma hattı için “Türkler altı ayda geçerse altı günde geçmiş sayabilirler.” diyordu. Mustafa Kemal Paşa, savunma hattının ne denli sağlam olduğunu ve uzun süre vuruşamayacaklarını biliyordu. Şayet savaş uzarsa para, cephane ve erzak yetmez, Batı Anadolu, Yunan toprağı hâline gelebilirdi. Tüm bu sebeplerden düşmanı tek bir vuruşla vatan toprağından atmaktan başka şans yoktu. Ya büyük bir bozgun yahut zafer olacaktı. Ve bunun için de mükemmel bir plan gerekmekteydi.

Düşmanı şaşırtan taktik

Düşman üç Osmanlı başkentinde kutsalları çiğniyor ve zulümler yapıyor, Ankara Hükûmeti ise Atatürk’e savaşmak için baskı yapıyordu. Ülkenin tüm bu çıkmazları içinde Mustafa Kemal Paşa, strateji gereği sakinliğini koruyor, savaş dışı etkinlikler düzenliyordu. Türkiye tarafının bir şey yapmadığını gören Yunan ordusu artık iyice rahatlamıştı. Zaten Mustafa Kemal de bunu istiyordu.

Mustafa Kemal, savaştan birkaç gün önce Konya’ya geçmişti. Bu sırada posta teşkilatı basıldı ve Atatürk buradan cepheye hareket etti. Cephede paşalarını toplayıp savaş planını masaya koydu. Paşalardan bazıları bu plana şiddetle karşı çıktı. Harbiye’nin en eski stratejisti Yakup Şevki Paşa’ya göre bu tam olarak delilikti. Kaybetme riski yüksekti. Başaramazlarsa Ankara düşer, Millî Mücadele kaybedilir ve Anadolu tamamen işgal edilerek Sevr Anlaşması devreye sokulurdu.

Bu plana göre cephaneliğin ikmali mümkün olmayacağından kurşunlar bittiğinde kılıçlar devreye girecekti. Aslında Yakup Paşa haklıydı çünkü bu plana göre taarruzdan bir gece önce ordunun tamamı mevzilerini terk ederek yer değiştirecekti ve bu büyük bir tehlikeydi. Şayet durum fark edilirse ordu hareket hâlindeyken yakalanır ve bir gecede imha edilebilirdi.

Nihayet 25 Ağustos gecesi Türk ordusu planlandığı üzere cepheyi terk ederek Şuhut Dağları arasındaki patika yoldan, toplar ve silahlar yüklü olduğu hâlde Yunan hattının güneyine sızmayı başarır. Yunan ordusu Türklerin bu sızma girişimini fark etmemiş, Türk ordusu yine imkânsızı başarmıştı.

Plana göre burada sabahın ilk saatlerinde bombardıman başlayacaktı lakin yoğun bir sis çökmesi sebebiyle bombardıman başlayamadı. Gün ağarıyor ancak sis bir türlü dağılmıyordu. Saatler ilerledikçe sis dağılmaya ve düşman mevzileri görülmeye başlayınca 26 Ağustos 1922 günü, sabah saat 05.30’da Türk topları yoğun bombardımana başladı. Ancak cephane kısıtlıydı ve delilik denilen plana göre topların mevziyi yok edene kadar yetmesi gerekiyordu. Aksi hâlde ordu dağlık arazide çok ters bir konumda kalabilir ve taarruz da imkânsız hâle gelirdi.

Kurt kapanı planı

Burada Atatürk’ün Yaveri Muzaffer Kılıç’ın anlattığına göre Mustafa Kemal, “Ya Rab! Sen Türk ordusunu muzaffer et. Türklüğün ve Müslümanlığın düşman ayakları altında esaret zincirinde kalmasına müsaade etme.” diye dua ediyordu. Ardı ardına ateşlenen toplar düşman mevzilerini tam isabet vururken Yunan kuvvetleri bu ateşi gerçek baskını gölgelemek için Türklerin bir aldatmacası sanıyorlardı. Onlar asıl hamleyi doğudan bekliyorlarken ordu çoktan güneye gelmişti. Yani “kurt kapanı planı” adım adım işliyordu.

Ateşlenen toplar kısa sürede karşı tarafın mevzilerini parçalamayı başarınca sıra askere geldi. Yapılan taarruzda düşman eline geçen tepeler bir bir geri alındı. Tüm bunlar olurken Yunan karargâhı İzmir’de bulunan komutanlarına ulaşamıyordu zira telgraf telleri çoktan kesilmişti.

Yunan tarafının kafası iyice karışmış, ne yapacağını bilemez hâle gelmişti. Ertesi sabah Türk ordusu ikinci bir taarruz gerçekleştirdi ve Afyon’a girdi. Mustafa Kemal bundan sonra karargâhını savaşın tam içine, yani Afyon’a aldırdı. Kurt kapanı planıyla gitgide Yunan ordusu sarılıyordu. Yani av kapana girmeye çoktan başlamıştı. Yunan ordusu bunu fark edince çekilmeye başladı. Harekâtı kavradığında tüm ağırlığını güneye kaydırdı ama bu kez de Yakup Şevki Paşa kuzeyden taarruza başlamış ve Yunan ordusunu şaşkına çevirmişti.

29 Ağustos günü ordumuz Yunan ordusunu Dumlupınar’da tamamen sardı. Düşman artık kurt kapanının içindeydi. Artık zafer kesindi. Nihayet 30 Ağustos günü Yunan ordusu imha edildi ve kalanlar kaçmaya başladı. Fakat ordunun geri çekilip mevzilenmesi gerekiyordu. İşte burada Atatürk o tarihe geçen sözünü söyler: “Ordular ilk hedefiniz Akdeniz’dir, ileri!”

30 Ağustos’ta kovalamaca başladı. İzmir’e 400 kilometre yol vardı. Asker yorgundu ancak emir kesindi. Önce Uşak’a girildi, Yunan ordu komutanı Trikopis 2 Eylül’de esir alındı. Türk Ordusu 400 kilometrelik yolu 9 günde geçerek harp tarihi açısından emsali görülmemiş bir şey başardı. Sonrasında 2 Eylül’de Eskişehir, 6 Eylül’de Balıkesir ve Bilecik, 7 Eylül’de Aydın, 8 Eylül’de Manisa ve nihayet 9 Eylül’de İzmir’i geri alıp Yunan’ı denize döktü. Yani 9 Eylül 1922 tarihinde Türk toprakları Yunan işgalinden kurtulmuş, 30 Ağustos Türk’ün nihai zaferi olmuştur.

30 Ağustos Zafer Bayramımız kutlu olsun!